๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 07 Şubat 2011, 00:01:38



Konu Başlığı: Zulmün Kelime ve Islah Anlamı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Şubat 2011, 00:01:38
ZULMÜN KELİME VE ISTILAH ANLAMI

 Zulmün kelime anlamı [3]

Zulüm; “yersiz hareket etmek, yersiz yapmak” müteaddi (geçişli) fiil olarak kul­lanıldığı zaman, “hak yemek, doğru yoldan sapmak”  anlamına gelir.

Aynı kökten türetilmiş fiiller, “karar­mak, karanlığa girmek, karartmak, hakkını yemek, zulüm çekmek, zulümden yakmmak, nurun gitmesi”  anlamlarını taşırlar. [4]

Zulüm kelimesi, “aleyhinde hareket et­mek, zulüm yapmak, işkence, eziyet etmek, bir şeyi asıl yerinin dışında bir yere koy­mak” anlamlarında kullanıldığı gibi, hak kelimesinin karşıtı olarak da kullanılır.

Bazı atasözlerinde zulüm kelimesi anla­mının gerçek açıklığı ile ifade edilmiştir:

Koyunlarına kurdu çoban yapan zalimdir.

Kazılması gerekmeyen yeri kazan zul­metmiştir.

Zulüm “hakkı azaltmak, doğru yoldan sapmak ve tecavüz” anlamlarını da ta­şır: [5]

Elmalılı Hamdı Yazır, zulmü şu şekilde tarif etmiştir: “Zulüm, hakkı tecavüz edip, hakkı yerinin dışına koymaktır.”[6]

Dilbilimcilere ve bilginlerin çoğunluğu­na göre zulüm, bir şeyi veya işi kendine bağ­lı olarak yerinde ve zamanında yapmayarak o şeye - fazla veya eksik- kendisine ayrılan konumun dışında bir konum vermektir. Buna göre kendi zamanma uygun olmadan, gerçekleştirilen bir eyleme örnek olarak:

“Zamansız su verdiğimde, su kabına zulmet­miş olurum.” denir. Zamansız sağılan süte de “zalim” denir.

“Kazılması gerekmeyen yeri kazarsam o yere zulmetmiş olurum.” Böyle yere “mazlûme” (zulme uğramış), buradan kazılarak çıkarılmış toprağa da “zalim” (zulme uğra­mış) denir.

Belli bir dairenin çemberinin dışına taşınrsa, dışa taşma -az da olsa- bu hare­kete zulüm denir. Buna göre büyük günah­lara da küçük günahlara da zulüm denir. Bu yüzden Hz. Adem, haddi aştığı zaman, ona zalim dendiği gibi İblis'e de zalim den­miştir. Oysa bu iki günah arasında çok bü­yük bir fark vardır. Düşünürlerden bazıları zulmü üç kısma ayırmışlardır: [7]

 1- İnsan İle Allah Arasındaki İlişkiler­de Zulüm:

 Zulmün bu türünün en büyükleri küfür, şirk ve nifaktır. Küfür, şirk ve nifakın en büyük zulüm oldukları Kur'an'da çeşitli ayetlerde bildirilmiştir.

Lokman suresinde Lokman (as) 'in diliy­le şirkin (Allah'a hükmünde ve tanrılığın­da ortak koşma) en büyük zulüm olduğu bildirilir.

Kendisine hikmet verildiği bildirilen Lokman, bu yetenek ile olayları sonuçları ile kavrayacak durumda idi. Yapılan bir işin bir değeri olduğunu ve bu değere göre halikında hüküm verileceğini bilen Lok­man (as.) oğluna (ve bizlere) şu nasihatta bulunuyor: “Oğlum Allah'a şirk koşma, mu­hakkak ki şirk gerçekten de büyük bir zu­lümdür.”[8]

“Yalan söyleyerek Allah'a iftira eden­den daha zalim kimdir? Bu zalimler, Rabb'lerine arzolunacaklar ve şahitler de şöyle diyecekler: “- İşte bunlar Rabb'lerine kar­şı yalan söyleyenlerdir.” Haberiniz olsun Al­lah'ın laneti zalimlerin üzerinedir. O zalim­ler Allah yolundan çevirirler ve yolu eğrilt­meğe çalışırlar, ahireti de inkâr ederler.

Bunlar yeryüzünde Allah'ı aciz bıraka­mazlar. Allah'tan başka kendilerini kurta­racak dostları da yoktur. Bunlara kat kat azap edilir; çünkü bunlar işitemez ve göre­mezlerdi, işte bunlar kendilerine yazık etmiş kimselerdir. Uydurdukları putlar da uzak­laşıp kaybolmuştur.”[9]

Allah'ın lanetine hak kazanmış olan za­limler gerçekleri görme ve duyma yetenek­leri kaybolmuş ve Allah'a iftira atacak ka­dar ileri gitmişlerdir.

İnsanların büyük bir kısmı kitle halin­de hareket ettikleri için kendileri karar ver­me ve iradelerini kullanma kabiliyetinde değillerdir. Bunlar kendilerine öncülük ya­pan kişilerin zulümlerinin kurbanı olurlar. İslam dinine göre insanın hayatındaki islami belirti, onun sürü hayatından kurtulup iradesi ile hareket eder hale gelmesidir. Bu yüzden insanların ortak oldukları zulümle­re zayıflıklarını, bilgisizliklerini veya bazı güçlü kişilerin kendilerini yanıltmalarını bahane olarak göstermeleri bir yarar sağla­mayacaktır.

“(Rablerini inkâr edenler) Allah'ın hu­zuruna çıkarlar. Güçsüzleri büyüklük taslayanlara şöyle derler: “Biz size uymuş­tuk, Allah'ın azabının bir kısmını bizden uzaklaştırır mısınız?” Büyüklük taslayanlar da şöyle cevap verirler: “Eğer Allah bizi doğru yola ulaştırmış olsaydı, biz de size doğru yolu gösterirdik. Artık sızlansak da sabretsek de farketmez, çünkü bizim kaça­cak hiçbir yerimiz yoktur.”

“(Hükümleri verilip) de iş bitince şey­tan: Doğrusu Allah size gerçeği söz vermiş­ti. Ben de söz verdim ama yalancı çıktım. Esasen sizi zorlayacak bir gücüm de yoktu. Sizi çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kur­taramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak etmenizi daha önce kabul etmemiştim. Çünkü zalimlere elbette acıklı bir azap vardır.”[10]

Pek çok ayette “Zalimlere gelince... On­lar için acıklı bir azap hazırladık.” cümlesi tekrarlanmıştır.[11]

İnsanlar başka bir çıkış yolu bulamadık­ları zaman, Allah'ın hakimiyetini kabul ederler. Fakat kendilerine biraz imkân ve nimet verilince, hemen Allah'ı inkâra veya ona ortak koşmağa kalkışırlar. Bu insanın fıtratında varolan bir özelliktir. İnsan, de­ğil sadece Allah'ın kendisine verdiği fıtrî ni­metleri, sonradan verilmiş fazladan nimet­leri de inkâr etmeğe, bunlara karşı nankör­lük yapmağa kalkışır. Aşağıdaki ayetler bu durumu izah ediyorlar.

“Bu dünya hayatı bir oyun ve bir eğlen­ceden ibarettir. Gerçekten son yurt dar-ı ahiret, işte hayat o. Bir bilseler. Baksana ge­miye bindiklerinde dinin sadece Allah'a ait olduğunu kabul ederek dua ederler de ken­dilerini karaya çıkardık mı derhal Allah'a ortak koşmağa kovulurlar. Böylece kendile­rine verdiğimiz nimetlere nankörlük etsinler

ve hayattan zevk alsınlar bakalım. Fakat ilerde bilecekler.”

“Görmediler mi ki çevrelerindeki insan­lar çarpılıp, yağma edilirken biz kendileri­ne güven, içinde yaşanılan kutsal bir yer yapmışız. Hâlâ batıla inanıp da Allah'ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar? Allah'a karşı yalan uydura, yahut hak kendilerine ge­lince yalanlayandan daha zalim kim olabilir.” [12]

“Allah'a karşı yalan uydurandan, ken­disine gelmiş olan gerçeği yalan sayandan daha zalim kim olabilir? İnkarcılar için ce­hennemde bir durak olmaz olur mu?” [13]

“Müslüman olmağa çağrılmışken Al­lah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalim olan topluluğu doğru yola eriştirmez.” [14]

 2- İnsanın Öteki İnsanlarla Olan İliş­kilerinde Zulüm:

 İnsanlar mutlak anlamda bilgiye ve ke­sin yargı gücüne sahip olmadıkları için bil­gi, davranış ve kararlarında her zaman doğruyu bulamazlar. Bu yüzden insanların bir mutlak bilgi, irade ve yargı sahibi tarafundan kontrol edilmeleri gerekir. Aynı za­manda insanlar işlerinde ve ilişkilerinde da­ima iyiniyet sahibi olmalı ve her işin sonun­da Allah'a yönelmelidirler.

Zulüm, sonunda işleyenini bulan bir fiil olduğu için İslam'da cezalar, yapılan fiilin cinsindendir. Bir haksızlık ya karşılığında ilâhî irade tarafından tesbit edilmiş ceza ile ödenebilir ya da haksızlığa uğrayan kimse, affetme yetkisine sahiptir.

“Kötülüğün cezası gene aynı cinsten bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışırsa onun karşılığı Allah'a aittir. Kuşkusuz ki Allah zalimleri sevmez.”

“Kim kendisine yapılan zulümden son­ra hakkını alırsa işte onların aleyhine bir yol yoktur.” [15]

“İnsanlara zulmedenlere yeryüzünde haksız yere Allah'ın emirlerine isyan eden­lere (karşı gelmeğe) bir yol vardır. İşte can yakıcı azap bunlaradır.” [16]

İsra suresi 33. ayette geçen “zulüm” ke­limesi de insanların birbirleri ile olan iliş­kilerindeki zulüm olgusunu konu almakta­dır. [17]

3 - İnsan İle Nefsi (Kendisi) Arasında­ki İlişkilerde Zulüm;

 İnsana, seçme, isteme ve iyiyi kötüden ayırdedebilme yeteneği verilmiştir. İnsan bu yeteneğini aynı zamanda hürriyetini kullan­ma imkânına sahip olduğu için yaptığı ha­reketlerden yani eylemlerinden sorumlu tu­tulacaktır.

İnsanın kendine zulmetmesi eziyet et­mek, zarar vermek, bedenine yapacağı her­hangi bir işkence veya haksızlık anlamında düşünülmemelidir. Bunlar da haksızlıktır ama bunlar insanın kendi hürriyet alanı içindeki haksızlıklarıdır. Asıl insanın ken­dine zulmetmesi, sorumluluğunu kavrama­ması, kendisine yüklenilmiş olan ilahi göre­vi yerine getirmemesi ve dolayısıyla da bun­ların cezasını mutlak anlamda ahirette ken­di üzerinde çekmesidir. ! Öte yandan insan dünya hayatında be­denine karşı da iyi davranmak, onun hakkı­nı da vermek zorundadır. Ancak bedenin hakkını vermek demek yüksek mevkilere çıkmak, iyi imkânlar elde etmek ya da başa­rılı olmak anlamına gelmez. İnsan, bedeni ihtiyaçlarını temiz fıtratının kurallarına uy­gun olarak tatmin etmelidir. Yani helal ve temiz rızıklarla.

Çünkü insanın maddi varlığının uyması gereken kurallar manevî varlığının bağlı ol­ması gereken kuralları gibi Allah'ın sünne­tine ve vahyine uygun olmak zorundadır.

“Sana vahyettiğimiz ve kendinden ön­cekileri tasdik eden bu kitap gerçeğin ta kendisidir. Gerçekten Allah kullarından ha­berdardır, onları görücüdür.”

“Sonra biz bu Kitab'ı kullarımızdan seç­tiklerimize miras bıraktık. Onlardan kimisi nefsine (kendine) zulmeder, kimisi orta yolu tutar, kimi de Allah'ın izniyle hayırlı işlerde öne geçer. İşte asıl fazilet budur.” [18]

Hz. Süleyman (as) ile Saba Melikesi arasında geçen olaylarla ilgili kıssada nef­se zulmetme olayı ilginç bir şekilde ortaya konmaktadır.

“(Süleyman) kuşları gözden geçirdikten sonra şöyle dedi: “Hüdhüd'ü niçin göremiyo­rum. Yoksa kayıplara mı karıştı?” Çok geç­meden (Hüdhüd) gelip: “Ben, dedi, senin bil­mediğin birşeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru ve önemli bir haber getirdim. Gerçekten onlara hükümdarlık eden, kendi­sine her türlü imkân verilmiş ve büyük bir tahta sahip bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan kendilerine yap­tıkları işi süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş, bunun için hidayete gi­remiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilen Allah'a secde etmezler. Halbuki o çok büyük arşın sahibi olan Allah'tan baş­ka ilah yoktur.” [19]

Süleyman’la (as) aralarında geçen olay­lar ve yazışmalardan sonra büyük bir dünya saltanatına sahip olan Saba Melikesi, Süley­man (as)'ın sarayına gelir. Onun sarayda gördüğü ilâhî ilim saltanata dayalı ihtişam ve kudret, geleneksel inançlarının yıkılma­sına, İslam dinini kabul etmesine neden olur.

Süleyman (as) cinlerden biri aracılığı ile Saba Melikesi'nin tahtını kendi sarayına getirtir. Ve sanki kendi tahtı imiş gibi takdim eder. Normal yollarla tahtın Melike'den önce gelmesine imkân yoktur.

“Melike gelince “Senin tahtm da böyle mi?” dendi. O şöyle cevap verdi:

“Tıpkı o. Zaten bize önce bilgi verilmiş ve biz de tes­limiyet göstermiştik.”

(Melike Süleyman (as)'in sahip olduğu kudrete teslimiyet göstermişti ama daha müslüman olmamıştı. Çünkü

“Onu, Allah'tan başka taptığı şeyler  (müslüman) olmaktan alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkarcı bir kavimdendi.”

“Ona “Köşke gir.” dendi. Melike köşkün zeminini görünce derin bir su sandı ve ete­ğini çekti, Süleyman “Bu billurdan yapılmış şeffaf bir zemindir.” dedi. Melike dedi ki:

“Rabbim ben gerçekten kendime zulmetmi­şim. Süleyman'ın önünde Alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.”

Bu ayetlerin sonunda geçen ve Saba Me­likesi tarafından söylenen “nefsime (kendi­me) zulmettim” sözleri insanın kendine ya­pabileceği zulmü özlü bir şekilde ifade et­mektedir.

Melike saltanat sahibidir. Ülkesi ve ken­disi refah ve huzur içindedir. Halkı kendi­sinden memnundur. Onların hareketlerini şeytan süslemiş, yaptıkları işlerin yani dü­zenlerinin iyi olduğunu sanıyorlar. Allah'ı bırakmışlar Allah'ın gizli, açık, yerde ve göklerde olan herşeyi bileceğini unutmuş­lar, güneşe tapınarak zamanlarını geçiriyor­lar. Demek ki Melike'nin nefsine zulmetme­si Allah'a ibadet etmeği bırakarak başka tanrılar edinmiş olmasıdır. Onun, kavmini yönetirken haksızlık yapmamağa dikkat et­miş olduğu ve halkına, onların karakterle­rine ve sosyal yapılarına uygun davrandığı aynı sûrede belirtilmektedir. Hatta Süley­man (as)'ın mektubunu aldıktan sonra bile yönettiği toplumun geleneklerine bağlı kal­mağa devam etmesi ve halkın dinine olan bağlılığını sürdürmesi kitle yapı ve psikolo­jisine verdiği önemi belirtiyor. Demek ki Saba Melikesi, modern çağın yönetim kural­larını genel çerçeve içinde uyguluyordu. Mo­dern anlamda adil bir yönetici idi. Peki Me­like'nin de sonunda kabul ettiği zulüm olgu­su nereden geliyor?

Her güzel ve uyumlu görülen hareket doğru kabul edilemez. Bir hareketin doğru olması için ilâhî iradeye uygun olması ge­rekir. Melike, davranışlarının ilâhi iradeye uygun olmadığını kavramış ve bu yüzden “Gerçekten ben kendime zulmetmişim.” de­miştir.

Kasas süresindeki Musa (as)'ın “Nefsi­me zulmettim.” sözü ise tamamen farklı bir olguyu simgelemektedir.

“Musa, ahalisinin habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafın­dan, diğeri düşman tarafından iki adanu birbiriyle döğüşür buldu. Kendi tarafından olanı düşmana karşı ondan yardım diledi. Musa ötekine bir yumruk vurunca adam öldü. “Bu şeytan işidir, o gerçekten saptırıcı ve apaçık bir düşmandır.” dedi.”

“Musa “Doğrusu kendime zulmettim. Be­ni bağışla.” dedi. Allah da onu bağışladı. Çünkü çok bağışlayıcı ve çok esirgeyici olan ancak O'dur.” [20]

Musa (as) bir haksızlığı önlemek için harekete geçmiş ve bu haksızlığı önlemiştir. Niyeti adamı öldürmek olmadığı halde adam, kaza eseri oluvermiştir. Haksızlığı ön­lemek, hakkı gerçekleştirmektir. Musa (as) hakkı gerçekleştirmek konusunda kontrol­süz davranmış, aşırı gitmiştir. Görünüşte öl­dürülen adam haksızlığa uğramıştır. Fakat Musa (as) “kendime zulmettim.” demekte­dir. Çünkü o kendisine verilen ilimle (14. ayet) yapılan her haksız hareketin sonunda işleyicisini bulacağını bilmekte ve bu yüz­den hemen bağışlanmasını dilemektedir.

“Biz her peygamberi ancak Allah'ın iz­niyle kendilerine itaat edilmesi için gönder­dik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri za­man sana gelseler de Allah'tan bağışlanma­yı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar et­seydi, Allah'ı ziyadesiyle affedici ve esirge­yici bulurlardı.”

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan olay konusunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tanı anlamıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” [21]

Bu ayetlerde insanların kendilerine zulmetmeleri, başkalarına haksızlık yapma­ları veya adalete uygun davranmamaları anlamında kullanılmıştır. Zulmün giderilmesi ilahi hükmün gerçekleşmesi ile mümkündür.

Ayette zulüm olgusu önceki ayetlerde olduğu gibi, hareketi yapanın kendisine dö­nüşmüş olarak bildiriliyor.

“Biz “Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin. Orada kolaylıkla, istediği­niz zaman, her yerde cennet nimetlerinden yiyin. Sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz ikiniz de kendilerine zulmedenlerden olursunuz.” dedik.” [22]

Bu ayette “zulüm” sadece Allah'ın em­rine, mutlak iradesine tek bir konuda bile olsa karşı gelmek anlamındadır. Ağacın ni­telikleri belli olmadığına veya herhangi bir zararından bahsedilmediğine göre, yanaşıl­manın yasaklanmasının sebebi ağacın Adem’le Havva’ya verebileceği maddi bir zarar olamaz. Bu takdirde zulüm soyut niteliği ile ortaya çıkmış oluyor. Allah'ın büyük küçük, gerekçeli gerekçesiz her emrine ya­ni iradesine karşı çıkmak zulümdür. Herşey aslına döndüğüne ve inişan hayatı da doğu­şundan başlayıp kendisine tayin edilen ka­derle ahirete yöneldiğine göre dünyada ya­pılacak işlerde görünür nedenler değil ilâhî irade aranmalıdır.

Aşağıdaki ayette boşanma ile ilgili ku­rallar bildiriliyor. Bu kurallar insanlar ara­sındaki ilişkilerle ilgilidir. Hukuki kurallar­dır. Bu kurallara uymayanların da, nefisle­rine zulmetmiş olacakları bildiriliyor.

“Kadınları boşadığmız ve onlar da bek­leme sürelerini bitirdikleri zaman ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat onları haksızlık ederek ve zor kullanarak tutmayın. Kim öyle yaparsa kendine zulmet­miş olur. Allah'ın ayetlerini oyuncak yerine koymayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nime­tini, kendisiyle size öğüt vererek indirdiği Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan kor­kun. Bilin ki Allah herşeyi bilir.” [23]

Zulmün her üç çeşidi de aslmda nefse zulümdür. Çünkü insan birincide zulmü is­temekle ve ona karar vermekle nefsine zulmetmektedir.  Böylece zulmeden her insan zulme kendisi başlamış ve kendinden başla­mıştır.           

Zulüm dönüşlü bir harekettir. Bir baş­langıcı (nedeni), bir oluşu, bir de sonucu (karşılığı) vardır. İnsanın hareketlerinde nisbi irade hürriyeti bulunduğu için yapı­lan zulümlerin nedeni insanın iradesidir. Olay dünyada meydana gelir, karşılığı ise mutlak anlamda ahirette fakat nisbi anlam­da dünyada meydana gelir.

Zulmün karşılığının dünyada meydana gelmesi ya Allah'ın haksızlığa karşı uygu­lanmak üzere koyduğu kanunların tatbik edilmesi veya insanlara genellikle ibret ola­rak Allah'ın taşkınlık yapanları dünyada ce­zalandırması ile gerçekleşir. Bazı geçmiş ka­vimlerin başına gelen gazaplar bu çeşitten­dir.

Zulmün ahirette sonuçlandığını ve mut­lak anlamda karşılığının ahirette verileceğini aşağıdaki ayetler belirtiyor.

“Kim dünya hayatını ve onun süsünü is­temekte ise onların yaptıklarının karşılığını orada tam olarak veririz. Ve onlar orada hiçbir zarara uğratılmazlar.”

“İşte onlar ahirette kendileri için ateş­ten başka hiçbir şeyleri olmayan kimseler­dir. Dünyada yaptıkları da boşa gitmiştir.

Halen yapmakta oldukları şeyler zaten ba­tıldır.” [24]

“Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir. Onlar kıyamet gününde Ralerine arzedilecekler. Şahitler de : “İşte bun­lar Rablerine karşı yalan uyduranlardır.” diyecekler. Biliniz ki Allah'ın laneti zalim­lerin üzerinedir.”

“Onlar Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve onu eğriltmek isterler. Çünkü onlar özellik­le ahireti inkâr ederler.” [25]

Zulüm olan davranışları yapanların so­nunda bu davranışlarının karşılığını çek­tikleri insanlara ibret olmak üzere anlatıl­mıştır. Azgın ve sapık kavimler yaptıkları­nın karşılığını dünyada görmüşler, Allah'ı inkâr etmek, onun emirlerine karşı gelmek ve ona eş koşmaktaki isyanları dolayısıyle Allah'ın gazabına uğramışlardır. Bu şekil­de işledikleri zulümlerin karşılığı daha dün­yada iken onları bulmuştur. Hud suresinde, Nuh kavmi, Hud kavmi olan Ad, Salih kavmi olan Semud, İbrahim kavmi ve Musa kavmi yaptıkları zulümler­le ve bu zulümlerinin sonucu uğradıkları cezalarla anlatılırlar. Bu kavimler yaptıkları zulümlerin karşılığını çeşitli şekillerle helak edilerek nefislerinde tatmışlardı. Yani zukimleri kendilerine dönmüştür. Kıssaların sonunda Allah şöyle buyurur:

“Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde Allah'ı bırakıp da taptıkları tan­rıları onları hiçbir şekilde koruyamadı ve kayıplarını artırmaktan başka bir işe yara­madılar.”[26] 

Yahudilerin Allah tarafından bazı ceza­lara maruz kalmaları kendilerine özel ya­sakların getirilmiş olması kendi zulümleri dolaıyısıyladır.

“Ve bir vakit İsrail oğullarından şöyle ahd ve misak aldık. “Allah'tan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya, yetimlere ve yoksullara iyilik yapın. İnsanlara güzellikle söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin. Sonra pek azınız müstesna, verdiğiniz bu sağlam sözden yüz çevirdiniz.”[27]

“Tih sahrasında üstünüze bulutla gölge yaptık. Size kudret helvası ve bıldırcın gön­derdik. “Bu helal rızıklardan yiyin!” dedik. Onlar itaat etmemekle bize zulmetmediler. Onlar ancak kendi nefislerine zulmetmiş­lerdi.” [28]

“Yahudilerin zulmetmeleri ve Allah yo­lundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle daha önce kendile­rine helal kılman temiz şeyleri kendilerine haram kıldık. Onlardan kâfir olanlara can yakıcı azap hazırladık.” [29]

“Biz yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram ettik. Sığır ve koyunun iç yağlarını da haram yaptık. Bunların sırtları­na ve bağırsaklarına yapışanlar yahut ke­miklerine yapışanlar müstesnadır. Biz hara­mı onlara zulümlerinden dolayı ceza yaptık. Şüphe yok ki biz her hususta sadıkız.” [30]

Yoksa aslında bunların hepsi kendileri­ne haram değildi. Bir zamanlar bıldırcın etiyle beslenmişlerdi. Sonra başkaldırma ve zulümleri, peygamberleri öldürmeleri, faiz almaları, hak yolundan engellemeleri, hak­sız yere başkalarının mallarını yemeleri, he­lali haram, haramı helal saymak gibi aşırı­lıklarından dolayı sonradan kendileri birçok temiz rızıklardan mahrum edildiler.[31]

Allah, verdiği haberde de doğru sözlü­dür, korkutmalarında da doğru sözlüdür. Bu yüzden isyana ceza olarak bazı şeylerin haram kılınacağı haberi ve korkutmasının da doğruluğunda şüphe yoktur. Allah'ın he­lal kıldığını haram,  haram kıldığını helal kılanlar sonunda darlık ve yoksullukla ceza­landırılırlar.[32]

Bu şekildeki zulmün sonucu daha dün­yada iken işleyeni bulmuş olur. Allah onla­ra bu cezayı yaptıklarının karşılığı olarak verir. Bu konudaki ilâhi hüküm “Biz onla­ra zulmetmiyorduk, onlar kendilerine zul­mediyorlardı.” ifadesiyle gelmiştir. Çünkü ilâhî takdirde zulüm, hedefi belli bir hare­ket olarak tesbit edilmiştir. O hedefini bu­lacaktır. Zulmün hedefi bizzat işleyenin kendisidir.

“İnanıp da inançlarına zulüm bulaştırmayanlar. İşte güven onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır.”[33] 

Ayette inançlara zulüm karışması ola­yı, inancını tatbik ederken haksızlığa düş­mek değil, Allah'a hükmünde ve tasarru­funda ortak koşmak anlamındadır.

Hz. İbrahim diğer bütün varlıkların tan­rı olma ihtimalini reddedip gökleri ve yeri yaratan tek bir tanrıya, Allah'a kulluk et­mek gerektiği kanaatine sahip olunca kavmi onunla tartışmağa kalktı. O bütün tartışma­ları reddederek:

“Siz Allah'ın haklarında hiçbir hüküm göndermediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak   koştuğunuz putlardan nasıl korkarım. Şimdi biliyorsanız (söyleyin). İki gruptan hangisi güvende ol­mağa daha layıktır.” [34]

Elbette inançlarına zulüm karıştırma­yanlar. Çünkü onlar sonunda kendilerine dö­necek bir haksızlığı işlememişlerdir.

Yukardaki ayetler inince Ashabtan ba­zıları dehşete kapıldılar. Çünkü herkes ufak tefek haksızlık yapabilirdi.

“İbni Cerir, Abdullah b. İdris'ten riva­yet ederek diyor ki: Bu ayeti kerime nazil olunca Rasulullah'ın ashabına çok ağır gel­di. Onlar dediler ki:

“Hangi birimiz nefsine zulmetmez ki?” Rasulullah:

“Mesele sizin sandığınız gibi değil. Burada bahsedilen hu­sus Lokman'm oğluna tavsiyesinde olduğu gibidir.” “Allah'a şirk koşma. Çünkü şirk en büyük zulümdür.” [35]

“Yine İbni Cerir, îbni Müseyyeb'den nak­lediyor. Ömer b. Hattab ayeti okuyunca deh­şete kapıldı. Übeyy b. Ka'b'ın yanına vardı. Dedi ki:

“Ey Eba Münzir. Allah'ın Kitabı'ndan bir ayet okudum ki onun karşılığında kimse kendini kurtaramaz. Übeyy b. Ka'b

“Hangisidir o?” dedi. Hz. Ömer ayeti keri­meyi okudu ve dedi ki

“Hangimiz kendi nef­sine zulmetmez ki!” Buna karşılık Übey şu cevabı verdi:   

“Allah bağışlasın seni ya Ömer. Duymadın mı ki Hak Teala “Muhak­kak ki şirk en büyük zulümdür.” buyurur, İşte Ayeti kerimede geçen imanlarına hak­sızlık karıştırmayanlardan murad şirk ka­rıştırmayanlardır.”

“Yine İbni Cerir Ebül Eş'arî El Abdi'nin babasından rivayet ediyor ki Zeyd b. Sehvan Selman-ı Farisi'ye sordu.

“Ey Eba Abdullah Allah'ın Kitabından bir ayet okudum, beni son derece duygulandırdı.” dedi ve ayeti okudu. Selman buyurdu ki:

“Orada kasdolunan Allah'a şirk koşmaktır. Nitekim bu hususu bir başka ayeti kerimede bildirmiş­tir.” Bunun üzerine Zeyd dedi ki:

“Biliyor musun, senden duyduğum bu söz beni ne kadar sevindirdi. Sanki bütün malik oldu­ğum şeyleri kaybetmiş de yeniden bulmuş gibi oldum.” [36]

Zulmün genellikle ahirette sonuçlanan bir eylem olduğunu aşağıdaki ayet ifade ediyor.

“Eğer yerde ne varsa hepsi ve onunla beraber bir misli daha o zulmedenlerin ol­saydı, kıyamet gününde azabm fenalığın­dan  (kurtulmak için)  elbette bunları feda ederlerdi. Halbuki o gün onlar için Allah tarafından hiç hesaba katmadıkları şeyler or­taya çıkmıştır.”

“Onların dünyadaki kazandıkları kötü­lükler açığa çıkmış, alaya aldıkları şey ken­dilerini sarmıştır.” [37]

İnsanlar zulmederek kendilerini başka­larından kurtaramazlar, kendilerini güçlendiremezler, tam aksine geçmiş kavimlerde olduğu gibi zulümleri dolayısıyla alçalırlar ve gerilerler.

Allah insanlara işledikleri zulümlerin karşılıksız kalmayacağını bildirmek için gö­revliler göndermiştir. Bu görevliler, bazen peygamberler, bazen de bu peygamberlerin ümmetlerinden olan salih kişilerdir. Bunlar kavimlerim çeşitli zaman ve şekillerde yap­tıkları zulümlerden dolayı korkutmuşlardır.

“İman etmiş olan adam dedi ki: “Doğ­rusu ben sizin için Nuh, Ad, Semud ve onlar­dan sonra gelenlerin durumu gibi, peygam­berleri yalanlayan toplulukların uğradıkları günün benzerinden korkuyorum. Allah kul­larına bir zulüm dileyecek değildir.”

“Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağ­rışıp çağrışma gününden korkuyorum.”

“Arkanıza dönüp kaçacağınız gün, sizi Allah'ın azabından kurtaracak kimse yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek de yoktur.”[38]

“Sura üfürüldü mü, işte bu, geleceği vadedilen gündür.”

“Herkes yanında bir sürücü ve bir de şahit ile beraber gelmiştir.”

“Andolsun sen bundan gaflette idin. Şimdi biz senin perdeni kaldırdık. Bugün ar­tık sözün keskindir.”

“Yanındaki arkadaşı: “İşte yanımdaki hazır” (der) (Allah)

“Haydi ikiniz her inat­çı kâfiri, hayra bütün hızıyla engel olanı, az­gın şüpheciyi, Allah ile beraber başka ilah edineni şiddetli azaba birlikte atın.” buyu­rur. Yanındaki şeytan

“Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapık­lıktaydı.” der.

“(Allah) “Benim katımda çekişmeyin. Size bunu önceden bildirmiştim. Benim ka­tımda söz değişmez. Ben kullara asla zulmet­mem.” der.”[39]

Kelime anlamı ile yukarda gösterme­ğe çalıştığımız manaları kapsayan zulüm, Kur'an'da da sözlük anlamına yakın hatta özdeş anlamlarda kullanılmıştır.

Yalnız hatırımızdan çıkarmamamız ge­reken şey, bu Kur'anî kavramı kullanırken Kur'an mantığını gözümüzün önünden ayır­mamaktır. Kur'an'ın kendine özgü özel bir mantığı ve açıklama biçimi vardır. Her kav­ramı olduğu gibi “zulüm” kavramını da bu özelliği ile birlikte incelemek gerekir.

İslam dinine göre evreni ve insanı ya­ratan Allah'tır. Allah'ın insanı yaratırken ona yüklediği ödev kul olduğunu unutma­ması, kulluğunu gerektiği şekilde yapması­dır. [40]

Allah, insanları kendisine ibadet etme­leri için yaratmıştır. İlk insan Hz. Âdem ve eşi yaratıldıkları zaman cennettedirler. Al­lah, onların bir ağaca yaklaşmalarını yasak­lamıştır. Fakat onlar bu yasağı çiğnemişler ve zalimlerden olmuşlardır. İlk insanların başından geçen bu olaydaki gibi tüm insan­ların yaratılışında da durum aynıdır; yalnız onlar hayatlarına cennette başladılar; insan­lar ise dünyada. Allah evreni yaratırken on­daki hareketleri, de tesbit etmiş,    yönlerini ayarlamıştır. İnsanın kendisi için de bir yol çizilmiştir.

Varlıkların, daha doğru bir anlatım ile yaratıklara sınırlarını aşmamaları görevle­rini kötüye kullanmamaları gerekir. Dikkat edersek insanın dışındaki varlıkların, özel­likle cansızlar olarak adlandırdıklarımızın görevlerini yapmaktan geri kalmadıklarını görürüz. Her varlık evrendeki yerini almış ve hareketini sürdürmektedir. [41]

Diğer varlıklara göre insan özel bir du­ruma sahiptir. İnsan belirli bir amaçla en güzel biçimde yaratılmış [42]ve akıl sahibi olarak “emaneti” yüklenmiştir.[43]İnsanları diğer varlıklardan “emaneti yüklenmiş olması” ayırır. Yaratılışındaki belirgin özellik de emaneti yerine getirebilme yeteneğidir. Bu emanet, kulluk görevini yapabilmesi için ona yüklenmiştir.

“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik, yüklenmeğe yanaşmadılar, ondan korktular. Sonunda onu insan yüklendi. İnsan gerçekten çok zalim ve çok bilgisiz bu­lunuyor. Çünkü Allah, münafık erkek ve kadınlara, müşrik erkek ve kadınlara azab edecek, mümin erkek ve kadınların da töv­belerini kabul edecektir. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.”[44]

Ayetin sonunda insandan “zalûm” yani çok çok zülmedici olarak söz ediliyor. Müna­fıklara azap, müminlere ise bağışlama oldu­ğu bildiriliyor.    Nedir bu emanet ve insan neden çok zulmedicidir? Bu zulüm kime ya da neyedir? Ne zulümdür, ne zülüm değil­dir? Zulmün karşılığı nedir, zalimler ve maz­lumlar sonunda ne olacaklardır? Gibi soru­lar işte bu ayetle karşımıza çıkmaktadır. [45]

1- Zulüm Nedir:

 Önce, Ahzab suresinin 72. ayetindeki “emanet” kelimesini açıklığa kavuşturalım.

“Emanet” mastar sığasında bir kelime olup, eminlik, yani başkalarının hukuku ko­nusunda emniyet edilip inanılan şeye isim olmuştur. Fakat genel olarak insanı diğer varlıklardan ayıran özelliklerin tümü ema­net sözünün içine girmiş olmalıdır. İnsanları insanca yaşamağa çağıran, onun bu imtihan dünyasında hazırlıklarını tamamlayabileceği, ahiretini kazandırıcı şeylerin hepsi “ema­net” tir.

“İnsanlardan bir kısmı vardır ki bunlar Allah'ın rızasını kazanmak için kendini sa­tın alır. Allah kulları için çok bağışlayıcı­dır.” [46]

Zulüm burada insanın emanete haksız­lık etmesi ile ortaya çıkmaktadır. Eğer in­san emaneti korumaz, ona gereken ilgiyi göstermezse çok çok zalimlerden olmuştur demektedir. Çünkü O, yaratıcısı, özellikleri­nin tesbit edicisi, yaşayışının düzenleyicisi, var edicisi ve rızıklandırıcısı olan emanet sahibine hıyanette bulunmuş, onun takdir ettiği yolu beğenmemiş, mutlak yargıya başkaldırmıştır. Doğuştanlığa (fıtrat) karşı çık­maktan daha büyük zulüm olabilir mi? Bu, insanın özvarlığını inkâr etmesidir.

İnsanın fıtrî özelliklerini değiştirmeğe kalkması, bedenî ve ruhî ihtiyaçlarını ken­dini yaratan Allah'ın koyduğu kurallara gö­re değil de bunun dışındaki kurallara göre tatmin etmeğe çalışması, kendisine teklif edilen emanete hıyanet etmesi demektir.

Genellikle zulüm olayı dışardan bir var­lık tarafından yapılan bir hareket, ya da davranış gibi algılanırsa da, aslında zulüm, doğrudan doğruya insanın öz varlığı ile il­gilidir. Çünkü insan yaratılışına uygun ha­reket etmek zorundadır, fıtratını bozmamalı, örtmemeli, gereğini yerine getirmelidir. Eğer bunu yapmıyor; doğuştanlığmm (fıtrat) ge­reğini yerine getirmiyorsa asıl o zaman za­lim olmaktadır. Kendisinin zalimi, özvarlığının zalimi, nefsinin zulmedicisi, kıyıcısı, hakkını yiyicisi. Dünyada yaptığı işlerde, eylemlerde (ameller, işler, hareketler), in­san görünüşte her ne kadar başkasına zulmediyormuş gibi görünüyor ise de, birtakım eylemlerinde haksız olduğu halde kazançlı çıkıyorsa, başkalarına kendi yararına zarar veriyor. Sınırlarını aşarak isyan ediyor, in­sanların düzenlemelerini Allah'ın emirleri­ne yeğliyor, üstün tutuyorsa ve bu yapı onun için iyi, güzel, mutlu, neşeli, kârlı gibi gö­rünüyorsa da aslında bu durum özvarlığma kıymaktan, nefsine zulmetmekten başka bir şey değildir. Çünkü sonucunda bunun kar­şılığını görecektir.

Bu konu ile ilgili âyetleri hatırımızdan geçirdiğimiz zaman insanın dışındakilere yaptığı haksızlıkların gerçekte tekrar ken­disine dönmekte olduğunu görürüz.

“Allah'ın va'di haktır, fakat onların ço­ğu bilmezler.”[47] Bu hak olan va'de karşı çıkanlar kendilerine yazık etmiş, nefislerine zulmetmiş kimselerdir.

“Elçile­rin getirdikleri haktır, ona kafa tutanlar özvarlıklarına isyan ederler.”

“Kim kötülük eder ya da özvarlığına (nefsine) zulmeder, sonra da Allah'tan ba­ğışlanmasını isterse o, Allah'ı çok yarlığayıcı ve çok esirgeyici bulur.” [48]

Hz. Musa Mısır'a girerken kavga eden iki kişiyi görmüş, kendinden olanı kurtar­mak için diğerini –istemeyerek- bir vuruşta öldürmüş, bunun haksızlık olduğunu anlayınca kendine kıydığını anlamış ve şun­ları söylemişti:

“Rabbim cidden ben nefsime zulmettim; artık beni yarlığa...” [49]

Hz. Adem ile Havva'yı şeytan aldatıp bunun sonucu olarak cennetten çıkarıldıkla­rı zaman Allah onlara aşağıdakileri demişti:

“Ben size bu ağacı yasak etmedim mi?”

Onlar da:

“Rabbimiz biz nefsimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz, esirgemezsen kesin za­rara uğrayıcılardan olacağız.” dediler.” [50]

Bunlar ve daha birçok ayette açıklanan­lara bakılırsa insanların başkalarına yaptık­ları her haksızlık kendisine yapılmıştır. Çün­kü insanlar ahirette geçici hayatlarında yaptıklarının mükâfatını alacaklar, karşılı­ğını göreceklerdir. Bu arada dünyada yap­tıkları onların ahiretteki durumlarını oluş­turacaktır. İnsan başkasma haksızlık yapa­rak kendini harcamam alıdır. Başkalarının hakkını korurken aynı zamanda kendi hak­kını da korumalı, kendine yapılan zulme de rıza göstermemelidir.

İnsanın buradaki geçici üstünlüğünün karşılığı öbür dünyada kendisine yüklenmiş olacaktır. Bu bakımdan zulmü incelerken uzun dönemde ele almalı, değerlendirmemi­zi ona göre yapmalıyız. İnsan -yükümlü­lükler- imanın fıtratı - insanın hareket­leri ve gerçek arasmdaki uyumsuzluk zul­mü meydana getirmektedir. Zulüm bir hak­sızlık olduğu için karşılığında bir ceza tak­dir edilmiştir. İnsanın yükümlülüklerinden herhangi birini yerine getirmemesi veya ila­hi emirlere aykırı hareketlerde bulunması zulümdür. Bu zulmün karşılığı olan ceza, hakkın tahakkuk etmesi (hakkın yerine gel­mesi) dolaylı ya da dolaysız olarak insanı ilgilendirir, bazıları ise başkalarına karşıdır. İnsan zalimane hareket ettiği zaman kendi­ni ilgilendiren konularda kendisine zulmet­miş, başkalarını ilgilendiren konularda ise, ahirette bunların cezası tekrar kendini bu­lacağı için gene kendine zulmetmiş olur.

Bu durumda Kur'an'm semantiğine, dili­ne göre zulüm, yapılan haksızlık kimin üze­rinde meydana gelirse gelsin insanın ken­disine dönmektedir. [51]

2- İnsanlar Yaratılmışlar Ve Sınırlan­dırılmışlardır

 İslama göre apaçık ortada olan bir gerçektir bu. İnsanlar yaratılmışlardır, evren yaratılmıştır. Tüm etrafımızda gördükleri­miz ve görme gücümüz dışındaki varlıklar, hep yaratıktırlar. Her varlığın bir görevi vardır o da kulluk etmektir.

“İnsanlar! Sizi ve sizden öncekileri ya­ratan Rabbinize kulluk edin; umulur ki tak­va sahibi olursunuz.” [52]

İlk insan ve eşi yaratıldıkları zaman cennete konulmuşlardır. Onlara herşey ser­best bırakılmıştır. Denenmeleri için bir ağaç yasaklanmıştır. Onlara yakışan hareket bu yasağa uymaktır. Ama onlar uygunu, doğ­ruyu yapmazlar, ağaca yaklaşırlar, ondan yerler. Bu hareketleri onların zalimlerden olmalarına yetmiştir. Çünkü: “zulüm hakkı tecavüz edip bir hakkı mevziinin gayrıya koymaktır. Demek ki Cenab-ı Hak cennette büyük bir hürriyet vermekle beraber ona yine bir had tayin etmiş ve yaklaştıkları tak­dirde zalimler zümresine dahil olacaklarını bildirmiştir. Bu şunu tahsis (kesinleştirir, nasslaştırır) eder ki: hilâfet-i Ademiyye mutlak değildir. Ve bunun bir haddi mahsusu vardır ki tecavüzü zulümdür.”[53] Hz. Âdem'e bunun üzerine Allah şöy­le buyurur:

“Hepiniz oradan inin. Benden size bir hidayet gelir; kim benim “hidayetimi izler­se onun için korku yoktur! Onlar üzülenler­den olmayacaklardır da. O küfredenler, âyetlerimizi yalan sayanlar, onlar ateşin ar­kadaşıdırlar. Orada bir daha çıkmamak üze­re kalıcıdırlar dedik.” [54]

Hz. Âdem'in hayatındaki bu bölüm bize zulmü kapsamı ile anlatmaktadır. İnsanla­ra bir hidayet gönderilecektir. Onlar da hi­dayetin sınırlarını asmayacaklardır. Bu hi­dayet elçiler ve aracılıkları ile gönderilen ki­taplardır. Daha uygun deyim ile Allah'ın di­nidir. Kim Allah'ın dinine uygun hareket et­mişse doğuştanlığma (fıtrat) uygun hareket etmiş, kim de bunu aşraışsa kendine kıymış olmaktadır. Peygamberler hidâyete götürü­cüdürler, hidâyeti göstericidirler. İslâm hi­dâyettir.

“İslâmdan başka bir din arayandan bu din kabul olunmaz ve o âhirette onlar bek­ledikleri sonuçtan büyük şaşkınlık ve acıya uğrayanlardır.

Kendilerine apaçık deliller gelmiş, o pey­gamberin bir gerçek olduğuna tanıklık et­mişlerken, inancın arkasından gerçeği ört­meğe (küfre) sapan kavmi Allah nasıl hi­dayete erdirir. Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez.”[55]

“Her ümmetin bir peygamberi vardır. Rasülleri geldiği zaman aralarında adalet­le hükmolunur. Ve onlara asla zulmedil­mez.”[56] 

Böylece Allah'ın dini olan İslam, hida­yete götürücü olarak gösterilmekte ve bunu tatbik etmek insana en uygun hareket ol­maktadır. Gerçekten Allah'ın insanlara gön­derdiğinde uygunsuzluk yoktur.

“Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şey­le zulmetmez, fakat insanlar kendi kendile­rine zulmederler.” [57]

“Allah zalimleri çok iyi bilendir.” [58]

Kur'an'ın bildirisine göre insanların: kendilerine çizilen bu sınırı aşmamaları ge­rekir. Tarihleri boyunca insanlara gerçeği bulmaları için peygamberler gönderilmiş, doğuştanlıklarına uygun hayat biçimi sü­rekli olarak hatırlatılmıştır. Yine hayatın sadece bu dünya ile son bulmadığı, ahiretin asıl olduğu, insanların dünyada bir imtihan için bulundukları, akılları, güçleri öl­çüsünde, emrolundukları gibi doğruca ha­reket etmek zorunda bulundukları belirtil­miştir. Baş tarafta da ifade etmeğe çalıştı­ğımız gibi, tüm insan hareketlerini uzun dö­neme göre değerlendirmek lâzımdır. [59]


 [3] Bu bölüm, Ragib el-İsfehanî'nin, Bl-Müfredat adlı eserinin “Zulüm” maddesinin genişletil­miş bir özeti mahiyetindedir.

[4] B. Topaloğlu - H. Karaman, Yeni Kamus. İrfan Y.  1966.

[5] El-Müncid-el Ebcedi.

[6] Elmaiılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Di­li c. I, s.   322.

[7] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 9-11.

[8] Lokman: 31/13.

[9] Hud: 11/18-21.

[10] İbrahim: 14/21-22.

[11] Şura: 42/42, İnsan: 76/31.

[12] Ankebut: 29/64-68.

[13] Zümer 39/32.

[14] Saff: 61/7. Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 11-15.

[15] Şura: 42/40-41.

[16] Şura: 42/42.

[17] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 15-16.

[18] Fatır: 35/31-32.

[19] Neml: 27/20-26.

[20] Kasas: 28/15-16.

[21] Nisa: 4/64-65.

[22] Baka­ra: 2/35.

[23] Bakara: 2/231.

[24] Hud: 11/15-16.

[25] Hud: 11/18-19.

[26] Hud:11/101.

[27] Bakara 2/83.

[28] Bakara: 2/57.

[29] Nisa: 4/160-161.

[30] En'am: 6/146.

[31] Hak Dini Kur'an Dili, E. Hamdi Yazır, c. 3, s. 2079.

[32] İbid.

[33] En'am: 6/82.

[34] En'am: 6/81.

[35] Lokman: 31/13.

[36] Fi Zılâl il-Kur'an c. 5, s. 314 -315.

[37] Zümer: 39/47-48.

[38] Mü'min: 40/30-33.

[39] Kaf: 50/20-29.

[40] Zariyat: 51/56.

[41] Yasin: 36/38-40.

[42] Tin: 95/4.

[43] Ahzab: 33/72.

[44] Ahzab: 33/72-73.

[45] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 17-36.

[46] el-Bakara: 2/207.

[47] Yunus: 10/55.

[48] Nisa: 4/110.

[49] Kasas: 28/16.

[50] Araf: 7/22-23.

[51] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 36-40.

[52] Bakara: 2/21.

[53] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 322.

[54] Bakara: 2/38-39.

[55] Al-i İmran: 3/85-86.

[56] Yunus: 10/47.

[57] Yunus: 10/44.

[58] Enam: 6/58.

[59] Ahmet Şişman, Kuran’da Zulüm Kavramı, Beyan Yayınları, İstanbul, 1983: 40-43.



Konu Başlığı: Ynt: Zulmün Kelime ve Islah Anlamı
Gönderen: Rüveyha üzerinde 31 Temmuz 2016, 15:10:33
Esselamu aleykum..İnsan sadece bir başkasına zulm etmez,aynı zaman da kendine de zulm eder..Rabbim zulm edenlerden eylemesin İnşaAllah.Rabbim razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Zulmün Kelime ve Islah Anlamı
Gönderen: Ceren üzerinde 31 Temmuz 2016, 17:05:31
Aleykümselam.Allah kullarına zulum etmeyi haram kılmıştır.Allahın emrine uyan ve zulum den uzak kalan kullardan olalım inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Zulmün Kelime ve Islah Anlamı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 30 Ağustos 2017, 14:15:36
Mevlam bizleri zulmedenlerden etmesin inşaAllah  herdaim Rızasına uygun yaşıyanlardan oluruz. Amin ecmain


Konu Başlığı: Ynt: Zulmün Kelime ve Islah Anlamı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 30 Ağustos 2017, 15:27:58
Rabbim bizleri zulme karşı sessiz kalanlardan eylemesin Rabbim paylaşım için razı olsun