> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Hadis Eserleri > Kütübü Sitte > Dua
Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 10   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Dua  (Okunma Sayısı 15156 defa)
01 Nisan 2010, 11:50:26
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #5 : 01 Nisan 2010, 11:50:26 »



AÇIKLAMA:



Bu hadiste ifade edilen yakınlık, maddî bir yakınlık, yâni mekân yakınlığı olmamalıdır. "Zira Allah, ilmiyle kişiyi bilme, kalbinin hatıratından bile haberdar olma, kişi üzerinde istediği şekilde tasarruf ederek ona kıyam, sağlık, hastalık, ölüm verme gibi hususlarla şah damarından daha yakındır" (Kâf 16). Tıpkı güneşin ışıklarıyla yeryüzündeki herbir mahlukun yanında hazır bulunması gibi.

Ama kul, maddî olarak Rabbinden uzaktır, Secde hâlinde kulluk, en geniş, en kâmil hâliyle tezâhür ettiği için, bu kula mânevî bir yakınlık, Rabbinin rızasına uygun bir hal kazandırmaktadır. Nitekim âyet-i kerimede "Secde et ve yakınlık kazan" (Alak 19) emredilmektedir.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), sadedinde olduğumuz rivayette, İlâhî yakınlığa ermede zirve olduğu bizzat Allahu Zülcelâl hazretleri tarafından belirtilmiş olan secde hâlinde çok dua etmeye teşvik etmektedir.[23]



ـ14ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: ثََثُ دَعَوَاتٍ

مُسْتَجَابَاتٌ َشَكَّ في إجَابَتِهِنَّ: دَعْوَةُ المَظْلُومِ، وَدَعْوَةُ المُسَافِرِ، وَدَعْوَةُ الْوَالِد عَلى وَلَدِهِ[ .



14. (1763)- Yine Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) anlatıyor:

"(Allah´ın kabul ettiği) üç müstecab dua vardır, bunların icâbete mazhariyetleri hususunda hiç bir şekk yoktur. Mazlumun duası, müsâfirin duası, babanın evladına duası." [Tirmizî, Birr 7, (1906); Cennet 2, (2528), Daavât 139, (3592); Ebû Dâvud, Salât 364, (1536); İbnu Mâce, Dua 11, (3862).][24]



AÇIKLAMA:



1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), burada duası makbul olan üç kişiyi haber vermektedir: Mazlum, misafir ve baba. Aslında hadislerde duası makbul olan başka kimseler de mevzubahis edilmiştir. Oruç açtığı sırada oruçlunun duası, âdil imamın duası, gâibin gâibe duası (kişinin arkasından yapılan dua). Şu halde, hadislerde geçen rakamlar kesin sayı bildirmeye mâtuf değildir.

2- Mazlumun yâni zulme uğrayanların dualarının makbuliyeti, onların Mü´min ve Müslüman olmaları şartına bağlı değilir. Başka rivayetlerde zulme uğrayan kimsenin fâcir (büyük günahı alenen işleyen) veya kâfir olmaları hâlinde de dualarının makbul olduğu tasrih edilmiştir.

اِتَّقُوا دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ وَاِنْ كَانَ كَافِراً فَإنَّهُ لَيْسَ دُونَهَا حِجَابٌ

"Mazlumun duasından kaçının, kâfir bile olsa. Zira onun duasının önünde perde yoktur."

دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ مُسْتَجَابَةٌ وَإنْ كَانَ فَاجِراً فَفُجُورُهُ عَلى نَفْسِهِ

"Mazlumun duası makbuldür, fâcir bile olsa; zira onun fücûru kendi aleyhinedir."

Hemen kaydedelim ki, hadiste yasaklanan zulüm, mutlaktır. Âlimler, bu durumdan hareketle mal, can, ırz vs. her neye yönelik olursa olsun, bütün çeşitleriyle zulmün yasaklandığını belirtirler.[25]



ـ15ـ وعن ابن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: مَا منْ دَعْوَةٍ أسْرَعُ إجَابَةً مِنْ دَعْوَةِ غَائِبٍ لِغَائِبٍ[. أخرجهما أبو داود والترمذى.



15. (1764)- Abdullah İbnu Amr İbni´l-Âs (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"İcâbete mazhar olmada gâib kimsenin gâib kimse hakkında yaptığı duadan daha sür´atli olanı yoktur." [Tirmizî, Birr 50, (1981), Ebû Dâvud, Salât 364, (1535); Müslim, Zikr 88, (2733); Buhârî, Mezâlim 9.][26]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadise göre, Allah´ın derhal kabul buyuracağı dualardan biri de, mü´min kimsenin mü´min kardeşi için gıyâbında yapacağı duadır. Bu hususta Müslim´in bir riayeti daha açıktır:

دَعْوَةُ الْمَرْءِ الْمُسْلِمِ ‘خِيهِ بِظَهْرِ الْغَيْبِ مُسْتَجَابَةٌ، عِنْدَ رَأسِهِ مَلَكٌ مُوَكَّلٌ كُلَّمَا دَعَا ‘خِيهِ بِخَيْرٍ قَالَ الْمَلَكُ الْمُوَكَّلُ بِهِ آمِنْ وَلَكَ بِمِثْلِهِ

"Müslüman kimsenin, kardeşi için gıyâbında yaptığı dua müstecâbdır. Dua edenin başucunda ona müvekkel bir melek vardır. Kardeşi için hayır dua yaptıkça bu melek: "Amin, istediğin şeyin bir misli de sana olsun" der." [27]

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Dua
« Posted on: 28 Nisan 2024, 13:13:30 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Dua rüya tabiri,Dua mekke canlı, Dua kabe canlı yayın, Dua Üç boyutlu kuran oku Dua kuran ı kerim, Dua peygamber kıssaları,Dua ilitam ders soruları, Dua önlisans arapça,
Logged
01 Nisan 2010, 11:51:06
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #6 : 01 Nisan 2010, 11:51:06 »

İKİNCİ FASIL

DUA EDENİN HEY´ETİ (DIŞ GÖRÜNÜŞÜ)



Umumî Açıklama:


Hey´et dilimizde bir kaç mânada kullanılır. Şekil, sûret, görünüş, kılıkkıyafet, hâl, durum; bir bütünü teşkil eden cüzlerin hepsi, kurul, jüri vs. Sadedinde olduğumuz hadiste hey´et kelimesi daha ziyade kılıkkıyafet, durum mânalarında kullanılmıştır.

Dua eden kimsenin, kılık kıyâfet ve dış görünüş itibariyle takınması gereken bazı tavırlar, dikkat etmesi gereken bazı hususlar mevcuttur. Burada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu çeşit irşadlarını göreceğiz.[28]



ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: َ تسْتُرُوا الجدُرَ، وَمَنْ نَظَرَ في كِتَابِ أخِيهِ بِغَيْرِ إذْنِهِ، فإنَّمَا يَنْظُرُ في النَّارِ، سَلُوا اللّهَ تَعالى بِبُطُونِ أكُفِّكُمْ، وََ تَسْألُوهُ بِظُهُورِهَا، فإذَا فَرَغْتُمْ فامْسَحُوا بِهَا وُجُوهَكُمْ[. أخرجه أبو داود .



1. (1765)- İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) hazretleri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Duvarları örtmeyin. Kim kardeşinin mektubuna, onun izni olmadan bakarsa, tıpkı ateşe bakmış gibi olur. Allah´tan avuçlarınızın içiyle isteyin, sırtlarıyla istemeyin; duayı tamamlayınca avucunuzu yüzlerinize sürün." [Ebû Dâvud, Salât 358, (1489, 1490, 1491).][29]



AÇIKLAMA:



Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir kaç meseleye birlikte temas etmiştir:

1- Duvarlar halı, kilim vs. ile örtülmemelidir. Çünkü bu iş, hem mütekebbirlerin amelidir, hem de malın ziyân edilmesi, israf edilmesidir. Zira duvarlarına örtülmesini gerektiren hiçbir zarurî durum mevcut değildir. Müslim´de gelen bir rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kapının üzerine halı asmış olan Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ)´ye: "Allah, bize taş ve toprağa elbise giydirmemizi emretmemiştir" diyerek indirtir.

2- Hadiste "kardeşinin kitabı"na bakmak da yasaklanmaktadır. Şârihler, buradaki kitaptan maksadın, içerisinde, öğrenilmesi herkese vacib olan ilmin bulunduğu kitap olmayıp, sâhibi tarafından başkasının bakması arzu edilmeyen mektup olduğu belirtilir. Belki bu mektupta, sır olan, başkasının muttali olması istenmeyen bazı bilgiler vardır. Öyle ise böyle bir mektuba bakmak ateşe bakmak gibidir.

Ateşe bakmak için, bazı âlimler "hadisin siyakından anlaşılacağı üzere insan için zararlı bir şey olmalıdır" demişlerdir. Mamafih, bundan maksadın "ateşe yaklaşmak ve yaslanmak" olabileceği, ihtimal olarak belirtilmiştir. Üçüncü bir ihtimale göre mânâsı; kişi, kardeşinin bakılmasını istemediği bir mektubuna bakmakla ateşi gerektiren bir şeye bakmış olmaktadır.

3- Hadisin, sadedinde olduğumuz mevzuya, yani dua edenin hey´eti meselesine temas eden kısmı, son kısmıdır: Dua ederken avucun açılıp avuç içi yukarı gelecek şekilde kaldırılması, elin sırt kısmı yukarı gelecek şekilde tutularak dua edilmemesi, dua bitince de ellerin yüze sürülmesi istenmektedir.

Azimâbâdî, bu hususta şu açıklamayı yapar: "Bir şey taleb edene uygun düşeni, elini taleb ettiği şeye doğru uzatması, tazarru ile açıp bol ihsanla dolmasını istemesi, her iki elini birden, ihsan sahibine doğru kaldırmasıdır. Ancak, kim de başına gelen bir belânın kalkmasını isterse, sünnet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a ittibâen, ellerin sırtını semaya kaldırmaktır. Bunun hikmeti, birincide, arzu edilen şeyin hüsûlüyle tefâül etmek, yâni hayra ermek ümidinde bulunmak, ikincide ise, zararlının def´iyle hayra erme ümidinde bulunmaktır.

4- Duânın sonunda elin yüze çalınması teberrük içindir. Yani, dua ile ellere inmiş olan rahmet eserleri, sürmek suretiyle yüze ulaştırılmış olur.[30]



ـ2ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]رَفَعَ رسولُ اللّهِ # يَدَيْهِ في الدُّعَاءِ، حَتَّى رَأيْتُ بَيَاضَ إبْطَيْهِ[. أخرجه البخارى .



2. (1766)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua ederken ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk altlarının beyazlığını gördüm." [Buhârî, İstiska 21.] [31]



ـ3ـ وعن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رسولُ اللّهِ # إذا رفَعَ يَدَيْهِ في الدُّعَاءٍِ لَمْ يَرُدَّهُمَا حَتَّى يَمْسَحَ بِهِمَا وَجْهَهُ[. أخرجه الترمذى .



3. (1767)- Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ellerini dua ederken kaldırınca, onları yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazlardı." [Tirmizî, Daavât 11, (3383).][32]



AÇIKLAMA:



Bu rivayet dahi duadan sonra ellerin yüze sürülmesinin meşruiyetini gösterir. Bazı âlimler şöyle bir mütâlaada bulunmuştur: "Allahu Teâlâ, dua edeni hiçbir zaman boş çevirmeyip, kendisi için kalkan ele bir rahmet ulaştırdığına göre, ondaki rahmetin en şerefli ve tekrime en elyak organ olan yüze sirâyet ettirilmesi münâsiptir."[33]



ـ4ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]إنَّ رَجًُ كانَ يَدْعُو بِأصْبُعَيْهِ، فقَالَ لَهُ رسول اللّهِ #: أَحِّدْ أَحِّدْ[. أخرجه الترمذى والنسائى، وقال الترمذى:معنى هذا الحديث: إذا أشار الرجل بأصبعه في الدعاء عند الشهادة، ف يشير إ بأصبع واحدة .



4. (1768)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Adamın biri iki parmağı ile dua ediyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Birle! Birle!" diye müdâhale etti." [Tirmizî, Daavât 117, (3552); Nesâî, Sehv 37, (3, 38).][34]



AÇIKLAMA:



İki parmağıyla duadan maksad, dua ederken iki parmağıyla işaret etmesidir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), te´kid maksadıyla iki kere: "birle!" buyurmuştur. Birlemesini söylemesinin sebebi, Rabbülâlemin´in tek olması sebebiyledir.

İbnu Deybe´nin, hadisin sonunda kaydettiği şöyle bir açıklama var: "Bu hadisin mânası: "Kişi, dua ederken şehâdet getirince parmağını kaldıracaksa sadece tek bir parmağını kaldırsın" demektir."[35]



ـ5ـ وعن سهل بن سعد رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]مَا رَأيْتُ رَسول اللّهِ # شَاهِراً

يَدَيْهِ قَط يَدْعُو عَلى مِنْبَرِهِ، وََ عَلى غَيْرِهِ، وَلكِنْ رَأيْتُهُ يَقُولُ هكَذَا: وَأشَارَ بِالسَّبَّابَةِ، وَعَقَدَ بِا“بْهَامِ وَالوُسْطى[. أخرجه أبو داود .



5. (1769)- Sehl İbnu Sa´d (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı ne minberde ne de bir başka şey üzerinde dua yaparken ellerini uzattığını görmedim. Bilakis şöyle gördüm" dedi ve baş ve orta parmaklarını kapayıp şehâdet parmağını açmış vaziyette işaret etti." [Ebû Dâvud, Salât 230, (1105).][36]



AÇIKLAMA:



1- Burada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın koltuk altı görünecek şekilde mübalağalı şekilde kollarını uzatıp kaldırmadığı belirtiliyor. Mübalağalı diye kayıtlamak şarttır. Zira Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in mutad olarak dua sırasında ellerini kaldırdığı sâbit ve müsellem bir husustur. 1766 numarada geçtiği üzere istisnâi durumlarda da koltuk altı görülecek şekilde kollarını kaldırdığı rivayetlerde gelmiştir.

2- Şârih Azimâbâdî, bu hadisin, Sehl İbnu Sa´d´a sorulan bir soruya cevap olma ihtimalinden bahseder. Bu takdirî soru şudur: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) minberde iken hiç ellerini kaldırarak dua etti mi?" Sehl bu soruya: "Ben bunu, söylenen şekilde yaptığını görmedim. Ancak, onu vaaz sırasında orta ve baş parmaklarını kapatıp şehâdet parmağıyla işâret eder vaziyette gördüm. Sanki O, bu parmağını teşehhüd sırasında kaldırıyordu" şeklinde cevap vermiştir. Allahu a´lem."

Hadisteki ibhâm böyle bir açıklamayı gerekli kılmaktadır.[37]



ـ6ـ وعن سلمان رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: إنَّ رَبَّكُمْ حَىٌّ كَرِيمٌ يَسْتَحِى مِنْ عَبْدِهِ إذَا رَفَعَ يَدَيْهِ إلَيْهِ أنْ يَرُدَّهُمَا صِفْراً[. أخرجه أبو داود والترمذى .



6. (1770)- Hz. Selmân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Rabbiniz hayiydir, kerimdir. Kulu dua ederek kendisine elini kaldırdığı zaman, O, ellerini boş çevirmekten istihya eder." [Tirmizî, Daavât 118, (3551); Ebû Dâvud, Salât 358, (1488).] [38]



[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Nisan 2010, 11:51:38
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #7 : 01 Nisan 2010, 11:51:38 »

AÇIKLAMA:



1- Hayiy, çok haya eden, fazlaca utanan demektir. Haya vasfını Allah hakkında lügat manasında kullanmak uygun değildir. Çünkü, lügat olarak haya, kişide ayıplanma ve kınanma korkusu gibi bir şey sebebiyle hâsıl olan değişme ve inkisâr mânasına gelir. Böyle bir hâl Zât-ı Zülcelâl hakkında muhaldir. Öyle ise lügat yönüyle "çok utanan" mânasına gelen hayiy kelimesi Allah hakkında kullanılınca, bundaki gaye maksuddur. Hayadan maksad ve gaye ayıplanacak şeyin yâni hoş olmayan şeyin terki olduğuna göre, ulemâ, Allah hakkında şu mânada anlamıştır: Allah´ın "hayiy" olması, kulu memnun edecek şeyi yapması, ona zarar verecek şeyi terketmesi demektir. Öyle ise sadedinde olduğumuz hadisi, "Cenab-ı Hakk, dua eden kuluna, kulun hayrına olan şeyi mutlaka verir, duasını sevapsız, boş bırakmaz" diye anlayacağız. Bu "verme" işinin Cenab-ı Hakk´ın hikmeti muktezasınca, ya "istediğine aynen kavuşması", yahut "daha iyisinin verilmesi", yahut da "sevap verilmesi, günahlarının azaltılması" şeklinde tecelli edeceği daha önce belirtilmişti (bak. 1751. hadis).

2- Kerim, istemeden veren, bol veren mânasına gelir. Cenab-ı Hakk´ın vasıflarından biri "istemeden vermek" ise, isteyince daha çok verir demektir.

Böylece kul, dua etmeye teşvik edilmiş olmaktadır.

3- Hadiste kul mutlak gelmiştir. Yani, mü´min, fâsık, kâfir ayırımı mevcut değildir. Bazı şarihler "mü´min" diye kayıtlamışlardır. Esâsen, kavlî duayı yani dil ile, sözle olan talebi sadece mü´minler yapar. Öyle ise, mü´minin inanarak yatığı hiçbir dua boşa gitmeyecektir.[39]



ـ7ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: ادْعُوا اللّهَ، وَأنْتُمْ مُوقِنُونَ بِا“جَابَةِ، وَاعْلَمُوا أنَّ اللّهَ تَعالى َ يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ َهٍ[. أخرجه الترمذى .



7. (1771)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Allah´a duayı, size icabet edeceğinden emin olarak yapın. Şunu bilin ki Allah celle şânuhu (bu inançla olmayan ve) gafletle (başka meşguliyetlerle) oyalanan kalbin duasını kabul etmez." [Tirmizî, Daavât 66. (3474.)][40]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadis, duanın makbul olmasında gerekli olan mühim âdablarından bir kaç tanesini belirtmektedir:

* Duanın mutlaka icabet göreceğine, yani karşılıksız kalmayacağına kesinlikle inanmaktır. Tercümede "emin olmak" tâbirini kullandık, halbuki aslında mukin kelimesi kullanılmıştır. Bu, yakin elde etmiş, kesin inanca ulaşmış, hiçbir tereddüdü kalmamış gibi mânalara gelir, emin olmaktan çok daha kuvvetli bir mâna ifade eder.

* Dua ederken kalbin gâfil olması, Allah´ı veya istediği şeyi düşünmemesi, yaptığı dua fiilinin tam şuurunda olmaması demektir.

* Oyalanma olarak tercüme ettiğimiz kelimenin aslı lâhin´dir, dilimizdeki lehviyat kelimesi aynı kökten gelir, eğlenen demektir. Bu da, tıpkı gaflet gibi, kalbin Allah´tan başka bir şeyle meşguliyetini ifade eder.

Yani, dua eden kimsenin kalbi, zihni, aklı, hayali, kısacası letâif denen bütün mânevî duygu ve cihazları Allah´tan istediğinden başka bir şeyle meşgul olmamalıdır. Aksi halde, sâdece dille, gâfilâne yapılacak bir kısım taleplerin makbul olmayacağını Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) açık bir üslubla beyan etmektedir.

2- Bu hadisin mânasını te´yid eden başka rivayetler de mevcuttur. Ahmed İbnu Hanbel (rahimehullah)´in Abdullah İbnu Amr (radıyallâhu anhümâ)´dan kaydettiği bir rivayet şöyle:

اَلْقُلُوبُ اَوْعِيَةٌ وَبَعْضُهَا اَوْعَى مِنْ بَعْضٍ فإذَا سَألْتُمُ اللّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَا اَيُّهَا النَّاسُ فَاسْألُوهُ وَاَنْتُمْ مُوقِنُونَ بِا“جَابَةِ فإنَّ اللّهَ َ يَسْتَجِيبُ لِعَبْدٍ دَعَاهُ عَنْ ظَهْرِ قَلْبٍ غَافِلٍ.

"Kalpler bir kaptır. Bazısı bazısından daha iyi tutar (anlayışlıdır). Öyleyse, ey insanlar, Allah´tan bir şey isteyince, Allah´ın icabet edeceğinden emin olarak isteyin. Zîra Allah, kendisine gâfil kalble farkında olmadan dua eden bir kula icâbet etmez." [41]




[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Nisan 2010, 11:52:09
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #8 : 01 Nisan 2010, 11:52:09 »

ÜÇÜNCÜ FASIL

DUANIN KEYFİYETİ



Umumî Açıklama:


Duanın makbul olması için, dua edenin hey´eti, tavrı yeterli değildir. Duanın mahiyeti de ehemmiyetlidir. Bir başka ifade ile neler istenmeli, taleb edilmelidir? İşte, bu fasılda duanın keyfiyetini ve mahiyetini açıklayan rivayetler görülecektir.[42]



ـ1ـ عن فضالة بن عبيد رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعَ رسولُ اللّهِ # رَجًُ يَدْعُو في صََتِهِ وَلَمْ يُصَلِّ عَلى النَّبىِّ #، فقَالَ: عَجِلَ هذَا، ثُمَّ دَعَاهُ فقَالَ: إذَا صَلّى أحَدُكُمْ فَلْيَبْدَأ بِتَحْمِيدِ اللّهِ تَعالى وَالثَّنَاءِ عَلَيْهِ، ثُمَّ ليُصَلِّ عَلى النَّبِىِّ # ثُمَّ لْيَدْعُ بَعْدُ بِمَا شَاءَ[. أخرجه أصحاب السنن .



1. (1772)- Fadâle İbnu Ubeyd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua eden bir adamın, dua sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e salat ve selam okumadığını görmüştü. Hemen:

"Bu kimse acele etti" buyurdu. Sonra adamı çağırıp:

"Biriniz dua ederken, Allahu Teâla´ya hamd u senâ ederek başlasın, sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e salât okusun, sonra da dilediğini istesin" buyurdu." [Tirmizî, Daavat 66,(3473, 3475); Ebû Dâvud, Salât 358, (1481); Nesâî, Sehv 48, (3, 44).][43]



AÇIKLAMA:



1- Bu rivayet, duanın makbul olması için mahiyetce nasıl olması gerektiği hususunda bilgi vermektedir. Allah´a hamd ve sena ile başlanmalı ve mutlaka Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a salâtu selâm okunmalıdır. Böylece hamdele ve salvele okunduktan sonra duaya geçilmelidir.

2- Hadisin Tirmizî´de gelen bir vechine göre: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Ashâbıyla Mescid´de) otururken biri gelerek namaz kılar ve sonra: "Rabbim bana mağfiret et, bana rahmet et" diye dua eder. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Ey namaz kılan kişi, acele ettin. Namazı kılıp oturdun mu, Allah´a lâyık olduğu şekilde hamdet, bana salât oku. Sonra Allah´a dua et" dedi. Râvi der ki: "Bundan sonra bir başkası daha namaz kıldı, önce Allah´a hamdetti, sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e salât okudu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buna da şunu söyledi:

"Ey namaz kılan kişi dua et, icabet göreceksin!"

3- Salât, dua demektir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e salât okumak, O´na dua etmektir. Umumiyetle: "Allahümme salli alâ Muhammedin..." "Ey Allah´ım Muhammed´e salât (mağfiret, rahmet, bereket) et...!" diye başlayan mesnun, sabit formülleri vardır.

Salât kelimesi dilimizde hem namaz, hem de dua kelimeleriyle karşılanır. Yani Arapça olan salât sadece dua demek değildir. İslâm´ın resmî ibadeti olan namaz mânasına da kullanılmaktadır.

4- Duanın makbul olma âdâbından biri de, müteâkip hadiste belirtileceği üzere, yaptığımız duanın Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e salât ile sona ermesidir.[44]



ـ2ـ وعن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال : ]قال رسول اللّهِ #: الدُّعَاءُ مَوْقُوفٌ بَيْنَ السَّمَاءِ وَا‘رْضِ َ يَصْعَدُ حَتَّى يُصَلَّى عَلَىَّ، فََ يَجْعَلُونِى كَغُمْرِ الرَّاكِبِ صَلُّوا عَلىَّ أوَّلَ الدُّعَاءِ وَأوْسَطَهُ وَآخِرَهُ[. أخرجه الترمذى موقوفا على عمر، ورفعه رزين.»الغُمْرُ«: القَدَحُ الصغير كالقعب. والمعنى أن الراكب يحمل رحله وأزواده، وبترك قعبه إلى آخر ترحاله، ثم يعلقه على آخرة الرحل أو نحوها كالعوة فليس عنده بمهمّ، فنهاهم # أن يجعلوا الصة عليه تبعاً غير مهمة .



2. (1773)- Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Dua sema ile arz arasında durur. Bana salât okunmadıkça, Allah´a yükselmez. [Beni hayvanına binen yolcunun maşrabası yerine tutmayın. Bana, duanızın başında, ortasında ve sonunda salât okuyun.]"

[Tirmizî, Salât 352, (486). Tirmizî, bunu Hz. Ömer (radıyallahu anh)´e mevkuf olarak rivayet etmiştir. Rezîn ise merfu olarak rivayet etmiştir.][45]




[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Nisan 2010, 11:52:47
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #9 : 01 Nisan 2010, 11:52:47 »

AÇIKLAMA:



1- Bu rivayetin, köşeli paranteze ([...]) kadar olan kısmı, Tirmizî´de mevcuttur ve mevkuftur, yani Hz. Ömer´in sözü olarak kaydedilmiştir. Rezîn, metinde görüldüğü üzere, tam olarak kaydetmiştir ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e nisbet etmektedir. Merfu rivayeti de varsa da sahih olanı mevkuf olmasıdır. Ancak muhakkik olan muhaddisler, bu çeşit hükmün reyle verilemeyeceği prensibinden hareketle, hadisin hükmen merfu olduğuna hükmederler.

2- Duanın Allah´a yükselmesi, Allah´a mekan izafesi değildir. Allah´a yükselme, Kur´ânî bir tâbirdir ve kabule mazhar olma mânasına gelir: إلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعَهُ "Güzel sözler O´na yükselir, o sözleri de sâlih amel yükseltir" (Fâtır 10).

3- Maşraba teşbihine gelince: Yolcu, bineğine yol eşyalarını, azığını yükledikten sonra, son olarak, hın-i hacette kullanmak üzere maşrabasını semerin arkasına takar. Maşraba, yolcu nazarında pek ehemmiyet taşımaz. İşte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendisine yapılacak duayı (salât), bu yolcu maşrabası gibi ehemmiyeti olmayan, tâlî bir şey kılmamalarını, O´na kıymet verip, duanın başında ve sonunda salavâta yer vermelerini tenbih ediyor.

el-Hısnu´l-Hasîn´de, Ebû Süleyman ed-Dâranî duanın âdâbını şöyle tesbit etmiştir:

"Allah´tan bir talebin olduğu zaman:

* Önce Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a salât okuyarak başla.

* Sonra,dilediğin talepde bulun,

* Sonra, duanı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a salât ile sona erdir.

(Duanı iki salât arasında yapmalısın), zîra Cenâb-ı Hakk, keremiyle bu iki salâtı kabul eder. İki makbul dua olan iki salât arasında yer alan talebini reddetmek O´nun keremine muvafık düşmez."

Dua´nın kabul şartları üzerine buna benzer bir açıklamayı, Bediüzzaman´dan kaydetmeyi faydalı buluyoruz. Merhum, "mü´minin mü´mine en iyi duası nasıl olmalıdır?" saline cevap sadedinde şu açıklamayı yapar:

"Elcevap: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit dahilinde dua makbul olur. Şerâit-i kabulün içtimâı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile mânevi temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünkü iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur. Hem بِظَهْرِ الْغَيبِ yâni "gıyâben ona dua etmek", hem hadiste ve Kur´ân´da gelen me´sur (30) dualarla dua etmek. Meselâ: اَللَّهُمَّ إنِّى اَسْألُكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ لِى وَلَهُ في الدِّينِ وَالدُّنْيَا وَاŒخِرَةِ ربَّنَا آتِنَا في الدُّنْيَا حَسَنَةً وفي اŒخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ.

gibi câmi dualarla dua etmek; hem hulus ve huşu ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevâki-i mübâreke (mübârek yerlerde), hususen mescidlerde; hem cumada, hususen saat-ı icâbede; hem Şuhuru Selâsede (Üç Aylarda), hususen leyâli-i meşhurede (meşhur gecelerde); hem Ramazan´da, hususen Leyle-i Kadir´de dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyyen me´muldür. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut dua olunanın ahiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez, belki, daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir."[46]



ـ3ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]كُنْتُ أُصَلِّى، وَالنَّبىُّ #، وَأبُو بَكْرٍ، وَعُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهما مَعَهُ، فَلَمَّا جَلَسْتُ بَدَأتُ بِالثَّنَاءِ عَلى اللّهِ، ثُمَّ بِالصََّةِ عَلى النَّبىِّ #، ثُمَّ دَعَوْتُ لِنَفْسِى، فقَالَ النَّبيُّ #: سَلْ تُعْطَهُ، سَلْ تُعْطَهُ[ .



3. (1774)- Hz. İbnu Mes´ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer (radıyallâhu anhümâ) beraber otururlarken ben namaz kılıyordum. (Namazı bitirip) oturunca, Allah´a sena ile zikretmeye başladım ve arkasından Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a salât okuyarak devam ettim. Sonra kendim için duada bulundum. (Bu tarzımı beğenmiş olacak ki) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"İşte! İstediğin veriliyor. İşte! İstediğin veriliyor" dedi." [Tirmizî, Cum´a 64, (593).][47]



AÇIKLAMA:



1- Burada İbnu Mes´ud (radıyallâhu anh) salât kelimesi ile kıyamı, rükû ve

______________(30) Me´sûr, eserde (hadîste, rivâyette) gelmiş olan demektir. secdesi olan salâtı yani namazı kasdetmiştir. Zîra, sonunda oturduğunu belirtmektedir.

2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın "İşte! İstediğin veriliyor" buyurması ve bunu tekrarla te´kid etmesi, İbnu Mes´ud (radıyallâhu anh)´ un beyan buyurduğu tarzın, duanın makbul olma şartlarına uygunluğunu gösterir. Öyle olmasaydı, müdâhalesi tashihe müteallik olacak idi.[48]



ـ4ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]كانَ النَّبىُّ # إذَا دَعَا ‘حَدٍ بَدَأ بِنَفْسِهِ[. أخرجهما الترمذى وصححهما .



4. (1775)- Hz. Übeyy İbnu Ka´b (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) birisine dua edeceği vakit önce kendisine dua ederek başlardı." [Tirmizî, Daavât, 10, (3382).][49]



AÇIKLAMA:



1- Bu rivâyet, Müslim´de Hz. Musa ile Hz. Hızır kıssasının bidâyetinde bir kısım ziyade ile yer almıştır: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), herhangi bir peygambere dua etmek isteyince kendinden başlardı".

2- Ancak hemen ifade edelim ki, bu hadiste belirtilen husus Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın müstemir ve muttarid bir âdetini, prensibini ifâde etmemektedir. Çünkü, kendisine hiç yer vermeden yaptığı dua örnekleri vardır.Hz. Hâcer kıssasında: يَرْحَمُ اللّهُ اُمَّ اسْمَاعِيلَ لَوْ تَرَكَتْ زَمْزَمَ لَكَانَتْ عَيْناً مَعِيناً

"Allah İsmail´in annesine rahmet buyursun, zemzemi akmaya bıraksaydı tatlı bir pınar olacaktı" der.

Hassan İbnu Sâbit (radıyallâhu anh) için yaptığı duada da şöyle demiştir: اَللَّهُمَّ اَيِّدْهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ "Rabbim onu Rûhu´l-Kudüs´le (Cebrail) takviye et, güçlendir."

İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´a da şöyle dua etmiştir:

اَللَّهُمَّ فَقِّهْهُ في الدِّينِ "Rabbim onu dinde âlim kıl."Hz. Lût (aleyhisselâm)´a duası şöyledir. يَرْحَمُ اللّهُ لُوطاً لَقَدْ كَانَ يَأوِى إلى رُكْنٍ شَدِىدٍ

"Allah Lût´a rahmet buyursun O, çok muhkem bir kaleye sığınmıştı."[50]



ـ5ـ وعن أبى مصبح المقرائى عن أبى زهير النميرى رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]خَرَجْنَا مَعَ النَّبىِّ # ذَاتَ لَيْلَةٍ فَأتَيْنَا عَلى رَجُلٍ قَدْ ألَحَّ في المَسألَةِ، فَوَقَفَ رسول اللّهِ #

يَسْمَعُ مِنْهُ، فقَالَ: أوْجَبَ إنْ خَتَمَ، فَقِيلَ: بِأىِّ شَئٍ يَخْتِمُ يَارسول اللّهِ؟ قالَ: بِأمِينَ، وَانْصَرَفَ، فَقِيلَ لِلرَّجُلِ: يَافَُنُ اخْتِمْ بِأمِينَ، وَأبْشِرْ[. أخرجه أبو داود.»أوْجَبَ«: إذَا فعل شيئاً يوجب له الجنة أو النار .



5. (1776)- Ebû Müsabbih el-Makrâî, Ebû Züheyr en-Nümeyrî (radıyallahu anh)´den naklen anlatıyor: "Bir gece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber çıktık., Derken bir adama rastlatdık. Sual (ve Allah´tan talep) hususunda çok ısrarlı idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu dinlemek üzere durakladı. Ve:

"Eğer (duayı) sonlandırırsa vâcib oldu!" buyurdu. Kendisine:

"Ne ile sonlandırırsa ey Allah´ın Resûlü!" denildi.

"Âmin ile" dedi, uzaklaştı. Adama:

"Ey fülan! duanı âminle tamamla ve de gözün aydın olsun!" dedi." [Ebû Dâvud, Salât 172, (938).][51]



[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 10   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes