Konu Başlığı: Zulmün Kelime ve Islah Anlamı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Şubat 2011, 00:01:38 ZULMÜN KELİME VE ISTILAH ANLAMI Zulmün kelime anlamı [3] Zulüm; “yersiz hareket etmek, yersiz yapmak” müteaddi (geçişli) fiil olarak kullanıldığı zaman, “hak yemek, doğru yoldan sapmak” anlamına gelir. Aynı kökten türetilmiş fiiller, “kararmak, karanlığa girmek, karartmak, hakkını yemek, zulüm çekmek, zulümden yakmmak, nurun gitmesi” anlamlarını taşırlar. [4] Zulüm kelimesi, “aleyhinde hareket etmek, zulüm yapmak, işkence, eziyet etmek, bir şeyi asıl yerinin dışında bir yere koymak” anlamlarında kullanıldığı gibi, hak kelimesinin karşıtı olarak da kullanılır. Bazı atasözlerinde zulüm kelimesi anlamının gerçek açıklığı ile ifade edilmiştir: Koyunlarına kurdu çoban yapan zalimdir. Kazılması gerekmeyen yeri kazan zulmetmiştir. Zulüm “hakkı azaltmak, doğru yoldan sapmak ve tecavüz” anlamlarını da taşır: [5] Elmalılı Hamdı Yazır, zulmü şu şekilde tarif etmiştir: “Zulüm, hakkı tecavüz edip, hakkı yerinin dışına koymaktır.”[6] Dilbilimcilere ve bilginlerin çoğunluğuna göre zulüm, bir şeyi veya işi kendine bağlı olarak yerinde ve zamanında yapmayarak o şeye - fazla veya eksik- kendisine ayrılan konumun dışında bir konum vermektir. Buna göre kendi zamanma uygun olmadan, gerçekleştirilen bir eyleme örnek olarak: “Zamansız su verdiğimde, su kabına zulmetmiş olurum.” denir. Zamansız sağılan süte de “zalim” denir. “Kazılması gerekmeyen yeri kazarsam o yere zulmetmiş olurum.” Böyle yere “mazlûme” (zulme uğramış), buradan kazılarak çıkarılmış toprağa da “zalim” (zulme uğramış) denir. Belli bir dairenin çemberinin dışına taşınrsa, dışa taşma -az da olsa- bu harekete zulüm denir. Buna göre büyük günahlara da küçük günahlara da zulüm denir. Bu yüzden Hz. Adem, haddi aştığı zaman, ona zalim dendiği gibi İblis'e de zalim denmiştir. Oysa bu iki günah arasında çok büyük bir fark vardır. Düşünürlerden bazıları zulmü üç kısma ayırmışlardır: [7] 1- İnsan İle Allah Arasındaki İlişkilerde Zulüm: Zulmün bu türünün en büyükleri küfür, şirk ve nifaktır. Küfür, şirk ve nifakın en büyük zulüm oldukları Kur'an'da çeşitli ayetlerde bildirilmiştir. Lokman suresinde Lokman (as) 'in diliyle şirkin (Allah'a hükmünde ve tanrılığında ortak koşma) en büyük zulüm olduğu bildirilir. Kendisine hikmet verildiği bildirilen Lokman, bu yetenek ile olayları sonuçları ile kavrayacak durumda idi. Yapılan bir işin bir değeri olduğunu ve bu değere göre halikında hüküm verileceğini bilen Lokman (as.) oğluna (ve bizlere) şu nasihatta bulunuyor: “Oğlum Allah'a şirk koşma, muhakkak ki şirk gerçekten de büyük bir zulümdür.”[8] “Yalan söyleyerek Allah'a iftira edenden daha zalim kimdir? Bu zalimler, Rabb'lerine arzolunacaklar ve şahitler de şöyle diyecekler: “- İşte bunlar Rabb'lerine karşı yalan söyleyenlerdir.” Haberiniz olsun Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir. O zalimler Allah yolundan çevirirler ve yolu eğriltmeğe çalışırlar, ahireti de inkâr ederler. Bunlar yeryüzünde Allah'ı aciz bırakamazlar. Allah'tan başka kendilerini kurtaracak dostları da yoktur. Bunlara kat kat azap edilir; çünkü bunlar işitemez ve göremezlerdi, işte bunlar kendilerine yazık etmiş kimselerdir. Uydurdukları putlar da uzaklaşıp kaybolmuştur.”[9] Allah'ın lanetine hak kazanmış olan zalimler gerçekleri görme ve duyma yetenekleri kaybolmuş ve Allah'a iftira atacak kadar ileri gitmişlerdir. İnsanların büyük bir kısmı kitle halinde hareket ettikleri için kendileri karar verme ve iradelerini kullanma kabiliyetinde değillerdir. Bunlar kendilerine öncülük yapan kişilerin zulümlerinin kurbanı olurlar. İslam dinine göre insanın hayatındaki islami belirti, onun sürü hayatından kurtulup iradesi ile hareket eder hale gelmesidir. Bu yüzden insanların ortak oldukları zulümlere zayıflıklarını, bilgisizliklerini veya bazı güçlü kişilerin kendilerini yanıltmalarını bahane olarak göstermeleri bir yarar sağlamayacaktır. “(Rablerini inkâr edenler) Allah'ın huzuruna çıkarlar. Güçsüzleri büyüklük taslayanlara şöyle derler: “Biz size uymuştuk, Allah'ın azabının bir kısmını bizden uzaklaştırır mısınız?” Büyüklük taslayanlar da şöyle cevap verirler: “Eğer Allah bizi doğru yola ulaştırmış olsaydı, biz de size doğru yolu gösterirdik. Artık sızlansak da sabretsek de farketmez, çünkü bizim kaçacak hiçbir yerimiz yoktur.” “(Hükümleri verilip) de iş bitince şeytan: Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de söz verdim ama yalancı çıktım. Esasen sizi zorlayacak bir gücüm de yoktu. Sizi çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak etmenizi daha önce kabul etmemiştim. Çünkü zalimlere elbette acıklı bir azap vardır.”[10] Pek çok ayette “Zalimlere gelince... Onlar için acıklı bir azap hazırladık.” cümlesi tekrarlanmıştır.[11] İnsanlar başka bir çıkış yolu bulamadıkları zaman, Allah'ın hakimiyetini kabul ederler. Fakat kendilerine biraz imkân ve nimet verilince, hemen Allah'ı inkâra veya ona ortak koşmağa kalkışırlar. Bu insanın fıtratında varolan bir özelliktir. İnsan, değil sadece Allah'ın kendisine verdiği fıtrî nimetleri, sonradan verilmiş fazladan nimetleri de inkâr etmeğe, bunlara karşı nankörlük yapmağa kalkışır. Aşağıdaki ayetler bu durumu izah ediyorlar. “Bu dünya hayatı bir oyun ve bir eğlenceden ibarettir. Gerçekten son yurt dar-ı ahiret, işte hayat o. Bir bilseler. Baksana gemiye bindiklerinde dinin sadece Allah'a ait olduğunu kabul ederek dua ederler de kendilerini karaya çıkardık mı derhal Allah'a ortak koşmağa kovulurlar. Böylece kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etsinler ve hayattan zevk alsınlar bakalım. Fakat ilerde bilecekler.” “Görmediler mi ki çevrelerindeki insanlar çarpılıp, yağma edilirken biz kendilerine güven, içinde yaşanılan kutsal bir yer yapmışız. Hâlâ batıla inanıp da Allah'ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar? Allah'a karşı yalan uydura, yahut hak kendilerine gelince yalanlayandan daha zalim kim olabilir.” [12] “Allah'a karşı yalan uydurandan, kendisine gelmiş olan gerçeği yalan sayandan daha zalim kim olabilir? İnkarcılar için cehennemde bir durak olmaz olur mu?” [13] “Müslüman olmağa çağrılmışken Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalim olan topluluğu doğru yola eriştirmez.” [14] 2- İnsanın Öteki İnsanlarla Olan İlişkilerinde Zulüm: İnsanlar mutlak anlamda bilgiye ve kesin yargı gücüne sahip olmadıkları için bilgi, davranış ve kararlarında her zaman doğruyu bulamazlar. Bu yüzden insanların bir mutlak bilgi, irade ve yargı sahibi tarafundan kontrol edilmeleri gerekir. Aynı zamanda insanlar işlerinde ve ilişkilerinde daima iyiniyet sahibi olmalı ve her işin sonunda Allah'a yönelmelidirler. Zulüm, sonunda işleyenini bulan bir fiil olduğu için İslam'da cezalar, yapılan fiilin cinsindendir. Bir haksızlık ya karşılığında ilâhî irade tarafından tesbit edilmiş ceza ile ödenebilir ya da haksızlığa uğrayan kimse, affetme yetkisine sahiptir. “Kötülüğün cezası gene aynı cinsten bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışırsa onun karşılığı Allah'a aittir. Kuşkusuz ki Allah zalimleri sevmez.” “Kim kendisine yapılan zulümden sonra hakkını alırsa işte onların aleyhine bir yol yoktur.” [15] “İnsanlara zulmedenlere yeryüzünde haksız yere Allah'ın emirlerine isyan edenlere (karşı gelmeğe) bir yol vardır. İşte can yakıcı azap bunlaradır.” [16] İsra suresi 33. ayette geçen “zulüm” kelimesi de insanların birbirleri ile olan ilişkilerindeki zulüm olgusunu konu almaktadır. [17] 3 - İnsan İle Nefsi (Kendisi) Arasındaki İlişkilerde Zulüm; İnsana, seçme, isteme ve iyiyi kötüden ayırdedebilme yeteneği verilmiştir. İnsan bu yeteneğini aynı zamanda hürriyetini kullanma imkânına sahip olduğu için yaptığı hareketlerden yani eylemlerinden sorumlu tutulacaktır. İnsanın kendine zulmetmesi eziyet etmek, zarar vermek, bedenine yapacağı herhangi bir işkence veya haksızlık anlamında düşünülmemelidir. Bunlar da haksızlıktır ama bunlar insanın kendi hürriyet alanı içindeki haksızlıklarıdır. Asıl insanın kendine zulmetmesi, sorumluluğunu kavramaması, kendisine yüklenilmiş olan ilahi görevi yerine getirmemesi ve dolayısıyla da bunların cezasını mutlak anlamda ahirette kendi üzerinde çekmesidir. ! Öte yandan insan dünya hayatında bedenine karşı da iyi davranmak, onun hakkını da vermek zorundadır. Ancak bedenin hakkını vermek demek yüksek mevkilere çıkmak, iyi imkânlar elde etmek ya da başarılı olmak anlamına gelmez. İnsan, bedeni ihtiyaçlarını temiz fıtratının kurallarına uygun olarak tatmin etmelidir. Yani helal ve temiz rızıklarla. Çünkü insanın maddi varlığının uyması gereken kurallar manevî varlığının bağlı olması gereken kuralları gibi Allah'ın sünnetine ve vahyine uygun olmak zorundadır. “Sana vahyettiğimiz ve kendinden öncekileri tasdik eden bu kitap gerçeğin ta kendisidir. Gerçekten Allah kullarından haberdardır, onları görücüdür.” “Sonra biz bu Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan kimisi nefsine (kendine) zulmeder, kimisi orta yolu tutar, kimi de Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçer. İşte asıl fazilet budur.” [18] Hz. Süleyman (as) ile Saba Melikesi arasında geçen olaylarla ilgili kıssada nefse zulmetme olayı ilginç bir şekilde ortaya konmaktadır. “(Süleyman) kuşları gözden geçirdikten sonra şöyle dedi: “Hüdhüd'ü niçin göremiyorum. Yoksa kayıplara mı karıştı?” Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: “Ben, dedi, senin bilmediğin birşeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru ve önemli bir haber getirdim. Gerçekten onlara hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkân verilmiş ve büyük bir tahta sahip bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan kendilerine yaptıkları işi süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş, bunun için hidayete giremiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilen Allah'a secde etmezler. Halbuki o çok büyük arşın sahibi olan Allah'tan başka ilah yoktur.” [19] Süleyman’la (as) aralarında geçen olaylar ve yazışmalardan sonra büyük bir dünya saltanatına sahip olan Saba Melikesi, Süleyman (as)'ın sarayına gelir. Onun sarayda gördüğü ilâhî ilim saltanata dayalı ihtişam ve kudret, geleneksel inançlarının yıkılmasına, İslam dinini kabul etmesine neden olur. Süleyman (as) cinlerden biri aracılığı ile Saba Melikesi'nin tahtını kendi sarayına getirtir. Ve sanki kendi tahtı imiş gibi takdim eder. Normal yollarla tahtın Melike'den önce gelmesine imkân yoktur. “Melike gelince “Senin tahtm da böyle mi?” dendi. O şöyle cevap verdi: “Tıpkı o. Zaten bize önce bilgi verilmiş ve biz de teslimiyet göstermiştik.” (Melike Süleyman (as)'in sahip olduğu kudrete teslimiyet göstermişti ama daha müslüman olmamıştı. Çünkü “Onu, Allah'tan başka taptığı şeyler (müslüman) olmaktan alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkarcı bir kavimdendi.” “Ona “Köşke gir.” dendi. Melike köşkün zeminini görünce derin bir su sandı ve eteğini çekti, Süleyman “Bu billurdan yapılmış şeffaf bir zemindir.” dedi. Melike dedi ki: “Rabbim ben gerçekten kendime zulmetmişim. Süleyman'ın önünde Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.” Bu ayetlerin sonunda geçen ve Saba Melikesi tarafından söylenen “nefsime (kendime) zulmettim” sözleri insanın kendine yapabileceği zulmü özlü bir şekilde ifade etmektedir. Melike saltanat sahibidir. Ülkesi ve kendisi refah ve huzur içindedir. Halkı kendisinden memnundur. Onların hareketlerini şeytan süslemiş, yaptıkları işlerin yani düzenlerinin iyi olduğunu sanıyorlar. Allah'ı bırakmışlar Allah'ın gizli, açık, yerde ve göklerde olan herşeyi bileceğini unutmuşlar, güneşe tapınarak zamanlarını geçiriyorlar. Demek ki Melike'nin nefsine zulmetmesi Allah'a ibadet etmeği bırakarak başka tanrılar edinmiş olmasıdır. Onun, kavmini yönetirken haksızlık yapmamağa dikkat etmiş olduğu ve halkına, onların karakterlerine ve sosyal yapılarına uygun davrandığı aynı sûrede belirtilmektedir. Hatta Süleyman (as)'ın mektubunu aldıktan sonra bile yönettiği toplumun geleneklerine bağlı kalmağa devam etmesi ve halkın dinine olan bağlılığını sürdürmesi kitle yapı ve psikolojisine verdiği önemi belirtiyor. Demek ki Saba Melikesi, modern çağın yönetim kurallarını genel çerçeve içinde uyguluyordu. Modern anlamda adil bir yönetici idi. Peki Melike'nin de sonunda kabul ettiği zulüm olgusu nereden geliyor? Her güzel ve uyumlu görülen hareket doğru kabul edilemez. Bir hareketin doğru olması için ilâhî iradeye uygun olması gerekir. Melike, davranışlarının ilâhi iradeye uygun olmadığını kavramış ve bu yüzden “Gerçekten ben kendime zulmetmişim.” demiştir. Kasas süresindeki Musa (as)'ın “Nefsime zulmettim.” sözü ise tamamen farklı bir olguyu simgelemektedir. “Musa, ahalisinin habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından iki adanu birbiriyle döğüşür buldu. Kendi tarafından olanı düşmana karşı ondan yardım diledi. Musa ötekine bir yumruk vurunca adam öldü. “Bu şeytan işidir, o gerçekten saptırıcı ve apaçık bir düşmandır.” dedi.” “Musa “Doğrusu kendime zulmettim. Beni bağışla.” dedi. Allah da onu bağışladı. Çünkü çok bağışlayıcı ve çok esirgeyici olan ancak O'dur.” [20] Musa (as) bir haksızlığı önlemek için harekete geçmiş ve bu haksızlığı önlemiştir. Niyeti adamı öldürmek olmadığı halde adam, kaza eseri oluvermiştir. Haksızlığı önlemek, hakkı gerçekleştirmektir. Musa (as) hakkı gerçekleştirmek konusunda kontrolsüz davranmış, aşırı gitmiştir. Görünüşte öldürülen adam haksızlığa uğramıştır. Fakat Musa (as) “kendime zulmettim.” demektedir. Çünkü o kendisine verilen ilimle (14. ayet) yapılan her haksız hareketin sonunda işleyicisini bulacağını bilmekte ve bu yüzden hemen bağışlanmasını dilemektedir. “Biz her peygamberi ancak Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi, Allah'ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.” “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan olay konusunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tanı anlamıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” [21] Bu ayetlerde insanların kendilerine zulmetmeleri, başkalarına haksızlık yapmaları veya adalete uygun davranmamaları anlamında kullanılmıştır. Zulmün giderilmesi ilahi hükmün gerçekleşmesi ile mümkündür. Ayette zulüm olgusu önceki ayetlerde olduğu gibi, hareketi yapanın kendisine dönüşmüş olarak bildiriliyor. “Biz “Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin. Orada kolaylıkla, istediğiniz zaman, her yerde cennet nimetlerinden yiyin. Sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz ikiniz de kendilerine zulmedenlerden olursunuz.” dedik.” [22] Bu ayette “zulüm” sadece Allah'ın emrine, mutlak iradesine tek bir konuda bile olsa karşı gelmek anlamındadır. Ağacın nitelikleri belli olmadığına veya herhangi bir zararından bahsedilmediğine göre, yanaşılmanın yasaklanmasının sebebi ağacın Adem’le Havva’ya verebileceği maddi bir zarar olamaz. Bu takdirde zulüm soyut niteliği ile ortaya çıkmış oluyor. Allah'ın büyük küçük, gerekçeli gerekçesiz her emrine yani iradesine karşı çıkmak zulümdür. Herşey aslına döndüğüne ve inişan hayatı da doğuşundan başlayıp kendisine tayin edilen kaderle ahirete yöneldiğine göre dünyada yapılacak işlerde görünür nedenler değil ilâhî irade aranmalıdır. Aşağıdaki ayette boşanma ile ilgili kurallar bildiriliyor. Bu kurallar insanlar arasındaki ilişkilerle ilgilidir. Hukuki kurallardır. Bu kurallara uymayanların da, nefislerine zulmetmiş olacakları bildiriliyor. “Kadınları boşadığmız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat onları haksızlık ederek ve zor kullanarak tutmayın. Kim öyle yaparsa kendine zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini oyuncak yerine koymayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, kendisiyle size öğüt vererek indirdiği Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun. Bilin ki Allah herşeyi bilir.” [23] Zulmün her üç çeşidi de aslmda nefse zulümdür. Çünkü insan birincide zulmü istemekle ve ona karar vermekle nefsine zulmetmektedir. Böylece zulmeden her insan zulme kendisi başlamış ve kendinden başlamıştır. Zulüm dönüşlü bir harekettir. Bir başlangıcı (nedeni), bir oluşu, bir de sonucu (karşılığı) vardır. İnsanın hareketlerinde nisbi irade hürriyeti bulunduğu için yapılan zulümlerin nedeni insanın iradesidir. Olay dünyada meydana gelir, karşılığı ise mutlak anlamda ahirette fakat nisbi anlamda dünyada meydana gelir. Zulmün karşılığının dünyada meydana gelmesi ya Allah'ın haksızlığa karşı uygulanmak üzere koyduğu kanunların tatbik edilmesi veya insanlara genellikle ibret olarak Allah'ın taşkınlık yapanları dünyada cezalandırması ile gerçekleşir. Bazı geçmiş kavimlerin başına gelen gazaplar bu çeşittendir. Zulmün ahirette sonuçlandığını ve mutlak anlamda karşılığının ahirette verileceğini aşağıdaki ayetler belirtiyor. “Kim dünya hayatını ve onun süsünü istemekte ise onların yaptıklarının karşılığını orada tam olarak veririz. Ve onlar orada hiçbir zarara uğratılmazlar.” “İşte onlar ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir. Dünyada yaptıkları da boşa gitmiştir. Halen yapmakta oldukları şeyler zaten batıldır.” [24] “Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir. Onlar kıyamet gününde Ralerine arzedilecekler. Şahitler de : “İşte bunlar Rablerine karşı yalan uyduranlardır.” diyecekler. Biliniz ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.” “Onlar Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve onu eğriltmek isterler. Çünkü onlar özellikle ahireti inkâr ederler.” [25] Zulüm olan davranışları yapanların sonunda bu davranışlarının karşılığını çektikleri insanlara ibret olmak üzere anlatılmıştır. Azgın ve sapık kavimler yaptıklarının karşılığını dünyada görmüşler, Allah'ı inkâr etmek, onun emirlerine karşı gelmek ve ona eş koşmaktaki isyanları dolayısıyle Allah'ın gazabına uğramışlardır. Bu şekilde işledikleri zulümlerin karşılığı daha dünyada iken onları bulmuştur. Hud suresinde, Nuh kavmi, Hud kavmi olan Ad, Salih kavmi olan Semud, İbrahim kavmi ve Musa kavmi yaptıkları zulümlerle ve bu zulümlerinin sonucu uğradıkları cezalarla anlatılırlar. Bu kavimler yaptıkları zulümlerin karşılığını çeşitli şekillerle helak edilerek nefislerinde tatmışlardı. Yani zukimleri kendilerine dönmüştür. Kıssaların sonunda Allah şöyle buyurur: “Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları onları hiçbir şekilde koruyamadı ve kayıplarını artırmaktan başka bir işe yaramadılar.”[26] Yahudilerin Allah tarafından bazı cezalara maruz kalmaları kendilerine özel yasakların getirilmiş olması kendi zulümleri dolaıyısıyladır. “Ve bir vakit İsrail oğullarından şöyle ahd ve misak aldık. “Allah'tan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya, yetimlere ve yoksullara iyilik yapın. İnsanlara güzellikle söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin. Sonra pek azınız müstesna, verdiğiniz bu sağlam sözden yüz çevirdiniz.”[27] “Tih sahrasında üstünüze bulutla gölge yaptık. Size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik. “Bu helal rızıklardan yiyin!” dedik. Onlar itaat etmemekle bize zulmetmediler. Onlar ancak kendi nefislerine zulmetmişlerdi.” [28] “Yahudilerin zulmetmeleri ve Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle daha önce kendilerine helal kılman temiz şeyleri kendilerine haram kıldık. Onlardan kâfir olanlara can yakıcı azap hazırladık.” [29] “Biz yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram ettik. Sığır ve koyunun iç yağlarını da haram yaptık. Bunların sırtlarına ve bağırsaklarına yapışanlar yahut kemiklerine yapışanlar müstesnadır. Biz haramı onlara zulümlerinden dolayı ceza yaptık. Şüphe yok ki biz her hususta sadıkız.” [30] Yoksa aslında bunların hepsi kendilerine haram değildi. Bir zamanlar bıldırcın etiyle beslenmişlerdi. Sonra başkaldırma ve zulümleri, peygamberleri öldürmeleri, faiz almaları, hak yolundan engellemeleri, haksız yere başkalarının mallarını yemeleri, helali haram, haramı helal saymak gibi aşırılıklarından dolayı sonradan kendileri birçok temiz rızıklardan mahrum edildiler.[31] Allah, verdiği haberde de doğru sözlüdür, korkutmalarında da doğru sözlüdür. Bu yüzden isyana ceza olarak bazı şeylerin haram kılınacağı haberi ve korkutmasının da doğruluğunda şüphe yoktur. Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kılanlar sonunda darlık ve yoksullukla cezalandırılırlar.[32] Bu şekildeki zulmün sonucu daha dünyada iken işleyeni bulmuş olur. Allah onlara bu cezayı yaptıklarının karşılığı olarak verir. Bu konudaki ilâhi hüküm “Biz onlara zulmetmiyorduk, onlar kendilerine zulmediyorlardı.” ifadesiyle gelmiştir. Çünkü ilâhî takdirde zulüm, hedefi belli bir hareket olarak tesbit edilmiştir. O hedefini bulacaktır. Zulmün hedefi bizzat işleyenin kendisidir. “İnanıp da inançlarına zulüm bulaştırmayanlar. İşte güven onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır.”[33] Ayette inançlara zulüm karışması olayı, inancını tatbik ederken haksızlığa düşmek değil, Allah'a hükmünde ve tasarrufunda ortak koşmak anlamındadır. Hz. İbrahim diğer bütün varlıkların tanrı olma ihtimalini reddedip gökleri ve yeri yaratan tek bir tanrıya, Allah'a kulluk etmek gerektiği kanaatine sahip olunca kavmi onunla tartışmağa kalktı. O bütün tartışmaları reddederek: “Siz Allah'ın haklarında hiçbir hüküm göndermediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz putlardan nasıl korkarım. Şimdi biliyorsanız (söyleyin). İki gruptan hangisi güvende olmağa daha layıktır.” [34] Elbette inançlarına zulüm karıştırmayanlar. Çünkü onlar sonunda kendilerine dönecek bir haksızlığı işlememişlerdir. Yukardaki ayetler inince Ashabtan bazıları dehşete kapıldılar. Çünkü herkes ufak tefek haksızlık yapabilirdi. “İbni Cerir, Abdullah b. İdris'ten rivayet ederek diyor ki: Bu ayeti kerime nazil olunca Rasulullah'ın ashabına çok ağır geldi. Onlar dediler ki: “Hangi birimiz nefsine zulmetmez ki?” Rasulullah: “Mesele sizin sandığınız gibi değil. Burada bahsedilen husus Lokman'm oğluna tavsiyesinde olduğu gibidir.” “Allah'a şirk koşma. Çünkü şirk en büyük zulümdür.” [35] “Yine İbni Cerir, îbni Müseyyeb'den naklediyor. Ömer b. Hattab ayeti okuyunca dehşete kapıldı. Übeyy b. Ka'b'ın yanına vardı. Dedi ki: “Ey Eba Münzir. Allah'ın Kitabı'ndan bir ayet okudum ki onun karşılığında kimse kendini kurtaramaz. Übeyy b. Ka'b “Hangisidir o?” dedi. Hz. Ömer ayeti kerimeyi okudu ve dedi ki “Hangimiz kendi nefsine zulmetmez ki!” Buna karşılık Übey şu cevabı verdi: “Allah bağışlasın seni ya Ömer. Duymadın mı ki Hak Teala “Muhakkak ki şirk en büyük zulümdür.” buyurur, İşte Ayeti kerimede geçen imanlarına haksızlık karıştırmayanlardan murad şirk karıştırmayanlardır.” “Yine İbni Cerir Ebül Eş'arî El Abdi'nin babasından rivayet ediyor ki Zeyd b. Sehvan Selman-ı Farisi'ye sordu. “Ey Eba Abdullah Allah'ın Kitabından bir ayet okudum, beni son derece duygulandırdı.” dedi ve ayeti okudu. Selman buyurdu ki: “Orada kasdolunan Allah'a şirk koşmaktır. Nitekim bu hususu bir başka ayeti kerimede bildirmiştir.” Bunun üzerine Zeyd dedi ki: “Biliyor musun, senden duyduğum bu söz beni ne kadar sevindirdi. Sanki bütün malik olduğum şeyleri kaybetmiş de yeniden bulmuş gibi oldum.” [36] Zulmün genellikle ahirette sonuçlanan bir eylem olduğunu aşağıdaki ayet ifade ediyor. “Eğer yerde ne varsa hepsi ve onunla beraber bir misli daha o zulmedenlerin olsaydı, kıyamet gününde azabm fenalığından (kurtulmak için) elbette bunları feda ederlerdi. Halbuki o gün onlar için Allah tarafından hiç hesaba katmadıkları şeyler ortaya çıkmıştır.” “Onların dünyadaki kazandıkları kötülükler açığa çıkmış, alaya aldıkları şey kendilerini sarmıştır.” [37] İnsanlar zulmederek kendilerini başkalarından kurtaramazlar, kendilerini güçlendiremezler, tam aksine geçmiş kavimlerde olduğu gibi zulümleri dolayısıyla alçalırlar ve gerilerler. Allah insanlara işledikleri zulümlerin karşılıksız kalmayacağını bildirmek için görevliler göndermiştir. Bu görevliler, bazen peygamberler, bazen de bu peygamberlerin ümmetlerinden olan salih kişilerdir. Bunlar kavimlerim çeşitli zaman ve şekillerde yaptıkları zulümlerden dolayı korkutmuşlardır. “İman etmiş olan adam dedi ki: “Doğrusu ben sizin için Nuh, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamberleri yalanlayan toplulukların uğradıkları günün benzerinden korkuyorum. Allah kullarına bir zulüm dileyecek değildir.” “Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağrışıp çağrışma gününden korkuyorum.” “Arkanıza dönüp kaçacağınız gün, sizi Allah'ın azabından kurtaracak kimse yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek de yoktur.”[38] “Sura üfürüldü mü, işte bu, geleceği vadedilen gündür.” “Herkes yanında bir sürücü ve bir de şahit ile beraber gelmiştir.” “Andolsun sen bundan gaflette idin. Şimdi biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık sözün keskindir.” “Yanındaki arkadaşı: “İşte yanımdaki hazır” (der) (Allah) “Haydi ikiniz her inatçı kâfiri, hayra bütün hızıyla engel olanı, azgın şüpheciyi, Allah ile beraber başka ilah edineni şiddetli azaba birlikte atın.” buyurur. Yanındaki şeytan “Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı.” der. “(Allah) “Benim katımda çekişmeyin. Size bunu önceden bildirmiştim. Benim katımda söz değişmez. Ben kullara asla zulmetmem.” der.”[39] Kelime anlamı ile yukarda göstermeğe çalıştığımız manaları kapsayan zulüm, Kur'an'da da sözlük anlamına yakın hatta özdeş anlamlarda kullanılmıştır. Yalnız hatırımızdan çıkarmamamız gereken şey, bu Kur'anî kavramı kullanırken Kur'an mantığını gözümüzün önünden ayırmamaktır. Kur'an'ın kendine özgü özel bir mantığı ve açıklama biçimi vardır. Her kavramı olduğu gibi “zulüm” kavramını da bu özelliği ile birlikte incelemek gerekir. İslam dinine göre evreni ve insanı yaratan Allah'tır. Allah'ın insanı yaratırken ona yüklediği ödev kul olduğunu unutmaması, kulluğunu gerektiği şekilde yapmasıdır. [40] Allah, insanları kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. İlk insan Hz. Âdem ve eşi yaratıldıkları zaman cennettedirler. Allah, onların bir ağaca yaklaşmalarını yasaklamıştır. Fakat onlar bu yasağı çiğnemişler ve zalimlerden olmuşlardır. İlk insanların başından geçen bu olaydaki gibi tüm insanların yaratılışında da durum aynıdır; yalnız onlar hayatlarına cennette başladılar; insanlar ise dünyada. Allah evreni yaratırken ondaki hareketleri, de tesbit etmiş, yönlerini ayarlamıştır. İnsanın kendisi için de bir yol çizilmiştir. Varlıkların, daha doğru bir anlatım ile yaratıklara sınırlarını aşmamaları görevlerini kötüye kullanmamaları gerekir. Dikkat edersek insanın dışındaki varlıkların, özellikle cansızlar olarak adlandırdıklarımızın görevlerini yapmaktan geri kalmadıklarını görürüz. Her varlık evrendeki yerini almış ve hareketini sürdürmektedir. [41] Diğer varlıklara göre insan özel bir duruma sahiptir. İnsan belirli bir amaçla en güzel biçimde yaratılmış [42]ve akıl sahibi olarak “emaneti” yüklenmiştir.[43]İnsanları diğer varlıklardan “emaneti yüklenmiş olması” ayırır. Yaratılışındaki belirgin özellik de emaneti yerine getirebilme yeteneğidir. Bu emanet, kulluk görevini yapabilmesi için ona yüklenmiştir. “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik, yüklenmeğe yanaşmadılar, ondan korktular. Sonunda onu insan yüklendi. İnsan gerçekten çok zalim ve çok bilgisiz bulunuyor. Çünkü Allah, münafık erkek ve kadınlara, müşrik erkek ve kadınlara azab edecek, mümin erkek ve kadınların da tövbelerini kabul edecektir. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.”[44] Ayetin sonunda insandan “zalûm” yani çok çok zülmedici olarak söz ediliyor. Münafıklara azap, müminlere ise bağışlama olduğu bildiriliyor. Nedir bu emanet ve insan neden çok zulmedicidir? Bu zulüm kime ya da neyedir? Ne zulümdür, ne zülüm değildir? Zulmün karşılığı nedir, zalimler ve mazlumlar sonunda ne olacaklardır? Gibi sorular işte bu ayetle karşımıza çıkmaktadır. [45] 1- Zulüm Nedir: Önce, Ahzab suresinin 72. ayetindeki “emanet” kelimesini açıklığa kavuşturalım. “Emanet” mastar sığasında bir kelime olup, eminlik, yani başkalarının hukuku konusunda emniyet edilip inanılan şeye isim olmuştur. Fakat genel olarak insanı diğer varlıklardan ayıran özelliklerin tümü emanet sözünün içine girmiş olmalıdır. İnsanları insanca yaşamağa çağıran, onun bu imtihan dünyasında hazırlıklarını tamamlayabileceği, ahiretini kazandırıcı şeylerin hepsi “emanet” tir. “İnsanlardan bir kısmı vardır ki bunlar Allah'ın rızasını kazanmak için kendini satın alır. Allah kulları için çok bağışlayıcıdır.” [46] Zulüm burada insanın emanete haksızlık etmesi ile ortaya çıkmaktadır. Eğer insan emaneti korumaz, ona gereken ilgiyi göstermezse çok çok zalimlerden olmuştur demektedir. Çünkü O, yaratıcısı, özelliklerinin tesbit edicisi, yaşayışının düzenleyicisi, var edicisi ve rızıklandırıcısı olan emanet sahibine hıyanette bulunmuş, onun takdir ettiği yolu beğenmemiş, mutlak yargıya başkaldırmıştır. Doğuştanlığa (fıtrat) karşı çıkmaktan daha büyük zulüm olabilir mi? Bu, insanın özvarlığını inkâr etmesidir. İnsanın fıtrî özelliklerini değiştirmeğe kalkması, bedenî ve ruhî ihtiyaçlarını kendini yaratan Allah'ın koyduğu kurallara göre değil de bunun dışındaki kurallara göre tatmin etmeğe çalışması, kendisine teklif edilen emanete hıyanet etmesi demektir. Genellikle zulüm olayı dışardan bir varlık tarafından yapılan bir hareket, ya da davranış gibi algılanırsa da, aslında zulüm, doğrudan doğruya insanın öz varlığı ile ilgilidir. Çünkü insan yaratılışına uygun hareket etmek zorundadır, fıtratını bozmamalı, örtmemeli, gereğini yerine getirmelidir. Eğer bunu yapmıyor; doğuştanlığmm (fıtrat) gereğini yerine getirmiyorsa asıl o zaman zalim olmaktadır. Kendisinin zalimi, özvarlığının zalimi, nefsinin zulmedicisi, kıyıcısı, hakkını yiyicisi. Dünyada yaptığı işlerde, eylemlerde (ameller, işler, hareketler), insan görünüşte her ne kadar başkasına zulmediyormuş gibi görünüyor ise de, birtakım eylemlerinde haksız olduğu halde kazançlı çıkıyorsa, başkalarına kendi yararına zarar veriyor. Sınırlarını aşarak isyan ediyor, insanların düzenlemelerini Allah'ın emirlerine yeğliyor, üstün tutuyorsa ve bu yapı onun için iyi, güzel, mutlu, neşeli, kârlı gibi görünüyorsa da aslında bu durum özvarlığma kıymaktan, nefsine zulmetmekten başka bir şey değildir. Çünkü sonucunda bunun karşılığını görecektir. Bu konu ile ilgili âyetleri hatırımızdan geçirdiğimiz zaman insanın dışındakilere yaptığı haksızlıkların gerçekte tekrar kendisine dönmekte olduğunu görürüz. “Allah'ın va'di haktır, fakat onların çoğu bilmezler.”[47] Bu hak olan va'de karşı çıkanlar kendilerine yazık etmiş, nefislerine zulmetmiş kimselerdir. “Elçilerin getirdikleri haktır, ona kafa tutanlar özvarlıklarına isyan ederler.” “Kim kötülük eder ya da özvarlığına (nefsine) zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlanmasını isterse o, Allah'ı çok yarlığayıcı ve çok esirgeyici bulur.” [48] Hz. Musa Mısır'a girerken kavga eden iki kişiyi görmüş, kendinden olanı kurtarmak için diğerini –istemeyerek- bir vuruşta öldürmüş, bunun haksızlık olduğunu anlayınca kendine kıydığını anlamış ve şunları söylemişti: “Rabbim cidden ben nefsime zulmettim; artık beni yarlığa...” [49] Hz. Adem ile Havva'yı şeytan aldatıp bunun sonucu olarak cennetten çıkarıldıkları zaman Allah onlara aşağıdakileri demişti: “Ben size bu ağacı yasak etmedim mi?” Onlar da: “Rabbimiz biz nefsimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz, esirgemezsen kesin zarara uğrayıcılardan olacağız.” dediler.” [50] Bunlar ve daha birçok ayette açıklananlara bakılırsa insanların başkalarına yaptıkları her haksızlık kendisine yapılmıştır. Çünkü insanlar ahirette geçici hayatlarında yaptıklarının mükâfatını alacaklar, karşılığını göreceklerdir. Bu arada dünyada yaptıkları onların ahiretteki durumlarını oluşturacaktır. İnsan başkasma haksızlık yaparak kendini harcamam alıdır. Başkalarının hakkını korurken aynı zamanda kendi hakkını da korumalı, kendine yapılan zulme de rıza göstermemelidir. İnsanın buradaki geçici üstünlüğünün karşılığı öbür dünyada kendisine yüklenmiş olacaktır. Bu bakımdan zulmü incelerken uzun dönemde ele almalı, değerlendirmemizi ona göre yapmalıyız. İnsan -yükümlülükler- imanın fıtratı - insanın hareketleri ve gerçek arasmdaki uyumsuzluk zulmü meydana getirmektedir. Zulüm bir haksızlık olduğu için karşılığında bir ceza takdir edilmiştir. İnsanın yükümlülüklerinden herhangi birini yerine getirmemesi veya ilahi emirlere aykırı hareketlerde bulunması zulümdür. Bu zulmün karşılığı olan ceza, hakkın tahakkuk etmesi (hakkın yerine gelmesi) dolaylı ya da dolaysız olarak insanı ilgilendirir, bazıları ise başkalarına karşıdır. İnsan zalimane hareket ettiği zaman kendini ilgilendiren konularda kendisine zulmetmiş, başkalarını ilgilendiren konularda ise, ahirette bunların cezası tekrar kendini bulacağı için gene kendine zulmetmiş olur. Bu durumda Kur'an'm semantiğine, diline göre zulüm, yapılan haksızlık kimin üzerinde meydana gelirse gelsin insanın kendisine dönmektedir. [51] 2- İnsanlar Yaratılmışlar Ve Sınırlandırılmışlardır İslama göre apaçık ortada olan bir gerçektir bu. İnsanlar yaratılmışlardır, evren yaratılmıştır. Tüm etrafımızda gördüklerimiz ve görme gücümüz dışındaki varlıklar, hep yaratıktırlar. Her varlığın bir görevi vardır o da kulluk etmektir. “İnsanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin; umulur ki takva sahibi olursunuz.” [52] İlk insan ve eşi yaratıldıkları zaman cennete konulmuşlardır. Onlara herşey serbest bırakılmıştır. Denenmeleri için bir ağaç yasaklanmıştır. Onlara yakışan hareket bu yasağa uymaktır. Ama onlar uygunu, doğruyu yapmazlar, ağaca yaklaşırlar, ondan yerler. Bu hareketleri onların zalimlerden olmalarına yetmiştir. Çünkü: “zulüm hakkı tecavüz edip bir hakkı mevziinin gayrıya koymaktır. Demek ki Cenab-ı Hak cennette büyük bir hürriyet vermekle beraber ona yine bir had tayin etmiş ve yaklaştıkları takdirde zalimler zümresine dahil olacaklarını bildirmiştir. Bu şunu tahsis (kesinleştirir, nasslaştırır) eder ki: hilâfet-i Ademiyye mutlak değildir. Ve bunun bir haddi mahsusu vardır ki tecavüzü zulümdür.”[53] Hz. Âdem'e bunun üzerine Allah şöyle buyurur: “Hepiniz oradan inin. Benden size bir hidayet gelir; kim benim “hidayetimi izlerse onun için korku yoktur! Onlar üzülenlerden olmayacaklardır da. O küfredenler, âyetlerimizi yalan sayanlar, onlar ateşin arkadaşıdırlar. Orada bir daha çıkmamak üzere kalıcıdırlar dedik.” [54] Hz. Âdem'in hayatındaki bu bölüm bize zulmü kapsamı ile anlatmaktadır. İnsanlara bir hidayet gönderilecektir. Onlar da hidayetin sınırlarını asmayacaklardır. Bu hidayet elçiler ve aracılıkları ile gönderilen kitaplardır. Daha uygun deyim ile Allah'ın dinidir. Kim Allah'ın dinine uygun hareket etmişse doğuştanlığma (fıtrat) uygun hareket etmiş, kim de bunu aşraışsa kendine kıymış olmaktadır. Peygamberler hidâyete götürücüdürler, hidâyeti göstericidirler. İslâm hidâyettir. “İslâmdan başka bir din arayandan bu din kabul olunmaz ve o âhirette onlar bekledikleri sonuçtan büyük şaşkınlık ve acıya uğrayanlardır. Kendilerine apaçık deliller gelmiş, o peygamberin bir gerçek olduğuna tanıklık etmişlerken, inancın arkasından gerçeği örtmeğe (küfre) sapan kavmi Allah nasıl hidayete erdirir. Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez.”[55] “Her ümmetin bir peygamberi vardır. Rasülleri geldiği zaman aralarında adaletle hükmolunur. Ve onlara asla zulmedilmez.”[56] Böylece Allah'ın dini olan İslam, hidayete götürücü olarak gösterilmekte ve bunu tatbik etmek insana en uygun hareket olmaktadır. Gerçekten Allah'ın insanlara gönderdiğinde uygunsuzluk yoktur. “Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şeyle zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.” [57] “Allah zalimleri çok iyi bilendir.” [58] Kur'an'ın bildirisine göre insanların: kendilerine çizilen bu sınırı aşmamaları gerekir. Tarihleri boyunca insanlara gerçeği bulmaları için peygamberler gönderilmiş, doğuştanlıklarına uygun hayat biçimi sürekli olarak hatırlatılmıştır. Yine hayatın sadece bu dünya ile son bulmadığı, ahiretin asıl olduğu, insanların dünyada bir imtihan için bulundukları, akılları, güçleri ölçüsünde, emrolundukları gibi doğruca hareket etmek zorunda bulundukları belirtilmiştir. Baş tarafta da ifade etmeğe çalıştığımız gibi, tüm insan hareketlerini uzun döneme göre değerlendirmek lâzımdır. [59] [3] Bu bölüm, Ragib el-İsfehanî'nin, Bl-Müfredat adlı eserinin “Zulüm” maddesinin genişletilmiş bir özeti mahiyetindedir. [4] B. Topaloğlu - H. Karaman, Yeni Kamus. İrfan Y. 1966. [5] El-Müncid-el Ebcedi. [6] Elmaiılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili c. I, s. 322. [7] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 9-11. [8] Lokman: 31/13. [9] Hud: 11/18-21. [10] İbrahim: 14/21-22. [11] Şura: 42/42, İnsan: 76/31. [12] Ankebut: 29/64-68. [13] Zümer 39/32. [14] Saff: 61/7. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 11-15. [15] Şura: 42/40-41. [16] Şura: 42/42. [17] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 15-16. [18] Fatır: 35/31-32. [19] Neml: 27/20-26. [20] Kasas: 28/15-16. [21] Nisa: 4/64-65. [22] Bakara: 2/35. [23] Bakara: 2/231. [24] Hud: 11/15-16. [25] Hud: 11/18-19. [26] Hud:11/101. [27] Bakara 2/83. [28] Bakara: 2/57. [29] Nisa: 4/160-161. [30] En'am: 6/146. [31] Hak Dini Kur'an Dili, E. Hamdi Yazır, c. 3, s. 2079. [32] İbid. [33] En'am: 6/82. [34] En'am: 6/81. [35] Lokman: 31/13. [36] Fi Zılâl il-Kur'an c. 5, s. 314 -315. [37] Zümer: 39/47-48. [38] Mü'min: 40/30-33. [39] Kaf: 50/20-29. [40] Zariyat: 51/56. [41] Yasin: 36/38-40. [42] Tin: 95/4. [43] Ahzab: 33/72. [44] Ahzab: 33/72-73. [45] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 17-36. [46] el-Bakara: 2/207. [47] Yunus: 10/55. [48] Nisa: 4/110. [49] Kasas: 28/16. [50] Araf: 7/22-23. [51] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 36-40. [52] Bakara: 2/21. [53] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 322. [54] Bakara: 2/38-39. [55] Al-i İmran: 3/85-86. [56] Yunus: 10/47. [57] Yunus: 10/44. [58] Enam: 6/58. [59] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 40-43. Konu Başlığı: Ynt: Zulmün Kelime ve Islah Anlamı Gönderen: Rüveyha üzerinde 31 Temmuz 2016, 15:10:33 Esselamu aleykum..İnsan sadece bir başkasına zulm etmez,aynı zaman da kendine de zulm eder..Rabbim zulm edenlerden eylemesin İnşaAllah.Rabbim razı olsun
Konu Başlığı: Ynt: Zulmün Kelime ve Islah Anlamı Gönderen: Ceren üzerinde 31 Temmuz 2016, 17:05:31 Aleykümselam.Allah kullarına zulum etmeyi haram kılmıştır.Allahın emrine uyan ve zulum den uzak kalan kullardan olalım inşallah...
Konu Başlığı: Ynt: Zulmün Kelime ve Islah Anlamı Gönderen: Sevgi. üzerinde 30 Ağustos 2017, 14:15:36 Mevlam bizleri zulmedenlerden etmesin inşaAllah herdaim Rızasına uygun yaşıyanlardan oluruz. Amin ecmain
Konu Başlığı: Ynt: Zulmün Kelime ve Islah Anlamı Gönderen: Mehmed. üzerinde 30 Ağustos 2017, 15:27:58 Rabbim bizleri zulme karşı sessiz kalanlardan eylemesin Rabbim paylaşım için razı olsun
|