> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Hadis Eserleri > Kütübü Sitte > hac
Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 9   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: hac  (Okunma Sayısı 6768 defa)
05 Nisan 2010, 15:55:53
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #5 : 05 Nisan 2010, 15:55:53 »



AÇIKLAMA:



Bu hadis Kâbe´yi elli defa tavaf etmedeki sevabın büyüklüğünü ifade etmektedir. Ancak buradaki "tavaf"tan maksad nedir? Yani tavaf, lügat olarak, bir şeyin etrafında dönmek demektir. Öyle ise, hadis, Kâbe´nin etrafında elli kere dönmeyi mi ifade etmektedir? Yoksa, hacc ıstılahı olarak, yedi şavttan (şavt, Kâbe´nin etrafında yapılan bir ziyaret devridir) ibaret olan bir tavaf mıdır?

İki mâna üzerinde de durulmuştur.

Muhibbu´t-Taberî´nin bazı âlimlerden kaydına göre buradaki bir "tavaf"tan kastedilen şey bir şavttır. Ancak kendisi bu görüşü reddederek: "Burada elli tane "yedi" kastedilmektedir" der. Taberânî´nin Mu´cemu´l-Evsat´ında gelen bir açıklamaya göre demiştir ki: "Elli tavaftan maksad, bunun bir anda peş peşe yapılması demek değildir. Burada istenen, kişinin defter-i hanesinde, (her biri yedi şavt olan) elli tavafın bulunmasıdır. Bunu bir ömür içinde de tamamlamış olsa fark etmez."[11]



ـ6ـ وعن أم سلمة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قال رسولُ اللّه #: مَنْ أهَلَّ بِحَجَّةٍ أوْ عُمْرَةٍ مِنَ المَسْجِدِ ا‘قْصَى إلى المَسْجِدِ الحَرَامِ غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا تَأخَّرَ أوْ وَجَبَتْ لَهُ الجَنَّةُ، شك الراوى أيتهما قال[. أخرجه أبو داود .



6. (1168)- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim, hacc veya umre için Mescid-i Aksa´dan Mescid-i Haram´a (kadar) ihrâma girerse, geçmiş ve gelecek bütün günahları affedilir veya cennet kendisine vâcib olur." -Râvi, Resûlullah´ın hangisini dediği hususunda şekke düştü-" [Ebu Dâvud, Menâsik 9, (1741)ş İbnu Mâce, Menâsik 49, (3001-3002).][12]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadiste ihrâma girme mahalli ne kadar uzak kılınırsa o kadar sevab olacağına işaret edilmektedir. Zîra, umre veya hacc için, Kudüs´te ihrâma girilmesi halinde geçmiş ve gelecek günahların affedileceği ifade edilmiştir. Halbuki normal mîkat (ihrama girme) mahallerinin Mekke´ye yakınlığı Kudüs´e nazaran çok fazladır.

Hattabî, şu açıklamayı sunar: "Hadiste, mîkat mahallinden önce, çok uzaklarda ihrama girmeye cevaz ve teşvik vardır. Nitekim birçok sahâbe böyle yapmıştır. Ancak, Hz. Ömer (radıyallahu anh), Basra´da ihrâma girmiş olan İmrân İbnu Husayn´ı bu davranışı sebebiyle takbih etmiştir. Hasan Basrî, Atâ İbnu Ebî Rebâh, Mâlik İbnu Enes de uzakta ihrama girmeyi kerih bulurlar. Ahmed İbnu Hanbel de: "Uygun olanı mîkatlarda ihrama girmektir" der. İshak İbnu Râhûye de böyle söylemiştir. Ben derim ki: Hz. Ömer (radıyallahu anh)´in bunu mekruh addetmesi, ümmete şefkati sebebiyledir. Zîra mesafe uzadıkça, ihramlıya, ihramda iken yapılması bir kısım cezayı gerektiren âfetlerin ârız olma ihtimali artar. Hal böyle olunca, en selâmetli davranış en kısa ihram mesafesinde ihrama girmektir."[13]



ـ7ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّ رسول اللّه # قالَ ‘مْرَأةٍ منَ ا‘نْصَارِ يُقَالُ لَهَا أمُّ سِنَانٍ: مَا مَنَعَكَ أنْ تَكُونِى حَجَجْتِ مَعَنَا؟ قَالَتْ: نَاضِحَانِ كانَا ‘بِى فَنٍ )زوجها( حَجَّ هُوَ وَابْنُهُ عَلى أحَدِهِمَا وَكانَ اŒخَرُ يَسْقى أرْضاً لَنَا. قالَ: فُعُمْرَةٌ في رَمَضَانَ تَقْضِى حَجَّةً، أوْ حَجَّةً مَعِى. فإذَا جَاءَ رَمَضَانُ فاعْتَمِرِى فإنَّ عُمْرَة فِيهِ تَعْدِلُ حَجَّةً[. أخرجه الشيخان إلى قوله: معى، والنسائى بتمامه.»النَّاضِحُ« البعير الذى يسقى عليه .



7. (1169)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ensâr´dan Ümmü Sinân adındaki bir kadına:

"Bizimle haccetmekten seni ne alıkoydu?" diye sordu. Kadın:

"Ebû fülânın (kocasını kasteder) sadece iki sulama devesi var. Biriyle o ve oğlu haca gitti. Öbürü (ile de ben kaldım) arâzimizi suluyor(um)" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Öyleyse Ramazan´da (yapacağın) umre, (kaçırdığın) bir haccın veya benimle (yapmış olacağın) bir haccın kazasıdır. Ramazan gelince umre yap. Zîra Ramazan´daki bir umre hacca muâdil olur." [Buhârî, Umre 4, Cezâu´s-Sayd 26; Müslim, Hacc 222; Nisâî, Sıyâm 6, (4, 130).][14]

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: hac
« Posted on: 02 Mayıs 2024, 03:12:11 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: hac rüya tabiri,hac mekke canlı, hac kabe canlı yayın, hac Üç boyutlu kuran oku hac kuran ı kerim, hac peygamber kıssaları,hac ilitam ders soruları, hacönlisans arapça,
Logged
05 Nisan 2010, 15:56:35
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #6 : 05 Nisan 2010, 15:56:35 »

AÇIKLAMA:



1- İbnu Hacer, Buhârî´nin "Ramazan´da Umre" adlı babında, hadisi muhtelif vecihleri içerisinde tahlil ederek, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kendisiyle hacca katılmayış sebebini sormuş olduğu iki ayrı kadın olabileceği ihtimalini belirtir. Bunlardan biri Ümmü Ma´kıl el-Esediyye, diğeri Ümmü Sinan el-Ensâriyye´dir. Bunların hikâyeleri de hadislerde farklıdır. Hatta, bazı rivayetlerde Ümmü Sinân değil, Ümmü Süleym ismi mezkurdur.

2- İsmi mübhem kılınan koca, bâzı rivayetlerde Ebu Sinân diye tesmiye edilmiştir. Bu durumdan, kadının oğlunun isminin Sinân olduğu anlaşılmaktadır.

3- İbnu Huzeyme der ki: "Bu hadise göre, bir şey diğer bir şeye bazı yönleriyle benzerlik arzederse, biri diğerine benzetilerek ona muadil kılınabilir. Zîra, aslında "umre" ile ne farz olan ne de nezredilmiş olan "hacc" ifa edilemez." İbnu Battâl da şunu söylemiştir: "Bu hadiste, kişinin nâfile olarak yapmaya azmettiği haccın tatavvu bir hacc olduğuna delil vardır. Zîra, "umre"nin hiç bir surette "farz olan hacc"ın yerini tutmayacağı hususunda icma-ı ümmet vardır." Ancak, İbnu´l-Münir, İbnu Battâl´ı tenkid ederek der ki: "Buradaki mezkûr hacc, Vedâ Haccı´dır. Vedâ Haccı, İslâm´da farz olarak eda edilen ilk haccdır. Zîra, daha evvel Hz.Ebu Bekir´in emîrliği altında ifâ edilen hacc bir inzar idi. Hal böyle olunca, hadiste zikri geçen kadının daha önce farz olan hacc borcunu eda etmiş bulunması müstahildir (yani akla aykırıdır)."

İbnu Hacer de İbnu´l-Münir´i reddederek şöyle der: "Onun söylediği, herkesce benimsenmiş (müsellem) bir görüş değildir. Zîra, kadının Ebû Bekir (radıyallahu anh)´le birlikte haccederek, bu haccla farzdan kurtulmuş olmasına bir mâni yoktur. Üstelik İbnu´l-Münir, iddiasını, haccın hicrî onuncu yılda farz kılındığı ihtimâline dayandırmaktadır. Bu ihtimali esas alması, haccın bidayetten beri farz olduğu[15] söylenerek şahsî görüşüne karşı ileri sürülecek tenkitlerden kurtulmak içindir." İbnu Hacer, İbnu Huzeyme´nin görüşü hususunda, İbnu Battâl´ın yaptığı tarzda bir tahlile gerek olmadığını belirtir. Ve şöyle bir neticeye varır: Ramazan´da yapılacak umre sevab itibariyle hacca muâdil olur, bu yönüyle haccla müştereklik arzeder. Ancak farz olan haccın borçtan düşmesi hususunda umre, haccın yerine geçmez, bu husus icmâ ile sabittir. Tirmizî´nin bir kaydına göre, sadedinde olduğumuz hadiste umre ile hacc arasında kurulmuş olan irtibatı İshâk İbnu Râhuye, İhlâs sûresinin Kur´ân-ı Kerim´in üçte birine muâdil olduğunu beyan eden hadisteki İhlâsla, Kur´ân arasındaki irtibata benzetmiştir.

İbnu´l-Arabî demişti ki: "Bu umre hadisi sahihdir. Rabbimizin bir lütfu ve nimeti olarak umre, ona Ramazan´ın da inzimamıyla (hâsıl olan sevâb itibâriyle) hacc derecesine ulaşmaktadır." İbnu´l-Cevzî de şu yorumu yapmıştır: "Bu hadisten öğreniyoruz ki, amelin sevabı, ona zamanın şerefi de ilave edilince ziyadeleşmekte ve artmaktadır, tıpkı huzur-u kalb ve hulus-i niyetle de arttığı gibi."[16]



ـ8ـ وعن أبى بكر بن عبدالرحمن قال: ]جَاءَتِ امْرأةٌ إلى رسولِ اللّه # فقَالَتْ: إنِّى كُنْتُ تَجَهَّزْتُ لِلْحَجِّ فَاعْتَرَضَ لِى. فقَالَ: اعْتَمِرِى في رَمَضَانَ فإنَّ عُمْرَةً فِيهِ كَحَجَّةٍ[. أخرجه مالك وأبو داود .



8. (1170)- Ebu Bekr İbnu Abdirrahmân anlatıyor: "Bir kadın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek:

"Ben haccetmek için hazırlık yapmıştım. Bana (bir mâni) ârız oldu ne yapayım?"

"Ramazan´da umre yap, zira o ayda umre tıpkı hacc gibidir" buyurdu." [Muvatta, Hacc 66, (1, 347); Ebu Dâvud, Hacc 79, Tirmizî, Hacc 95, (939); Nesâî, Sıyâm 6, (4, 130); İbnu Mâce, Hacc (Menâsik) 45, (2991-2995).][17]



AÇIKLAMA:



Burada ismi belirtilmeyen kadının, Ebû Dâvud´un rivayetinde Ümmü Ma´kıl olduğu anlaşılmaktadır. Ârız olan mâni, bir rivayette kocasına ve kenisine gelen hastalıktır. Kocası ölmüş, kendisi sıhhate kavuşmuştur. Tek develeri de kocası Ebu Ma´kıl tarafından Allah yolunda vakfedilmiştir.

Abdurrezzak´ın rivayetinde kadın, hacc hazırlığı yaptığını ancak devesini kaybettiğini söyler.

Zürkânî: "Deveyi bulmuş, sonra da hastalanmış veya hastalıktan kurtulmuş, bu sefer de deveyi kaybetmiş olabilir" diyerek, iki rivayeti te´lif eder.

Hülâsa Resûlullah kadına: "Ramazan´da umre yap, bu, (sevapça nafile olan) hacca eşittir" diyerek cevap verir.

Âlimler: "Hayırlı ameller, onun işlendiği vakitlere göre birbirlerinden üstün olur, bazı vakitlerde yapılan, diğer vakitlerde yapılana nazaran daha faziletlidir. Ramazan ayı, hayırlı amellerin katlanması açısından diğerlerinden üstündür, bu onun faziletinin büyüklüğüne delildir. Hac, içerisindeki meşakkatin ve amelin fazlalığı sebebiyle umreden üstündür" diyerek hadisin anlaşılması için açıklama yapmışlardır.[18]



ـ9ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قال رسولُ اللّه #: مَا عَمِلَ آدَمِىٌّ عَمًَ يَوْمَ النَّحْرِ أحَبَّ إلى اللّهِ تَعالى مِنْ إهْرَاقِهِ الدِّمَاءَ، إنَّهَا لَتَأتِى يَوْمَ الْقِيَامَةِ بُقُرُونِهَا وَأشْعَارِهَا

وأظَْفِهَا، وَإنَّ الدَّمَ لَيَقَعُ مِنَ اللّهِ تَعالى بِمَكَانٍ قَبْلَ أنْ يَقَعَ في ا‘رْضِ فَطِيبُوا بِهَا نَفْساً[. أخرجه الترمذى.وزاد رزين: وَإنَّ لِصَاحِبِ ا‘ضْحِيَةِ بِكُلِّ شَعْرَةٍ حَسَنَةً .



9. (1171)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hiç bir kul, kurban günü, Allah indinde kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zîra, kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzlarıyla, kıllarıyla, sınnaklarıyla[19] gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce Allah indinde yüce bir mevkiye ulaşır. Öyle ise, onu gönül hoşluğu ile ifâ edin." [Tirmizî, Edâhî 1, (1493); İbnu Mâce, Edâhî 3, (3126).]

Rezîn şunu ilave etmiştir: "Kurban sahibine, hayvanın her bir tüyü için sevap vardır."[20]



AÇIKLAMA:



Bu hadis, kurban bayramı gününde yapılabilecek en kıymetli, en makbul ibâdetin kurban kesmek olduğunu belirtmektedir. Aliyyü´l-Kârî´nin belirttiği üzere hadiste, kurbanın boynuz, kıl, sınnak gibi işe yaramaz gibi gözüken kısımlarının bile kıyamet günü ortaya çıkacağının zikri, kurbandan hâsıl olacak sevâbın büyüklüğünü belirtmektedir. Kesilen kurban eksiksiz olarak kıyamet günü geleceğine, yani her bir parçasından sevap hâsıl olacağına göre, onun, imkân nisbetinde eksiksiz ve mükemmel olması ve gönül hoşluğu ile, sevinerek kesilmesi gerekir.

Kanın yere düşmeden indallah bir mevkiye ulaşması, Allah´ın kurban ibadetinden râzı olacağını, kurbanın indallah makbul bir ibadet bulunduğunu ifade eder.

Öyle ise kulun, böylesine kıymetli bir ibadeti, istemeyerek, cimrice düşüncelerle değil, gönül hoşluğu ile, sevinçle yapması, kurban emrini yerine getirmek hususunda iştiyak ve heyecan duyması, bayram yapması gerekir. Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) bu noktaya irşad buyurmaktadır. Rezîn´in ilâvesinden, imkân nisbetinde büyük hayvan kesmenin daha sevaplı olduğu anlaşılmaktadır.[21]



ـ10ـ وعن أبى بكر الصديق رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سُئِلَ رسول اللّه #

______________(32) أىُّ الحَجِّ أفْضَلُ؟ قَالَ: الْعَجُّ وَالثَّجُّ[. أخرجه الترمذى.»الْعَجُّ« رفع الصوت بالتلبية.»والثَّجُّ« إراقة دماء الهدى والضحايا .



10. (1172)- Ebu Bekri´s-Sıddîk (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a: "Hangi hacc daha efdaldir?" diye sorulmuştu."

Yüksek sesle telbiye getirilip, kurban kesilerek yapılan hacc!" diye cevap verdi." [Tirmizî, Hacc 14, (827), Tefsir, Âl-i İmrân (3001).][22]

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

05 Nisan 2010, 15:57:18
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #7 : 05 Nisan 2010, 15:57:18 »

AÇIKLAMA:



Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a, hacc nasıl yapılırsa en efdal olacağı sorulmuştur. Resûlullah da yüksek sesle mümkün mertebe çok sayıda telbiye çekilen ve kurban kesilen hacc! diye cevap verir. Telbiyelerin imkân nisbetinde çokluğu, hacc esnasında vaktin boş geçmediğine, en sevablı zikirle doldurulduğuna delildir. Telbiyenin azlığı ise, zikrin azlığına -ve daha fenası- mâlayânî ve günaha bâis konuşmalarla hacc müddetinin heder edildiğine delil olur. Telbiyenin yüksek sesle olması, hacc âdâbına uymaktır. Elbette âdâbına uyarak yüksek sesle okunan telbiyeler, âdâbın terkiyle alçak sesle okunandan efdaldir. Kan akıtılmasına gelince, haccda kurban kesmek mutlak bir vecibe değildir. Hacc-ı ifradda olduğu üzere kurban kesmeden de haccı eksiksiz eda etmek mümkündür. Hacc-ı kıran veya hacc-ı temetuda kesilen kurban, şükrân kurbanıdır. İmkânsızlık halinde bunun da on gün oruçla telâfi imkânı mevcuttur.

Hanefî mezhebine göre en efdal hacc da mezkur kurbanın vâcib olduğu hacc-ı kıran´dır.

Şu halde Resûlullah, bu kurbanın îfa edileceği haccın efdaliyetini belirtmektedir.

Hadisin, yine Tirmizî´nin Tefsir bölümünde kaydedilmiş olan diğer bir vechinde şu ziyade var:

"Başka bir adam kalkarak:

"Ey Allah´ın Resûlü, buna yol nedir?" diye sordu ve şu cevabı aldı:

"Azık ve binek."[23]



ـ11ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: جِهَادُ الصَّغِيرِ وَالْكَبِيرِ وَالضَّعِيفِ وَالْمَرْأةِ: الحَجُّ وَالْعُمْرَةُ[. أخرجه النسائى .



11. (1173)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Küçüğün, büyüğün, zayıfın, kadının cihadı hacc ve umredir." [Nesâî, Hacc 4, (5, 114); İbnu Mâce, Menâsik 8, (2902).][24]



AÇIKLAMA:



Hacc ve umrenin cihada benzetilmesi, daha önce (1169 numaralı hadisin izahında) belirttiğimiz gibi bu iki amelde mevcut meşakkat ve zahmetler sebebiyledir. Cihad da meşakkat ve zahmet yönü ağır basan bir ibadettir. İnsan nefsi, her üç amelle de aynı terbiyeleri alabilecektir. Bu sebeple, sevap yönüyle bunların aralarında benzerlik, yakınlık ve hattâ -şartlara göre- ayniyet olduğu Resûl-i Ekrem tarafından bildirilmektedir. Öyleyse cihada muktedir olamayan -söz gelimi çocuk, kadın veya yaşlı birisi- hacc veya umreyi yaparak aynı sevabı kazanabilecektir.[25]



İKİNCİ BAB

HACCIN VÜCÛBU



ـ1ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]خَطَبَنَا رسول اللّه # فَقَالَ: يَا أيُّهَا النَّاسُ قَدْ فُرِضَ عَلَيْكُمْ الحجُّ فحُجُّوا. فقَالَ رَجُلٌ: أفِى كُلِّ عَامٍ يَا رسولَ اللّهِ؟ فسكَتَ حَتَّى قَالَهَا ثَثاً. ثُمَّ قالَ: ذَرُونِى مَا تَرَكْتُكُمْ. لَوْ قُلْتُ نَعَمْ لَوَجَبَتْ وَلَما اسْتَطَعْتُمْ. إنَّمَا أهْلَكَ مَنْ كانَ قَبْلَكُمْ كَثْرَةُ سُؤالِهِمْ وَاخْتَِفُهُمْ عَلى أنْبِيَائِهِمْ، فإذَا أمَرْتُكُمْ بِأمْرٍ فأتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَإذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَئٍ فاجْتَنِبُوهُ[. أخرجه مسلم والنسائى .



1. (1174)- Ebu Hüreyre hazretleri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize şöyle hitab etti:

"Ey insanlar, size hacc farz kılınmıştır. Şu halde haccı edâ edin!"

Cemaatte bulunan bir adam:

"Her sene mi, Ey Allah´ın Resûlü?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cevap vermedi. Adam sorusunu üç kere tekrar etti. Bunun üzerine:

"Ben sizi bıraktıkça siz de beni bırakın. (Madem ki sükût ettim, niye sormada ısrar ediyorsunuz?) Şayet (sorunuza) "Evet!" deseydim, her yıl haccetmek vacib oluverirdi ve buna güç yetiremezdiniz. Şunu bilin ki, sizden öncekileri helak eden şey, çok sual sormaları ve peygamberleri hakkında ihtilâflarıdır. Size bir iş emrettiğim zaman, bunu gücünüz yettiğince îfa edin, bir yasaklamada bulunduğum vakit de ondan kaçının (bu emir ve yasakla ilgili olarak aklınıza gelen her şeyi sormaya kalkmayın!)" [Buhârî,İ´tisam 4; Müslim, Hacc 412, (1337), Fedâil 130, (1337); Nesâî, Hacc 1, (5, 110-111).][26]



AÇIKLAMA:



1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bu suali soran sahâbinin Akra´ İbnu Hâbis (radıyallahu anh) olduğu rivayetin bazı vecihlerinde tasrih edilir.

2- Fazla sual sorma yasağı ile alâkalı geniş açıklamayı 581 numaralı hadis vesilesiyle yaptığımız için burada teferruata girmeden birkaç noktaya kısaca dikkat çekeceğiz:

3- Emir tekrarı gerektirir mi?

Bu hadisi izah sadedine Nevevî, usulcülerin münakaşa ettikleri bir meseleye temas eder. Kur´ân veya hadiste gelen bir emri bir kere yapmak yeterli mi, yoksa o emrin tekrar tekrar yapılması gerekir mi? Bu hususta farklı görüşler ileri sürülmüştür:

1) Şafiilere göre, emir tekrar iktiza etmez, tekrara ihtimali vardır.

2) İkinci bir görüşe göre tekrarı iktiza eder.

3) Birden fazlası hakkında tevakkuf edilir. Şayet bir şarta bağlı veya bir vasfın sübutuyla mukayyed ise o durumlarda tekrar ifade eder. Yani, birden fazlası için bir beyan aranır. Bazı Hanefîler bu görüştedir. Yukarıdaki hadis bu görüşte olanlara delil olmuştur. Zîra Akra´, tekrar hususunda bir beyan aramıştır.

4) Mutlak emir, ne tekrar ne de umum iktiza etmez. Onlara ihtimali de yoktur. Namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerin tekerrür etmesi, sebeplerinin tekerrür etmesi sebebiyledir. Haccın sebebi olan Beytu´l-Haram tekerrür etmediği için ömürde bir defa emre uymakla farz düşer. Hanefîler´in ekseriyetince benimsenen görüş budur.

4- Sual yasağı nelere racidir?

Sahâbe ve Tâbiin´den bazı âlimler, yasağın, vukua gelen olsun,vukua gelmeyen olsun her meseleye şâmil olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, bu görüşe bir çok fukahâ karşı çıkmıştır. Bu görüşte olan Ebu Bekr İbnu´l-Arabî şöyle der: "Gafillerden bir kısmı, sual sormayı yasaklayan âyetten (Mâide 101) hareketle, nevâzil´e giren (yani âyet ve hadiste zikri geçmeyen) şeylerden -bunlar fiilen vukua gelmedikçe- sual sormanın yasak olduğu zannına kapıldılar. Halbuki işin aslı böyle değildir. Zîra âyetin verilecek cevap sebebiyle kötülük hasıl olacak soruları yasakladığı pek sarihtir. Nevâzil ile alâkalı sorular bu gruba girmez."

İbnu Hacer bu görüşü te´yid eder, ancak İbnu´l-Arâbî´nin kendisi gibi düşünmeyen ulemâ hakkında gafiller tâbirini kullanmış olmasını takbih eder. Mamafih, ondan önce Kurtubî de onu takbih etmiş, ilâveten böylesi davranışların İbnu´l-Arâbî´de sıkça görülen sabit bir huy olduğuna da dikkat çekmiştir.

5- Yasak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrine mi ait?

Sual sorma yasağının daha ziyade Resûlullah devriyle ilgili olduğunu söyleyen âlimler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´tan sonra sorulacak suallerden âyette beyan edilen kötülük ihtimalinin kalktığını ileri sürmüşlerdir. Şu hadisleri delil olarak ileri sürerler:



مَا احَلَّ اللّهُ في كِتَابِهِ فَهُوَ حََلٌ وَمَا حَرَّمَ فَهُوَ حَرَامٌ وَمَا سَكَتَ عَنْهُ فَهُوَ عَفْوٌ فَاقْبِلُوا مِنَ اللّهِ عَافِيَتَهُ فَإنَّ اللّهَ لَمْ يَكُنْ يَنْسِى شَيْئاً ثُمَّ تََ هذِهِ اŒية: وَمَا كَانَ رَبُّكَ نسياً

"Allah´ın, kitabında helâl kıldıkları helal, haram kıldıkları da haramdır, sükût buyurdukları da affa mazhardır. Öyleyse Allah´ın affettiğini kabul edin, zîra Allah hiçbir şeyi unutmamıştır." Resûlullah şu âyeti okur. (meâlen): "...Rabbin unutkan değildir" (Meryem 64).Bir başka hadis de şöyledir:



إن اللّهَ فَرَضَ فَرائِضَ فََ تُضَيَّعُوهَا وَحدّ حُدُوداً فََ تَعْتَدُوهَا وَسَكَتَ عَنْ اَشْيَاءَ رَحْمَةً لَكُمْ غَيْرَ نِسْيَانٍ فََ تَبْحَثُوا عَنْهَا

"Allah bir kısım farzlar koydu. Sakın bunları terketmeyin, bir kısım da yasaklar koydu. Sakın onları çiğnemeyin. Bir kısım şeylerde de unutarak değil, size merhameten sükût buyurdu, sakın onları kurcalamayın!"

Bir hadis de şöyle: اعْظَمُ الْمُسْلِمِينَ بِالْمُسْلِمِينَ جُرْماً مَنْ سَألَ عَنْ شَىْءٍ لَمْ يُحْرَمْ فَحَرُمَ مِنْ اَجْل مَسْألَتِهِ "Müslümanlar´a karşı en büyük cürmü işleyen o kimsedir ki, haram edilmemiş olan bir şeyden sual eder de, onun sebebiyle haram ediliverir."

6- Yasak Medineliler´e mi mahsus?Mezkûr yasağın bedevîlere şâmil olmayıp daha ziyade Medine´de kalan Muhacir ve Ensâr´la ilgili olduğunu gösteren rivayetler de var. Bunlar, yasağın sınırlı oluşuna ve daha ziyade vahiyle ilgili oluşuna destek sayılabilir. Enes´in bir rivayeti şöyle: "Bizler Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e herhangi bir hususta sual sormaktan men edilmiş idik. Bu yasaktan gafil bir bedevînin gelip Resûlullah´a birşeyler sorması ve bu vesileyle Efendimiz´i dinlemek çok hoşumuza giderdi." Müslim´de Nevvâs İbnu Sem´ân´ın bir rivayeti bu mevzuda daha dikkat çekici: "Hicret etmeksizin Medine´de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´la birlikte bir yıl ikâmet ettim. Hicret etmeme sadece "sual meselesi" mâni olmuştu. Zîra birimiz kesinlikle hicret edip "Muhacir" oldu mu, artık Resûlullah´a sual soramazdı." Nevvâs hazretleri (radıyallahu anh) sırf soru sorabilme hakkını yitirmeden Medine´de ikamet edebilmek için "Muhacir" statüsüne girmeye yanaşmıyor. Ahmet İbnu Hanbel´in bir rivayetinde soru yasağıyla ilgili âyetin nüzûlünden sonra Ashab´ın Medine´ye gelen bedevîlere zaman zaman bahşiş vererek Hz. Peygamber´e soru sormaya teşvik ettiklerini belirtir:



لَمَّا نَزَلَتْ يَا اَيُّهَا الَّذِينَ امَنُوا َ تَسْألُوا عَنْ اَشْيَاءَ اŒيَةَ كُنَّا قَدْ اَتَّقَيْنَا اَنْ نَسْألَهُ # فَاَتَيْنَا اعْرَابِيّاً فَرَشَوْنَاهُ بُرْداً وَقُلْنَا: سَلِ النَّبِىَّ #

Bu mevzu üzerine rivayet çoktur:

7- Ashab´tan vârid olan soruların izâhı:

Hemen belirtelim ki, hadis kitaplarında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a Ashab´ın sorduğu birçok sualler rivayet edilmiştir. İster istemez, yasağa rağmen bu sualler nasıl soruldu diye bir müşkil hatıra gelebilmektedir. Âlimler üç ihtimal üzerinde dururlar...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

05 Nisan 2010, 15:58:13
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #8 : 05 Nisan 2010, 15:58:13 »

AÇIKLAMA:



Hadiste, hacc yapmaya yetecek maddî imkânı olup da hacca gitmeyenler çok ağır bir üslubla tehdid edilmektedir: Hıristiyan veya Yahudi olarak ölme tehlikesi, yani küfür üzere ölmek. Âlimler, bu ifadenin tağliz yani "terhib ve korkutmada şiddete başvurma" güttüğünü belirttikten sonra şu açıklamayı da yaparlar: Maddî imkâna rağmen farz olan haccı terketmek, ya bunun vacib olduğunu inkâr ve istihfafdan gelir, bu ise küfürdür; ya da emr-i İlâhî´ye isyandan gelir. Öyle ise küfre düşerek Yahudi veya Hıristiyan mertebesine inme tehlikesi ile başbaşadır.

Haccı terkedenlerin betahsîs Ehl-i Kitab´a benzetilmeleri, onların da kitaplarıyla amel etmemelerinden ileri gelir. Zîra haccı yapmayan Müslüman da, kitabının emrini terketmiş olmakla aralarında bir müştereklik hasıl olmaktadır.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), haccı emreden âyeti okuyarak, haccetmeyenin bu emr-i İlâhî´yi inkâr veya ona isyan ettiğine ve dolayısıyla beyan ettiği vaîde delil getirmiş olmaktadır.[29]



ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّ ا‘قْرَعَ بْنَ حَابِسٍ سَألَ رسولَ اللّه # فقَالَ: الحَجُّ في كُلِّ سَنَةٍ أوْ مَرَّةً وَاحِدَةً؟ فقَالَ: بَلْ مَرَّةً وَاحِدَةً. فَمَنْ زَادَ فَتَطَوُّعٌ[ .



3. (1176)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) hazretleri anlatıyor: "Akra´ İbnu´l-Hâbis (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a:

"Hacc her sene midir, ömürde bir kere midir?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Bir keredir, fazla yapan nafile olarak yapmış olur!" diye cevap verdi." [Ebu Dâvud, Hacc 1, (1721); Nesâî, Hacc 1, (5, 111); İbnu Mâce, Menâsik 2, (2886).][30]



ـ4ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: َ صَرُورَةَ في ا“سَْمِ[. أخرجهما أبو داود. »الصَّرَُورَةُ« الذى لم يحُج رج كان أو امرأة .



4. (1177)- Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İslâm´da hacc yapmamak (saruret) yoktur." [Ebu Dâvud, Hacc 3, (1729).][31]



AÇIKLAMA:



Saruret iki mâna taşır:

1- Hiç hacc yapmayan kimseye denir.

2- Ruhbanlarda olduğu şekilde evlenmeyip, bekâr kalan kimseye denir. Tâbir, açıklanan bu iki mânasıyla cahiliye devrinde câri iki âdeti de dile getirmiş olmaktadır. İmam Mâlik Muvatta´da, kadın saruret´i şöyle açıklamıştır: "Kadınlardan hiç haccetmeyendir, kendisini hacca götürecek bir mahremi bulunmayan -veya böyle bir mahremi olsa da kadını hacca götürmeye muktedir olmayan- kadına, saruret denir." İmam Mâlik devamla, "İslâm´da saruret yoktur" prensibi için: "Böyle bir kadın, bir grup kadına dâhil olarak hacca giderek, farz olan haccını yine de terketmez, (din haccın terkine (sarûrete) cevâz vermez" buyurur.

Görüldüğü üzere, İslâm´da sarûret yoktur hadisi, hacc yapabilecek güçte olan kimseye, kadın olsun, erkek olsun hacc etmemek için ileri sürebileceği her çeşit mâzeret kapısını kapamaya müteveccihtir.

Hadisten, "ruhbanlarınki tarzında" bekârlığın reddi de anlaşılabilir. Zîra İslâm, başkaca mazeret olmadıkça, dindarlık ve zühd mülâhazalarıyla bekâr kalmayı tecviz etmemiş, meşrû addetmemiştir.[32]



ـ5ـ وله عنه أيضاً: ]قال #: مَنْ أرَادَ الحَجَّ فَلْيَتَعَجَّلْ[ .



5. (1178)- Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şu sözünü rivayet etmiştir: "Hacc yapmak isteyen acele davransın." [Ebu Dâvud, Menâsik 6, (1732).][33]



AÇIKLAMA:



Bu hadis hacc hususunda acele davranmanın gereğine dikkat çekmektedir. Haccın arzuya bağlı nafile bir ibadet olmayıp, şartlara bağlı bir farz olduğu gözönüne alınınca "hacc yapmak isteyen..." tâbirini, "hacc kime farz olmuş ise" şeklinde anlayıp şöyle ifade etmemiz gerekir: "Bir kimseye hacc farz oldu mu, bunu yerine getirmede acele etsin."

Öyle ise, haccda esas olan ta´cildir. Bilhassa yurdumuzda kökleşmiş olduğu üzere ileriki yaşlara, yaşlılığa bırakmak câiz değildir. Bu hadisin Beyhakî´deki ziyadesi meseleye daha da açıklık getirir:



فَإنَّ اَحَدَكُمْ َ يَدْرِى مَا يَعْرِضُ لَهُ مِنْ مَرَضٍ اَوْ حَاجَةٍ

"Zîra sizden kimse, başına ne gelecek bilmez; hastalanacak mı, fakir duruma mı düşecek?"

Bu hadise dayanan Ebu Hanife, İmam Mâlik ve bir kısım Şafiî ulemâsı, haccın fevrî bir vecibe olduğuna, yani vâcib olur olmaz, tehir edilmeden getirilmesi gereğine hükmetmişlerdir. Ancak İmam Şafiî, Evzâî, Ebû Yusuf ve Muhammed eş-Şeybânî (rahimehumullah), haccın beşinci veya altıncı hicret yılında farz kılınmış olmasına rağmen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın onuncu yılda haccetmiş olmasını nazar-ı dikkate alarak, hacc farizasının fevrî bir vecibe olmayıp geciktirilebileceğini söylemişlerdir.

Ancak hemen belirtelim ki, bu görüşe katılmayanlar:

a) Haccın farz kılınma zamanının münâkaşalı ve hattâ bazılarınca 10. hicrî yıl kabûl edildiğini, bu durumda te´hir olmadığını,

b) 10. yıldan önce farzedilmiş olsa bile, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in, haccda çırılçıplak vaziyette hacc yapan müşriklerle karışık olarak hacc yapmak istemediği için tehir ettiğini ve dolayısiyle Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın te´hirinde meşru bir özür bulunduğunu söyleyerek görüşlerinin isabetliliğini müdâfaa etmişlerdir.

Hacc yapanlar, günümüz şartlarında dahi, hacc ibadetinin gençlikte yapılması gereken meşakkatli bir ibadet olduğunu te´yid etmektedir.[34]



ـ6ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سُئِلَ رسول اللّه # عَنِ الْعُمْرَةِ أوَاجِبَةٌ هِىَ؟ فقَالَ: َ. وَأنْ تَعْتَمِرُوا هُوَ أفْضَلُ[ .



6. (1179)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan:

"Umre vacib midir?" diye sorulmuştu, şu cevabı verdi:

"Hayır! Ancak, umre yapmanız faziletli bir ameldir." [Tirmizî, Hacc 88. (931).][35]



[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

05 Nisan 2010, 15:58:44
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #9 : 05 Nisan 2010, 15:58:44 »

AÇIKLAMA:



Umre hakkında, mevzuun başında ve ayrıca 1165 numaralı hadisin açıklamasında yeterince durulmuştur. Oralarda kaydettiğimiz üzere bir kısım âlimler (Şafiî, Ahmed vs.), umrenin vacib olduğunu söylerken, diğer bazıları (İmam Mâlik, Ebû Hanife vs.) nafile olduğuna hükmetmişlerdir. (Önceki bahislere bakılmalıdır.)[36]



ـ7ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]الْعُمْرَةُ وَاجِبَةٌ[ أخرجهما الترمذى .



7. (1180)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)´ın: "Umre vacibtir" dediği rivayet olunmuştur. [Tirmizî, Hacc 88, (931).][37]



AÇIKLAMA:



İmam-ı Şafiî´nin bir rivayetine göre, kendisine İbnu Abbâs´ın umre hakkında "vacibtir" diye hükmettiği ulaşmıştır. Buharî´nin muallak olarak kaydettiği bir rivayet de bunu destekler: وَقَالَ اِبْنُ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما: إنَّهَا لَقَرِينَتُهَا فِى كِتَابِ اللّهِ

"İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Umre, Allah´ın kitabında haccla birlikte zikredilmiştir" demiştir." Bunu te´yid eden bir başka rivayeti Hâkim, Atâ´dan kaydetmiştir. Atâ´nın bildirdiğine göre İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): اَلْحَجُّ وَالْعُمْرَةُ فَرِيضَتَانِ

"Hacc ve umre iki farz ibadettir" buyurmuştur.

Hacc ve umre hakkında bu mevzuun giriş kısmında gerekli tahlili yaptığımız için tekrar etmiyeceğiz.[38]



ـ8ـ ومثله عن ابن مسعود: ]وكانَ يَقرأ: وَأتَمُّوا الحَجُّ وَالْعُمْرَةَ إلى الْبَيْتِ، وَكانَ يقُولُ: لَوَْ التَّحَرُّجُ، وَأنِّى لَمْ أسْمَعْ مِنْ رسول اللّه # في ذلِكَ شَيْئاً لَقُلْتُ الْعُمْرَةُ وَاجِبَةٌ[. أخرجه رزين .



8. (1181)- Yukarıdaki rivayetin bir benzeri İbnu Mes´ud´dan yapılmıştır. İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) hazretleri şöyle kıraat ederdi: واتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ إلى الْبَيْتِ ve derdi ki: "Eğer günah olmasaydı -Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan bu mevzuda hiç bir şey işitmemiş olmama rağmen- umre vaciptir derdim." [Rezîn ilavesi.][39]



AÇIKLAMA:



1- Anlaşıldığı üzere, İbnu Mes´ud (radıyallahu anh) da umrenin vacib olduğu görüşündedir, tıpkı İbnu Abbas gibi.. واتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ للّهِ "Başladığınız haccve umreyi Allah için tamamlayın" (Bakara 196) âyetini, -Ebu Hayyân´ın el-Bahru´l-Mühit´de dediği üzere- tefsir mâhiyetinde şöyle okumuştur: واتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ إلى الْبَيْتِ "Beytullah´a olan hacc ve umreyi Allah için tamamlayın." Şu halde bu, farklı bir kıraatten ziyade, tefsirî bir ziyade olmaktadır.

2- İbnu Mes´ud, umrenin vacib olduğuna öylesine inanmıştır ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan onun vacib olduğuna dair hiçbir şey işitmemiş olduğunu belirttikten sonra: "Günaha girmiş olmaktan korkmasaydım umre vâcibtir diyecektim" der.

Şu halde İbnu Mes´ud, umrenin vâcib olduğuna dair, Resûlullah´tan hiç bir şey işitmediğini alçıklamış olmaktadır. Fetvalarında hep İbnu Mes´ud´u esas alan Ebu Hanife (rahimehullah), "Umre vâcib değildir" derken de İbnu Mes´ud´un bu riayetine muhalefet etmemiş olmaktadır.[40]


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 9   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes