๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Nisan 2010, 12:01:57



Konu Başlığı: Allah ın c.c Sıfatları
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Nisan 2010, 12:01:57
Allah´ın(c.c.) Sıfatları





ALLAH´IN SIFATLARI BÖLÜMÜ


UMUMÎ AÇIKLAMA


Sıfat bahsi Kelâm ilmine giren bir mevzudur. Bir başka ifade ile, İslâm´ın Allah inancı, Allah hakkında bir kısım sıfatların varlığını kabul etmekle ortaya çıkar. Sıfata inanılmazsa, o sıfatları taşıyan zât hakkında bilgi sahibi olunamaz. Çeşitli dinlerdeki Allah inancının farklılıklar arzetmesi temelde Allah´a izâfe edilen bu sıfat farklılıklarından ileri gelir. Hatta Ehl-i Sünnet ve´l-Cemaat´le Mûtezile fırkası arasındaki farklılık da sıfat meselesinde düğümlenir.

Kelâmcılar, İslâm´ın Allah inancını "Allah´ın yüce zâtı hakkında vacib olan kemâl sıfatlarıyla beraber mümtenî olan noksan sıfatları bilip öylece itikat eylemektir" diye tarif etmişlerdir. Bu açıdan Allah´ın başlıca üç çeşit sıfatı vardır:

1- Vücud Sıfatı: Bu, Allah´ın varlığını ifade eder.

2- Selbî Sıfatlar: Bunlar mahlukatta bulunmayan sıfatları ifade eder. Bunlar Allah´a mahsus sıfatlardır. Allah´ı mahlukattan herhangi birine şu veya bu şekilde benzetmemek için, bunların mahlukatta olmadığını bilmek ve belirtmek gerekir. Bunu belirtmekten maksad, Allah´ı tenzihtir, mahlukattan başka ve ayrı olduğunu beyandır. Esasen selbetmek, ayırmak, soymak gibi ma´nâlara gelir.

Selbî sıfatlar çoktur, hepsi sayılmaz. Başlıcaları zikeredilir, bunlar da beştir.

* Kıdem: Allah´ın varlığının başlangıcı yok demektir. Zıddı hudûs´ tur, sonradan olmak demektir, bu ise mahlukun vasfıdır.

* Beka: Allah´ın varlığının sonu yok demektir. Zıddı fenâ´dır, son bulmak demektir, bu da mahluka ait bir vasıftır.

* Muhalefetun li´lhavadis: Allah´ın sonradan meydana gelen şeylere yani mahlukata hiç bir surette benzememesi demektir.

* Kıyam binefsihî: "Varlığı kendi zâtının gereğidir, var olmak için bir yaratıcıya, bir başka şeye muhtaç değildir. Halbuki bütün mahluklar var olabilmek, varlığını devam ettirebilmek için çok şeylere muhtaçtır.

* Vahdaniyyet: Allah´ın zât, sıfat ve fiillerinden biridir, tektir, yardımcı, ortak vs.´si bulunmaz demektir. Zıddı kesrettir, çokluktur. O´nun dışında her varlık mürekkeptir, Allah ise mürekkep değildir, vahiddir.

Dikkat edersek bu beş vasfın her biri Cenâb-ı Hakk´tan mahlukata olan benzerliklerireddetmekte, Kur´an da ifade edilen "Onun bir benzeri yoktur" hükmünü tahkik etmektedir.

3- Sübûtî Sıfatlar: Bunlar Allah´ın zâtında mevcut, zâtının gereği olan sıfatlardır. Yani Allah´ın varlığını kabul edince, o sıfatları haiz olduğunu da kabul etmek gerekir. Allah onlarsız düşünülemez. Bunlar hayat, ilim, irade, kudret, semî, basar, kelâm ve tekvin´dir. Öyleyse Allah hayat sıfatıyla hayy´dir, diridir. İlim sıfatlarıyla âlimdir; geçmişgelecek, uzakyakın, büyükküçük her şeyi bilir. İrade sıfatıyla müriddir yani dilemek, istemek sahibidir. Kudret sıfatıyla kadîrdir, her istediğini yapmaya gücü yeter, onda acz yoktur. Semî sıfatıyla işitir; basar sıfatıyla görür; kelâm sıfatıyla konuşur ve nihâyet tekvin sıfatıyla yaratır. Bu sıfatlar Allah hakkında vâcib sıfatlardır, onlarsız Allah düşünülemez. Kur´an-ı Kerim bu sıfatlarla Allah´ı tavsif eder. Bunlar Allah´ın zâtıyla birlikte vardır ve kadîmdir. Bunlarla ilgili teferruat İslâm´daki itikadî mezhepleri ortaya çıkarmıştır. Hatta hristiyanlıkyahudilik gibi semâvî ve -diğer- gayr-ı semâvî dinler ve bir kısım felsefi sistemler arasındaki itikadî farklılıklar çoğunlukla Allah´a izafe edilen bu sıfatlarla ilgilidir. Bir başka deyişle, İslâm itikadının orijinallitesi bu sıfatlar mevzuundaki telakkisinde yatar. Müslümanların itikadî bütünlüğe, imânî kemâle ermeleri bunları iyi bilmelerine bağlıdır. Bu sebeple Allah´ın sıfatları bahsinin her müslümanca iyi hazmedilmesi, eksiksiz kavranması gerekir.

Sadedinde olduğumuz bahiste, bu mevzuya giren sadece birkaç hadis vardır. Bunlar vesilesiyle sunacağımız bazı açıklamaların konuyu bütünüyle kavramada eksik kalacağı muhakkaktır, mutlaka bâzı kelâm kitaplarına müracaat etmek gerekli ve zarûrîdir.[1]



ـ3482 ـ1ـ عن أبي موسى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قامَ فِينَا رسولُ اللّهِ # بِخَمْسِ كَلِمَاتٍ. فقَالَ: إنَّ اللّهَ تَعالى َ ينَامُ وََ يَنْبَغِي لَهُ أنْ يَنَامَ. يُخْفِضُ الْقِسْطَ وَيَرْفَعُهُ وَيُرْفَعُ إلَيْهِ عَمَلُ اللَّيْلِ قَبْلَ عَمَلِ النَّهَارِ. وَعَمَلُ النَّهَارِ قَبْلَ عَمَلِ اللَّيْلِ. حِجَابُهُ النُّورُ. لَوْ كَشَفَهُ َحْرَقَتْ سُبُحَاتُ وَجْهِهِ مَا انْتَهَى إلَيْهِ بَصَرُهُ مِنْ خَلْقِهِ[. أخرجه مسلم.»سُبُحَاتُ وَجْهِ اللّهِ« أنوَارهُ: أي لو انكشفَ من أنوار اللّهِ التي تَحجُبُ العبادَ عنهُ شَئٌ ‘هلك كُلَّ مَنْ وقع عليهِ ذلك النورُ كما خرَّ مُوسَى عَلَيْهِ السم صَعِقاً، وَتَقَطَّعَ الجبلُ دَكّاً لَمَّا تَجلَّى اللّهُ سُبحانُهُ وَتعالى.



1. (3482)- Ebû Musa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) aramızda ayağa kalkıp şu beş cümleyi söyledi:

"Allah Teâlâ Hazretleri uyumaz, zaten O´na uyku da yakışmaz. Kıstı (tartıyı, rızkı) indirir ve kaldırır. Geceleyin yapılan amel, gündüzleyin yapılandan önce; gündüzleyin yapılan amel de geceleyin yapılan amelden önce Allah´a yükseltilir. O´nun hicabı nurdur. Eğer o perdeyi açacak olsa, vechinin sübuhâtı, basarının ihâta ettiği bütün mahlukatını yakardı."[2]



AÇIKLAMA:



Bu hadis, Cenâb-ı Hakk´ın bazı sıfatlarını zikretmektedir:

1- Uyumama Sıfatı: Bu, Kur´ân-ı Kerim´de: "O´ nu ne uyuklama tutar ne de uyku" (Bakara 255) diye ifade edilmiştir. Uyku ve uyuklama bir kısım canlı mahluklarla ilgili bir sıfattır. Allah ise ondan münezzehtir.

Bu sıfat, Cenâb-ı Hakk´ın mahlukat üzerine her an tasarrufta bulunduğunu ifade eder. Bu ilâhî ilginin bir an kesildiğini düşünmek, bütün varlık âleminin yokluğa mahkûm edilmesi olur.

2- Kıst, tartı demektir. Rızk ma´nâsında kullanıldığı da kabul edilmiştir. Allah´ın kıst´ı indirmesi, kulların amellerini tartarken, rızıklarını verirken mizanın kefelerini kaldırıp indirmesidir. Bu teşbihle, rızıkların taksim ve takdirinin ferd ferd, ayrı ayrı yapıldığı ifade edilmiş olmaktadır. Bir bakıma Cenâb-ı Hakk´ın uyanıklığının şümûlü böyle dile getirilmiş olmaktadır: "Allah hiç kimsenin rızkından, amelinden gafil değildir, herbirini ayrı ayrı tartar. Kefeler her ferd için iner, tartar, kalkar, öbürü için tekrar iner..."

Kıst´la rızık kastedilince, hadisin "...kısar, kaldırır" yani, "rızkı bazılarına kısar (az verir), bazılarına kaldırır (çok verir) ma´nâsına geldiği de söylenmiştir.

3- "Geceleyin yapılan amel gündüzleyin yapılandan önce... Allah´a yükseltilir" cümlesi, her günün ameli günün sonunda, gecenin ameli de gecenin sonunda ayrı ayrı Cenâb-ı Hakk´a arzedilir, ömrün hiç bir günü hesapsız geçmez, her gününden Allah´a hesap vardır, demektir. Amelleri Allah´a arz işini hafaza melekleri yapar; günlük olarak tuttukları amel defterini günün (veya gecenin) sonunda Allah´a arz ederler.

4- Hicab, perde demektir. Allah, insanlara şah damarından daha yakın olduğu halde, insanlar, araya giren perdeler sebebiyle Allah´tan uzaktırlar, Zât-ı Zülcelâl´i göremezler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Allah´la kul veya Hâlık´la mahluk arasındaki perdenin maddî olmayıp nurânî olduğunu bildirmiştir.

Bazı rivayetlerde nûr yerine, nâr denmiştir.

Nûr´la nâr arasındaki fark veya nurânî ile maddî arasındaki fark nedir? Tam çözülmüş değildir. İlim ve tekniğin ilerlemesi bu hususlarda daha müteyakkız olmaya, Resûlullah´ın nur´la neyi kasdettiğini daha sağlıklı anlamaya yardımcı olmaktadır. Zira en son nazariyelere göre madde ışına (nur´a) dönüşebilmektedir. Şu halde nur, nar ve hatta madde müşterek bir öz´ün farklı kesafetteki temeyyüünden, esma-i ilâhîye´ nin feyz-i ilahî suretinde farklı mertebelerdeki tecellisinden ibarettir. Hepsinin aslını, bazı hadislerde geldiği üzere, Nur-u Muhammedî (aleyhissalâtu vesselâm) denen bir ilk, bir irade-i kün teşkil etmektedir. Öyle ise hâlıkla mahluk arasındaki "hicab" izafî bir vakı´adır, Mahlûktan Hâlık´a perdedir, görülmesine manidir, Hâlık´tan mahluka nurdur, aydınlıktır, görmesine engel değildir. Allah "evvel"dir, "ahir"dir, "zâhir"dir, "bâtın"dır, her şeyi "bilen"dir.

5- Allah´ın vechi "Zât"ı demektir. Vech (yüz) birçok dillerde olduğu gibi Arapçada dahi şahsın yani zâtın kendisini ifade eder. Nitekim dilimizde de "yüzün ak veya kara olması" tabirinde şahsiyetin tebriesi veya tezyifi kastedilir. Öyleyse Allah´ın vechi, Allah´ın zâtı demektir ve basarının ihâtâsı tabiriyle bütün mümkinât yani mahluk âlem kastedilmiştir. Zirâ O´nun basar ve ilmi bütün varlıkları kuşatır. Hiç bir şey O´nun nazarından hâriç, ilminden dışarı değildir.

6- Subuhât´a gelince, bu kelime Sübha´nın cem´idir. Sübha, lügat olarak tenzih, takdis ve tebrie gibi ma´nâlara gelir. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk´ın takdisine yönelik tahmid, tekbir, temcid, tehlil vs. her çeşit zikre mecâzî olarak tesbih denir.

Nafile ibâdetlerin, hadislerde çoğu kere Sübha kelimesiyle ifade edilmesi, farzlardaki "tesbihât"ın nafile olmasından ileri gelir. Kelimenin kök ma´nâsını ve hadisteki kullanılışını böylece anladıktan sonra "subuhâtu Vechini" yani Allah´ın vechi´nin sübühatı tabirine geçebiliriz. Allah´ın subuhatından murad, en-Nihâye´de kaydedildiği üzere Allah´ın celâli ve azametidir. Bazı âlimler "Vechi´nin Ziyası"dır demiştir. Sübühâtu´l-Vech´i, ayrıca "O´nun güzelliği" diye anlayan da olmuştur. Bu görüş sahipleri kanaatlerini şöyle delillendirirler: "Sen güzel yüzlü birini görünce Sübhanallah!" dersin Bu tabiri "Allah´ın tenzihi" olarak yani "Vechi mukaddestir, münezzehtir" şeklinde anlayan da olmuştur. Bunu, fiille mef´ul arasında cümle-i mu´tarıza görüp ma´nâyı şöyle anlayan da olmuştur: "Eğer onu açacak olsa basarının yetiştiği her şeyi yakardı."

Bütün bu söylenenlerden daha makbul bir ma´nâ şöyle ifade edilebilir: "Allah´ı kullara karşı perdeleyen nurlardan bir nur inkişaf edecek olsa, bu nur, değeceği her şeyi helâk eder, tıpkı böyle bir inkişâfta Hz. Musa´nın bayılıp düşmesi ve Allah´ın tecellî etmesiyle dağların parça parça olması gibi." (Nihâye´den).[3]



ـ3483 ـ2ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: إذَا قَاتَلَ

أحَدُكُمْ أخَاهُ فَلْيَجْتَنِبِ الْوَجْهَ[. أخرجه الشيخان.وزاد مسلم: »فَإنَّ اللّهَ خَلَقَ آدَمَ عَلى صُورَتِهِ« .



2. (3483)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden biri kardeşiyle dövüşünce yüze vurmaktan sakınsın."[4]

Müslim´in rivayetinde şu ziyade var: "...Zira Allah Âdem´i kendi suretinde yaratmıştır."[5]