> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Hadis Eserleri > Kütübü Sitte > Cihad
Sayfa: [1] 2 3 4 ... 7   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Cihad  (Okunma Sayısı 5564 defa)
31 Mart 2010, 11:43:55
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 31 Mart 2010, 11:43:55 »



Cihad

CİHAD BÖLÜMÜ
BİRİNCİ BAB
CİHADIN FAZİLETİ
BİRİNCİ FASIL
CİHAD VE MÜCAHİDLERİN FAZİLETİ
İKİNCİ FASIL
ŞEHADET VE ŞEHİDİN FAZİLETİ
İKİNCİ BAB
CİHAD VE CİHADA MÜTEALLİK MESELELER
BİRİNCİ FASIL
CİHADIN VACİB OLUŞU VE CİHADA TEŞVİK EDEN HADÎSLER
1- ULÜ´L-EMRE İTAAT:
İTAATLE İLGİLİ BAZI MESELELER
KUR´AN-I KERİM VE İTAAT
2- FASIK İMAMIN ARKASINDA NAMAZ.
İKİNCİ FASIL.
CİHAD´IN ÂDABI
ÜÇÜNCÜ FASIL
CİHADA NİYETTE SIDK VE İHLÂS
DÖRDÜNCÜ FASIL
KITÂL VE GAZVE AHKÂMI
BEŞİNCİ FASIL
CİHADA MÜTEALLİK SEBEPLER
ÜÇÜNCÜ BAB
CİHADLA İLGİLİ TEFERRUAT
BİRİNCİ FASIL
EMAN VE SULH
İKİNCİ FASIL
CİZYE VE CİZYE İLE İLGİLİ HÜKÜMLER
ÜÇÜNCÜ FASIL.
GANİMETLER VE FEY
GANİMET
FEY
DÖRDÜNCÜ FASIL
ŞEHİDLER HAKKINDA.

CİHAD BÖLÜMÜ
Bu bölümde üç bab vardır.
BİRİNCİ BAB
CİHADIN FAZİLETİ
BİRİNCİ FASIL
CİHAD VE MÜCAHİDLERİN FAZİLETİ
İKİNCİ FASIL
ŞEHADET VE ŞEHİDİN FAZİLETİ
İKİNCİ BAB
CİHAD VE CİHADA MÜTEALLİK MESELELER
BİRİNCİ FASIL
CİHADIN VACİB OLUŞU VE CİHADA TEŞVİK
İKİNCİ FASIL
CİHADIN ÂDÂBI
ÜÇÜNCÜ FASIL
CİHADA NİYETTE SIDK VE İHLAS
DÖRDÜNCÜ FASIL
KITAL VE GAZVENİN AHKÂMI
BEŞİNCİ FASIL
CİHADA MÜTEALLİK MESELELER
ÜÇÜNCÜ BAB
CİHADLA İLGİLİ BAZI TEFERRUAT MEVZULARI




[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Cihad
« Posted on: 26 Nisan 2024, 16:09:43 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Cihad rüya tabiri,Cihad mekke canlı, Cihad kabe canlı yayın, Cihad Üç boyutlu kuran oku Cihad kuran ı kerim, Cihad peygamber kıssaları,Cihad ilitam ders soruları, Cihadönlisans arapça,
Logged
31 Mart 2010, 11:44:39
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #1 : 31 Mart 2010, 11:44:39 »

BİRİNCİ FASIL
CİHAD VE MÜCAHİDLERİN FAZİLETİ

ـ1ـ عن عثمان رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّه # يَقُولُ: رِبَاطُ يَوْمٍ في سَبِيلِ اللّهِ خَيْرٌ مِنْ ألْفِ يَوْمٍ فيمَا سِوَاهُ مِنَ المَنَازِلِ[. أخرجه الترمذى والنسائى .



1. (986)- Hz. Osman (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı dinledim şöyle diyordu:

"Allah yolunda bir günlük ribât, diğer menzillerde (Allah yolunda geçirilen) bin günden daha hayırlıdır." [Tirmizî, Fedâilu´l-Cihâd 26; (1667, 1664, 1665); Buharî, Cihâd 73; Müslim, İmaret 163; İbnu Mâce, Cihâd 7, Nesaî, Cihâd 39, 6, 39).[1]



AÇIKLAMA:



Ribât, lügat olarak "bağlamak" mânasına gelen bir asıldan gelir. Değişik mânalarda kullanılmıştır. Yerine göre at bağlamaya yarayan ipe dendiği gibi ata da denir. Hadislerde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in hayır amellere ve ibadetlere devam etmeyi de bu kelimeyle ifâde ettiği görülür.

İbnu´l-Esir, Nihâye´de asıl ribâtın savaşta, cihad hâli üzere düşman karşısında ikâmet olduğunu belirtir. Sonradan, bu kelime daha ziyade hudud muhafızları için kullanılmıştır.

Şu halde hadis, Allah için cihad etmek maksadıyla harp sırasında düşman karşısında ikamet etme mânasındaki "ribât"ı kastedmektedir. Bu fiilen hududda olabileceği gibi, emir ve silah altında beklemek suretiyle her yerde olabilir. Şerh kitaplarımızın te´lif edildiği devirlerde düşmana karşı tehlikeli bekleyişler sınır bölgesinde olduğu için, ribatın târifinde umumiyetle "hudud" kaydına rastlanmaktadır. Ancak zamanımızın askerlik şartlarında hududla, hudud gerisi arasında çok fazla fark kalmamıştır. Bu sebeple Nihâye´nin yukarıda kaydettiğimiz tarifi, hadisin ruhuna ve günümüz realitesine daha muvafıktır.

Hadisin, askere vâdettiği büyük mükâfaatın mühim bir şartla kayıtlı olduğunu belirtmemiz lâzım: "Allah yolunda cihad için." Allah için olmayan bütün "bekleyişler" boşadır, cephede ölmeler de.[2]



ـ2ـ وعن فضالة بن عبيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: كُلُّ مَيْتٍ يُخْتَمُ عَلى عَمَلِهِ إَّ المُرَابِطَ في سَبيلِ اللّهِ فَإنَّهُ يُنْمى لَهُ عَمَلُهُ إلى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَيُؤَمَّنُ مِنْ فِتْنَةِ الْقَبْرِ[. أخرجه أبو داود والترمذى .



2. (987)- Fadâle İbnu Ubeyd (radıyalahu anh) anlatıyor: "Her ölenin ameline son verilir, ancak Allah yolunda ölen murâbıt müstesna. Çünkü onun ameli kıyamet gününe kadar artırılır. Ayrıca o, kabir azabına da uğratılmaz." [Tirmizî, Fedâilu´l-Cihad 2,(1621); Ebu Dâvud, Cihâd 16, (2500).][3]



AÇIKLAMA:



Cenab-ı Hakk, kişinin sevabını sağlığında yapacağı amele bağlamıştır. Ölümle amel defteri kapanır. Hayatı esnasında ne miktar hayır ve sevab kazanabilmişse artık onunla kalır ve artış olmaz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu duruma bazı istisnaların olduğunu belirtmiştir: İstifade edilen ilim, hayırlı evlât ve sadaka-i câriye gibi. Sadedinde olduğumuz hadis, Allah yolunda şehid düşenlerin de amel defterinin açık kaldığını, dini ve din kardeşlerinin hürriyeti için, Allah´ın rızasını düşünerek savaşırken hayatını kaybedene, fedâkarlığının mükâfaatı olarak, defterine devamlı sevap yazılıp, ebedî hayattaki derecesinin yüceltildiğini haber vermektedir. Hadis, ayrıca şühedanın kabir azabından emin olacağını da müjdelemektedir.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) başka hadislerde, öldükten sonra defteri açık kalacak kimseleri belirtirken, şehidleri zikretmez. "Bu durum, denmiştir, belki de bunların kabir azabı görmeme imtiyazlarından ileri gelir." Şehidler amel defterlerinin açık kalmasına ilave olarak kabir azabından da beri kılınmışlardır. Bu sebeple, bunlar ayrı bir grup teşkil etmektedirler, müstakillen zikirleri evladır; demektir.[4]



ـ3ـ وفي رواية الترمذى. قال: ]قال رسولُ اللّه #: المُجَاهِدُ مَنْ جَاهَدَ نَفْسَهُ[.قوله: »ينمى« أى يزاد ويكثُرُ.



3. (988)- Tirmizî´nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Gerçek mücâhid, nefsiyle cihad edendir." [Fedâilu´l-Cihad 2, (1621).][5]



AÇIKLAMA:



Resûlullah, bu ifadeleriyle kıymeti son derece yüceltilen "cihad"ı, düşmanla savaş olmadığı için yapamayanlara, daha verimli bir ufuk açmaktadır: Nefsiyle, yani kötülükleri emreden nefsi ile (ayet-i kerimenin ifadesiyle ennefsü´l-emmâre bissû) mücadele. Bu cihad aslında, düşmanla yapılan cihaddan daha zordur. Kişi, nefsinin, kötülüğe, tembelliğe, hevesâta olan meyillerini kırarak, hakka, ubudiyete, insanoğlunda mevcut hayırlı kaabiliyetlerin inkişafına sevkedebilse imanın gerçek büyüklüğü ortaya çıkar. Bunu yapabilen insanlar nâdirdir. Resûlullah bu hakikate binâen nefis kavgası verene "gerçek mücahid" demiştir.

Nefisle yapılan mücadelenin de Allah nezdinde makbul olması için, bunun da "Allah için" yapılması icab etmektedir. Hadisin bir tarîkinde "Hakiki mücahid, Allah (rızası) için nefsiyle cihâd edendir" buyrulmuştur.[6]



ـ4ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال: رسولُ اللّه #: لَغَدْوَةٌ في سَبِيلِ اللّهِ أوْ رَوْحةٌ خَيْرٌ مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا[. أخرجه الشيخان والترمذى .



4. (989)- Hz. Enes (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Öğleden evvel veya öğleden sonra bir kerecik Allah yolunda yola çıkış, dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır." [Buharî, Cihad 5, 6, 73, Rikak 2, 51; Müslim, İmâret 112-115, (1880); Tirmizî, Fedâilu´l-Cihâd 17, (1648, 1649, 1651); Nesâî, Cihâd 11, 12,(6,15); İbnu Mâce, Cihad 2,(2755-2757).][7]



AÇIKLAMA:



Bu hadis farklı tariklerden gelmiştir. Hadiste geçen gadve gündüzün bidayetinden öğle vaktine kadar evden çıkmayı ifade eder. Rahve de öğle vaktinden, güneşin batımına kadar ki zaman içinde evden çıkmayı ifade eder. Öyleyse, gündüzün hangi saatinde olursa olsun, Allah´ın rızasını güden bir çıkış dünya ve içindekilerden daha hayırlı olmaktadır. Hadisin Tirmizî´de gelen bir vechinde şu ziyade vardır: "...Cennette bir kamçı koyacak kadar bir yer dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır."

Hadisin açıklamasında İbnu Dakîki´l-Îd der ki: "İki ayrı te´vil muhtemeldir:

1-) Bu hadis, gaybî hakikatı, insanların vicdanında anlaşılır hale getirmek için, "görülen şeylerle (mahsus)" ifade etmiştir. Zira dünya, vicdanlarda hissedilen ve çokca büyütülen maddî bir varlıktır. Hadis, basit gibi gözüken bir amelin sevabını bu muazzam görünen dünya ile karşılaştırıp, dünyadan daha büyük olduğunu belirtmektedir. Halbuki, şurası herkesce bilinir ki, dünya cennetin tek bir zerresine müsâvi olamaz.

2-) Hadisten maksad: "Allah yolunda yapılacak bu kadarcık bir amelin sevabı, farz-ı muhal dünyanın tamamına sahip olup, hepsini ibadet yolunda harcayacak kimsenin elde edeceği sevaptan daha üstündür" demektir

.İbnu Hacer, bu ikinci mânayı, İbnu´l-Mübârek tarafından Kitâbu´l-Cihâd´da kaydedilen şu mürsel rivayetin te´yid ettiğini belirtir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) aralarında Abdullah İbnu Revâha´nın da bulunduğu bir orduyu yola çıkarmıştı. Ancak Abdullah İbnu Revâha, Hz. Peygamer´le birlikte namaza katılmak için ordudan geri kaldı. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine şunu söyledi: "Nefsim elinde olan Zat´a yemin olsun ki: Yeryüzünde olanların tamamını infak etsen yine de onların bu gidişinden elde ettikleri sevaba ulaşamazsın."

Hülâsa, bu hadisten maksad, dünya işlerinin basitliğini, ahiret işlerinin büyüklüğünü belirtmektedir. Gerçek de budur, zira cennetten, kamçı konabilecek kadar bir parça kazanabilen, bütün dünyayı kazanmış olmaktan daha büyük bir iş gerçekleştirmiş olursa, oradan yüce makamlar kazanabilen ne yapmış olur!

Buradaki nükte açıktır: Herhangi bir dünyalığa olan meyil sebebiyle cihaddan geri kalan kimseye deniyor ki: Sen öylesine değersiz bir şey yüzünden öyle değerli bir şey kaybediyorsun ki, bu, akla vicdana sığmaz. Kocaman dünya, içinde bulunan bütün servetiyle, cennetten kazanılacak kadar yere değmezken sen dünyanın basit bir şeyi için cenneti kaybediyorsun.

Evet cennetin ebede bakan kamçı kadar bir yeri, kıymetçe, fâni olan sadece bizim dünyamızdan değil, daha nice fani dünyalardan daha üstündür. Çünkü ebedî akan bir çeşme, ne kadar büyük de olsa sabit kalan bir deryadan daha zengindir.[8]



ـ5ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: مَنْ قَاتَلَ في سَبِيلِ اللّهِ فُوَاقَ نَاقَةٍ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللّهِ

هِىَ الْعُلْيَا وَجَبَتْ لَهُ الجَنَّةُ[. أخرجه الترمذى.»وَفُوَاقُ النَّاقَةِ« قدر ما بين الحَلْبتين من استراحة .



5. (990)- Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"(Müslüman erkeklerden) kim, Allah yolunda, ilâyı kelimetullah için, devenin iki sağımı arasında geçen müddet kadar savaşacak olsa cennet kendisine vacib olur." [Tirmizî, Fedâilu´l-Cihâd 21, (1657); Ebu Dâvud, Cihâd 42, (2541); Nesâî,Cihâd 25, (6, 26); İbnu Mace, Cihâd 15, (2792).][9]


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Mart 2010, 11:45:14
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #2 : 31 Mart 2010, 11:45:14 »

AÇIKLAMA:



1- Bu hadisi Teysir, Ebu Hüreyre hadisi olarak gösterdiği halde, gerek Tirmizî´de ve gerek diğer kaynaklarda Muâz İbnu Cebel hadisi olarak kaydedilmiştir. Teysir´in bir hatası olsa gerektir.

2- Hadisin Tirmizî´deki aslında "Müslüman erkeklerden" kaydı var, bu kayıd diğerlerinde yok. Hadisin farklı vecihlerinde bazı ziyadeler de var.[10]



ـ6ـ وعن معاذ بن جبل رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]مَنْ سَألَ الْقَتْلَ في سَبِيلِ اللّهِ تَعَالى صَادِقاً مِنْ نَفْسِهِ ثُمَّ مَاتَ أوْ قُتِلَ كَانَ لَهُ أجْرُ شَهِيدٍ، وَمَنْ جُرِحَ جَرْحاً في سَبيلِ اللّهِ أوْ نُكِبَ نَكْبَةً في سَبيلِ اللّهِ فَإنَّها تَجِئُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَأغْزَرِ مَا كَانَتْ، لَوْنُهَا كَلَوْنِ الزَّعْفَرَانِ، وَرِيحُهَا رِيحُ المِسْكِ، وَمَنْ خَرَجَ بِهِ خُرَاجٌ في سَبِيلِ اللّهِ تَعالى فَإنَّ عَلَيْهِ طَابَعَ الشُّهَدَاءِ[. أخرجه أصحاب السنن .



6. (991)- Muâz İbnu Cebel (radıyalahu anh) anlatıyor: "İçinden samimi şekilde Allah yolunda cihâd yapmayı temenni eden bir kimse, bilâhare ölse de, öldürülse de şehid sevabı kazanır. Kim de Allah yolunda yara alsa veya Allah yolunda -düşmanın sebep olmadığı- bir musibetle bile yaralansa bu yara, kıyamet günü, en büyük hâli içinde rengi zaferân renginde, kokusu da misk kokusunda olarak gelir. Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan, iltihab gibi bir yara açılacak olsa bu da onun için şehidlik mührü olur." [Tirmizî, Fedâilu´l-Cihâd 21, (1657); Ebu Dâvud, Cihâd 42, (2541); Nesâî, Cihâd 25, (6, 26).][11]



AÇIKLAMA:



Bu rivayet, Tirmizî, Ebu Dâvud ve Nesâî´de, bir önceki hadisin devamı olarak kaydedilmektedir. Hadis, samimi bir niyetle cihad sevabının kazanılabileceğini müjdeler. Allah için cihad etme arzusunu, samimiyetle her an içinde canlı tutup, âdeta cihâda davetiye veya bu maksadla açılan bir sancak bekleyen böyle bir hâlet-i ruhiye ile hayatını devam ettiren bir kimse, istirahat döşeğinde ölse bile şehid sevabı alacaktır. Hadiste "samimiyet"ten başka kayıt olmamakla birlikte, bu samimiyetin isbatı olarak, İslâmiyet´i elinden geldikçe yaşamak gereğinden söz edilebilir, diye düşünüyoruz.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Allah yoluna çıkınca, düşmanın veya herhangi bir musibet veya kazananın darbesiyle alınan yaraların, kıyamet günü bir şehâdet madalyası gibi en haşmetli görünüm içinde, en güzel kokular saçtığı halde şehidi tezyin edeceğini, Allah yolundayken şu veya bu hastalık sebebiyle açılan yara ve iltihabların da bir nevi şehidlik mühürü olacağını müjdeliyor.

O yolda olmayı, niyeten de olsa Allah, cümlemize müyesser eylesin. Âmin![12]



ـ7ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]قال رسولُ اللّه #: مَا مِنْ مَكْلُومٍ يُكْلَمُ في سَبِيلِ اللّهِ إَّ جَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَكَلْمُهُ يَدْمِى، اللَّوْنُ لَوْنُ الدَّمِ وَالرِّيحُ رِيحُ الْمِسْكِ[. أخرجه الستة إ أبا داود .



7. (992)- Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah yolunda yaralanan hiçbir yaralı yoktur ki, kıyâmet günü, yarası kanıyor olarak gelmiş olmasın, bu kanın rengi kan renginde, kokusu da misk kokusundadır." [Buharî, Cihâd 10, Zebâih 31; Müslim, İmâret 103; Tirmizî, Fedâilu´l-Cihâd 21, (1656); Nesâî, Cenâiz 82, (4, 78), Cihâd 27, (6,28); Muvatta, Cihâd 29, (2, 461).][13]



ـ8ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: تَضَمَّنَ اللّهُ تعالى لِمَنْ خَرَجَ في سَبِيلِ اللّهِ

َ يُخْرِجُهُ إَّ جِهَادٌ في سَبِيلى وَإيمَانٌ بِى وَتَصْدِيقٌ بِرُسُلِى فَهُوَ عَلىَّ ضَامِنٌ أنْ أدْخِلَهُ الْجَنَّةَ أوْ أُرْجِعَهُ إلى مَسْكَنِهِ الَّذِي خَرَجَ مِنْهُ نَائً ما نَالَ مِنْ أجْرٍ أوْ غَنِيمَةٍ. وَالَّّذِى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ مَامِنْ كَلْمٍ يُكْلَمُ في سَبِيلِ اللّهِ إّ جَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَهَيْئَتِهِ يَوْمَ كُلِمَ، لَوْنُهُ لَوْنُ دَمٍ وَرِيحُهُ رِيحُ مِسْكٍ، وَالَّذِى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَوَْ أنْ أشُقَّ عَلى الْمُسْلِمِينَ مَا قَعَدْتُ خَِفَ سَرِيَّةٍ تَغْزُو في سَبِيلِ اللّهِ عَزَّ وَجَلَّ أبَداً. وَلكِنْ َ أجِدُ سَعَةً فَأحْمِلُهُمْ، وََ يَجِدُونَ سَعَةً فَيَتْبَعُونِى وَيَشُقُّ عَلَيْهِمْ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنِّى وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَوَدِدْتُ أنِّى أغْزُو في سَبيلِ اللّهِ فَأقْتُلُ، ثُمَّ أغْزُو، فأقْتَلُ، ثُمَّ أغْزُو فَأُقْتَلُ[. أخرجه الثثة والنسائى.»وَالْكَلْمُ« الجرح. و»وَالْمَكْلُومُ« المجروح .



8. (993)- Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Allah Teâla Hazretleri, Allah rızası için yola çıkan kimse hakkında: "Bu kulum, benim yolumda cihad etmek üzere bana inanarak peygamberlerimi tasdik ederek yola çıkmıştır, artık onu ya cennetime koymak yahut da ücret veya ganimet elde etmiş olarak, çıkmış olduğu meskenine geri çevirmek hususunda garanti veriyorum" diyerek te´minat verir.

Muhammed´in nefsini kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl´e yemin olsun ki, Allah yolunda yaralanmış hiçbir yaralı yoktur ki, kıyamet günü, yaralandığı ilk günkü manzarasıyla gelmiş olmasın: (Yarası taze) kan renginde, kokusu da misk kokusunda olarak.

Muhammed´in nefsini kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl´e yemin ediyorum ki, Müslümanlar´a meşakkat vermeyecek olsam, Allah yolunda gazveye çıkan hiçbir seriyyeden asla geri kalmazdım. Ancak onları hayvana bindirecek imkân bulamıyorum. Onlar da beni tâkibe imkân bulamıyorlar. Benden geri kalmak da onlara zor geliyor.

Muhammed´in nefsi kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl´e kasem olsun, Allah yolunda gazaya çıkıp öldürülmeyi, sonra tekrar hayat bulup gazada tekrar öldürülmeyi, sonra tekrar gazaya çıkıp öldürülmeyi ne kadar isterim!" [Buharî,İman 25, Cihâd 2, 119, Hums 8, Tevhid 28, 30; Müslim, İmâret 103-107, (1876), (8, 119); Muvatta, Cihâd 2, (2, 444), 40, (2, 465); Nesâî, Cihâd 14,(6, 16), İman 24.][14]



AÇIKLAMA:



1- Bu rivayet, yukarıda verilen kaynaklarda farklı şekillerde gelmiştir. Hadisin, asıl mahreci Ebu Hüreyre olduğu halde, ondan rivayet eden tarikler de çoğalmıştır. Hadis, bazı vecihlerinde yukarıda kaydedilen şekilde yekpare geldiği halde, bazı vecihlerinde her paragraf müstakil bir hadis olarak, takti´ şeklinde rivayet edilmiştir. Bazılarında تَضَمَّنَ اللّهُ diye başlarken, bazılarında تَوَكَّلَ اللّهُ diye bazılarında da إنْتَدَبَ اللّهُ diye başlar. Mânada ciddi bir değişiklik mevzubahis değildir. Aynı muhtevalı bazı rivayetler -hadis-i kudsî üslubunda olmak üzere- İbnu Ömer ve Ubâde İbnu´s-Sâmit (radıyallahu anhüm) tarafından da rivayet edilmiştir.

2- Âlimler, şehidi "cennete koyma" garantisinden iki mâna çıkarırlar:

a) Suale, hesaba tâbi tutmadan cennete koymak,

b) Öldüğü ân -kabir hayatının şartlarına hiç mâruz kalmadan, kıyameti beklemeden- cennete koymak. İki ihtimali te´yid eden deliller zikredilmiştir.

3- Sağ sâlim geri dönen gâzi için Allah´ın garanti ettiği "ücret ve ganimet"ten maksad nedir? Gerçi ganimetten maksad açıktır: Savaşta düşmandan ele geçirilen maddî varlıklar... (para, silah, hayvan, giyecek v.s.)

Fakat ücret kelimesi farklı anlamalara imkân tanımıştır:

a) Ganimet dışında ganimetle birlikte ödenen maddî bir ücret,

b) Ganimet olmadığı takdirde ödenen bir ücret,

c) Uhrevî ücret, Allah´ın garantisine rağmen maddî ücret olmadan memleketine dönen gazilerin varlığı hadiste işkâl ortaya çıkarmıştır. Bu işkâl, "ücretin uhrevî olacağı" mânası ile kaldırılmıştır. Nitekim Müslim´ de rivayet edilen bir hadis bu anlamayı te´yid eder:

مَا مِنْ غَازِيَةٍ تَغْزُو فِى سَبِيلِ اللّهِ فَيُصِيبُونَ الغَنِيمَةَ اَِّ تَعَجَّلُوا ثُلثَىْ اَجْرِهِمْ مِنَ اŒخِرَةِ وَيَبْقى لَهُمْ ثُلُثٌ فإنْ لَمْ يُصِيبُوا غَنِيمَةً تَمَّ لهم اَجْرُهُمْ

"Allah yolunda gaza yapanlar, ganimet elde ederlerse, âhirette alacakları "ücret"lerinin üçte ikisini peşinen almış olurlar, üçte biri de âhirete kalır. Herhangi bir ganimet elde etmezlerse ahirette tam "ücret" alırlar."

4) Hatıra gelen bir sorunun daha izahını belirtmek gerek: Sadedinde olduğumuz hadisin bazı vecihlerinde evine sağ dönen gaziye hem "ücret" ve hem de "ganimet" garantisi ifade edildiği görülmektedir. Fiiliyatta böyle olmamıştır? Âlimler hadisin farklı vecihlerinde bu mânanın olmadığını belirtirler. Yani bir çok vecihlerinde "veya" denmektedir ve bunun esas alınması daha muvafıktır. Nitekim Teysir´de böyle bir vecih esas alınmış ve tercümemiz de bu mânaya göre yapılmıştır. Böyle olunca, hiçbir maddî kazanç elde etmeden evine dönen gazi Cenab-ı Hakk´ın "uhrevî ücret" garantisine mazhardır.

5- Kıyamet günü, şehidin, şehâdet şerbetini içtiği andaki hey´etiyle, yani aldığı yaralardan kanları kıpkızıl rengiyle tâze akıyor ve elbiseleri de kanlı olarak dirilmesi, onun şehid olarak öldüğüne alâmet olması içindir. Çünkü Allah yolunda şehâdet, kıyamet gününün peygamberlikten sonra gelen en yüce makamı ve rütbesidir. Şu halde bu yüce rütbeye alem ve nişan olan kan lekesi, büyük bir şerefin madalyası hükmündedir.

6- Cihad, şehid bahisleri açıldığı zaman şu hususun iyi bilinmesi gerekir: Gerçek cihad Allah rızası için yapılan cihaddır. Bu cihadda ölen şehiddir. Bu sebeple, sadedinde olduğumuz hadis metninde "Allah yolunda" kaydı, açık şekilde ifade edilmiştir. Hadisin bazı vecihlerinde "Allah yolunda"

dendikten sonra, bir ara cümlesi ile وَاللّهُ اَعْلَمُ بِمَنْ يُجَاهِدُ فِى سَبِيلِهِ "Allah, kimin kendi yolunda cihad ettiğini iyi bilir" diye bu kayıt kuvvetlendirilir. Öyleyse, sırf ganimet için, şeref için, rütbe, terfi elde etmek, istilâ etmek, sömürge kurmak gibi maksadlarla yapılan savaş cihad olmadığı gibi, meşru gayelerle açılmış bir savaş bile olsa, savaşan asker niyyetini, ferdî olarak hâlis yapmazsa, o da şehâdet elde edemez. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hususu pek çok hadislerinde belirtir. Bunlardan bazıları müteâkiben gelecek.

7- Bu hadis, ne kadar, ihtiva ettiği hükmü...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Mart 2010, 11:45:54
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #3 : 31 Mart 2010, 11:45:54 »

AÇIKLAMA:



1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde, Allah yolunda cihadın değerini ve mücahidin elde edeceği derecenin üstünlüğünü bir başka üslupla dile getirmektedir. Âlimler, bu hadiste ifade edilen hükmü şu mealdeki âyetle te´yid ederler:

"Ey insanlar, sizi can yakıcı bir azabtan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah´a ve peygamberlerine inanırsınız. Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad edersiniz, bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur. Böyle yaparsanız, Allah günahlarınızı bağışlar, sizi içlerinde ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük kurtuluş budur" (Saff, 10-12).

2- Hadisin bir vechinde, "makamca insanların en hayırlısı"; bir diğer vechinde: "İnsanların imanca en mükemmeli" denmektedir. Şu halde, Allah yolunda malı ve canı ile cihad, bu mânaların hepsini ifade etmektedir. Kişi imanca üstündür, en faziletli ameli yapmaktadır, en yüce makamı elde edecektir.

Cihadın farz olarak terettüp ettiği bir anda ondan kaçmak herhalde iman eksikliğinin ifadesidir.

3- Âlimler şu noktayı da belirtir: Bu hadis diğer farz ve vacibleri ihmal ederek, sırf cihada atılan kişiyi kasdetmiyor. Diğer farz ve vaciblerini de yerine getirerek cihad yapan kimse bu hadiste zikredilen mücahiddir, bu takdirde nefsini de, malını da gerçek mânada Allah yoluna bezletmiş (koymuş) olur.

Cihad yapıyorum diye, sözgelimi, namazını ihmal edecek bir mücahidin hasbiliğini, ihlâsını izah etmek zordur. Cephede muharebe sırasında kılınacak namaza (Bakara 239) ve hatta bu vaziyette cemaatle kılınacak olanına bile yer verip teşvik eden ve Kitab-ı Mübin´inde bununla ilgili teferruat için âyetler tahsis eden (Nisa 102) Cenab-ı Hakk´a karşı, cihad ediyorum diye namazı terketmek her şeyden önce kulluk edebine yakışmaz. Kul, Rabbine karşı her an ve her halinde mahviyet, tezellül, samimi niyaz ve iltica içinde olmalıdır, edeb bunu gerektirir. Hal böyle iken namaz, oruç, istiğfar, kebâirden kaçınma.. gibi vecibelerini, "en büyük amel olan cihadı yapıyorum" diye ihmal etmek duadan da´vaya, niyazdan nâza geçmek olur, samimi hâleti soğuk hevayla tebdil olur.

4- Hadisin ikinci kısmında, mücahidden sonra gelen ikinci derecede makbul Müslüman tanıtılmaktadır: "Tenhaya çekilip, Allah´a ibadetini yapan kimse." Tenha kelimesini "kuytu", "köşe" "münzevihâne" gibi kelimelerle ifade etmek de mümkündür. Zira hadiste geçen şi´b kelimesi, aslında iki dağ arasındaki aralık mânasına gelir. Ancak maksad o değildir, tenha yer demektir.

Hadisin bu kısmı da farklı şekillerde rivayet edilmiştir. İbnu Abbas (radıyalahu anhümâ)´tan gelen bir vechi şu mealdedir: "Bir tenhaya çekilip, namazını kılıp, zekatını veren, insanların şerirlerini terkedendir."

İnzivaya veya uzlete çekilme, cemiyeti terketme meselesini iyi anlamak, bunun şartlarını iyi tayin etmek gerekir. Cihad esnasında inzivaya çekilmek helal olmayacağı gibi ferdin durumuna göre, bazısı için helal olsa bile, bazısı için helal olmayabileceği de bilinmelidir. Ebu Hüreyre hazretlerinin (radıyalahu anh) rivayetine göre, bir adam, tatlı suyu bulunan, insanların pek uğramadığı kuytu bir yere rastlayarak, oraya çekilmek üzere Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´den izin ister. Resûlullah, şöyle diyerek reddeder:

َ تَفْعَلْ فَإنَّ مَقَامَ اَحَدِكُمْ فِى سَبِيلِ اللّهِ اَفْضَلُ مِنْ صََتِهِ فِي بَيْتِهِ سَبْعِينَ عَاماً

"Sakın öyle yapma. Zira sizden birinin Allah yolunda kalması, evinde kılacağı yetmiş yıllık namazdan daha hayırlıdır."

Bu talebte bulunan kimse hakkında bilgi verilmiyor ise de Allah yolunda kalabilecek biri olduğu anlaşılmaktadır: Yaşı, sıhhati, ilmî durumu, cemiyet içerisindeki itibar ve müessiriyeti sebebiyle Allah´ın rızasına muvafık bir kısım işler yapabilecektir: Cihad, emr-i bilma´ruf, iyi örnek, yardım vs. gibi. "Allah yolunda olmak" mutlaka düşmanla silahlı cihad yapmak olmadığı açıktır.

İnziva meselesi âlimlerce enine boyuna çokca münakaşa edilen bir konudur. Ayrıca belirteceğiz. Ancak, şu kadarını yeri gelmişken belirtelim ki, Cumhur-u ulemâ, inzivanın en meşru zamanının fitne, yani iç karışıklık hengâmı olduğunu söylemekte ittifak eder.

5- Hadiste geçen başka bir incelik daha var: يَدَعُ النَّاسَ مِنْ شَرِّهِ Bu ifade "insanların şerrinden kaçan" mânasına geldiği gibi "insanlara zarar vermeyi terkeden" mânasına da gelir. Bu sebeple tercümeyi biraz muğlak tutmayı tercih ederek: "İnsanları şerrinden bırakan" dedik.

Öyle durumlar ve şartlar vardır ki, kişi, insanların şerrinden kaçmakla derecesini yükseltebileceği gibi, başkasına zararlar vermekten uzak kalması da derecesini yükseltir. Ve üstelik, öyle şartlar olabilir ki, kişi "zararlı fiillerden kendisini tutsa" bile varlığı ile zararlar verebilir. Böyle durumlarda, şuurla, kasden insanlardan uzaklaşıp, inzivaya çekilmekle derecesini yükseltecektir. Bu şartları tâyin, Allah´ın mü´mine verdiği ferasete kalmıştır, bu feraset ona kifayet de eder, yeter ki her şeyinde "Allah yolunda olmayı" gaye edinsin ve O´nun rızasını arama vetîresine girmiş olsun. [19]



ـ11ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: أَ أُخْبِرُكُمْ بِخَيْرِ النَّاسِ. وَشَرِّ النَّاسِ. إنَّ مِنْ خَيْرِ النَّاسِ رَجًُ عَمِلَ في سَبِيلِ اللّهِ على ظَهْرِ فَرَسِهِ أوْ ظَهْرِ بَعِيرِهِ أوْ عَلى قَدَمِهِ حَتَّى يَأتِيَهُ الْمَوْتُ. وَإنَّ مِنْ شَرِّ النَّاسِ رَجًُ يَقْرأُ كِتَابَ اللّهِ َ يَرْعَوِى بِشَئٍ مِنْهُ[. أخرجه النسائى.قوله »َ يَرْعَوِى« أى َ ينكَفُّ وََ ينزجر .



11. (996)- Ebu Saîdi´l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Size, insanların en hayırlısı ve en şerlisini haber vermiyeyim mi! İnsanların en hayırlısı o kimsedir ki, kendi veya başkasının atı sırtında ya da yaya olarak, ölünceye kadar Allah yolunda çalışır. İnsanların en şerlisine gelince o da, Allah´ın Kitab´ını okuyup (emir ve yasaklarına) riayet etmeyen kimsedir." [Nesâî, Cihad 8, (6, 11-12).][20]



ـ12ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. قال: ]قال رسول اللّه #: أَ أُخْبِرُكُمْ بِخَيْرِ النَّاسِ؟ رَجُلٌ مُمْسِكٌ بِعِنَانِ فَرَسِهِ في سَبِيلِ اللّهِ تعَالى. أَ أخْبرُُكُمْ بِالَّذِى يَتْلُوهُ؟ رَجُلٌ مُعْتَزِلٌ في غُنَيْمَةٍ لَهُ يُؤدِّى حَقَّ اللّهِ تَعالى فِيهَا. أَ أخْبرُكُمْ بِشَرِّ النَّاسِ؟ رَجُلٌ يَسْأَلُ اللّهَ تَعالى وََ يُعْطى بِهِ[. أخرجه مالك والترمذى والنسائى .



12. (997)- İbnu Abbas (radıyalahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Size insanların en hayırlısını haber vermiyeyim mi! O, atının yularından Allah yolunda tutan kimsedir. (Hayırda) bunu takip edeni haber vermiyeyim mi? O da koyunlarının peşine takılıp (insanları) terkeden, koyunlarda bulunan Allah´ın hakkını da ödeyen kimsedir.

Size insanların en kötüsünü de haber vermiyeyim mi! O da, Allah´ tan isteyip, Allah adına vermeyendir." [Muvatta, Cihad 4, (2, 445); Tirmizî, Fedâilu´l-Cihâd 18, (1652); Nesâî, Zekât 74, (5, 83-84).][21]



AÇIKLAMA:



1- Atın yularından Allah yolunda tutmak, her an, Allah´ın rızasına uygun işler için hazır tutmaktır. Bu cihad da olabilir, başka bir faaliyet de olabilir.

2- İkinci derecede kıymetli amel olarak belirtilen inziva sırasında, zekâtın ihmal edilmemesi gereğine dikkat çekilmektedir.

3- Hadisin son kısmı Muvatta´nın rivayetinde mevcut değildir. Nesâî ve Tirmizî´de kaydedilen vecihleri Teysir´den birazcık farklı. İnsanların en kötüsü şöyle tarif edilir: رَجُلٌ يَسْألُ بِاللّهِ وََ يُعْطِى بِهِMânâsı şöyle olur: "Allah´ın adını vererek ister, Allah´ın adı verilerek kendisinden istenince vermez."

Sindî´nin belirtiği üzere, dikkat edilince, burada iki çirkin iş birleştirilmiştir:

1- Allah´ın adını vererek istemek. Bu çirkindir, çünkü istenen kişi vermez veya veremeyecek durumda olursa, "Allah´ın adı verilmiş olmasına rağmen" neticenin hasıl olmaması hiç de hoş bir şey değildir. Mü´min kişi "Allah adına" dendi mi bunu hafife alamaz, isteneni yapamadığı takdirde eziklik, burukluk hasıl olur.

2- Allah´ın adı verilerek isteneni yapmamak: Mü´minin böyle bir davranışı tamamen edeb dışıdır. Allah adına isteneni imkan dahilinde ise yapmaktır.

Şu halde Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) hem Allah adına isteyerek karşı tarafı müşkil duruma sokan ve hem de Allah adına istendiği halde talebi yerine getirmeyen kimseyi insanların en kötüsü ilan etmektedir. Hadisteki يَسْألُ kelimesini يُسْألُ şeklinde meçhul okuyup: "Allah adı verilerek istendiği halde vermeyen..." diye anlayanlar da olmuştur. Her iki halde de kişiyi kötü kılan şey Allah´ın adına gösterilmesi gereken hürmet ve edebe riayetsizlik olmaktadır.[22]



ـ13ـ وعن أبى أمامة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: سِيَاحَةُ أمَّتِى الْجِهَادُ في سَبِيلِ اللّهِ[. أخرجه أبو داود .



13. (998)- Ebu Ümâme (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:

"Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihaddır." [Ebu Dâvud, Cihad 6, (2486).][23]



AÇIKLAMA:



Hadisin Ebu Dâvud´da kaydedilen aslına göre, bir adam, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´den seyahate çıkmak için izin ister. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihaddır" diyerek izin vermez. Ancak, şârihler buradaki seyahatten muradın, memleketi terkederek sahrada yaşamak, cum´a ve cemaati terketmek olduğunu belirtirler.

Sirâcu´l-Münir´de, bu zatın Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´ den, ünsiyet ettiği çevreden, mübah şeylerden ve bir kısım lezzetlerden uzak kalarak, cum´a ve cemaatleri, ilim ta´limi ve benzeri şeyleri terkederek nefsine eziyet verip terbiye etmek düşüncesiyle izin istediğini belirtir. Resûlullah, Osman İbnu Maz´ûn (radıyalahu anh)´un bekârlık talebini reddett...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

31 Mart 2010, 11:46:25
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #4 : 31 Mart 2010, 11:46:25 »

AÇIKLAMA:



Hadiste, ölen ve öldüren her ikisinin de (ceza çekmezden) cennete gidebileceği bir durum anlatılıyor: Bir mü´min Allah için cihad ederken şehid düşer ve cennete gider.Onu öldüren kâfir sonra Müslüman olur ve o da cihâda katılır ve şehid düşer. Böylece her ikisi de cennetlik olur. İşte bu acib duruma Cenab-ı Hakk gülmektedir.

İfadeyi zâhirine göre alınca, gülmek tâbiri Allah hakkında muvafık düşmüyor. Çünkü bu insalara has bir vasıftır, ferahlık ve neşenin sebep olduğu bir hafifleme halidir. Şu halde Allah hakkında bunu; her ikisinin de yaptığı işlerin, Zat-ı Zülcelâl nezdinde makbuliyetinin delili olarak anlayacağız. Bu ilâhî memnuniyet "gülmek" suretiyle ifade edilmiştir, çünkü her ikisinin ameli birbirine zıttır ve ikisi de makbuldür. Nitekim hadisin bir başka vechinde "güler" diye değil; "hayret eder", "şaşar" يَعْجِبُ مِنْ رَجُلَيْنِ diye gelmiştir.

Mamafih, Buharî bu "gülme"yi bir seferinde "rıza" olarak değil, "rahmet" olarak te´vil etmiştir. Ancak "rıza" ile te´vil daha uygun bulunmuştur. Hususan ضَحِكَ nin إلى harf-i cerri ile müteaddi kılınması, memnuniyet ifadesi olarak güleryüzle birine yönelmek mânasına gelmektedir.

Selef, çoğunlukla bu çeşit müteşabih ifadeleri te´vil etmemeyi tercih eder, hadisi rivayet etmekle yetinir. Müteahhirun ulemâ, Allah hakkında temel akideye ters düşmeyecek şekilde te´vil eder.[33]



ـ19ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: مَنِ احْتَبَسَ فَرَساً في سَبِيلِ اللّه إيمَاناً بِاللّهِ وَتَصْدِيقاًً بِوَعْدِهِ فَإنَّ شِبَعَهُ وَرِيَّهُ وَرَوْثَهُ وَبَوْلَهُ في مِيزَانِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، يَعْنِى حَسَنَاتٍ[ أخرجه البخارى والنسائى .



19. (1004)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kim Allah´a iman ederek ve va´dini tasdik ederek, Allah yolunda (kullanmak üzere) bir at "tutarsa" bu atın yediği, teri, gübresi, bevli kıyamet günü terâzisine girecektir, yani sahibine sevap olacaktır." [Buharî, Cihâd 46; Nesâî, Hayl 11.][34]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadiste "tutmak" olarak tercüme ettiğimiz kelimenin aslı ihtibas´dır, vakfetmek, şahsî kullanımlardan hâriç tutmak gibi mânalara gelir. Bâzı alimler bu hadisten hareket ederek at ve benzeri şeylerin "vakf"ının câiz olacağı hükmünü çıkarmışlardır. Buradaki tutmak´ı beslemek olarak anlamak icab eder.

2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) savaşlarda atın gereğine birçok hadisleriyle dikkat çekmiş ve bu maksadla at beslemeye ümmetini teşvik etmiştir. Mezkur hadislerden biri şöyledir:

اَلْخَيْلُ مَعْقُودٌ فِى نَوَاصِيهَا الْخَيْرُ إلى يَوْمِ الْقِيَامَةِ. اَلْخَيْلُ ثََثَةٌ فَهِىَ لِرَجُلٍ اَجْرٌ وَهِىَ لِرَجُلٍ سِتْرٌ وَهِىَ عَلى رَجُلٍ وِزْرٌ فَاَمَّا الَّذِى هِىَ لَهُ اَجْرٌ فَالَّذِى يَحْتَبِسُهَا فِى سَبِىلِ اللّهِ فَيَتَّخِذُهَا لَهُ وََ تُغَيِّبُ فِى بُطُونِهَا شَيْئاً إَّ كُتِبَ لَهُ بِكُلِّ شَىْءٍٍ غَيَّبَتْ فِى بُطُونِهَا اَجْرٌ وَلَوْ عَرَضَتْ لَهُ مَرَجٌ فَاطَالَ لَهَا فِى مَرْجٍ أوْ رَوْضَةٍ فَمَا اَصَابَتْ فِى طَيْلَهَا ذلِكَ فِى الْمَرْجِ اَوِ الرَّوْضَةِ كَانَ لَهُ حَسَنَاتٌ وَلَوْ اَنَّهَا قَطَعَتْ طَيْلَهَا ذلِكَ فَاسْتَنَّتْ شَرَفاً اَوْ شَرَفَيْنِ كَانَتْ آثارُهَا وَفى حَدِىثِ الْخَرْثُ وَاَوْرَاثُهَا حَسَنَاتٍ لَهُ. وَلَوْ اَنَّهَا مَرَّتْ بِنَهْيٍ فَشَرِبَتْ مِنْهُ وَلَمْ يُرِدْ اَنْ تُسْقَى كَانَ ذلِكَ حَسَنَاتٍ فَهِىَ لَهُ اَجْرٌ وَرَجُلٌ رَبَطَهَا تَفَيُّباً وَتَعفُّفاً وَلَمْ يَنْسَ حَقَّ اللّهِ عَزَّ وَجَلَّ فِى رِقَابِهَا وََ ظُهُورِهَا فَهِىَ لِذلكَ سَتْرٌ وَرَجُلٌ

"Kıyamete kadar atın alnına hayır bağlanmıştır. At, (besliyenler için) üç durumdadır: At vardır, besliyenine ücrettir, at vardır besliyenine (ateşe karşı) perdedir, at vardır sahibinin sırtına vebâldir.

1) Ücret olan at: Bu, sâhibi tarafından Allah yolunda kullanılmak üzere beslenen attır. Bu at, her ne yiyip karnına gönderirse, sâhibine, her birisi, bir ücret olur. Şayet (yolda giderken) önüne bir çayırlık çıksa ve sahibi onu oraya veya bir bahçeye bağlasa, ipinin uzanabildiği yere kadar çayır ve bahçeden yiyebildiği her şey ona bir ücret olur. At, ipini koparıp başını alıp bir kaç tepe gitse, bütün izleri -Hâris´in rivâyetinde- bu esnada bıraktığı bütün gübreleri sahibine ücret olur. Şayet at, bir nehre uğrasa ve ondan su içse, -sahibi orada sulamak istememiş bile olsa- bu da sahibine ücret olur.

2) Perde olan at: Bu, kişinin binek ihtiyacını görmek, bu işte başkasına muhtaç olmamak maksadıyla beslediği attır. Şu şartla ki, hayvana terettüp eden zekât, ihtiyaç sahiplerine iâreten vermek gibi Allah´ın haklarını unutmaz, öder. İşte bu at sâhibine (kıyamette ateşe karşı) perdedir.

3) Vebal olan at: Bu, sahibinin övünmek, gösteriş yapmak ve Müslümanlarla husumette bulunmak üzere beslediği attır. İşte bu at sahibinin üstüne bir yüktür..."

Askerî maksadlarla at beslemeye bundan daha müessir teşvik olamaz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) askeriyede, kıyamete kadar ata ihtiyaç duyulacağını belirtmektedir. Günümüzde, atın yerini motorlu vasıtalar almıştır. Benzin ikmalinin yapılamaması, motorlu vasıtaların temin zorluğu, yol bulunmayan dağlık arazi şartları gibi durumlarda, kesin sonuç alınması gereken savaş hallerinde kullanmak üzere, ihtiyatlı orduların en azından yedekte at bulundurmaktan kendilerini müstağni addetmeyecekleri açıktır.

3- Şârihler, atla ilgili olarak sayılan ve mizana gireceği belirtilen yem, su, ter... gibi teferruattan maksadın "sevab" olduğunu belirtirler. Şüphesiz o sayılanların maddî ağırlığı mevzubahis değildir. Hatta, bazı rivayetlerde "yediği yemin her bir danesi" denmek suretiyle Allah rızası için at besleme külfetine katlananın ne kadar büyük bir manevî ücrete nail olacağı tebârüz ettirilmiştir.

4- At günümüzde ordudan kaldırılmıştır. Hadiste, atın yerine geçen aynı hizmeti veren motorize vasıtaların edinilmesine, te´minine bir teşvik görmemiz mâkuldur, gereklidir.[35]



ـ20ـ وعن أبى مسعود البدرى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]جَاءَ رَجُلٌ بِنَاقَةٍ مَخْطُومَةٍ إلى رسولِ اللّه #. فقَالَ هذِهِ في سَبِيلِ اللّهِ تَعالى. فقَالَ #: لَكَ بِهَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ سَبْعُمِائةِ نَاقَةٍ كُلُّهَا مَخْطُومَةٌ[. أخرجه مسلم والنسائى .



20. (1005)- Ebu Mes´ud el-Bedrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a, yularlanmış bir deve getirerek: "Bu Allah yoluna bağışımdır" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama:

"- Buna karşılık sana, kıyamet günü, her biri yularlanmış yedi yüz deve vardır!" dedi. [Müslim, İmâret 132, (1892); Nesâî, Cihâd 46, (6, 49).][36]



ـ21ـ وعن عدى بن حاتم رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سُئِلَ رسولُ اللّهِ #: أىُّ الصَّدَقَاتِ أفْضَلُ؟ قَالَ: إخْدَامُ عَبْدٍ في سَبِيلِ اللّهِ أوْ إظَْلُ فُسْطَاطٍ أوْ طَرُوقَةُ فَحْلٍ[. أخرجه الترمذى.قوله »طُروقَةُ فَحْلٍ« هى الناقة إذا كبرت وصلحت أن يعلوها الفحل وهى الحقَّةُ من ا“بل .



21. (1006)- Adiyy İbnu Hâtim (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a:

"- Sadakanın hangisi efdâl (Allah nazarında en kıymetli)dir?" diye sorulmuştu, şu cevabı verdi:

"- Allah yolunda bir köleyi hizmete koymak veya Allah yolunda (askerler için) bir çadır kurmak (bağışlamak) veya döl alma yaşına basan bir deveyi (hibe, iâre veya karz suretinde) bağışlamak." [Tirmizî, Fedâilu´l-Cihâd 5, (1626).][37]



ـ22ـ وعن زيد بن خالد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: مَنْ جَهّزَ غَازِيا في سَبِيلِ اللّهِ فقَدْ غَزَا، وََمَنْ خَلَفَ غَازِياً في أهْلِهِ بِخَيْرٍ فَقَدْ غَزا[. أخرجه الخمسة.



22. (1007)- Zeyd İbnu Hâlid (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:

"Kim Allah yolunda bir askerin teçhizatını temin ederse bizzat gaza yapmış olur. Kim, gazaya çıkan bir askerin geride kalan âilesine hayırlı himayede bulunursa gaza yapmış olur." [Buharî, Cihâd 38; Müslim, Emâret 135, 136, (1899); Ebu Dâvud, Cihâd 21, (2509); Tirmizî, Fedâilu´l-Cihâd 6, (1628); Nesâî, Cihâd 44, (6, 46).][38]



ـ23ـ وعن أبى أيوب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رسول اللّه # يَقُولُ: سَتُفْتَحُ عَلَيْكُمُ ا‘مصَارُ، وَسَتَكُونُ جُنُودٌ مُجَنَّدَةٌ تَقْطَعُ عَلَيْكُمْ؛ فِيهَا بُعُوثٌ يَكْرَهُ الرَّجُلُ مِنْكُمْ الْبَعْثَ فِيهَا فَيَتَخَلَّصُ مِنْ قَوْمِهِ ثُمَّ يَتَصَفَّحُ الْقَبَائِلَ يَعْرِضُ نَفْسَهُ عَلَيْهِمْ يَقُولُ: منْ أكْفِهِ بَعْثَ كَذَا وَكَذَا؟ أَ فَهُوَ ا‘جِيرُ إلى آخِرِ قَطْرَةٍ مِنْ دَمِهِ[. أخرجه أبو داود.»الْبُعُوثُ« جمع بَعْثٍ، وَهُم طاَئفة من الجيش يبعثون في الغزو كالسرية .



23. (1008)- Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı dinledim şöyle demişti:

"Size bir çok memleketlerin fethi müyesser kılınacak. Oralarda (komşu küffarla cihad için) toplanmış askerî birlikler göreceksiniz. Size bu birliklerle sefere çıkmak vazifesi verilecek. Bazılarınız onlarla (hasbi olarak) sefere çıkmak istemiyerek, adamlarının arasından sıvışıp gazveye (ücretsiz) katılmamanın yollarını arayacak. Arkadan da kendileriyle anlaşacak kabileler araştırıp, onlara: "Falanca orduya size bedel katılmam için beni ücretle tutacak yok mu, falanca orduya size bedel katılmam için beni ücretle tutacak yok mu?" diyecek.

Bilesiniz, (hasbeten gazveye gitmekten kaçan bu adam) bir ücretlidir, son damlasına kadar kanını akıtsa da (gazi değildir, şehit sayılmaz, uhrevî ücretten mahrumdur)." [Ebu Dâvud, Cihâd 30, (2525).][39]



AÇIKLAMA:



Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadiste, gazvenin Allah rızası için yapılmasını tavsiye etmektedir. Maaşlı asker, savaş sırasında ölse bile şehid addedilmeyecektir. Hattâbî bu hadise dayanarak: "Cihad için ücret akdi yapmak câiz değildir" demiştir. Ulemâ, bu şekilde ücretli olarak savaşa katılan kimse, elde edilen ganimetin paylaşılmasına iştirak...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3 4 ... 7   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes