Konu Başlığı: Zaman ve Değişim Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 09 Şubat 2011, 14:17:03 Zaman-Değişim Zaman, hareket ve değişim birbirinden ayrılmayan hususlardır. Cansız gibi görünen varlıkların uğradığı değişim, bize o varlıkların cansız olmadığını göstermektedir. Kozmolojinin her parçası bütün nitelikleri ile her an değişim içindedir. Bu nedenle değişim, zamanın işareti veya ölçeğidir. Güneşin, ayın, bitkilerin ve insanın uğradığı değişiklikler, bunlardan bir kaçıdır. Oluşum, yok olma, büyüme, nitelik ve yer değiştirme, zaman içerisinde meydana gelmektedir. İlk çağdan bu güne, felsefenin önemli problemlerinden birisi de değişimdir. Değişim, sürekliliği ve süreksizliği açısından zamanla ilişkilidir. Bir kavram olarak değişme, bizim tecrübe ve duyumlarımızın en belirgin özelliğidir. Binaenaleyh değişme süreklidir [291]. Felsefî düşüncenin hepsindeki asıl gaye fenomenlerin arkasındaki değişmeyendir [292]. Arazların değişimi konusunda kelâmcıların yürüttüğü fikir jimnastiği, değişimin sebepler yolu ile değil, bizzat Allah tarafından yaratılmış olduğu sonucunu vurgulamaktadır. Böylece tabiat ve tabii tesir saf dışı bırakılmış, Allah'ın her an yaratıcı fiilî ile değişimi gerçekleştirdiğinin [293] altı çizilmiştir. Zamanın kuşattığı evren, sürekli değişmektedir. Çünkü kâinatta her şey hareket halindedir. Hareket halinde olan, değişir. Dünyamız, elbisesini giydiği ilk günden beri hep değişmektedir. Bu değişim, tabiat ve atmosfer olayları neticesinde meydana gelmektedir. Aşınmalar, dağılmalar hem yapma, hem yıkmadır. Tıpkı bir kayayı kırıp cadde ve bina yapmak gibi. Zaman içinde katılaşan kayalar, tortul kayalar, başkalaşmış kayalar, vb. hep değişimi göstermektedir. Dünyamız hiçbir zaman, olduğu şekilde kalmamıştır. Yer kabuğunun hareketinden, yeni dağlar ve denizler oluşmaktadır. Dünyanın dış kabuğunda bir denge varken, içindeki yüksek basınç ve iç şartlar, bu dengenin sürekliliğini bozar; sarsıntılar vb. şeylerle değişmeler olur. Basınç neticesinde, bazı yerler yükselir, bazı yerler de alçalır. İşte jeolojik devreler, uzun yıllar çok ağır seyreden bu değişimle meydana gelir [294]. Yunan filozofu Herakleitos'a göre varlık yoktur, oluş vardır. Her şey değişmekte olup bir akış içerisindedir. Bir nehre iki kez girilmez; çünkü ikinci defasında ne o nehir aynı nehir, ne de insan aynı insandır. Bu felsefe her türlü bilgi imkânını ortadan kaldırmaktadır [295]. Ayrıca, filozofların varlık hakkındaki görüşleriyle de çelişmektedir. Çünkü, varlık yok demekle, varhğın değişmiş olduğunu söylemek farklı şeylerdir. Kaldı ki, nehirden ve içinde yıkanan adamdan bahsederken değişime işaret edilmektedir. Burada nehrin veya adamın yok oluşundan bahsedilmemektedir. Varlığa bu şekilde yaklaşımın, değişimi vurgulamakla birlikte, hatalı olduğu söylenebilir. İnsan değişme zamanı ve sürecinde bulunan bir varlıktır. O, ebedi ve değişmez olan için yaratılmış olup, oluş alanında, zahiri planda yaşarken dahi ebedi olana ulaşabilmek için sürekli değişmektedir. Zaman olarak isimlendirilen değişme hali, ebediyeti yansıtır. İnsan, kutsal dışı zamanı aşmaya, geçici anlamda açıktır. Kişi şekilsiz tezahür düzlemine varıncaya kadar ara dünyalar, kendi uzaylarına ve şekillerine sahiptir. Ebediyet, değişmezlik ve süreklilikle birliktedir. Kozmik tezahür, tabii âlem mertebesine vardığında, bu âlemin öz enerjisi, tabiatında değişmeyi ve oluşu gerektiren bir dinamizmi ihtiva eder' [296]. Zaman bu değişmenin bir sonucudur. Mazi, hal ve istikbal, yok oluş, ardından benzerinin veya farklılığın gelmesi değişim iledir [297]. Dolayısıyla zaman, değişmenin ölçütü olarak düşünülmüştür. Zamanın kendisi "ebedi" tarafından döllenmiştir. Şöyle ki zamanın her an'ı, ebediyete açılan bir kapıdır. An, halihazır, ebedinin kendisine aittir. Değişimin, hayatın yenilenmesinde sosyolojik, psikolojik, iktisadi katkıları büyüktür. Değişim sayesinde insanlar pozitif bir durumdan negatife veya negatif bir durumdan pozitif duruma, fakirlikten zenginliğe, zenginlikten fakirliğe, cehaletten ilme, çocukluktan gençliğe ve daha bir çok noktalara ulaşmaktadırlar. Mazi, hal ve istikbal değişim ile gerçekleşmektedir. Bunlar zamanın kapsamına sokulamaz, şeklindeki değerlendirmeyi; zamanın dışta bir varlığa sahip olarak değişimi gerçekleştirdiği düşünülemez, tarzında anlamak doğru olacaktır. Çünkü araz ve hadis tabiatı gereği değişim içindedir [298]. Eş'ârîlerin sözünü ettiği yenilenme de bir nevi değişimdir ki zamanın fark edilmesini, ölçülmesini sağlamaktadır [299]. Değişim olmasaydı belki hayatımızı ihata eden kavramların bir çoğuda olmayaçaktı. Bu nedenle bu kavramların ihata ettiği manaların da farkına varılmayacaktı. Netice olarak değişim, evrenin ve dünya hayatının bir ilkesidir. Eşyalar bir takım değişikliklerden sonra, sanat dünyasının bize sunduğu hayatın gereksinimleridir. Daha önce işlenmemiş halde bulunan bu eşyalar, bir defada bu hale gelmemiştir [300]. Nitekim İbn Sînâ da zaman-değişme ilişkisini, hareketle bağlantılı bir şekilde izah etmektedir. O, hareketi, cisimdeki durumun yavaş yavaş değişerek bir başka şey olmaya yönelmemesi şeklinde açıklamaktadır [301]. "Yavaş yavaş" ifadesi, cismin hareketindeki potansiyel güçle paralellik arz etmesini gerektirmektedir. Çünkü kaçınılmaz olan, değişimin, referans noktasına göre, yavaş ve ya hızlı olabileceği söylenebilir. Dolayısıyla buradaki yavaş yavaş ifadesi, değişimin hemen algılanamadığına, insan duyularının zaman içinde buna alıştığına, değişimin kendini çok ağır anlattığına işaret etmiş olması şeklinde değerlendirilebilir. Değişimin süresel olduğu, bunun da kozmolojik, sosyolojik, psikolojik, ekonomik zaman ölçümü için bir ölçek olduğu ampirik bir realitedir. Ayrıca nesneler, zamandan ötürü bir etkiye uğrarlar. Bundan dolayı her şey zamanla yaşlanır, unutulur, denilir; her halde, zaman sayesinde genç kaldı, denilmez. Zaman, tek başına alındığında, daha çok yok olma, bozulma nedenidir. Çünkü hareket, mevcut durumu ortadan kaldırır [302]. Eski durumun ortadan kalkmasıyla, meydana gelen değişikliği mukayese etme imkânı da ortadan kalkmaktadır. Bu ise son görüntünün, zihni etkisi altına aldığının işaretidir. Zamanı bir şuur işi olarak tanımlamaya çalışanların, cisimdeki değişikliğe takılarak etkilendiklerine bu açıdan bakılabilir. Hareketten haberi olmayan bir kimsenin zamandan da haberi yoktur. Ashab-i Kehf olayının buna örnek gösterilmesindeki amaç, zamanla değişme arasındaki bağlantıyı kurmak olarak yorumlanabilir. Yoksa zamanla haraketi özdeş saymak değildir. [303] "Değişim, olgusal nesnelerde (şahadet âleminde) değil, nesnelerin ontolojik düzeyinde meydana gelir. Nesnelerin gerçekliğinde, içkin olan potansiyellerin yaratma fiiliyle ard arda gerçekleşmesi değişimdir. Yani değişim, nesnenin bilkuvveden bilfilie geçmesidir. Fiil, nesnelerin kimliklerini zaman içerisinde korur. Bir tarafta değişim, diğer tarafta kalıcılığı içeren durum, nesnelerin ikili durumu, harici varlık ile yokluk arasındaki varlığın, dahili durumun da üçüncü bir ontolojik kategoriyi ön gördüğü şeklinde değerlendirilmektedir. İşte bunlar, Allah'ın ilminde, varlıkları süreklilik arz eden ideal gerçeklerdir. Bu gerçekler, Allah'tan farklı yönleri itibariyle kabul edilen ilahi isim ve sıfatların formları ve vecihleridir" [304]. Yani zaman içerisinde varlık, hem değişim göstermekte hem de özünü korumaktadır. Bu da, özlerinde olan kuvvenin yaratıcı güç tarafından faal hale geçirilmesi şeklinde ifade edilmektedir. Değişim ve zaman münasebetini Leibniz basit ve bölünmez birlik olan monatlarla açıklamaya çalışmıştır. Ona göre monatlar, zorunlu bir biçimde sürekli olarak değişime bağımlıdırlar. Monatta, değişim, bir iç ilkedir. Monatların her birinde şimdi, geçmişle dolu ve geleceğin ilkesi olarak vardır. Değişim, derece derece olduğundan, bazı şeyler değişir, bazı şeyler olduğu gibi kalır. Değişim aralıksızdır. Monatın doğasında değişim olduğundan, onda, her zaman bir algıdan başka bir algıya geçiş söz konusudur. İnsandaki istekle monattaki açlık, sonuçta daha olgun bir seviyeye taşıyıcı güçtür. İşte madde ve ruhta olan bu değişimin kökeninde, içte olan bir etkinlik vardır. Bu yüzden dıştan bir etkiye gerek yoktur. Bu oluşumu, sadece ruhta değil, tüm mekanik düzende ve metafizik ortamda bulmak mümkündür. Çağdaş düşünce açısından monat, bize gelişim fikrini veren geçmişli, gelecekli bir varlıktır [305]. Dıştan bir etkiye ihtiyaç duymaması, kozmolojik zamanla değişen bir yapıda olmaması şeklinde anlaşılıp, yaratıcı gücün yaratması ile değişmekte olduğu şeklinde yorumlandığında, monatçı yaklaşımın varlığın değişim keyfiyetini açıklamada tatmin edici olduğu söylenebilir. Değişim içsel karakterinde var olan bir gerçek olup, "hareketi cevheri" ile benzeşirler. Kuyruklu yıldızların güneşe yaklaşırken geçirdikleri değişiklikler [306], güneş enerjisinin oluşumu, bu enerjinin toprağın altındaki bir takım artıkların emilmesi sonucu meydana gelen kimyasal değişim[307], bu değişimin insanlara sunduğu petrol, kömür gibi nimetler, hep aynı hareketin ürünüdür. Heidegger, değişim düşüncesini dasein/insan ile açıklamaktadır. Ona göre, dasein her an bir önceki durumuna göre ilerde olmak ister. Bunu ilgi ve merakıyla gerçekleştirip, olanaklarını geliştirir [308]. İnsan dünyaya gelmezden önce sadece ruhtan ibarettir. Dünyaya gelip bedene kavuşunca, dünyevi zevkler, onu ilahi niteliğinden uzaklaştırıp ıstıraba düşürür. Tasavvuf, insanın tekrar başa dönebileceğini, maşukuna kavuşabileceğini kabul etmektedir [309]. Beşeri varlık düzeyinden, ilahi varlık düzeyine yapılan bu geçişe, fenafillah (Allah'da yok olma), sonrasına da bekâfiilâh (Allah ile var olma) denilir. Bu durumda insan kendisi dahil her şeyi unutabilir. Fakat, unuttuğunun farkında olmaz. Fena ve bekadan sonra ise sahv (uyanıklık) noktasına, yani topluma karşı görevlerini yapmaya döner [310]. Bütün bunların sonucunda şöyle denilebilir; her şey değişmektedir, tek değişmeyen bütün değişimlerin kanunudur. "ölüm, hayat nefesinin, yahut ruhun, derece derece toprak haline dönüşmesidir" [311]. Bundan, hayat nefesinin yahut ruhun da değişim geçirdiği anlaşılmaktadır. Tasavvufun kabul ettiği fenâfilîâh ve bekâfillâh fikri de böyle bir değişimin var olduğunu gösterir. Ancak ruhun toprak olması, problemli bir açıklamadır. Metafizik bîr âlemden geldiği doğrultudaki açıklamalara bakarak, yine öyle bir âleme gitmesi, konu hakkında verilen bilgiler açısından, alternatifi olmayan bir husus olmalıdır. Ulvî bir varlığın süfli bir noktada, toprak olması, sahip olduğu beden açısından söylenmiş olmalıdır. [312] [291] Sankavak, s. 62-63; krş. el-Kindî, Resâilu'l-Kindî el-Felsefiyye, s- 48-49. [292] Aydın, Mehmet S.. Âlemden Allah'a, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yay., İstanbul,2000, s. 35. [293] el-Câbirî, Arap-İslâm Kültürünün Akıl Yapısı, S. 255. [294] Fendî, Muhammed Cemâleddin, Allah ve Kâinat, trc. A. Hamit Bingöl, Çağrı Yay., İstanbul, 1980, s. 159-165. [295] Avslan, Ahmet, Felsefeye Giriş, Vadi Yay.. Ankara, ts., s. 65. [296] Nasr, Bilgi ve Kutsal, s. 233-238. [297] er-Râzî, el-Metâlibu'l-'Aliyye mine'l-'İlmi'I-İlâhiyye, IV, 191-199. [298] er-Râzî, a.g.e., IV, 190. [299] el-Cürcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, II, 68, 69; İkbâl, s. 102-103. [300] İbn Cinnî, Ebu'l-Feth Osman, el-Hasasis nşr. Muhammed ‘Ali en-Necar, Beyrut,1952,1, 259. [301] İbn Sînâ, en-Necât, s. 107. [302] Aristoteles, s. 199. [303] Aristoteles, s. 187-189; İbn Sînâ, en-Necât, s. 116. [304] Nakîb el-Attas, s. 23. [305] Leibniz, Metafizik Üzerine Konuşma, trc. Afşar Timuçin, Dünya Klasikleri Dizisi, 1999, s. 44-51. [306] Russel, Rölativitenin Alfabesi, s. 23. [307] Yeni Hayat Ansiklopedisi, III, 1421-1422; krş. Alsan, Selçuk-Gürdilek, Raşit,"Bilim ve Teknoloji Haberleri", Bilim ve Teknik, Tübitak, cilt: 32, sayı: 380,Temmuz 1999, s. 4. [308] Çüçen, s. 73-74, 125; Dasein: Varlığın anlamı nedir diye sorabilen tek varlıktır.Vsrlığın anlamının ontolojik sergilenmesinin yapıldığı varlıktır.Günlük Almanca'da insan varlığı olan dasein Heidegger tarafından böyle anlaşılmıştır.Bkz.,a.e.,188. [309] Erzurumlu İbrahim Hakkı, Dîvân, Dâru't-Tıbâ'ati’l Âmire, İstanbul, 1263, s.149. [310] Armağan, Mustafa, Gelenek ve Modernlik Arasında, İstanbul, 1995, s. 120. [311] Erdem, s. 61. [312] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 78-84. |