Konu Başlığı: Yevm Dehr Asr Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 17 Şubat 2011, 13:49:55 Yevm-Dehr-Asr İslâm'ın 'yaratılış ve zaman' anlayışını ifade eden kavramların en önemlilerinden biri 'Yevm' ve bu kavramla ilgisi bulunan 'Asr' ve'Dehr'dir. Esasen 'yevm' güneşin doğumuyla batımı arasında geçen süredir; [176] fakat bu yevm normal olarak insanlar içindir ve yalnızca yeryüzünün kendi çevresindeki hareketiyle ilgilidir. Cenab-ı Allah mutlak varlık olarak her türlü zamandan ve mekândan ötedir; zaman varlık özlerinin hareketlerinin bir sonucu olarak yaratılışla birliktedir. Bir hadis-i şerifte, “Allah vardı ve başka bir şey yoktu buyrulurken, bir ayet-i kerimede, “Her nereye dönerseniz, O yanınızdadır (Hadid: 4) ve yine bir başka ayette de “O hergün bir. İştedir” (Rahman: 29) buyrulmaktadır. Nasıl, Allah'tan başka hiç bir şey yoktuysa, hakk olarak yine yoktur; hesaplanamaz bir an içinde Allah sürekli olarak kâinata tecellî halindedir; yani, kâinatı, oluşları hep emr'e 'ol' diyerek, göz açıp yummaktan daha kısa bir an içinde yeniden meydana getirmektedir: “Bizim işimiz tek bir defadadır, bir göz kırpma gibi ya da daha kısadır (Kamer: 50).” İşte, her 'ol emriyle kâinat yeniden olmakta ve bu oluş, bir filmin kareleri gibi hep devamlı görülmektedir. Burada şunu da hatırlatmak gerekiyor ki, Allah için kâinatın bütününün yaratılmasıyla, bir zerrenin yaratılması arasında en ufak bir fark yoktur; çünkü bir zerrenin gerçeğiyle, kâinatın gerçeği aynıdır; bu bakımdan, bu durumu kavrayamayan müşrikler, Allah sivrisinek veya örümcek gibi önemsiz görülen varlıkları örnek gösterdiği zaman bundan bir şey anlayamamakta ve “Allah bununla ne kasdetti?” diye sormaktan kendilerini alamamaktadırlar. Oysa, bir sinekle bir fil arasında hiç bir fark yoktur. Buradan, İslâm'ın 'niceliğe' değil de 'niteliğe' değer verdiği gerçeği de ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden, bize milyonlarca gelen, veya bizim için milyarlarca yıl süren bir olay, Allah'ın yaratması için göz kırpmaktan daha yakın bir sürenin sürekli tekrarıyla üzerine geçen 'maddî bir örtü', insanların basiretine çekilmiş bir gaflet perdesinin sonucudur. İzah etmeğe çalıştığımız gerçeği, fizik biliminin bir iki bulgusuyla anlatacak olursak, şu örneği verebiliriz: Fizik bilimine göre, insanın kırmızı rengi hissedişinin sebebi, saniyede 400 milyar frekanslı bir dalga hareketinin hızına eşittir. Biz bu müthiş titreşimi dışardan duyup, saniyede 2000 frekans olarak sayabilmekteyiz. 2000 frekans, ışığın hissedilmesinin nihaî sınırı sayılmaktadır. Yani, rengin hissedilişinin sebebi 400 milyar frekanslı bir hareketken, insan bunu 2000 frekansla alabilmekte ve dalganın titreşimi insanın alabilmesinin 200 milyon katı olmaktadır. Bu noktada, bir saniyenin 200 milyonda birini tasavvur edeceğiz ve buradan Allah'ın yaratmasının hızını kavrayacağız ki, aslında bu da bir sınırdır ve Allah'ın kainatı sürekli yaratması sınırdan da uzaktır. [177] İşte, yaratılışla ilgili olarak yevm bölünmez ve kavranamaz bir andır. İnsan için de hayat ve zaman, ya da yevm bu andan insanın algılayabildiği bir atıdır ki, öncesi ve sonrası söz konusu değildir. [178] Yani, yevm içinde ne 'dün’ vardır, ne 'yarın (, ne gelecek vardır, ne geçmiş; yevmin, zamanın tümü bir anın içindedir. Mazi hayal, manzar-ı atî henüz adem! Bir an imiş meali, kitab-ı vücudumun Hal oynatır şuurumu, bilmem nedir bu dem? Ömrüm, şu gamgüsarım olan satr-i mürtesem İslâm her zaman ana hitap eder ve anın işidir; bu bakımdan, her an, her nefes müslüman olabilmek durumundayız; çünkü, bir diğer an veya nefesi yaşayıp yaşayamayacağımızı bilemiyoruz. Bu an ve zaman sorununa en güzel örnek işte nefestir, biz nefes alıp verdiğimizi bilmeyiz ve farkında bile değilizdir; sanki hep nefes alıp veriyoruz gibiyizdir ve tek tek nefesleri ayrıştıramayız; işte nefesin durduğu anda hayat da durmaktadır. Bu bakımdan, Hz. Yusuf'un yaptığı gibi, bütün müslümanların “(Ya Rabbî!) Beni müslüman olarak öldür ve beni salihlere kat” diye dua etmesi gerekir. Gerçekte bir an olan yevm, kâinatla ve insanlarla ilgili olarak değişir; dünü, bugünü ve yarını olan bir zamana bürünür. Yine, bu noktada da belli bir yevm birimi yoktur; sözgelimi, yeryüzünün çevresindeki hareketi için bir 'gün' yevmken, güneşin çevresindeki hareketi için bir 'yıl' yevmdir. Güneş ve diğer gezegenler için yevmin, ne olduğunu bilemiyoruz; ama, onların da kendileriyle ilgili yevmleri vardır. Yevm'in veya zamanın izafî olduğunun bir diğer güzel örneği, Kur'an'daki, “Rabbinin yanında yevm, sizin saydığınızdan bin yıl gibidir (Hacc: 47)”; “Emr'i gökten yere düzenler; sonra sizin saydığınızdan miktarı bin yıl olan bir yevmde O’na yükselir (Secde: 5)” ve (Melekler ve ruh, miktarı etti bin yıl olan yevmde O'na yükselir (Meaiic: 4” ayetleridir. Bu ayetler, yevm'in Allah ve insanlar yanında ne kadar değişik ve zamanın izafî olduğunu açıkladığı gibi, insanlar için uzun ve sabredilmez gelen sürelerin aslında kısa olduğunu ve insanların acele etmemeleri gerektiğini .mü'minlerin umutsuzluğa kapılmamalarının, kâfirlerinse şehirlerde galibiyetle dolaşmalarının” sürüp gidemeyeceğini bilmelerinin zorunluluğunu ortaya kor. İnsan, içinde bulunduğu izafî yevmi aşıp, yaratılışın yevmine girebilir mi? Bu konuda, Kur'an'da verilen en açık iki örnek Miraç olayıyla, Hz. Süleyman Aleyhisselâm'ın ashabından, mü'min bir kulun, Saba melikesinin tahtını yüzlerce kilometrelik, bir uzaklıktan göz açıp kapayıncaya kadar getirmesidir. Bütün gökleri seyran eyleyen Hz. Muhammed (S.A.V.), bu yolculuğuna çıkarken dokunduğu dalın dönüşünde halâ sallanmakta olduğunu görmüştür. Her gün yaşadığımız rüya olayı da bu konuda basit bir örnek olarak karşımızdadır. Ruh ve Tathir konusunda açıklayacağımız gibi, insanın varlık özü Allah'ın Ruh'undan üflenmiş olan ruhtur ve ruh hiç bir zaman, maddî düzlemde geçerli olan zaman ve mekânla sınırlı değildir. Yukarıda alıntıladığımız “Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan yevmde O'na yükselir (miraç eder) ayetinde de bu gerçek ortaya konulmaktadır. Bu ayette Ruh'tan kasıt Cebrail bile olsa, melekler de zaten ruhturlar, cisim değildirler. Bu açıklamalardan sonra, Göklerin ve Yerin altı günde yaratılışı konusuna geçebiliriz. Önce, bu konudaki ayetleri yeniden verelim: “Siz yeryüzünü iki yevmde yaratana küfrediyor ve O'na denkler mi tutuyorsunuz? O Alemlerin Rabbıdır. Orada üstünden ağır baskılar yaptı ve bereketler meydana getirdi ve orada rızklarını dört yevm'de takdir etti; sorup isteyenler için eşit olarak. Sonra duman halindeki göğe yöneldi ve ona ve yere “isteyerek ya da istemeyerek gelin” dedi; “isteyerek geldik” dediler. İki yevm'de onları yedi gök halinde varetti ve her göğe emrini vahyetti.. (Fussılet: 9-12).” Ayetler birkaç anlama gelebilecek şekildedir, önce, yerin iki günde yaratıldığı, rızkların dört günde takdir edildiği, dolayısıyle, yeryüzünün altı günde yaratılıp, göklerle birlikte yaratmanın sekiz gün sürdüğü gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. Daha başka ayetlerde de “gökleri ve yeri altı günde yarattın ifadeleri, kolayca “gökleri ve altı günde yeri yarattı” şeklinde de anlaşılabilir; ayetlerin metni böyle bir anlayışa imkân tanımaktadır. Fakat, bu konuda genel kabul edilen görüş, yerin rızklarının dört günde takdir edilişinin içinde yerin yaratılma günlerinin de olduğu, dolayısıyla yerlerin dört, göklerin de iki gün olmak üzere, bütün yaratılışın altı gün sürdüğü şeklindedir. Özelikle Ehl-i Ki-tap'tan, çoğunlukla da Ahd-i Atik'ten gelen rivayetlerde yaratmaya Pazar günü başlandığı, Cumartesi günü de Allah'ın - haşa - dinlendiği ifade olunmaktadır. Bu yanlıştır, gerçi Allah Yahudüer'e Cumartesi günü çalışmayı haram etmiştir ama, bunu önce Yahudiler kendilerine haram saymışlar, Allah da yaptıklarına ceza olarak haram kılmıştır. Altı günün bildiğimiz günlerden olmadığı açıktır; çünkü, o zaman böyle bir gün yoktu, bizim bildiğimiz günler yaratılıştan sonra, yeryüzünün kendi çevresinde dönmeğe başlamasıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Bu altı günü, bazı müfessirîer altı vakit olarak yorumlamışlardır ve belki de bu altı gün onbinlerce yıl etmektedir. Fakat, bu anlayış altı günden sonra yaratılışın durduğu anlamına gelir; oysa yaratılış 'ol emirleriyle sürekli devam etmektedir; çünkü her şeyi, insanların eylemlerini de yaratan Allah'tır; yaratılışın durması Allah'ın 'yaratıcı' sıfatının ortadan Kalkması da demek olur ki, bu Allah'da değişme anlamına gelir. Bazıları, 'altı gün’ den muradın, Allah'ın bu muazzam kâinatı yaratmasının altı gün gibi çok kısa zamanda meydana geldiğini ve dolayısıyle Allah'ın kudretini belirtmek olduğunu ileri sürmüşlerdir; ama, Allah yaratmasını 'göz açıp kapamadan daha az' bir zamanla ifade etmektedir ki, altı gün buna nazaran çok uzun bir zamandır ve aslında Allah'ın kudretine sınır getirir. Bazıları, bununla göklerin ve yerin oluşum anında geçirdiği ve bugün ileri sürülen çeşitli dönemleri anlamaktadır; ama, bu tür görüşler de birer teori olmaktan öte en ufak bir değer taşımaz. Bu bakımdan, bu 'altı gün' sorununu bizim Allah'a havale etmemizden başka bir çıkar yol yoktur. Bunu ancak peygamberler ve Allah'ın bildirdiği 'seçilmiş’ kulları bilebilirler. 'Yerde rızkların dört günde takdir edilişiyle' ilgili de çok rivayetler vardır ki, burada bunları da sıralamak istemiyoruz. Kur'an'da ayrıca 'Allah'ın günleri'nden sözedilir: “İman edenlere de: Allah'ın günlerini ummayanları "bağışlasınlar ki, bir toplumu kazandıklanyla cezalandırsın (Casiye: 14).” “Andolsun, Musa'yı, kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat diye ayetlerimizle gönderdik. Şüphesiz, bunda çok sabreden ve şükreden herkes için ayetler vardır (İbrahim: 5).” Allah'ın günleri'ni en güzel ifade eden bir diğer ayet de şudur: “Eğer size bir yara dokundu ise, o topluluğa da onun gibi bir yara dokunmuştu. O günler, biz onları insanlar arasında döndürür dururuz; Allah iman edenleri bilsin ve sizden şehidler edinsin diye. Allah zalimleri sevmez” (A, îmran: 140).” İnsan yeryüzünde bir imtihana tabî tutulmaktadır. İman edenlerin ortaya çıkması, Allah'ın şehidler edinmesi, iyinin kötüden, temizin kirliden ayrılması için Allah çok çeşitli biçimlerde insanı imtihan eder; aslında, hayatın bütünü bir imtihandır. Ama, “muhakkak onlar, her yıl bir veya iki kez sınanıyorlar” ayetinde ifade olunduğu gibi, imtihanın çok keskinleştiği ve adeta 'kesin olarak başarı veya başarısızlık' noktasına geldiği, deyiş yerindeyse 'sınıf geçme'yi belirleyecek imtihanların yapıldığı dönemler vardır. İşte, bu dönemler, bu dönemlere damgasını vuran olaylar Allah'ın günleridir. Bu günleri Allah öyle dolaştırır ki, insan farkına varamazsa imtihanı başaramaz ve 'sınıfta kalır'; bazıları başarır ve bir üst sınıfa geçer, ama imtihan ölünceye kadar bitmez. Üst sınıftakiler daha net imtihanlardan geçirilirken, kalanlar tevbe edip, yeniden imtihana çekilmek isterlerse, yeniden bu günleri yaşarlar. İşte, Bedir Savaşı, Fil Olayı, Uhut Savaşı hep bu günlerdendi ve bu günler zaman zaman tekrarlanmaktadır. (İhtimal ki; içinde yaşadığımız bu günlerin içinde de böylesi günler vardır ve geçmiş zamanlara oranla çoktur. Çünkü, zaman ilerledikçe olayların hızı ve yoğunluğu artar. Bu öyle bir artıştır ki, Kıyamet'e doğru zirvesine çıkar. Madem ki biz Ahir Zaman'ı yaşıyoruz ve Kıyamet'e çok yakın bir noktadayız; öyleyse bu zamanda Allah'ın günleri çok daha sık tekrarlanmakta ve karşımıza çıkmaktadır.) Gerçek yevm olan anın hareketi saniyeleri, saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri., meydana getirir. Kıyamet de bu saatlerden bir saattir ve yine, saatin emri de göz kırpması kadar ve daha yakındır (Nahl: 77); bu yüzden ona Kıyamet Günü adı da verilir ve bu Gün'ün bizim günlerimizle olan miktarını yine Allah bilir; belki bin, belki ellibin yıl. (Fasl Günü, Cem'a Günü, Vaîd Günü, Telak Günü, Feth Günü gibi adlarla da anılan, değişik yönleri izah edilen Kıyamet Günü'yle alâkalı olarak, Kur'an'daki ilgili ayetlere bakılabilir.) Kur'anda 'zaman'la ilgili olarak geçen kavramlardan dehr ve asr konusunda da çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kur'an-ı Kerim'de dehr iki yerde geçmektedir: “Dediler: “Dünya hayatından başka bir hayat yoktur; ölürüz, yaşarız, bizi dehr'den başkası helak etmez (Casiye: 24).” “Anılan bir şey değilken, insanın üzerinden dehr' den bir süre geçmedi mi? (İnsan: 1)” Dehr, Ragıp el-İsfahanî'nin açıklamasına göre, kâinatın başlangıcından sonuna kadar geçen müddettir, küllî zamandır. [179] Yani, dehr yaratılışla başlayan ve devam edip gelen süredir. Alemin ezelî oluşu konusunda çeşitli ihtilâflar varsa da, ebedi oluşu konusunda herhalde ihtilâf yoktur. Gerçi kâinat Kıyamet'le değişecektir; ama, bu son bulma demek değildir; bir 'kalkış, bir yeniden doğuş ve diriliş'tir. O halde, dehr Kıyamet. Günü'nü de içine alır mı? Bu noktada, şu hadis-i şerif konumuza açıklık getirecek niteliktedir: “Dehre sövmeyin, çünkü dehrin sahibi Allah'tır.” [180] Bu hadis sahihse - ki, sahih hadis kitaplarında geçmektedir - o zaman alemin, görünen varlıklar olarak değil de, özü itibariyle Allah'ta ezelî olduğu fikri, kuvvet kazanmış olur. Müşriklerin sözünü ettiği dehr ise, bazı ayetlerde belirtildiği gibi, Allah'a şirk koşma, O'nu gereği gibi takdir edememe, dehr’i!, yani zamanı Allah'tan ayrı bir güç sayma şeklinde anlaşılan bir zaman anlayışıdır. Bunun adı, İslâm terminolojisinde 'dehrîlik, tabiatperestlik', modern biçimiyle 'materyalizm'dir. Fakat, tüm İslâm dışı inançlar gibi, bu inanç da kendi kendiyle çelişmektedir. Çünkü, bir yandan alem ve zaman Allah'ın Zatı olarak görülür veya, modern materyalistlerde olduğu gibi güya inkâr edilirken, bir yandan da alemin ezeliliği ve ebedîliği savunulmaktadır. Bu savunuyu 'dialektik materyalizm', cisimlerdeki dialektik çelişkiyle açıklarken, ölümü de dialektiğin kesilmesi olarak değerlendirmektedir. Dialektik kesildiğine göre, yeniden diriliş tabiî ki söz konusu olamaz. Ama, insanda veya. hayvanlarda kesilen dialektiğin, kâinatın bütününde de kesilmeyeceğini kim garanti edebilir? Bu noktada, İslâm'da 'ölüm' hiç bir zaman yok oluş değil, sadece yeni bir hayata geçiştir.-Ezelî ve ebedî olup, durum ve şekil değiştirmeyen sadece Allah'tır. Varlıkların ruhu da Allah'tandır; o halde, Allah'tan üflenen bir ruhun, materyalistlerin anladığı manâda ölmesi mümkün değildir.- Öte yandan, bizzat 'dialektik', 'doğru bilgi'nin varlığım inkâr eden bir kavramdır. Dialektik çelişki sürekli devam ettiğinden ve evrim-devrim oluşlarına kapı açtığından, bugün doğru kabul edilen bir bilgi yarın doğru olmayabilir. O halde, materyalistlerin belli bir inançta veya görüşte ısrar etmeleri saçmadır. Açıktır ki, gerek evrimcilik, gerekse dialektik evrim ve devrim kuramı, 19'uncu yüzyılda Batı'nın gelişimini, Marksizm'le ilgili olarak da, Marx'ın hayal ettiği 'komün' toplumu kaçınılmaz bir kanun olarak sunmaya yöneliktir. Fakat, Marksistler, komün toplumda dialektik çelişkinin devam edip etmeyeceğini açıklayamazlar. Devam etmezse, kâinatın sonu demektir ki, bu maddeyi sonsuz kabul etmeleriyle çelişir; devam edeçekse, komün toplumun da değişmesi kaçınılmazdır. Hem, madem ki, bir zaman doğru kabul edilen görüşün doğruluğu kesinlikten uzaktır; o halde, komün toplumun veya dialektik materyalizm ve Marksizm'in doğru olduğunu nasıl kabul edeceğiz? Görüldüğü gibi, İslâm dışı inançlar, ahlâksızca ve arzuları doğrultusunda sürdürdükleri hayatlarını 'kanun'laştırmak için kâfirlerin ileri sürdükleri kuruntu ve zanlardan başka bir şey değildir. Asr, lûgatta 'gündüz ve gece, gündüzün öğleden evvelki ve sonraki zamanı, ikindi vakti', masdar olarak', haps etmek, sıkmak, sıkıp suyunu çıkarmak' anlamlarına gelir. Bir şeyin kendine özgü vaktine de 'asr, ısr, usr, usur' denilir. Dilde 'mutlak zaman', ya da içinde bulunulan ve belli özellikleri bulunan yüz yıllık süre anlamında da kullanılmaktadır. [181] 'Ve'l-Asr’ suresinde geçen 'Asr'a, çeşitli anlamlar verilmiştir. 'İkindi vakti, dehr, ikindi namazı' dendiği gibi; 'Onlardan biri “ben şarap sıkıyorum” dedi (Yusuf: 36)'; Sıkışmış bulutlar (Mû'sırat) 'dan şarıl şarıl su indirdik (Nebe': 14)” ayetlerindeki anlamıyla, 'nöbet nöbet başa gelen olaylarla dolu zaman ve musibetlerdir' de denilmiştir.[182] Yine, Asr kelimesi, 'insanın ömrü, ömür boyu kazanılan', şeklinde de yorumlandığı gibi, aben ikindi vaktinin Peygamberi'yim” hadis-i şerifinin ifade ettiği anlam içinde, “Ahir Zaman, Hz. Peygamber' le başlayan ve Kıyamet'e kadar sürecek olan dönem, veya sadece Hz. Peygamber'in zamanı' olarak da yorumlanmıştır. Sufîler, halk kavramını açıklarken verdiğimiz yaratılış mertebeleri çerçevesinde, zamana Ceberrut Alemi'nde 'mutlak vakt, sürekli an'; Melekût Alemi'nde dehr, Berzah (geçiş) mertebesinde asr, Şehadet Alemi'nde ise zaman derler. Bu açıklamaya göre, varlık kökleri, emr veya ruhlar aleminin zamanı dehr olmaktadır; yaratılış süreci ise asradır, maddî varlıklarla ilgili olan süre ise zaman adını almaktadır (bu zaman'ı, kelimeyi açıklamak için genel anlamda kullanılan 'zaman'la karıştırmamalıyız.). Asr'ı, Melekût Alemi'nin Şehadet Alemi şeklinde görünmesi süresiyle açıklamak, herhalde kelimenin kök anlamına da yakın düşmektedir. Çünkü, asr'ın lügat anlamı, yukarıda da belirttiğimiz gibi, 'sıkmak, sıkıp suyunu çıkarmak, demektir. Bu bakımdan, Kur'an-ı Ke-rim'de yağmur yüklü bulutlara 'mû' sırat' denilir. İşte, nasıl bu bulutlar yağmur dökerlerse, Melekût Alemi'ndeki varlık kökleri de kendilerini Şehadet Alemi'nde ortaya sererler; yine, varlık derken yalnızca cisimleri değil, kâinattaki her şeyi, olayları da düşünmek gerekir. İşte, asr, doğanlar ölenler, galibiyetler yenilgiler, başa gelen belâlar veya sevinçler, başarılar başarısızlıklarla tüm olayların oluş süreci olarak alınmalıdır. Böylece, asr, dehr'in bir yönüyle görünme süreci olmakta, yevm ise bir birim halinde vakti belirtmektedir. (Vallahü a'lem). [183] [176] Müfredat, 563. [177] M. İkbal, a.g.e. 75. [178] S. Ateg, a.g.e. 268-270. [179] Müfredat, 173. [180] Buharı' ve Müslim'in rivayeti için bk. Keşf'ul-Hafa, ll 449 [181] Hak Dini Kur'an Dili, IX, 6067. [182] a,g.e. IX, 6069. [183] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 209-219. |