> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Hadis Eserleri > Kütübü Sitte > Cihad
Sayfa: 1 ... 3 4 5 [6] 7   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Cihad  (Okunma Sayısı 5566 defa)
31 Mart 2010, 17:25:55
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #25 : 31 Mart 2010, 17:25:55 »



AÇIKLAMA:



1- Korunan arâzi veya koruluk diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı himâ´dır. Himâ, lügat olarak, halktan korunan, halkın girmesine ve hayvanlarını otlatmasına izin verilmeyen otlu arâziye denir. Istılah olarak devlete ait hayvanların otlatılması için ayrılan, bu sebeple halka ait hayvanların otlatılması yasaklanmış olan arâziye denir.

2- Hadisin vürûduyla ilgili olarak şu açıklama yapılır: Cahiliye devrinde, Arapların ileri gelenlerinden (eşraf) birisi, nüfûzu altındaki arâzi dahilinde bir tarafa gidince, konakladığı yerde bir köpek havlatırdı. Böylece, köpeğin sesinin duyulduğu mıntıka onun korusu olur, artık bu mıntıkaya kimse yaklaşamaz, hayvanını yayamazdı. Ancak eşraftan olan bu adam, himâsının dahilinde ve haricinde istediği tasarrufta bulunurdu. Bu suistimalin sonunda birçok huzursuzluklar ve savaşlar olmuştur. Arap târihinde Besûs Harbi diye geçen meşhur bir harb de bu yüzden çıkmıştı.

3- Her hususta insanlığa ıslahat ve adalet getiren Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), bu suistimali de önlemek üzere, herhangi bir arâziden istifadeye yasak koyma hakkının Allah ve Resûlü´ne ait olduğunu ilan etmiştir. Yani böylece, arâziye yasak koyma hakkı sâdece devlete tanınmış oluyor, devlet dışında hiç kimse, keyfine göre, himâ tesis etme yetkisine sâhip olmuyordu.

4- İmam Şâfiî hazretleri, bu hadisin iki ayrı mânaya muhtemel olduğunu söyler:

a) Hiçbir Müslüman, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın te´sis ettiği himâ dışında yeni bir himâ te´sis etme yetkisine sâhip değildir.

b)Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in üzerine himâ koyduğu arazi örneğinde hima yapılabilir, başka şekilde olamaz.

Birinci mânâ esas alınınca hadîsten Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´tan sonra hiçbir devlet adamı hima te´sîs edemez hükmü çıkar.

İkinci mâna esas alınınca, devlet adamlarından sâdece Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in yerini alanlar yani halifeler himâ te´sis edebilir başkası edemez. Şâfiî ulemâ umumiyetle ikinci mânayı tercih etmişlerdir. Zîra, tatbikat da ikinciye muvafıktır. Çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´tan sonra Hz. Ömer de himâ te´sis etmiştir.

Hemen belirtelim ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Nâki mıntıkasını himâ ilân etmişti. Burasının Medine´ye yirmi fersah mesafede, genişliği bir mil, uzunluğu sekiz mil çeken bir arâzi olduğu belirtilir. Hz. Ömer de hilâfeti sırasında Müzeyne diyarında Nakîu´lhadâmet denen bir yeri himâ ilan etmiş idi. Bazı kaynaklar Hz. Ömer´in Seref ve Rebeze´de de birer koruluk te´sis ettiğini belirtir. Seref (Şeref veya Şerif de denmiştir) Medine´ye otuz altı mil mesafede bir yerdir. Rebeze, Medine´ye altı mil mesafede bir yerdir. Rebeze, Medine´ye üç konaklık mesafede, Mekke yolu üzerinde Zât-ı Irk´a yakın bir köydür. Yüce sahâbî Ebu Zerr Gıfârî (radıyallahu anh) hazretlerinin ikâmet ettirildiği yer olup, orada vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Hz. Ömer te´sis ettikleri himâ´ ları hazineye ve mücahidlere mahsus at, deve gibi hayvanları otlatmada kullanmışlardır.[323]

5- İmam-ı A´zam hazretlerine göre arâzi-i mevâtın ihyası devletin izniyle câizdir (Bak: 105. hadis). Şu halde istifâdesi herkese açık olan devlet arâzisi (şimdilerde hazine arâzisi diyoruz) üzerindeki, hususîleştirme işleri, İmam-ı A´zam´a göre devletin izniyle mümkündür, o halde böyle bir izin istihsal edilmeden, devlet reisi dışında kimse himâ te´sis edemez.[324]



ـ42ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]كُلُّ قِسْمٍ قُسمَ في الجاَهِلِيَّةِ فَهُوَ عَلى مَا

قُسمَ، وَكُلُّ قِسْمٍ أدْرَكَهُ ا“سَْمُ فَهُوَ عَلى قِسْمِ ا“سَْمِ[. أخرجه أبو داود موقوفاً .



42. (1142)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) buyurmuştur ki: "Cahiliye devrinde taksim edilmiş olan her mal, taksim edildiği şekil üzeredir. İslâm döneminde yapılan taksimat, İslâm´ın taksim esasına göredir." [Ebu Dâvud, Ferâiz 11, (2914); İbnu Mace, Rühûn 21, (2485).][325]



AÇIKLAMA:



İslâm dini mirasda şöyle bir hüküm getirmiştir: Farklı dinlere mensup olan kimseler birbirlerine varis olamazlar. Sözgelimi, Hıristiyan bir babanın evlâdı Müslüman olsa, babasının ölümü halinde oğlu ona vâris olamaz. Bu meselede İslâm dışı dinler arasında ayırım yapılmaz, hepsi bir tutulur. Kaide: اَلْكُفْرُ مِلَّةٌ وَاحِدَةٌ "Küfür tek bir millettir" diye ifade edilir. İslâm dışı dinler arasında gözönüne alınan tek fark, Hıristiyan ve Yahudilerle ilglidir: Kadınlarıyla evlenilir, kestikleri yenilir. Bu da bizzat sünnetle sâbittir. Sadedinde olduğumuz hadis, bir kimse Müslüman olmadan önce, miras taksimine iştirak etmişse aldığına hak kazandığını, şâyet, taksimden önce Müslüman oldu ise, artık, kâfir olan yakınlarının miraslarına iştirak edemeyeceklerini belirtiyor.

Kendisinden miras isabet eden kâfir bir yakını ölen kimse, mirasa hak kazanmış olduğu bir durumda miras henüz paylaşılmamış iken Müslüman olsa cumhur-i ulemâ, bu mirastan da pay alamayacağına hükmetmiştir. Ancak, Ömer İbnu´l-Hattab, Osman İbnu Affân, Abdullah İbnu Mes´ud, Hasan İbnu Ali (radıyallahu anhüm ecmain) bu durumda miras alacağını söylemiştir. Ayrıca Câbir İbnu Zeyd, Hasan Basrî, Mekhûl, Katâde, Humeyd, İyâs İbnu Mu´âviye, İshâk İbnu Râhuye -iki rivayetinin- birinde Ahmed İbnu Hanbel gibi diğer bir kısım selef de bu görüştedir. Ancak, başta üç büyük imam olmak üzere fukahânın kâhir çoğunluğu vâris olamayacağına hükmetmiştir.

Bu mevzu ile alakalı daha geniş bilgiyi, َيَرِثُ المُؤْمِنُ الْكَافِرَ وََ الْكَافِرُ الْمُسْلِمَ hadisinin açıklamasında sunacağız (Bak: 4707 numaralı hadis.)[326]



ـ43ـ ولمالك مرسً عن ثور بن زََيد الدِّئْلى قال: ]بَلَغَنِى أنَّ رسولَ اللّه قالَ: أيُّمَا دارٍ أوْ أرْض

قُسِّمَتْ في الجَاهِلِيةِ فهى عَلى قِسْمِ الجاَهِلِيَّةِ، وَأيُّمَا دَارٍ أوْ أرْضٍ أدْرَكَهَا ا“سَْمُ وَلَمْ تُقَسِّمْ فَهى عَلى قِسْمِ ا“سَْمِ[ .



43. (1143)- İmam Mâlik, Sevr İbnu Zeyd ed-Dîlî´den mürsel olarak rivayet ettiğine göre ed-Dîlî demiştir ki: "Bana Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şöyle söylediği ulaştı: "Hangi ev veya arâzi, cahiliye devrinde taksim edilmiş ise, artık o, cahiliye taksimi üzerinedir. Ancak hangi ev veya arâzi, taksim edilmeden İslâm´a girmiş ise, artık onun taksimi İslâm´a göre yapılır." [Muvatta, Akdiye 35, (2, 746)].[327]



AÇIKLAMA:



1- Cahiliye´den murad Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın peygamberliğinden önceki dönemdir. Anak, "Fetih´ten önceki dönemdir" diyen de olmuştur. Zîra Hz. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) bi´setten sonra, Müslümanlar´ın Mekke´de yaşadıkları muhasara ve boykot sırasında doğduğu halde, babasıyla ilgili bir hatırasını anlatırken şöyle demiştir: سَمِعْتُ ابِى يَقُولُ فِى الْجَاهِلِيَّةِ اسْقِنِى كَأْسًا دِهَاقًا "Cahiliye döneminde babamın: "Bana dolu bir kadeh ver" dediğini işittim."

Ebu´l-Velid el-Bâci der ki: "Hadisi iki çeşit anlamak mümkündür:

1) Taksimi cahiliye devrinde yapılmış olan mal. Bu mâna daha zâhirdir, daha muvafıktır.

2) Şu da muhtemeldir: Cahiliye döneminde hisseyi hak etmiştir, ancak, taksim yapılmadığı için henüz temellük etmemiştir. Sözgelimi biri ölmüştür ve yakınları henüz Müslüman olmadan malına varis olmuşlardır."

Şu halde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) İslâm´dan önce, cereyan eden fiillerini reddetmemeyi prensip kılmak istemiş, vukû bulduğu şekilde icrayı esas almıştır. Nitekim câhiliye devrinin fâsid nikâhlarını reddetmemiş, bu akidlerle hâsıl olan mülkiyeti sahih addetmiştir.

Bu hadis, câhiliye devrinde cereyan eden arâzi ve ev taksimlerinin de muteber addedileceğini, İslâm´dan sonraki taksimatın İslâm´a göre yapılacağını belirtmektedir.[328]



ـ44ـ وعن نافع عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّ عَبْداً لَهُ أبَقَ فَلَحِقَ بِأرْضِ الرُّومِ فَظَهَرَ

عَلَيْهِمْ خَالِدُ بنُ الْوَلِيدِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فَرَدَّهُ إلَيْهِ، وَأنَّ فَرَساً لَهُ غَارَ فَظَهَرُوا عَلَيْهِمْ فَرَدَّهُ إلَيْهِ[. أخرجه البخارى، وهذا لفظه، ومالك وأبو داود.وفي رواية: في الفَرَسِ عَلى عَهْدِ رسولِ اللّه #.وفي رواية في الموطأ: في الْعَبْدِ وَالْفَرَسِ فَرُدَّا عَلَيْهِ، وَذلِكَ قَبْلَ أنْ تُصِيبَهُمَا المقَاسِمُ.وقال أبو داود: في العَبْدِ فَرَدَّهُ عَلَيْهِ رسولُ اللّه # وَلَمْ يُقْسَمْ.ومعنى »غَارَ« أى هرب .



44. (1144)- Nâfi´, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´den anlatıyor: "İbnu Ömer´in bir kölesi kaçarak Rum diyarına geçti. Bilâhare, Hâlid İbnu´l-Velîd (radıyallahu anh) Rumlara galebe çaldı. (Esirler arasında, kaçan bu köle de vardı) Hâlid köleyi İbnu Ömer´e iâde etti. Onun kaybolan bir atı vardı. (Askerler) onu da ele geçirdiler. Hâlid atı da İbnu Ömer´e iâde etti" (Bu rivayetin lâfzı Buhârî´nin rivayetine uygundur.)

Bir rivayette: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında kaçan bir at mevzubahistir."

Muvatta´nın bir rivayetinde, düşman tarafından ganimet edildikten sonra ele geçirilen bir köle ve at mevzubahistir. Bunlar, taksimden önce eski sahibine iâde edilebilirler.

Ebu Dâvud, köleyi mevzubahis eder ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in taksime tâbi tutmadan eski sâhibine iade ettiğini belirtir. [Buhârî, Cihâd 187; Muvattâ, Cihâd 17, (2, 452); Ebu Dâvud, Cihâd 135, (2698, 2699); İbnu Mâce, Cihâd 15, (2748).][329]



[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Cihad
« Posted on: 28 Nisan 2024, 07:23:47 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Cihad rüya tabiri,Cihad mekke canlı, Cihad kabe canlı yayın, Cihad Üç boyutlu kuran oku Cihad kuran ı kerim, Cihad peygamber kıssaları,Cihad ilitam ders soruları, Cihadönlisans arapça,
Logged
31 Mart 2010, 17:26:28
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #26 : 31 Mart 2010, 17:26:28 »

AÇIKLAMA:



1- Bu rivayette, kâfirlerce ele geçirilip ganimet yapılan bir malın tekrar Müslümanlar tarafından yakalandığı görülmektedir. Hatta rivayet, bu malın eski sahibine iade edildiğini ifade etmektedir.

2- İbnu Ömer´in kölesinin Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ den sonra (Yermük Harbi sırasında) kaçtığında ihtilaf yok ise de atının kaçtığı devir ihtilâflıdır. Bazı rivayetlerde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in zamanında kaçıp düşmanın eline geçtiği, tekrar ele geçirilince bizzat Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından İbnu Ömer´e iâde edildiği belirtilir.

3- Düşmanca ganimet edilen bir Müslüman´ın malı ele geçirildiği takdirde eski sahibine mi verilmeli, yoksa diğer ganimet mallarına mı katılmalı? Bu husus münakaşa edilmiştir:

a) İmam Şâfiî ve bir cemaat: Ehl-i harp Müslümanların malından zorla bir şey almış ise, bu ele geçirildiği takdirde, eski sahibi bu malı alma hakkına sâhiptir, hatta taksimden sonra farkına varmış bile olsa, onu alabilir" der.

b) Hz. Ali (radıyallahu anh), Zührî, Amr İbnu Dînâr ve Hasan Basrî´ ye göre böyle bir mal hiçbir zaman eski sâhibine verilemez, artık o ganimet malıdır, ganimette hissesi olanlara taksim edilir.

3) Hz. Ömer, Süleyman İbnu Rebîa, Atâ, Leys, Mâlik, Ahmed ve başkalarından yapılan bir rivayete göre malın sahibi taksimden önce malını görmüşse buna hak sahibidir, taksimden sonra görmüş ise artık hakkını kaybetmiştir.

4- Ebu Hanife ve Sevrî de İmam Mâlik gibi düşünür, ancak bir istisna koyarlar: "Kaçan köleye, eski sahibi, mutlak olarak ehaktır, taksimden önce de sonra da bulsa alır" derler.[330]



ـ45ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]كُنَّا نُصِيبُ في مغَازِينَا الْعَسَلَ وَالْعِنَبَ فَنَأكُلُه وََ نَرْفَعُهُ[. أخرجه البخارى .



45. (1145)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Biz gazvelerimiz sırasında, bal ve kuru üzüm elde ederdik ve bunları (taksim edilmek üzere, diğer ganimet mallarının yanına) kaldırmaz, yerdik." [Buhârî, Humus 20].[331]



AÇIKLAMA:



1- Buhârî bu hadisi, "Harb yerinde ele geçirilen yiyecek maddesi babı" adını verdiği bir babta kaydeder. Maksadı, "yiyecek maddesinin, askerler arasında taksimi vacib midir, yoksa askerler tarafından yenmesi mübah mıdır?" meselesine dikkat çekmektedir. Buhârî, metod olarak, münakaşalı meselelere böyle mübhem başlıklarla dikkat çeker.

Cumhur, yiyecek maddelerinden, taksim yapılmazdan önce almanın caiz olduğuna hükmetmiştir. Her çeşit gıda maddelerinin yenmesi mûtaddır. Hatta hayvan yemi de bu hükme girer. Taksimden önce veya sonra olmuş, imamın izni olmuş olmamış, hüküm aynıdır.

2- Sadedinde olduğumuz rivayet dâru´lharb´de giyecek az olacağı için, zaruret sebebiyle, gıda maddelerinin yenmesinin mubah olduğunu ifade eder. Cumhur, peşin bir zaruret olmasa bile, almayı tecviz etmiştir. Hatta ulemâ, harp halinde, ganimet hayvanlarına binmenin, ganimet giysilerini giymenin, ganimet silahlarını kullanmanın câiz olduğunda ittifak etmiştir. Bu cevazlar, harbin bitimiyle kalkar. Evzâî bu söylenen ruhsatlara imamın iznini şart koşar ve: "Asker, şahsî ihtiyacı biter bitmez ganimete âit at ve silahı derhal imâma teslim eder, harp dışında da kullanmaz, işi bitince teslim için savaşın bitmesini beklemez, tâ ki (elinde iken) bir zarara uğramasınlar" der. Evzâî bu hükümde Ebu Dâvud´da gelen şu hadise dayanır: مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اْŒخِرِ فََ يَأْخُذْ دَابَّةً مِنَ الْمَغْنَمِ فَيَرْكَبُهَا حَتَّى إِذَا اَعْجَفَهَا رَدَّهَا إِلَى الْمَغَانِمِ

"Allah´a ve ahiret gününe inanan, ganimetten bir hayvan alıp, bine bine iyice zayıflattıktan sonra iade etmesin."

Giyecek için aynı şekilde merfu rivayet gelmiştir. İmam Ebu Yusuf bu yasağı, binecek ve giyeceği olanlarla ilgili bulmuştur.

İmam Mâlik, yiyecek almanın mübah olduğu hükmünden hareketle, "hayvan da kesilebilir" demiştir. İmam Şâfiî bunu "zaruret varsa" diye kayıtlar.

3- Hadiste geçen "...kaldırmazdık" tâbirinin, "...biriktirmek üzere kaldırmazdık..", "...ganimet mallarının sorumlusuna, veya "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e götürmezdik" gibi mânalar ifade ettiğine dikkat çekilmiş ve bu ifadenin gerisinde şu cümlenin takdiren varlığı kabul edilmiştir: "... yemek için, daha önceden verilmiş olan izinle iktifa ederek, yeni bir izin taleb etmezdik.[332]"[333]



ـ46ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]أُتِىَ النَّبىُّ # بظَبْيَةٍ)ـ1( فِيها خرَزٌ فَقَسَّمَهَا لِلْحُرَّةِ وَا‘مَةِ. قالتْ وكَانَ يَقْسِمُ لِلْحُرِّ وَالْعَبْدِ[. أخرجه أبو داود.

______________)ـ1( الظبية: جراب صغير عليه شعير. وقيل هي شبه الخريطة والكيس.



46. (1146)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a içerisinde boncuk bulunan bir dağarcık getirildi. Boncukları Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hür ve câriye kadınlar arasında dağıttı." Hz. Aişe devamla der ki: "Babam da (boncuğu) hür- köle ayırımı yapmadan kadınlara dağıtırdı." [Ebu Dâvud, Harâc 14, (1952).][334]

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Mart 2010, 17:27:03
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #27 : 31 Mart 2010, 17:27:03 »

AÇIKLAMA:



1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hakları olduğu için değil, sadece kadınlar tarafından kullanıldığı için boncukları hürköle ayırımı yapmadan kadınlara dağıtmıştır.

2- Hz. Aişe´nin ikinci cümlesinde metinde, أَبِى "babam" kelimesi düşmüştür. Aslında olduğu için tercümeye koyduk. Hz. Aişe´nin, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın boncuklarını hür- ve köle ayrımı yapmadan kadınlara dağıttığını söyledikten sonra: "Babam da hür köle ayrımı yapmadan dağıtırdı" şeklinde, neyi dağıttığını belirtmeyen bir ifâdeye yer vermesi, normalde, zihne boncuk ve benzeri şeyleri dağıttığı fikrini getirmektedir. Ancak, bu ıtlaktan hareketle şöyle anlaşılabileceğine de dikkat çekilmiştir: "Babam da fey´den hürköle herkese dağıtırdı." Aliyyü´l-Kârî bu ifadeyi açık bir şekilde şöyle anlar: "Yani hür ve köle, herkese ihtiyacı kadarını fey´den verirdi." Ancak "köle" ve "cariye"den maksadın âzad edilmiş olanlarla, efendisiyle, hürriyetine kavuşmak üzere, mükâtebe akdi yapmış olanların olduğu, zîra gerçek câriye ve kölelerin mülk edinme yetkilerinin bulunmadığı, nafakalarının da efendilerinin sorumluluğunda olduğu belirtilmiştir.[335]



ـ47ـ وعن المِسْور بن مَخْرَمة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُُما. ]أنَّ عَمْرَو بنَ عَوْفٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ أخْبَرَهُ: أنَّ رسولَ اللّه # بََعَثَ أبَا عُبَيْدَةَ إلى الْبَحْرَيْنِ يأتى بِجِزْيتِهَا فَلَمَّا قَدِمَ بِالمَالِ سَمِعَتِ ا‘نْصَارُ بِقُدومِهِ فَوَافَوْا صََةَ الْفَجْرِ مَعَ رسولِ اللّهِ # فَلَمَّا انْصَرَفَ تَعَرَّضُوا لَهُ فَتَبَسَّمَ ثُمَّ قالَ: أظُنُّكُمْ سَمِعْتُمْ أنَّ أبَا عُبَيْدَةَ قَدِمَ بِشَئ؟ فقَالُوا أجَلْ. فقَالَ: أبْشِرُوا وَأمِّلُوا مَا يَسُرُّكُمْ. فَوَاللّهِ مَا الْفَقْرَ أخْشى عَلَىْكُمْ، وَلكِنْ أخْشى عَلَيْكُمْ

أنْ تُبْسَطَ عَلَيْكُمْ الدُّنْيَا كَما بُسِطَتْ عَلى مَنْ كانَ قَبْلَكُمْ فَتَنَافَسُوا فِيهَا فَتُهْلِكَكُمْ كَمَا أهْلَكَتْهُمْ[. أخرجه الشيخان والترمذى .



47. (1147)- El-Misver İbnu Mahreme (radıyallahu anhümâ)´ye Amr İbnu Avf (radıyallahu anh) şunu anlatmıştır: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ebu Ubeyde (radıyallahu anh)´yi Bahreyn´e, oranın cizyesini getirmek üzere yolladı. Mallarla dönünce Ensâr geldiğini işitti. Sabah namazını Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´le kıldılar. Namaz bitince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın etrafını sardılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tebessüm buyurdular ve:

"Öyle zannediyorum, Ebu Ubeyde´nin birşeyler getirdiğini işittiniz" dedi. Hep birlikte:

"Evet!" dediler. Bunun üzerine şunları söyledi:

"Öyleyse sevinin ve sizi sevindiren şeyi ümid edin. Allah´a yemin olsun, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere dünya genişlemişti de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helak oldular. Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum." [Buharî, Rikâk 7, Cizye 1, Megâzî 11; Müslim, Zühd 6, (2961); Tirmizî, Kıyâmet 29, (2464).][336]



AÇIKLAMA:



1- Bahreyn halkı cizye ödemek üzere Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ile sulh yapmış, başlarına da el-Alâ İbnu´l-Hadramî´yi vali tayin etmişti. Ebu Ubeyde İbnu´l-Cerrâh (radıyallahu anh) ise, rivayetten de anlaşılacağı üzere sadece cizyeyi Medine´ye getirmek üzere gönderilmişti.

2- Hadiste dikkatimizi çeken husus, cemaatin dünya malına heves izhar ettiği bir fırsatta, dünyalığın zararlarına dikkat çekmiş olmasıdır. Daha önce (1128. hadis) açıklandığı üzere, o gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu maldan herkese bol bol verecektir. Ancak, mal ve zenginliğin tehlikesine karşı uyanık olmak gereğini belirttikten sonra...

3- Tîbî der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in: "Sizler için fakirlikten korkmuyorum" diyerek, fakirliği öncelikle zikretmesi, müşfik bir babanın ölüm anında en ziyade çocuğunun maddî durumuna ihtimam göstermesi sebebiyledir. Böylece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ashabına haber vermiştir ki, kendilerine karşı bir baba gibi müşfik olmasına rağmen, mal meselesinde, onlara babanın davranışının aksine bir tavır takınmaktadır. Şöyle ki, kendisi babaların aksine ashabı için fakirlikten korkmuyor, aksine, babaların matlûbu olan zenginlikten korkuyor. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın temennî ettiği fakirlik, sahâbenin içinde bulunduğu mal azlığıdır, mutlak fakirlikdir diyen de olsa da esas olan sahâbenin o sıralardaki hâlidir.

4- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadiste, zenginliğin getireceği zararın, fakirliğin getireceği zarardan fazla olduğuna dikkat çekmektedir. Zîra çoğunlukla, zenginlik âhireti de heba eden zararlar getirmektedir. Zîra kulluktan uzaklaştıran gaflet halleri, sefahetler, kötü alışkanlıklar umumiyetle zenginliğin eseridir. Fakirliğin zararı ekseri durumda dünyaya aittir. Yani ekseriyetle zenginlik dine, fakirlik dünyaya zararlı olmaktadır.

Âlimler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´tan sonra zenginleyen Müslümanların maruz kaldıkları dünyevî ve uhrevî fitneleri görünce, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bu hadisini, istikbali haber veren mühim mucizelerden biri olarak değerlendirmişlerdir.

5- Hadisten çıkarılan bazı hükümler:

1- Dünyanın maddî zenginliklerine kavuşan kimseler, zenginliğin getireceği zararlara karşı uyanık olmalı, tedbirler almalıdır. Dünyevî süslere kapılıp tatmin bulanlar, onların kötü âkibetinden ve getireceği fitnenin şerrinden emniyette olamazlar. Bunu bilmeli, dünyalık için başkalarıyla boğuşmaya yer vermemelidir.

2- Fakirlik, zenginlikten efdaldir, çünkü dünyevî fitne zenginlikle gelir. Zenginlik, nefsi helâke götüren fitneye düşme ihtimalini getirir, bu tehlikeden fakir daha çok emniyettedir.

Şunu bu vesile ile belirtmede fayda var: Bu ve benzeri hadisler zenginliği reddetmez. Zenginliğin getireceği ferahlıklara dikkat çeker. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Veren el alan elden üstündür", "Kuvvetli Müslüman Allah´a daha sevgilidir..." gibi hadisleriyle "veren" ve "kuvvetli" olmayı tavsiye eder. Bu da zenginlikle daha ziyade imkân dahiline girer. Öyle ise, burada esas olan zenginliğin zararına dikkatleri çekmektir.

Elbette zengin ve sefih olmaktansa fakir ve abd olmak daha hayırlıdır. Hem zengin hem abd olmak ise en hayırlıdır.[337]



ـ48ـ وعن ثعلبة بن أبى مالك: ]أنَّ عُمَرَ بن الخطَّابِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: قسََمَ مُُرُوطاً بَيْنَ نِسَاءِ أهْلِ المَدَينَةِ فَبَقِىَ منْهَا مِرْطٌ جَيِّدٌ. فقَالَ لَهُ بَعْضُ مَنْ عِنْدَهُ: يا أمِيرَ المُؤمِنِينَ؟ أعْطِ هذَا ابْنةَ رسولِ اللّه # الَّتِى عِنْدَكَ، يُرِيدُونَ أمَّ كُلْثُومٍ بِنْتَ عَلىٍّ فقَالَ أمُّ سَلِيطٍ أحَقُّ بِهِ فإنَّهَا مِمَّنْ بَايَعَ رسولَ اللّه # وَكَانَتْ تَزْفِرُ لَنَا الْقِرَبَ يَوْمَ أحُدٍ[. أخرجه البخارى.»المِرْطُ« كساء من خزّ أو صوف يُؤتَزَرُ بهِ. وقوله: »تزْفِرُ لنا الْقِرَبَ« أى تخيطها .



48. (1148)- Sa´lebe İbnu Ebî Malik anlatıyor: "Ömer İbnu´l-Hattâb (radıyallahu anh), bir kısım bürgüyü Medineli kadınlar arasında taksim etmişti, geriye güzel bir bürgü kaldı. Yanındakilerden bazıları kendisine: "Ey müminlerin emîri, bunu da senin yanında bulunan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kızına ver" dediler. Bununla, Hz. Ali (radıyallahu anh)´in kızı Ümmü Gülsüm´ü kastediyorlardı. Hz. Ömer onlara:

"Ümmü Selît, buna daha çok hak sâhibidir. Zîra o, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a biat etmişti ve Uhud Savaşı´nda bize kırbalarla su taşıyordu" dedi. [Buhârî, Megâzî 22, Cihâd 66.][338]



AÇIKLAMA:



1- Ümmü Selît, Ebu Saîdi´l-Hudrî´nin annesidir. Ebû Selit ile evli idi. Ancak hicretten önce Ebû Selît´in vefatı üzerine Mâlik İbnu Sinân el-Hudrî ile ikinci evliliğini yapmış ve Ebu Saîd´i dünyaya getirmiştir. Kadın, Hayber ve Huneyn´e de katılmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hakkında: "Uhud´da başımı sağa da sola da çevirsem hep onun, benim için mukâtele ettiğini görüyordum" diyerek kahramanlığını övmüştür (radıyallahu anhâ).

2- Ümmü Gülsüm, Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ)´in zevcesi idi. Annesi, Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)´in muhterem kerimeleri Fâtımatu´z-Zehra (radıyallahu anhâ) olması sebebiyle, "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kızı" diye anılmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sağlığında doğmuş idi ve Fatıma vâlidemizin en küçük kızı idi.[339]



[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Mart 2010, 17:27:39
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #28 : 31 Mart 2010, 17:27:39 »

DÖRDÜNCÜ FASIL

ŞEHİDLER HAKKINDA


ŞEHADET: Dinimizde fevkalâde yüce bir mertebedir. Allah yolunda hayatını feda eden kimseye şehid denir. Böylelerine şehid denmesi ya cennete gideceklerine şehâdet edildiği, yahut vefat anında bir kısım rahmet meleklerinin hazır bulunduğu, yahut da kendisi, Cenab-ı Hakk´ın huzurunda olduğu halde rızıklandırılacağı içindir. Bu hususlarda rivayetler mevcuttur. Söylenenlerdende anlaşılacağı üzre şehid, lügat olarak şâhid yani hazır bulunan mânasına gelir. Kur´ân-ı Kerim, şehidlerin makamının yüceliğini, mükerrer âyetlerde belirtir, "onların diğer ölüler gibi olmayıp diri olduklarını" haber verir ve onlara "ölü!" demememizi emreder (Bakara 154). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da, cennette, sâdece şehidlerin tekrar yeryüzüne geri dönüp, bir kere daha şehid olmayı temenni edeceklerini söyler, kendisi de, peygamberlik gibi yüce bir mertebeye sahip olmasına rağmen tekrar tekrar yeryüzüne gelip şehid olmayı temenni eder.

Fakihler, şehidi üç çeşide ayırır:

1- Hem dünya hem de âhiret itibâriyle şehid olanlar.

2- Sadece dünya ahkâmı itibâriyle şehid olanlar.

3- Sadece âhiret ahkâmı itibâriyle şehid olanlar.

1- Birinci grup şehid, mükellef ve tâhir olduğu halde kendisine vâki bir tecâvüzle haksız olarak zulmen öldürülen ve bundan dolayı vârislerine bir mal verilmesi lâzım gelmeyen herhangi bir Müslümandır. Gayr-ı müslimlerle veya yol kesicilerle harp neticesinde öldürülen ve ölüm sırasında cünüp olmayan âkil, bâliğ bir Müslüman böyle bir şehiddir. Harp sahâsında gözünden kan gelmiş olmak gibi, üzerinde, öldürülme alâmeti olduğu halde ölü bulunan bir Müslüman askeri de böyle bir şehiddir. Keza, malını, ırzını, nefsini, sair Müslümanlar´ı veya Müslümanların himayesindeki gayr-i müslimleri (zımmîleri) müdâfaa ederken, yaralayıcı bir âletle haksız yere derhal öldürülmüş bulunan mükellef, tâhir bir Müslüman da böyle bir şehiddir.

Bu kısım şehidler, şehâdetin zâhirî ve bâtınî şartlarını hâiz hakikî şehiddirler. Bunlardan herbirine şehid-i hükmî denir. İmam-ı Âzam´a göre bunlar, yıkanılmaksızın, sâdece namazları kılınarak defnedilirler. Elbiseleri de çıkarılmaz ve kefenlenmezler. Üzerindeki silahları, kefen için gerekli miktardan ziyade olan kaput, palto gibi fazla elbiseleri alınır, eksikse bir şeyler ilâvesiyle tamamlanır. Diğer üç imama göre, böyle bir şehide namaz da kılınmaz.

2- Kalbinde nifak bulunduğu halde zâhiren Müslüman görünüp, cephede Müslümanların safında savaşırken düşman tarafından öldürülen herhangi bir şahıs dünya ahkâmı itibâriyle hükmen şehid addedilir. Birincide olduğu üzere kendisine aynı şehid muamelesi yapılır. Ancak âhiret ahkâmıyla şehid sayılmaz.

3- Üçüncü gruba, şehid-i kâmilde aranan dünyevî şartlardan bâzıları eksik olup, vefatı âhiret ahkâmı itibâriyle şehâdet sayılan herhangi bir Müslümandır. Meselâ hata yoluyla öldürülüp vârislerine diyet ödenen Müslüman, âhiret itibariyle şehid sayılsa da, dünya ahkâmıyla şehid sayılmaz. Binaenaleyh yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır. Keza meşru şekilde savaşırken, aldığı yaranın te´siriyle hemen ölmeyip ilaç aldıktan, yiyip içip, konuştuktan veya üzerinden bir namaz vakti geçtikten sonra ölen kimse de bu gruba girer. Keza suda boğulan, ateşte yanan, bina altında kalan, veba, tâun, ishal, sıtma zatülcenp hastalıklarından biri ile veya akrep sokması ile, nifas halinde veya gurbet ilinde veya ilim yolunda veya cuma gecesinde vefat eden bir Müslüman şehiddir. Keza sevabını Allah´tan bekleyen bir müezzinin doğru muameleli bir Müslüman tâcirin, âilesinin nafakasını meşru yoldan kazanma neticesinde ölen herhangi bir Müslümanın vefatı da hep bu gruba girer. Bütün bunlara âhiret ahkâmı itibâriyle şehid denir. Bunlar diyanetleri tam idiyseler ahiret itibâriyle hakikî şehid olurlar, ancak kendilerine dünya ahkamı itibâriyle şehid muâmelesi yapılmaz. Diğer Müslümanlara yapılan mutad muâmele yapılır.

Şu halde bu bahis, şehidler hakkında fukahayı, özetle kaydettiğimiz bu hükümleri vermeye sevkeden rivayetlerden bazılarını tesbit etmektedir.[340]



ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه # مَا تَعُدُّونَ الشَّهِيدَ فِيكُمْ؟ قالُوا يَارسُولَ اللّهِ مَنْ قُتِلَ في سَبِيلِ اللّهِ فَهُوَ شَهِيدٌ. قَالَ: إنَّ شُهَدَاءَ أمَّتِى اِذاً لقَلِيلٌ. قَالُوا: فَمَنْ هُمْ يَارسوُلَ اللّهِ؟ قاَلَ

مَنْ قُتِلَ في سَبِيلِ اللّهِ فَهُوَ شَهِيدٌ. وَمَنْ مَاتَ في سَبِيلِ اللّهِ فَهُوَ شَهِيدٌ. وَمَنْ ماتَ في الطَّاعُونِ فَهُوَ شَهِيدٌ. وَمَنْ مَاتَ في البَطْنِ)ـ1( فَهُوَ شَهِيدٌ. والغَرِيقُ شَهِيدُ[. أخرجه مسلم ومالك والترمذى .



1. (1149)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordular:

"İçinizden kime şehid dersiniz?"

"Ey Allah´ın Resûlü, dediler, Allah yolunda öldürülen şehiddir."

"Öyleyse, dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ümmetimin şehidleri azdır."

"Peki, dediler, daha kimler şehiddir, Ey Allah´ın Resûlü?"

"Allah yolunda öldürülen şehiddir. Allah yolunda ölen şehiddir. Tâunda ölen şehiddir. Karnı sebebiyle ölen şehiddir, boğularak ölen şehiddir." [Müslim, İmâret 165, (1915); Muvatta, Salâtu´l-Cemâ´a 6, (1, 131); Tirmizî, Cenâiz 65, (1063).][341]



[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Mart 2010, 17:28:22
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #29 : 31 Mart 2010, 17:28:22 »

AÇIKLAMA:



1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in soru sorması, muhataplarının dikkatini ele alıp, tebliğatta bulunacağı konuya çekmek içindir. Bu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sıkça başvurduğu, ta´limî (didaktik) bir metoddur.

2- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şehidleri sayarken "Allah yolunda öldürülenler" ile "Allah yolunda ölenler"i ayrı ayrı gruplar olarak saymıştır. Zîra "öldürülenler"in içine cephede şehid olanlar girse de, kendisini dine hizmete adamış bu maksatla çalışırken şu veya bu şekilde, şurada veya burada ölenler girmez. Bunları insanlar bilmese de Allah bilir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böylece "Allah yolunda ölenler"i şehid ilân etmekle, şehâdetin çerçevesini fevkalâde genişletmiş, düşmanla savaş hali olmadan bile şehadet gibi fevkalâde genişletmiş, düşmanla savaş hali olmadan bile şehadet gibi fevkalâde yüce bir mertebenin her hal ve şartlarda, her vakitte kazanılma imkânını her Müslümanın önüne koymuş olmaktadır

3- Karnı sebebiyle tâbiri umumiyetle "işkâl" olarak anlaşılmıştır. Ancak karnından zuhûr eden başka çeşit hastalıkların kastedilmiş olması ve hatta nifas halinde, hâmilelik halinde ölen kadınların kastedilmiş olması da mümkündür. Bu sebeple tercümeyi asla uygun olarak "karnı sebebiyle" diye mutlak bir mânada yapmayı uygun gördük.

4- Bu hadiste, âhiret ahkâmı itibâriyle şehid sayılması gerekenlerden birçoğu zikredilmiştir:

a) Allah yolunda ölen,

b) Tâundan ölen,

c) Karnı sebebiyle (ishal, zatülcenb, hamilelik, nifas vs.),

d) Boğularak ölen.Böylece, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), İslâm´ın şehâdet anlayışını "Allah yolunda öldürülme"nin dışına çıkarmış olmaktadır.[342]



ـ2ـ وفي رواية مالك والترمذى. ]قالَ النَّبى #: الشُّهَدَاءُ خَمْسَةٌ، وراد وصَاحِبُ الهَدْمِ)ـ2( شَهِيدٌ.وفي رواية عن جابر: والمَرأةُ تَمُوتُ بِجُمْعٍ.وفي رواية أخرى صحيحة عن ابن عمرو بن العاص: وَمَنْ قُتِلَ دُونَ مَالِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ.يُقالُ »مَاتَتِ المَرأةُ بِجُمْعٍ«. إذَا ماتت وولدها في بطنها .



2. (1150)- İmam Mâlik ve Tirmizî´nin kaydettikleri bir rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmaktadır:"

Şu beş kişi şehiddir, (deyip önceki hadiste geçenleri saydıktan sonra): Yıkıntı altında kalan da şehiddir" diye ilâve etti.

Hz. Câbir (radıyallahu anh)´den gelen bir rivayette: "Karnında çocuğu olduğu halde ölen kadın da şehiddir" buyrulmuştur.

Abdullah İbnu Amr İbnu´l-Âs (radıyallahu anhümâ) tarafından rivayet edilen bir diğer sahih hadiste: "Malını müdâfaa ederken öldürülen şehiddir" buyurulmuştur. [Muvatta, Salâtu´l-Cemâ´a 6, (1, 131); Tirmizî, Cenâiz 65, (1063).][343]



AÇIKLAMA:



Müellif, burada: "İmam Mâlik ve Tirmizî´nin kaydettikleri bir rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmaktadır: "Bu beş kişi şehiddir" diye kaydettikten sonra önceki rivayete atıf yaparak rivayetin aslını vermez, tek madde kaydeder. Biz metni ve tercümeyi kaydetmeyi uygun buluyoruz: الشُّهَدَاءُ خَمْسَةٌ: الْمَطْعُونُ وَالْمَبْطُونُ وَالْغَرِيقُ وَصَاحِبُ الْهَدْمِ وَشَهِيدٌ في سَبِيلِ اللّهِ

"Şu beş kişi şehiddir: "Tâundan ölen, karın hastalığından ölen, boğularak ölen, yıkıntı altında ölen, Allah yolunda şehid olan."[344]



ـ3ـ وعن أم حزام رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: ]قال رسولُ اللّه #: المَائِدُ)ـ3( في البَحْرِ الَّذِى يُصِيبُهُ القَئُ لَهُ أجْرُ شَهِيدٍ، وَالْغَرِيقُ لَهُ أجْرُ شَهِيدَيْنِ[. أخرجه أبو داود .



3. (1151)- Ümmü Harâm (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Deniz tutması sebebiyle (gemide) kusan kimseye şehid sevabı verilir. Boğularak ölene de iki şehid sevabı vardır." [Ebu Dâvud, Cihâd 10, (2493).][345]



AÇIKLAMA:



Hadisi rivayet eden Ümmü Haram Binti Milhân (radıyallahu anhâ), Hz. Enes´in muhterem annesi Ümmü Süleym´in kızkardeşidir. Ashâb´ın büyüklerinden olan Ubâde tu´bnu´s-Sâmit (radıyallahu anh)´in zevcesidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hususî iltifatına mazhar olmuş bahtiyarlardandır. Zîra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) evine girip ziyaretleriyle şereflendirmişler, hanesinde kaylûle denen öğle uykusu kestirmişlerdir. Uykusundan gülerek uyanan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) rüyasında Müslümanların gemilere binip deniz seferlerine çıkacaklarını gördüğünü anlatır. Ümmü Harâm: "Ya Resûlallah (aleyhissalâtu vesselâm), Allah´a dua edin, beni de onlar arasında kılsın" der. Fahr-i Âlem efendimiz:

"Sen onlardansın" tebşir buyururlar.

Ümmü Harâm, bu duayı nebevî bereketiyle Hz. Osman´ın hilâfeti zamanında, Hz. Muâviye (radıyallahu anh)´nin komutasında tertiplenen Kıbrıs Seferi´ne zevcesi Ubâde ile birlikte katılır. Denizi aşıp, adaya çıkarlar. Orada bindiği katır yere atarak ölümüne sebep olur (Sene: Hicrî 27). Bugün kabr-i şerifleri halen Kıbrıs´ta ziyâretgâhtır, Hala Sultan diye meşhurdur.[346]



ـ4ـ وعن سعيد بن زيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّه # يَقُولُ: مَنْ قتِلَ دُونَ مِالِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ، وَمَنْ قُتِلَ دُونَ دِينِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ، وَمَنْ قُتِلَ دُونَ أهْلِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ[. أخرجه أصحاب السنن .



4. (1152)- Said İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı dinledim şöyle buyurdular:"

Kim malını müdafaa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim kanını müdâfaa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim dinini müdâfaa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim ailesini müdâfaa sırasında öldürülürse o da şehiddir." [Tirmizî, Diyât 22, (1418, 1421); Ebu Dâvud, Sünnet 32, (4772); Nesâî, Tahrim 22, (7, 115, 116); İbnu Mâce, Hudud 21, (2580).][347]



AÇIKLAMA:



1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadisleriyle meşru olan nefis müdâfaasını göstermekte ve teşvik etmektedir. Kur´ân-ı Kerim haksız yere cana kıymayı ebedî cehennemi gerektiren bir cinayet olarak tavsif etmekle (Nisa 93) kalmaz, böyle bir cürmü bütün insanları öldürmüş gibi şen´î bir cinayet ilan eder (Mâide 32). Elbette bu gibi âyetler, cana kıyma meselesinde mü´min üzerine korkutucu ve son derece frenleyici tesirler hâsıl eder, hatta birçok fırsatlarda mü´mini öldürmektense ölmeyi tercih yoluna sevkedebilir. Böyle bir durum, vicdanı tefessüh etmiş zâlimleri ehl-i imana karşı daha şirret, daha saldırgan kılacağı açıktır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) malı, canı, âilesi, dini için ölenlerin şehid olacağını tebşir etmekle bu sayılan şeylerin, ucunda ölüm tehlikesi bile olsa müdafaa edilmesine teşvik etmektedir. Dolayısıyla ölüm ihtimalinin mevzubahis olduğu müdafaa eyleminde öldürme ihtimali de mevzubahistir. Nitekim Müslim´de gelen bir Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) rivâyeti bu mevzuda daha sarihtir:

"Bir adam gelerek:

"Ey Allah´ın Resûlü, bir yabancı gelip malımı gasben almak isterse ne yapmamı uygun bulursunuz?" diye sormuştu,

"Malından ona verme!" cevabını aldı. Adam tekrar:

"Ya beni öldürmeye kalkarsa ne yapayım?" diye sordu.

"Sen de onu öldürmeye çalış" dedi. Adam:

"Ya beni öldürürse." deyince:

"Sen şehid olursun!" buyurdu. Adam:

"Ya ben onu öldürürsem?" deyince de:

"O cehenneme gider!" cevabını verdi.

"Ahmed İbnu Hanbel´in bir rivayetinde benzer bir suâle Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): اُنْشُدِ اللّهَ "Allah´ın adını ver" diye tavsiye eder.

"Söz anlamazlarsa?" deyince tekrar "Allah´ın adını ver!" der.

"Yine de laf anlamazsa?" deyince:

"O zaman mukâtele et, öldürülürsen cennettesin, öldürürsen ateştedir!" cevabını verir.

Meşru müdâfaa sırasında öldürene kısas, diyet gibi herhangi bir cezanın gerekmeyeceği muhtelif rivayetlerde gelmiştir.

Cumhûr-u ulemâ, hadis mutlak geldiği için, "müdâfaası yapılacak malın azlığına çokluğuna, bakılmaz" diye hükmeder. İbnu´l-Mübârek "İki dirhemlik mal için bile yapılacak müdâfaa meşrudur" demiştir, yeter ki haksız olarak alınmış olsun. Bazıları az bile olsa malın müdâfaa edilmesini "vacib" görürken, Mâlikîlerden bazıları: "Az bir şey için câiz değil" demiştir.

2- Alimler, nasslar açısından, "az şey sebebiyle katl câiz değil" diyene hak verememişlerse de mal müdâfaasında, malı kurtaracak tedbirlerin en hafifinden işe başlayıp, son noktada katle tevessül etmenin uygun olacağını belirtirler. Yani öldürmeden, saldırganı defetme yolları, çâreleri varken hemen öldürmeye başvurulmamalıdır. Nitekim "mukâteleyi tecviz eden rivâyet" de bu mânayı te´yid eder.

Ahmed İbnu Hanbel´den kaydettiğimiz rivayetteki "Allah´ın adını ver!" demesi ve bunu birkaç kere tekrar etmiş olması da bu görüş sahiplerinin delillerinden birini teşkil etmiştir.

Şâfiî hazretlerinden yapılan rivayete göre: "Kim malı veya nefsi veya harimi sebebiyle saldırıya uğrarsa, onun mukâtele hakkı vardır, öldürdüğü takdirde bedel, diyet, kefaret, vs. herhangi bir ceza gerekmez."

3- İki istisna:

1) Şunu da belirtelim ki, âlimler Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ tan gelen birçok rivayete dayanarak, bu meselede "sultan"ı istisna ederler. Yani zulüm sultandan geldiği takdirde, ona sabredilmesi, isyan edilmemesi hususunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın çok sayıda tavsiyelerini nanzar-ı dikkate alan âlimler, sultana karşı gelmeye fetva vermezler. İbnu´l-Münzir bu husustaki icmâdan bile bahseder.

2- Fitne zamanında müdâfa-i nefsi terketmek evlâdır. Yani, dâhilî kargaşa çıktığı zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ısrarla fitneye bulaşmamayı, imkân nisbetinde ondan kaçmayı tavsiye eder. Öyle ki, ölmek veya öldürülmekten birini tercih gibi kritik bir durumda kalındığı takdirde, Hz. Âdem´in iki oğlundan hayırlısı (Hâbil) olmayı tavsiye eder. Bilindiği üzere, fitnede alınacak tavrın en güzel örneğini Kur´an-ı Kerim Hâbil-Kâbil kı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 3 4 5 [6] 7   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes