๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Nisan 2010, 12:06:46



Konu Başlığı: Hilafet ve İmamet 3
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Nisan 2010, 12:06:46
AÇIKLAMA:






1- İslam dini adâlete çok önem verir. Mü´mine kendi aleyhinde bile olsa, annebâba gibi en yakınlarının aleyhinde bile olsa doğruluktan, adâletten ayrılmamayı emreder (Nisa 135). Çünkü içtimâî hayatın kıvamı, huzuru, terakkisi hep adâlete bağlıdır. Hatta er-Râhman sûresinde semâvatın bile adâletle ifade edilen hassas ölçülerle kıyamda ve nizamda olduğu belirtilmiştir.

2- Bu hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), dinin son derece ehemmiyet verdiği adâleti uygulayanların mükâfatını haber vermektedir. Allah´ın yanında nurdan, yüksek minberler... Ve bu, Rahman´ın sağında olacak... Cenab-ı Hakk´a olan yakınlığın ikinci sefer te´kid edilmesi ve Allah´ın Rahman sıfatıyla ifade edilmesi ayrı bir incelik ifade eder. Şöyle ki: Rahman, Cenab-ı Hakk´ı rızık veren, ihtiyaçları gideren yönüyle bize tanıttığına göre, Rahmân´a yakınlık, adil olanların Allah´tan daha çok lütfa, ikrama mazhar olacaklarını ifade eder.______________)ـ1( المقسط: هو العادل. والقاسط: الجائر.

3- Adâlete riâyet edenlere vaadedilen bu yüce makam bazı âlimlerce ve mesela Kadı İyaz´a göre hakikat de olabilir, mecaz da. Mecaz olma halinde cennetteki mertebenin yüceliğinden kinayedir. Fakat diğer bazılarına ve mesela şârih Nevevî´ye göre burada hakikat vardır, mecaz değil, "Onlar der, gerçekten nurdan minberler üzerinde olacaklardır, onların menzilleri de yüksektir."

4- Allah´ın sağı tâbiri Cenab-ı Hakk´a keyfiyet, şekil izafe etmeye sebep olmamalıdır. Allah hakkında "benzeri olmamak" لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ prensibi esastır. Kur´ân ve hadiste zaman zaman bu müteşâbih tâbirlere yer verilmiş olması, Allah´a keyfiyet izâfesi için değil, bazı gaybî ve yüce hakikatleri anlamamızda kolaylık içindir. Mamafih selef bu çeşit müteşâbih ifadelerle karşılaştıkça hiçbir te´vil yapmadan "mahiyeti hakkında bir şey söylemeksizin inanırız, ondan gerçek muradı Allah bilir" demişlerdir. Esasen hadiste Allah´a yemin, yani sağ el izafe edildikten sonra "Onun her iki eli de sağdır" denmiş olması, bu tâbirlerin beşerî örfde ifade ettiği uzuv mânasında kullanılmadığına bir tenbihtir.

Şunu da belirtelim ki, müteahhir ulemâ, bu müteşabih ifadeleri, duyulan ihtiyaç üzerine te´vile ve bazı açıklamalara kavuşturmuşlardır. Bilhassa kelamcılar bu hususta daha mukni, daha cesurdurlar. Arapça´da yemîn kelimesi, uğur, bereket mânalarına gelen yümn kelimesinden alınmadır ve örfen, makbul olan hayırlı ve iyi işler hep sağa nisbet edilmiştir. Bu durumdan hareket eden Kadı İyaz yemîn´den iyi hal ve yüksek mertebe kastedilmiş olabileceğini söylemiştir. (Allahu a´lem bi´ssevab.)[25]

ـ4ـ وعن الحسن البصرىّ عن معقل بن يسارٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّه # يَقُولُ: مَامِنْ عَبْدٍ يَسْتَرْعِيهِ اللّهُ رَعِيَّةً يَمُوتُ يَوْمَ يَمُوتُ وَهُوَ غَاشٌّ لِرَعِيَّتِهِ إَّ حَرَّمَ اللّهُ عَلَيْهِ الجَنَّةَ[. أخرجه الشيخان.وفي أخرى لمسلم عن الحسن البصرى: ]أنَّ عَائِذَ بنَ عَمْرٍو رَضِىَ اللّهُ عَنْه، وَكَانَ مِنْ أصْحَابِ رسُولِ اللّهِ # دَخَلَ عَلى عُبَيْدِ اللّهِ بنِ زِيَادٍ فَقَالَ: أىْ بُنَىَّ إنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: إنَّ شَرَّ الرِّعَاءِ الحُطَمَةُ)ـ1(، فإيَّاكَ أنْ تَكُونَ ______________)ـ1( قال في النهاية: هو العنيف برعاية إبل في السوق وإيراد وإصدار، ويلقى بعضها على بعض ويعسفها ضربه.



مِنْهُمْ، فقَالَ: اجْلِسْ إنَّمَا أنْتَ مِنْ نُخَالَةِ أصْحَابِ رسُول اللّهِ # فقَالَ: وَهَلْ كانَ لَهُمْ نُخَالَةٌ؟ إنَّمَا النُّخَالَةُ بَعْدَهُمْ وفي غَيْرِهِمْ[ .



4. (1718)- Hasan el-Basrî, Ma´kıl İbnu Yesâr (radıyallâhu anh)´dan naklediyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı işittim, demişti ki: "Allah bir kimseyi başkaları üzerine çoban yapmış, o da idaresi altındakilere hile yapmış olarak ölmüş ise, Allah ona cennetini kesinlikle haram eder." [Buhârî, Ahkâm 8, Müslim, İman 227, (142); İmâret 21, (142).][26]

Müslim´in Hasan Basrî´den kaydettiği diğer bir rivâyet şöyledir:

"Âiz İbnu Amr (radıyallâhu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashâb-ı Güzin´inden biri idi. Ubeydillah İbnu Ziyad´ın yanına girdi ve hemen ona: "Ey oğulcuğum, ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: "Çobanların en kötüsü hutame denen merhametsiz deve sürücüsüdür, sakın onlardan olma" dediğini işittim" dedi. Ubeydullah: "Otur, sen muhakkak ki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın ashabının kepeğindensin" deyince: "Onların kepeği var mıydı? Kepek onlardan sonra ve onların dışındakiler arasında zuhur etti" diye cevap verdi."



AÇIKLAMA:



1- Ubeydullah İbnu Ziyâd, Hz. Muâviye´nin hilafeti sırasında Basra emîri idi.

2- Birinci rivâyette raiyyete hile yapmak, ikinci rivâyette raiyyete merhametsiz davranmak kötülenmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) âmir durumda olanları hileden de merhametsizlikten de menetmektedir.

Âlimler burada yasaklanan hile için şöyle derler: "Bu, âmirin raiyyetin malını almak, kanını dökmek veya ırzını lekelemek veya haklarını engellemek, dinî ve dünyevî meselelerden öğretmesi vacib olan şeylerin öğretilmesini terketmek, aralarında hududun ikâmesini, müfsidlerin cezalandırılmasını ihmal etmek, halka göstermesi gereken himâyeyi terketmek gibi zulüm kelimesiyle ifade edilebilecek davranışlarıyla hasıl olur."

3- Müslim´de kaydedilen rivâyette tasrih edildiği üzere Basra Valisi Ubeydillah´a, yüce sahabi Âiz İbnu Amr (radıyallâhu anh)´ın nasihati ağır gelmiş, enesine dokunmuş olacak ki, hiç de hoş olmayan bir tavır izhar etmiş, istihfaf etmek istemiştir. Ancak, Âiz (radıyallâhu anh) son derece olgun bir davranışla Ashab´ta kepek olmayıp, hepsinin seçkin kimseler olduğunu, hafiflerin Ashap´tan sonraki nesil içerisinden çıktığını ifade etmiştir. Ehl-i Sünnet ve´l-Cemaat uleması, Ashab arasında hiçbir tefrike yer vermeksizin, hepsinin güvenilir, sıdk ve diyanet sahibi mümtaz kimseler olduğunda ittifak ederler. Hz. Âiz de bunu ifade etmiş olmaktadır.[27]



ـ5ـ وعن عدىّ بن عميرة الكندى رَضِىَ اللّهُ عَنْه قالَ: ]قالَ رسولُ اللّه #: مَنِ اسْتَعْمَلْنَاهُ عَلى عَمَلٍ فَكَتَمَنَا مِخْيَطاً ، فَمَا فَوْقَهُ كَانَ غُلُوً يَأتِى بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، فقَامَ إلَيْهِ رَجُلٌ مِنَ ا‘نْصَارِ فقَالَ: اقْبَلْ عَنَّى عَمَلَكَ يا رسُولَ اللّهِ. قالَ: وَمَالَكَ؟ قالَ: سَمِعْتُكَ تَقُولُ كذَا وَكذَا. قالَ: وَأنَا أقُولُهُ اŒنَ: مَنِ اسْتَعْمَلْنَاهُ مِنْكُمْ عَلى عَمَلٍ فَلْيَجِئُ بِقَلِيلِِهِ وَكَثيرِهِ، فََمَا أُوتِىَ مِنْهُ أخَذَ، وَمَا نُهِىَ عَنْهُ انْتَهى[. أخرجه مسلم .



5. (1719)- Adiyy İbnu Amîre el-Kindî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Bir işe me´mur tayin ettiğimiz kimse, bizden bir iğne veya ondan daha küçük bir şeyi gizlemiş olsa, bu bir hiyanettir (gulûl), kıyamet günü onu getirecektir."

Bunun üzerine, Ensar´dan bir zat kalkarak:

"Ey Allah´ın Resûlü! Vazifeyi benden geri al!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"Sana ne oldu?" diye sordu:

"Senin (az önce şunu şunu) söylediğini işittim ya!" deyince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"Ben onu şu anda tekrar ediyorum: "Kimi memur tayin edersek az veya çok ne varsa bize getirsin. Ondan kendisine ne verilirse alır, ne yasaklanırsa onu terkeder." [Müslim, İmâret 30, (1833).][28]



AÇIKLAMA:



1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadiste devlet adına vergi toplayan memurun takip edeceği edebi açıklıyor: Memurluk gereği kendisine her ne verilmişse onu getirip hazineye teslim etmelidir. Az veya çok, hiçbir şeyi şu veya bu mülâhaza ile temellük edip, kendine ayırmamalıdır.

2- Hiyânet diye çevirdiğimiz kelimenin aslı gulül´dür. Gulül, esas itibariyle ganimet malından yapılan çalma için kullanılır. Ancak, gerek mahiyet ve gerekse uhrevî mes´uliyetleri yönüyle benzediği için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) her iki davranışı da gulülle ifade etmiştir.

3- Kıyamet günü, kişinin çaldığı şeyi getirmesi, onun mahşer yerinde hesap vermek üzere toplanan insanların içinde rezilrüsvây edilmesi içindir. Bu ifade memurları dürüstlüğe teşvik etmeye, hiyanetten caydırmaya, ne kadar değersiz olursa olsun devlet malına karşı saygıyı ikame etmeye yöneliktir.

4- Münâvî, hitâbın Müslümanlara olduğunu, çünkü beytü´lmale ait emvâlle ilgili bir hizmete kâfirin memur olarak tayin edilmesinin şer´an yasak olduğunu belirtir.

5- Adamın vazifeden istifası, memurluğun hakkını yerine getiremeyip, vebâle düşmekten korktuğu içindir.[29]



ـ6ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّه #: أحَبُّ النَّاسِ إلى اللّهِ تَعالى يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَأدْنَاهُمْ مِنْهُ مَجْلِساً إمَامٌ عَادِلٌ، وَأبْغَضُ النَّاسِ إلى اللّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، وَأبْعَدُهُمْ مِنْهُ مَجْلِساً إمَامٌ جَائِرٌ[. أخرجه الترمذى .



6. (1720)- Ebû Said (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kıyamet günü, insanların Allah´a en sevgili ve mekân olarak en yakın olanı, âdil imamdır. Kıyamet günü, insanların Allah´a en menfuru O´ndan mekân olarak en uzak olanı da zâlim sultandır." [Tirmizî, Ahkâm 4, (1329).] [30]



DÖRDÜNCÜ FASIL

EMİR OLMANIN KÖTÜLÜĞÜ


Umumî Açıklama:


Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), insanlar üzerine âmil olmayı, bir başka ifade ile me´murluğa talib olmayı tavsiye etmez. Şüphesiz bunun çeşitli sebepleri vardır:

* Her şeyden önce memurluk muhâtaralı bir meslektir, pek çok sorumluluklar araya giriyor, kul hakkı araya giriyor, adaletli olmak gibi, mânen son derece ciddi ve tehlikeli mes´uliyetler araya giriyor. Üstelik, mesleğin tabiatı icabı, bîtaraflığı, adâletli olmayı önleyen sebepler çok ve galip...

* Me´murun çoğalması devlete iktisadî bir kısım problemler getirmektedir: İstihsal azalması devlet imkanlarının memurlara ayrılarak prodüktif ve kalkınmaya yönelik yatırımların ihmâli vs...

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in aslî geçim kaynaklarını ticaret, zanaat, zîraat diye tesbit ederken me´murluğu zikretmemiş olması da mânidardır. Durum böyle iken bugün insanların devlet kapısında me´mur olmaya koşmaları İslâmî bir esprinin ifadesi değildir. Sünnetin rağmına, çeşitli zorlamalarla yapılan tâyinler sebebiyle bir kişinin yapacağı bir işe çok sayıda insan memur olarak konmakta, bu durum insanlarımızı tembelleştirdiği gibi istihsal azmini, çalışma şevkini de kırmakta, tembelliği milletimize ikinci bir tabiat haline getirmektedir.

* Memurluğa talib olmak, liyâkatsizlerin iş başına geçmeleri gibi bir başka mahzur daha getirmektedir.

Müteakip hadislerde, bu meseleye Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın nasıl eğildiğini, bir kısım tâliblere, açık bir üslubla: "Sen memurluğa layık değilsin" dediğini göreceğiz. [31]



ـ1ـ عن المِقْدَام بن معد يكرب رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]ضَرَبَ رَسول اللّهُ # مَنْكِبِى وَقالَ: أفْلَحْتَ يَا قُدَيْمُ)ـ1( إنْ مُتَّ وَلَمْ تَكُنْ أمِيراً، وََ كَاتِباً، وََ عَريفاً[)ـ2( أخرجه أبو داود .



1. (1721)- Mikdâm İbnu Ma´dikerib (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) omuzuma vurdu ve:

"Ey Kudeym (Mikdamcık)! Emîr, kâtip, ârif olmadan ölürsen kurtuluşa erdin demektir!" dedi." [Ebû Dâvud, Harâc 5, (2933).][32]



AÇIKLAMA:



1- Kudeym, Mikdam´ın ism-i tasgiridir, Mikdamcık demektir. Bu tasgir, terhim yani sevgi ifade eder.

2- Kâtip ve ârif, emîrin yardımcısıdır. Ârif, halk hakkında bilgi edinir, bu bilgileri emîre aktarır. Aliyyu´l-Kârî, buradan: "Halkın tanıdığı, meşhur bir kimse olma" mânasını da anlar. Ve der ki: "Hadis, böylece hamul´ün (bilinmemezlik) rahat, şöhretin âfet olduğuna işaret etmiş olmaktadır."

Ancak, asıl mâna önceki mânadır, yani uzaktan yakından memurluğa talib olmamak tavsiye edilmektedir.[33]



ـ2ـ وعن أبى ذرّ رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَارسُولَ اللّه: أَ تَسْتَعْمِلُنِى، فَضَربَ بِيَدِهِ عَلى مَنْكِبِي، ثُمَّ قَالَ يَا أبَا ذَرٍّ: إنَّكَ ضَعِيفٌ، وَإنَّهَا أمَانَةٌ، وَإنَّها يَوْمَ الْقِيَامَةِ خِزْىٌ وَنَدَامَةٌ، إَّ مَنْ أخَذَهَا بِحَقِّهَا، وَأدَّى الَّذِى عَلَيْهِ فِيهَا[. أخرجه مسلم، وأبو داود.و‘بى داود في أخرى: ]يَا أبَا ذَرٍّ: إنِّى أرَاكَ ضَعِيفاً، وَإنِّى أُحِبُّ لَكَ مَا أُحِبُّ لِنَفْسِى َ تَأمَّرَنَّ عَلى اثْنَيْنِ، وََ تَوَلَّيَنَّ مَالَ يَتِيمٍ[ .

______________

)ـ1( تصغير مقدام: بحذف الزوائد، وهو تصغير ترخيم.)ـ2( هو القيم بأمور الجماعة من الناس: يلى أمرهم، ويقوم بسياستهم، ويتعرف أمير منه أحوالهم.

وله في أخرى قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: إنَّ الْعِرَافَةَ حَقٌّ، وََ بُدَّ لِلنَّاسِ مِنْ عُرَفَاءَ، وَلكِنَّ الْعُرَفَاءَ في النَّارِ[ .



2. (1722)- Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor:

"Ey Allah´ın Resûlü! dedim, beni memur ta´yin etmez misin?"

Bu sözüm üzerine, elini omuzuma vurdu ve sonra da:

"Ey Ebû Zerr, sen zayıfsın, memurluk ise bir emanettir. (Hakkını veremediğin taktirde) kıyamet günü rüsvaylık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hakederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz edâ ederse o hâriç" buyurdu." [Müslim,, İmâret 17, (1826); Ebû Dâvud, Vesâyâ 4, (2868); Nesâî, Vesâya 10, (6, 255).][34]

Ebû Dâvud´un diğer bir rivâyetinde şöyle gelmiştir: "Ey Ebû Zerr, ben seni zayıf görüyorum. Ben kendim için istediğimi senin için de isterim. Sakın iki kişi üzerine âmir olma, yetim malına da velilik yapma."

Yine Ebû Dâvud´un bir diğer rivâyeti (Harâc 5, (2934) şöyle: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Âriflik haktır, halka âriflik gereklidir, ancak ârifler ateştedir."[35]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadis, memurluk meselesinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın tavrını göstermektedir. O´na göre memurluk:

* Sorumlulukları olan bir vazifedir, emanettir.

* Herkes onun hakkını veremez.

* Hakkını veremeyenleri âhirette rüsvaylık ve pişmanlık beklemektedir.

* Zayıf (liyakatsiz) olanlara memurluk verilmemelidir.

* Memurluğun hakkını ödeyen endişe etmemelidir.

* Me´murluk istenmemelidir.

2- Hadiste zayıflık kelimesiyle ifade edilen durumun yetersizlik, liyakatsizlik olduğu söylenebilir. Alınacak vazifeye, tâlib olunacak mevkiye göre zayıflığın muhtevası değişebilir.

3- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın âriflik (ırâfe hakkındaki beyanı da dikkat çekicidir. Hem hak olduğu belirtiliyor, hem de bu işi yürütenlerin yani âriflerin ateşte olduğu ifade ediliyor. Burada bir tenâkuz söz konusu olmamalıdır. Zîra, emîrle halk arasında köprü olacak yani halkın meselelerini emîre sunacak, emîr adına halk için hizmet verecek, işleri yürütecek kimselere ihtiyaç var. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hizmetin gerekliliğini belirtmiş. Ancak bu işleri yürütenlerin, çoğu durumda adaletle, hakkaniyetle iş yapmadıklarını, bir kısım suistimallere yer vermek sûretiyle vebal altına girdiklerini de beyân etmiştir. "Ârifler ateştedir" cümlesini, önceki hadiste gelen "...onun (memurluğun) sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o hâriç" istisnasıyla kayıtlamak gerekir. İfadenin mutlak gelişi, çoğunluğun suistimale yer vermesinden olduğu gibi, terhibde tağliz maksadından olabilir.[36]



ـ3ـ وعن عبدالرحمن بن سمرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسولُ اللّه # يَا عَبْدَالرَّحْمنِ: َ تَسْألِ ا“مَارَةَ، فَإنَّكَ إنْ أُوتِيتهَا عَنْ مَسْألَةٍ وُكِلْتَ إلَيْهَا، وَإنْ أُعْطِيتُهَا عَنْ غَيْرِ مَسْألَةٍ أُعِنْتَ عَلَيْهَا، وَإذَا حَلَفْتَ عَلى يَمينٍ فَرَأيْتَ غَيْرَهَا خَيْراً مِنْهَا فَأتِ الَّذِى هُوَ خَيْرٌ، وَكَفِّرْ عَنْ يَمِينِكَ[. أخرجه الخمسة .



3. (1723)- Abdurrahman İbnu Semüre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Ey Abdurrahman! Emîrlik isteme. Eğer senin talebin üzerine sana emîrlik verilirse, istediğin şeyin sorumluluğu sana yüklenir. Eğer sen talibi olmadan sana emîrlik verilirse, o işte yardım görürsün. Bir iş için yemin eder, sonra da aksini yapmakta hayır görürsen, daha hayırlı gördüğün ne ise onu yap, ettiğin yemin için de kefârette bulun." [Buhârî, Ahkâm 5, 6, Eymân 1; Müslim, İmâret 19, (1652); Ebû Dâvud, Harâc 2, (2929); Tirmizî, Nüzûr 5, (1529); Nesâî, Adâbu´l-Kudat 5, (8, 225).][37]



AÇIKLAMA:



1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in emîrlik taleb etmemeyi tavsiye ettiği hadislerden biri de budur. Bu hadiste, talebin bir mahzuru belirtiliyor: "İşiyle yalnız bırakılmak, üst makamların desteğine mazhar olmamak. İbnu Hacer der ki: "Hadisin mânası şudur: "Kim emîrliğe talib olur ve kendisine de verilirse, hırsı sebebiyle, kendisine yardım edilmez. Bu hadisten, "hükümle ilgili bir vazife taleb etmenin mekruh olduğu" neticesi çıkarılır, emîrliğe keza, kisbe vs. memuriyetler de girer. Keza hadis, bu meselede hırs gösterenlerin yardımdan mahrum kalacaklarını da ifade eder."

2- Hadiste, tamamen başka bir konuya giren ikinci bir kısım daha var: Bir işi yapacağım diye yemin ettikten sonra bunun mahzurlu olacağını gören kimsenin durumu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) "yeminimi yerine getirmem lazım" gerekçesiyle mahzurlu görülen işi yapmakta ısrar edilmemesini tavsiye ediyor. Müslüman, şeriatın ve aklın gösterdiği şer şeyi yapmada ısrar etmemelidir. Yemin bile etmiş olsa... Zîra, dinimiz yeminin tutulmaması halinde kefaret ödemek sûretiyle, onun günahından kurtulma çaresi getirmiştir. Bu mesele, sâdece hadisle değil, âyet-i kerime ile de takrir edilmiştir: "Allah yeminlerinizin kefaretle çözülmesini size farz (meşru) kılmıştır..." (Tahrim 2).[38]



ـ4ـ وعن أبى موسى رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]دَخَلْتُ عَلى النَّبىِّ # أنَا وَرَجَُنٍ مِنْ بَنِى عَمِّى، فقَالَ أحَدُهُما يَارسُولَ اللّهِ: أمِّرْنَا عَلى بَعْضِ مَا وََّكَ اللّهُ تَعالى، وَقالَ اŒخَرُ: مِثْلَ ذلِكَ، فقَالَ: إنَّا وَاللّهِ َ نُوَلِّى هذَا الْعَمَلَ أحَداً سَألَهُ أوْ أحَداً حَرَصَ عَلَيْهِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذى .



4. (1724)- Ebû Musa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Yanımda amcamın evlatlarından iki kişi daha olduğu halde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın huzuruna girdim. Yanımdakilerden biri:

"Ey Allah´ın Resûlü! Allah´ın sana tevdi ettiği işlerden bazıları üzerine bizi emîr tayin et" dedi. Diğeri de aynı talepde bulundu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın onlara cevabı şu oldu:

"Biz, -Allah´a kasem olsun- bu işe, onu taleb eden veya ona hırs gösteren hiç kimseyi tayin etmeyiz!" [Buhârî, Ahkâm 7, 12, İcâre 8, İstitâbe 2; Müslim, İmâret 7, (1733); Ebû Dâvud, Harâc 2, (2930); Nesâî, Adâbu´l-Kudât 4, (8, 224).][39]



AÇIKLAMA:



1- Bâbın bu son rivâyeti de emîrlik talebini reddeden hadislerden biridir. Aslında hadis kitaplarında bunun başka örnekleri de var. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu talepleri bazan daha değişik daha mülâyim bir üslubla reddettiği de olmuştur.

Buhârî´nin bildirdiğine göre, Ensâr´dan birinin: "Ey Allah´ın Resûlü, falancayı me´mur tayin ettiğin gibi beni de tâyin etmez misin?" şeklindeki müracaatına şu cevabı vermiştir:

"Benden sonra (maddî menfaatlerde kendilerini öne alan ümerâdan vaki) bencillikler göreceksiniz. O zaman, âhirette havz-ı kevserin başında bana kavuşuncaya kadar sabredin."

Ebû Dâvud´un bir rivâyetinde, benzer talepde bulunanlardan bazıları, arkadan özür diletecek olan şu sert cevabı alır:

"Benim nazarımda hıyanette en ileri olanınız iş taleb edeninizdir..."

2- Memurluk Talebi Ne Zaman Meşru Olur?

Kaydedilen rivâyetlerin hepsi memurluk talebini reddetmekte ise de, bunun aksini te´yid eden nassî örnekler de var. Her şeyden önce Kur´ân-ı Kerim´de Hz. Yusuf örneği var. Mısır kraliyet sarayında hazine işlerine talib olmuştur. قَالَ اجْعَلْنِى عَلَى حَزَائِنِ اَْرْض اِنِّى حَفِيظٌ عَلِيمٌ "Yusuf: "Beni memleketin hazinelerine memur et. Çünkü ben korumasını ve yönetmesini bilirim" dedi." (Yusuf 55).

Kezâ Ebû Dâvud´da gelen bir hadis de şöyle: "Kim Müslümanların kazâ (hâkimlik) işlerini taleb eder, ona nail olur, sonra da verdiği adilâne hükümler, adilâne olmayanlara galebe çalarsa cenneti hak eder, kimin de adilâne olmayan hükümleri galebe çalarsa cehennemi boylar."

İbnu Hacer, kadılık talebi hususunda bu rivâyette görülen ruhsatla, önceki rivâyetlerde ifade edilen memurluk talebi yasağı arasında teâruzu şöyle te´lif eder: "Talebi sebebiyle kendisine yardım edilmeme durumu, kadılığı elde ettiği takdirde adâletle hükmetmesine mani değildir. Veya birindeki taleb kasda, diğerindeki de tâyine hamledilir. Nitekim, Ebû Musa hadisinde: -ki sadedinde olduğumuz hadistir- "Biz hırs gösteren kimseyi tayin etmeyiz" demiş, bunun mukabilini de "yardım"la ifade etmiştir. Bu durumda, eğer işi hususunda Allah´tan yardım olmazsa, bu işe o kimse yeterli değil demektir, talebine müsbet cevap verilmemesi gerekir. Şurası açıktır ki, her memuriyette bir kısım meşakkatler vardır. Öyle ise kim Allah´tan yardıma mazhar değilse, girdiği işte büyük bir vartaya (telafisi olmayan zarara) düşer, dünyası da âhireti de hüsrana uğrar. Şu halde aklı olan kimse, asla taleb peşine düşmez. Ancak yeterli ise ve talebi olmadan kendisine verildi ise bu durumda Sâdıku´l-Va´di´l-Emin olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yardım vaadetmiştir. Böylesi bir memuriyette fazilet olduğu izahtan varestedir."

Şu halde yasak liyakatta düğümlenmektedir. Bir işe layık olmadan o iş taleb edilmemelidir, mü´min, bunun mes´uliyetini düşünerek taleb etmemelidir. Tâyine yetkili kimseler de lâyık olanı aramalıdır.

Bu mesele ile ilgili olarak İmam Nevevî´nin açıklaması da konuya zenginlik getirecek mahiyettedir. Bazı iktibasları aynen kaydetmeyi -mevzuun ehemmiyeti sebebiyle- faydalı buluyoruz:

"Bu hadis, memuriyetten kaçınmak hususunda büyük bir delildir. Memuriyetten kaçmak, bilhassa onun gerektirdiği vazifeleri yerine getirmekten âciz olan kimseler için şarttır. Hadiste mevzubahis edilen rüsvaylık ve pişmanlık ise, memuriyete ehil ve layık olmayan veya lâyık olsa bile, icraatı sırasında adalete riâyet etmeyen kimselerle alâkalıdır. Allah onları kıyamet günü rüsvay edecektir.

Fakat me’muriyete ehil ve vasifesinde adaletli olanlar için büyük fazîlet vardır. Bu hususta da birçok sahih hadîs gelmiştir... Liyakatlı ve âdil memurların fazileti husûsunda müslümanlar icmâ da etmişlerdir. Bu satır atlanmıştı

Fakat şurası muhakak ki, memuriyette her şeye rağmen büyük bir tehlike vardır ve bu sebeple Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ondan sakındırdı, âlimler sakındırdı ve hatta seleften pekçok kimse, birçok sıkıntıları göze alma pahasına memuriyet almadılar."

Memuriyet almamak için hapsi, kırbaçlanmayı ve sonunda ölmeyi bile göze alanların başında İmam-ı Âzam Ebû Hanife (rahimehullah)´nin geldiğini yeri gelmişken kaydediyoruz. [40]