๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Nisan 2010, 12:11:44



Konu Başlığı: Hilafet ve İmamet 8
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Nisan 2010, 12:11:44
AÇIKLAMA:



1- Bu vak´a kaynaklarda farklı şekillerde rivayet edilmiştir. Buhârî´de de bir çok babta geçer. Kitabu´l-Ahkâm´da bazı noktalarda tamamlayıcı ziyade bilgi mevcuttur.

2- Hz. Ömer´i şehid eden el-Ilc, Mugîre İbnu Şu´be´nin künyesi Ebû Lü´lü olan Fîruz İbnu Sa´d adındaki İran asıllı kölesinin lakabıdır.

İbnu Sa´d´ın bir rivayetine göre: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh) Medine´ye büluğa ermiş kölelerin girmesini yasaklamıştı. Kûfe´de vali olan Muğîre İbnu Şu´be (radıyallâhu anh) yazdığı mektupta Hz.Ömer (radıyallahu anh)´e, yanında bulunan san´atkâr bir köleden bahsetmiş, onun Medine´ye girmesi için izin taleb etmişti. Tavsiye mektubunda kölenin, halkın istifade edeceği demircilik, nakkaşlık, marangozluk gibi maharetleri olduğunu belirtmişti. Bu mektup üzerine Hz. Ömer (radıyallâhu anh) Fîruz´a izin vererek Medîne´ye girmesine müsaade etmişti. Mugîre de kölesine ayda yüz dirhem ödeme yapmasını söylemişti. Fîruz bu paranın ağır geldiğini Hz. Ömer´e şikâyeten söylemiş ise de Hz. Ömer: "Senin yaptığın işin yanında bu ödediğin çok olmamalı" demişti.

Fîruz cevaptan memnun kalmamış ve öfkeli şekilde ayrılmıştı. Birkaç gün sonra Halife kendisine uğrayan Fîruz´a:

"Bana söylendiğine göre, "Dilediğim takdirde rüzgarla çalışan bir un değirmeni yaparım" demişsin!" der. Köle asık çehre ile ona bir nazar atıp:

"Sana öyle bir değirmen yapacağım ki, herkes ondan bahsedecek" cevabını verir.

Birkaç gün sonra iki başlı bir hançer hazırlayarak, mescidin bir köşesine saklar..."

Hâdisenin cereyan tarzı rivayetlerde farklı şekillerde anlatılmıştır. Sadedinde olduğumuz Buhârî rivayetinde anlatılan şekliyle iktifa ederek, diğerlerini anlatmaya gerek görmüyoruz.

3- Burada dikkat çekilmesi gereken bir husus, altılı şûra heyetinde halife adayı ikiye düştükten sonra, bunlardan birini (yani Hz. Ali ile Hz. Osman´dan birini) seçme işinde, hakemlik rolünü üzerine alan Abdurrahman İbnu Avf (radıyallâhu anh)´ın takip ettiği çalışma vetiresidir. Sadedinde olduğumuz rivayet o noktayı o kadar kısa geçmiş ki, sanki bunlardan birini tercih işi bir oturumda halledilmiş gibi bir mâna çıkmaktadır. Halbuki bu iş, hiç ara vermeden geceli gündüzlü üç günlük bir çalışma ile halledilmiştir. Bir rivayette Hz. Abdurrahman´ın üç gün hiç uyumadığı ifade edilmiştir.

O safha, yine Buharî´nin Kitabu´l-Ahkâm´da, Misver İbnu Mahreme tarafından anlatılmaktadır. Buna göre, Abdurrahman İbnu Avf, Misver (radıyallâhu anhümâ)´i, şûra üyeleriyle teker teker konuşmada, çağırmak için elçi olarak kullanmıştır.

Bir seferinde Sa´d´ı ve Zübeyr´i çağırtmış. Bir seferinde Hz. Ali´yi çağırtmış, hususî şekilde konuşmuş, "Hz. Ali ümitvar bir hava ile ayrılmış, Abdurrahman, Hz. Ali´den bir endişe hissetmiştir.

Hz. Osman´ı çağırtmış, onunla uzun uzun konuşmuş, sabah ezanı ayrılmalarına sebep olmuştur vs.

Bir başka rivayetin ziyadesine göre: "Bu konuşmalar sırasında zaman zaman, hususî konuşmaların ev sahibine gizli bir tarafı kalmayacak kadar sesleri yükselmiştir."

İbnu Hacer, Abdurrahman İbnu Avf´ın Hz. Ali (radıyallâhu anhümâ)´ den duyduğu korku ve endişenin Hz.Ali´den başkasını seçtiği takdirde, Ali´nin buna muvafakat göstermeyebileceği korkusu olduğunu açıklar, bazı karineler zikreder.

Abdurrahman İbnu Avf, bu üç gün içerisinde kadınlara varıncaya kadar bütün Medine halkıyla görüşmüş ve anlamıştır ki büyük ekseriyet Hz. Osman´ı tercih etmektedir.

Hz. Osman´ı seçmesi halinde Hz.Ali´nin mutabakat etmeme ihtimalini bertaraf edebilmek için Hz. Yusuf (aleyhisselam)´un ölçek arama kıssasında yaptığı üzere önce Hz. Ali´den başlamak üzere, vereceği hükme uyacakları hususunda kesin garanti (mevsık) alır. Mihver (radıyallâhu anh)´in anlattığına göre:"

(İstişareleri, görüşmeleri tamamlayan Abdurrahman İbnu Avf, üçüncü günün sabahı) namazdan sonra şûra heyetini minberin yanında toplar. Medine´de bulunan Muhâcir ve Ensâr´ı çağırtır. Hz. Ömer´le hacc yapmış olan askerî komutanları çağırtır..."

Bu cemaat toplandıktan sonra sadedinde olduğumuz Amr İbnu Meymun´un rivayetinde geçtiği üzere, Abdurrahman İbnu Avf, Hz. Ali´nin gönlünü alıcı ve hatta ümit verici bir üslubla, ilk defa ondan başlayarak şöyle der:

"Ey Ali, senin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a yakınlığın, İslam´da kıdemin var, bunu biliyorsun. Allah da üzerinde murakıptır. Eğer seni seçersem halka adaletli davranacaksın. Yok Osman´ı seçersem dinleyip itaat edeceksin!"

İkinci olarak aynı sözlerle Hz. Osman´a hitab eder.

Her ikisinden de cemaatin huzurunda kesin söz aldıktan sonra Hz. Osman´ı halife ilan eder ve herkes ona biat eder.

4- Rivayetler, Hz.Abdurrahman (radıyallâhu anh)´ın, Osman´ı seçmesine müessir olan bir anlaşmazlığı belirtirler. Yani bir hususta Hz. Ali ile anlaşamazlar. O da şu: Abdurrahman İbnu Avf, ön görüşmeler sırasında Hz.Ali´ye sorar: "Ey Ali, bu işe seni seçtiğim takdirde Allah´ın sünneti, Peygamberinin sünneti ve önceki iki halifenin sünneti üzere icraatta bulunmak şartı ile bana söz verir misin?

Hz. Ali (radıyallâhu anh): "Hayır, lakin tâkatım üzere" diye cevap verir.

Hz. Abdurrahman sorusunu üç kere tekrar eder. Hz. Ali de her seferinde aynı cevabı verir.

Aynı soruyu Hz. Osman´a tevcih eden Abdurrahman İbnu Avf, ondan: "Ey Ebû Muhammed, ben bu şart üzere sana biat ediyorum!" der ve üç kere tekrar eder.

Bunun üzerine Hz. Abdurrahman kalkar, sarığını sarar, kılıncını kuşanır, mescide girip minbere çıkar. Hamd u senadan sonra Hz. Osman´ı çağırıp biat eder."

5- Şunu da kaydedelim ki, İbnu Hacer´in muhtelif kaynaklardan naklen kaydettiği rivayetlere göre, Hz. Ömer´den sonra hilafete Hz. Osman (radıyallâhu anh)´ın geçeceği, Hz. Ömer´in hilafeti yıllarından beri, İslam âleminin her tarafında beklenen bir husustur. Bir rivayet şöyle:

"Hârise İbnu Mudrib demiştir ki: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh)´in hilafeti sırasında hacc yaptım. Karşılaştığım kimseler arasında Hz. Ömer´ den sonra, Osman´ın halife olacağından şekke düşen hiç kimseyi görmedim."

6- Hadis metninde geçen bir meselenin açıklanmasında fayda var: Hz. Ömer, şûra üyelerini saydıktan sonra: "...Emîrlik şayet Sa´d´a isabet ederse, mesele yok. Aksi halde, kim emîr olursa ondan istifade etsin. Bilesiniz, ben onu aczi veya hıyâneti sebebiyle azletmedim" demiştir. Burada şu hâdiseye işaret etmektedir: Sa´d İbnu Ebî Vakkâs (radıyallâhu anh), Irak fatihidir. Oraları İslâm´a kazandıran orduların başkomutanıdır. Kisra´nın Medâin şehrini fethetmiştir. Kûfe şehrinin bânisidir. Ayrıca Hz. Ömer (radıyallâhu anh), onu hicrî 21 yılında Kûfe´ye vali tayin etmiştir. Bilahare, bu vazifeden azletmiştir.

İşte rivayette temas edilen azl vak´ası budur. Hz. Ömer (radıyallâhu anh), Sa´d´ın aleyhine azli bahâne ederek, dedikodu yapılabileceğini düşünerek iade-i itibar nevinden bir açıklama ile, ortada bir ihânet veya beceriksizlik olmadığını, kim halife olursa, kendisinden istifade edilmesi gereken ihlâslı, dirayetli bir zat olduğunu belirtmiştir.

Nitekim, Sa´d (radıyallâhu anh), Hz. Ömer´den sonraki dönemlerde patlak veren fitne hareketlerine katılmamak ve hatta, bir ara hilafet teklif edilmiş olmasına rağmen bu netâmeli işi kabul etmemekle dirayet ve ihlâsını göstermiştir.

Hz. Ömer (radıyallâhu anh) onun azil sebebini beyan etmez ise de, bu yüce halifenin, Halid İbnu Velid´i ordu komutanlığından azlediş sebebi ile alâkalı olarak Taberî´de gelen beyanatı bu hususu da aydınlatabilir: "Ben Hâlid´i ona karşı olan kinimden veya onun herhangi bir ihânetinden dolayı azletmedim. Azledişimin sebebi başkadır. Kazandığı her zafer onun şahsî faziletlerinden bilinmeye başlandı. O, bu başarıların gerçek fâili görülüyor, Allah unutuluyordu. Halbuki Allah, Müslümanlara bir zafer müyesser kıldığı zaman ona şükretmek gerekir, nankörlük değil. Tâ ki yenilerini versin.. Her zaferi ondan bilmek zorundayız, ne Hâlid´den ne de bir başkasından. İşte halk arasında çıkacak fitneyi önlemek için Hâlid´i azlettim."

Bu rivayetin ışığıyla bakınca, Hz. Ömer´in, İslâm ordusunun kazandığı zaferleri, komutanlardan bilerek, onları aşırı şekilde tebcile ve putlaştırmaya götürecek bir ruh halinin halk arasında hâkim olmasını istemediği ve bu maksadla tedbirler aldığı anlaşılmaktadır. Öyle ise Sa´d´ın azli de benzer bir maksadla yapılmış olabilir. [85]



7- Hadisten çıkarılan bazı hükümler



HADİSTEN ÇIKARILAN BAZI HÜKÜMLER


Bu uzun hadis, dikkat ettikçe çıkarılabilecek pek çok hüküm ve fayda ihtiva etmekte ise de, İbnu Hacer´in kaydettiği belli başlılarını şöyle sıralayabiliriz:

1- Hz. Ömer´in Müslümanların hepsine karşı duyduğu şefkat ve hayırhahlık, onlar arasında sünnetin tatbikini istemesi.

2- Hz. Ömer´in Rabbinden şiddetli korkusu, dinin tatbiki için gösterdiği titizlik, kendi nefsine olan titizliğinden fazla olduğu.

3- Yüze karşı medih yasağı, ifrat ve mübalağalı hallerle, yalana kaçan hallere mahsustur. Bu sebepten, Hz. Ömer, kendini öven genci, uzun elbise giymekten menettiği halde, şahsına yaptığı övgüden menetmemiştir.

4- Borcun ödenmesi için vasiyette bulunmak.

5- Hayırlı kimselerin yanına gömülmek için itina göstermek.

6- İmam seçiminde istişâre ve efdalin tercihi.

7- İmamet, biat akdi ile kesinleşir.

8- İbnu Battâl der ki: "Mefdûl´ün, kendinden efdal varken imam seçilmesinin cevâzına delil var. Böyle olmasaydı, hilâfet işi altı kişiden birinin seçilmesine bırakılmazdı. Zira Hz. Ömer biliyordu ki, bunlar faziletçe mutlak bir eşitliğe sahip değildir, biri diğerinden efdaldir."[86]



ـ11ـ وعن عبداللّه بن سم رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]لَمَّا حُوصِرَ عُثْمَانُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ وَلّى أبَا هُرَيْرَةَ عَلى الصََّةِ، وَكَانَ ابْنُ عَبَّاسٍ يُصَلِّى أحْيَاناً، ثُمَّا بََعَثَ عُثْمَانُ إلَيْهِمْ، فقَالَ مَا تُرِيدُونَ مِنِّى؟ قَالُوا: نُرِيدُ أنْ تَخْلَعَ إلَيْهِمْ أمْرَهُمْ، ثُمَّ قالَ: َ أخْلَعُ سِرْبَاً سَرْبَلَنِيهِ اللّهُ عَزَّ وَجَلَّ، فقَالُوا: فَهُمْ قَاتِلُوكَ. قالَ: لَئِنْ قَتَلْتُمُونِى َ تَتَحَابُّونَ بَعْدِى أبَداً، وََ تُقَاتِلُونَ بَعْدِى عَدُوّاً جَمِيعاً، وَلَتَخْتَلِفُنَّ عَلَى بَصِيرَةٍ، يَا قَوْمِ َ يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقِى أنْ يُصِيبَكُمْ مِثْلُ مَا أصَابَ مَنْ قَبْلَكُمْ فَلَمَّا اشْتَدَّ عَلَيْهِ ا‘مْرُ أصْبَحَ صَائِماً يَوْمَ الجُمُعَةِ، فَلَمَّا كانَ في بَعْضِ

النَّهَارِ نَامَ فقَالَ: رَأيْتُ اŒنَ رسُولَ اللّهِ # فقَالَ لِى إنَّكَ تفْطِرُ عِنْدَنَا اللَّيْلَةَ فَقُتِلَ مِنْ يَوْمِهِ، ثُمَّ قَامَ عَلِىٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ خَطِيباً فَحَمِدَاللّهَ وَأثْنَى عَلَيْهِ وَقَالَ: أيُّهَا النَّاسُ! أقْبِلُوا عَلَىَّ بِأسْمَاعِكُمْ وَأبْصَارِكُمْ، إنِّى أخَافُ أنْ أكُونَ أنَا وَأنْتُمْ قَدْ أصْبَحْنَا في فِتْنَةٍ وَمَا عَلَيْنَا فِيهَا إَّ ا“جْتِهَادُ، وَإنَّ اللّهَ تَعالى أدَّبَ هذِهِ ا‘مَّةَ بِأدَبَيْنِ: الْكِتَابِ والسُّنّةِ، ض هَوَادَةَ عِنْدَ السُّلْطَانِ فِيهِمَا، فأتَّقُوا اللّهَ وَأصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ، ثُمَّ نَزَلَ وَعَمَدَ إلى مَا بَقِىَ مِنْ بَيْتِ المَالِ فَقَسَّمَهُ عَلى المُسْلِمِينَ[. أخرجه رزين.»َ يَجْرِمَنَّكُمْ«: أى َ يَحملنكم: والشِّقَاقُ: النزاعُ والخف. »وَالْهَوَادَةُ« السكون والموادعة، والرضا بالحالة التى ترجى معها سمة .



11. (1745)- Abdullah İbnu Selâm (radıyallâhu anh) anlatıyor:

"Hz. Osman (radıyallâhu anh) muhâsara edildiği zaman, namaz kıldırma işine Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh)´yi tayin etti. Bâzan Hz. İbnu Abbas kıldırıyordu. Sonra, Hz. Osman (isyancılara) elçi yollayıp, benden ne istiyorsunuz? diye sordu. Onlar: "Hilâfetten ayrılmanı istiyoruz" dediler. O da: "Allah´ın bana giydirdiği bir kaftanı çıkarmam" diyerek reddetti.

"Onlar seni öldürecekler!" dediler. O:

"Beni öldürdüğünüz takdirde, ebediyyen birbirinizi sevmeyecek, düşmanla elbirlik savaşamayacaksınız. Göre göre ihtilâfa düşeceksiniz. Ey kavm, bana karşı çıkardığınız şu ihtilâf sakın ola başınıza, sizden öncekilerin maruz kaldığı belâyı dolamasın!" dedi. İhtilâlcilerin tazyikleri artınca, cuma gününe oruçlu olarak girdi. Gün biraz ilerleyince uyudu. Uyanınca:

"Şu anda rüyamda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı gördüm. Bana: "Akşam yanımızda iftarını yapacaksın" buyurdu" dedi.

O gün öldürüldü. Sonra Hz. Ali (radıyallâhu anh) hutbe okumak üzere kalktı. Hamd ü senâdan sonra:

"Ey insanlar, dedi, bana yaklaşın, gözlerinizi, kulaklarınızı dört açın. Şahsen ben ve sizler hepimizin fitnenin içine düşmemizden korkuyorum. Fitne sırasında, hepimize gayret gerekecek." Devamla dedi ki:

"Allah bu ümmeti iki edeble terbiye etti: Kitap ve Sünnet. Bunların (tatbiki hususunda), sultan nezdinde gevşeklik olamaz. Öyle ise Allah´tan korkun, aranızdaki meseleleri halledin."

Hz. Ali (radıyallâhu anh) bunları söyleyip minberden indi ve beytü´lmaldan arta kalan servete yönelerek Müslümanlar arasında taksim etti." [Rezîn ilâvesidir, kaynağı bulunamamıştır.][87]



ـ12ـ وعن الحسن البصرى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]اسْتَقْبَلَ واللّهِ الحَسَنُ بْنُ عَليٍّ مُعَاوِيَةَ بِكَتَائِبَ أمْثَالِ الجِبَالِ، فقَالَ عَمْرُو بْنُ العَاصِ لِمُعَاوِيَةَ: إنِّى وَاللّهِ ‘رَى كَتَائِبَ َ تُوَلّى حَتَّى تَقْتُلَ أقْرَانَهَا، فقالَ لَهُ مُعاوِيَةُ. وَكَانَ وللّهِ خَيْرَ الرَّجُلَيْنِ: أىْ عَمْرُوا أرَأيْتَ إنْ قَتَلَ هؤَُءِ هؤَُءِ، وَهَؤَُءِ هؤَُءِ، مَنْ لِى بِأُمُورِ المُسْلِمِينَ، مَنْ لِى بِنِسَائِهِمْ، مَنْ لِى بِضَيْعَتِهِمْ، فَبَعَثَ إلَيْهِ رَجُلَيْنِ مِنْ قُرَيْشٍ مِنْ بَنِى عَبْدِ شَمْسٍ: عَبْدَ الرَّحْمنِ بْنَ سَمُرَةَ، وَعَبْدَ اللّهِ ابنَ عَامِرٍ فقَالَ: اذْهَبَا إلى هذَا الرَّجُلِ وَاعْرِضَا عَلَيْهِ، وَقُوَ لَهُ واطْلُبَا إلَيْهِ، فَأتَيَاهُ فَدَخََ عَلَيْهِ فَتَكَلَّمَا، وَقَاَ لَهُ وَطَلَبَا إلَيْهِ فقَالَ لَهُمْ الحَسَنُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ إنَّا بَنِى عَبْدِالمُطَّلِبِ قَدْ أصَبْنَا مِنْ هَذَا المَالِ، وَإنَّ هذِهِ ا‘مَّةَ قَدْ عَاثَتْ في دِمَائِهَا. قَاَ: فإنَّهُ يَعْرِضُ عَلَيْكَ كَذَا وَكَذَا، ويَطْلُبُ إلَيْكَ وَيَسْألُكَ. قَالَ فَمَنْ لِى بِهذَا: قَاَ نَحْنُ لَكَ بِهِ، فَمَا سَأَلَهُمَا شَيْئاً إَّ قَاَ نَحْنُ لَكَ بهِ فَصَالَحَهُ. قالَ الحَسَنُ الْبَصَرِىُّ: سَمِعْتُ أبَا بَكْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قالَ: رَأيْتُ رسولَ اللّهِ # عَلى المِنْبَرِ وَالحَسَنُ ابنُ عَلِيٍّ إلى جَانِبِه وَهُوَ يُقْبِلُ عَلى النَّاسِ مَرَّةً، وَعَلَيْهِ أُخْرَى وَيَقُولُ: إنَّ ابْنِى هَذَا سَيِّدٌ وَلَعَلَّ اللّهَ تَعَالى أنْ يُصْلِحَ بِهِ بَيْنَ فِئَتَيْنِ عَظِيمَتَيْنِ مِنَ المُسْلِمِينَ[. أخرجه البخارى.»الكَتَائِبُ«: جمع كتيبة، وهى قطعة من الجيش مجتمعة، وقوله: »عَاثَتْ«: أى أفسدت. »والعَيْثُ«: الفساد.



12. (1746)- Hasan Basrî (rahimehullah) hazretleri anlatıyor:

"Hasan İbnu Ali, vallahi Hz. Muâviye (radıyallâhu anhümâ)´yi dağlar gibi büyük askerî birliklerle karşıladı. Bunun üzerine Amr İbnu´l-As, Hz. Muâviye´ye:

"Ben vallahi, öyle askerî birlikler görüyorum ki, bunlar kendileri gibi (sayıca ve keyfiyetçe) akrân olan birlikleri öldürmedikçe geri dönmezler" dedi. Muâviye de Amr (radıyallâhu anh)´a -ki vallahi Hz. Muâviye bu iki adamın hayırlısıdır- şu cevabı verdi:

"Ey Amr, söyle bakalım! Şunlar (bizimkiler) öbürlerini, öbürleri de şunları öldürseler Müslümanların işlerini kim benim adıma yürütecek, kim kadınlarının, yetimlerinin bakımını benim adıma üzerine alacak?"

Sulh yapmak için, Kureyş´in Benî Abdişşems boyundan iki kişiyi yani Abdurrahman İbnu Semüre ve Abdullah İbnu Âmir´i, Hz. Hasan (radıyallâhu anh)´a gönderdi. Bunlara:

"Haydi, şu zâta gidin, ona (sulh yapmak istediğimizi) söyleyin. (Hilâfet arzusundan vazgeçmesini) taleb edin, (buna mukabil ne isterlerse) verin!" dedi. Bunlar Hz. Hasan (radıyallâhu anh)´ın yanına gidip, huzuruna çıktılar. (Hz. Muâviye´nin tenbihine uygun olarak) konuştular. (Hilâfeti Hz. Muâviye´ye bırakması halinde ne isterse vereceğini) söylediler. Hz. Hasan (radıyallâhu anh) onlara:

"Bizler Abdulmuttalib´in oğullarıyız. Beytu´lmaldan bir hissemiz var. Bu ümmet (ihtiyaç karşısında mal için) kanını isrâf etmeye başladı. (Beytu´lmaldan bize ayrılacak hisse nedir?)" dedi. Onlar:

"Hz. Muâviye size şunları teklif ediyor, hilâfetten vazgeçmenizi taleb ediyor, mukabilinde ne istediğinizi soruyor" dediler. Hz. Hasan (radıyallahu anh):

"Sizin bu vaadlerinizi bize kim tekeffül edecek?" dedi. Elçiler:

"Sana biz tekeffül ediyor, garanti veriyoruz!" dediler. Hz. Hasan her ne talebte bulundu ise hepsine:

"Biz tekeffül ediyoruz!" diyerek teminat verdiler. Böylece Hz. Hasan, Hz. Muâviye (radıyallâhu anhümâ) ile sulh yaptı.

Hasan Basrî demiştir ki:

"Ben Ebû Bekir (radıyallâhu anh)´i işittim şöyle demişti: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı minberde gördüm, yanında Hz.Hasan İbnu Ali vardı. Bâzan halka yöneliyor, bazan Hasan´a yöneliyor ve: "Şu oğlum, seyyiddir. Umulur ki, Allah bununla iki muazzam Müslüman orduyu sulha kavuşturacak" diyordu." [Buhârî, Sulh 9, Menâkıb 25, Fedailu´l-Ashâb 22, Fiten 20.][88]



AÇIKLAMA:



1- Hz. Hasan (radıyallâhu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ ın torunudur. Babası Hz. Ali, annesi Hz. Fatıma (radıyallâhu anhümâ)´dır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın müşfik terbiyelerinde yetişmiş bahtiyarlardandır. İbadet, takva, ümmet-i Muhamed´e karşı sevgi gibi evsafta emsâlinden üstündü.

Babası Hz.Ali (radıyallâhu anh) şehid edildiği zaman (hicretin 40. yılı Ramazan´ı) kendisine biat edilmişti. Biat akdi, babasının ölüm anlarında tamamlanmıştır. Biat edenlerin, sayıca 40 binden fazla olduğu belirtilir. Irak, Horasan, Hicaz, Yemen gibi beldeler hilâfetini tanımıştır. Bu minval üzere 7 ay kadar hilâfette kaldı. Şam´da bulunan Hz. Muâviye onun hilâfetini tanımadı, ordusunun başına geçerek üzerine yürüdü. O da Muâviye´yi karşılamak üzere ordusuyla hareket etti. Sadedinde olduğumuz rivayetten de anlaşılacağı üzere, Hz. Muâviye, Hz. Hasan´ın ordusunu altedemeyeceğini anladığı için, hilâfeti bazı tavizler mukabilinde sulh yoluyla kendisine bırakmasını teklif etti.

Üsdü´l-Gâbe´nin bir rivayetine göre, sulh teklifi Hz. Hasan tarafından yapılır.

Hülâsa Hz. Hasan, askerleriyle meseleyi müşâvere eder, Müslümanlar arasında cereyan eden Sıffîn ve Nehrevân savaşlarını, bunların acı neticelerini hatırlatır, sulha taraftar olmalarını telkin eden bir konuşma yaparak, karârı askerlere bırakır. Askerler sulha talib olurlar ve İslâm tarihinde Âl-i Beyt´in şerefini artıran, ümmetin onlara olan sevgisinin ziyadeleşmesine vesile olan sulh yapılır ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ihbar-ı gayb nev´ine giren bir mucizesi daha zâhir olur. Zîra sağlığında, Hz. Hasan (radıyallâhu anh)´ın iki büyük Müslüman grup arasında sulha vesile olabileceğini tebşir etmiş idi. Bazı rivayetlerde ümit ifade eden لَعَلَّ kelimesi kullanılmış ise de bazı rivayetlerde cezm ifade eden siga kullanılmıştır.

2- Hz. Hasan´ın Hz. Muâviye (radıyallâhu anhümâ)´ye biat tarihi ihtilâflıdır. Hicretin 40. yılında Rebiyyülevvelde mi, Rebiyyülâhirde mi ve hangi günlerinde? kesinlik bilinmediği için hilâfet müddeti 6 aydan biraz fazla, veya 8 aya yakın denmiştir.[89]

3- Hadisin ifade ettigi faydalar