Konu Başlığı: Veliyy Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 16 Şubat 2011, 12:45:13 Veliyy Velâ ve Tevali 'meydana gelmekten öte bir şeyi meydana getirmek, iki şey arasında kendilerinden olmayanın bulunmaması', yani Türkçedeki deyişle 'içilen suyun ayrı gitmemesi' gibi mekân, nisbet, arkadaşlık, din, yardım, itikat bakımlarından tam bir yakınlık ifade eder. Vilâyet ve velayet 'dilâlet' ve 'delâlet’ gibidir, gerçeği 'emr'e tevellâ'dır. Vilayet daha. çok 'yardım'dan yanabir yakınlık ifade ederken, velayet 'emr'e teveltâ', yani modern deyimiyle 'emirlik, riyaset' belirtir. Veliyy ve mevla(sonu 'elif’le biten) kelimelerinden her biri 'fail', yani 'müvali’ anlamınadır: 'mef'ur manâsında, yani 'müvalâ' yerine de kullanılırlar. Mü'min için 'veliyy'ullah' denilir; burada velî 'mef'ur anlamında olup, 'Allah'ın kendisine velî ve mevlâ olduğu kişi' denmektir; ama mü'min için 'Allah'ın mevlâsı’ denmez. Ancak Allah mü'minlerin velîsi ve mevlasıdır:[439] “Allah iman edenlerin velisidir” (Bakara: 257). “Allah'a sarılın, O sizin mevlânızdır, ne güzel Mevlâdır”(Hacc: 78). “Eğer o iki(kadın) onun aleyhinde birbirlerine arka verirlerse, muhakkak Allah onun mevlâsıdir” (Tahrim: 4). Valî 'veliyy' anlamındadır: “Allah bir kavme kötülük diledi mi, artık onu geri çevirecek yoktur. Onların O'ndan başka valîleri de yoktur (Ra'd: 11). 'Tevellâ' kendiyle addedildiğinde vilâyet anlamında ve en yakın yerlerde olur; sözgelimi, 'gözümü tevliye edindim, kulağımı tevliye edindim’, yani 'dikkatimi onlara çevirdim, onlara iyi baktım' denir. Bu şekilde kelime vellâ, tevellâ, tetevellâ şekillerinde de gelir. 'Başkasından' addedildiğinde, yani 'an -uzaklaşma, -den, -dan' ile addedildiğinde sırt dönme, yüz çevirme ifade eder: “Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir (velli)” (Bakara: 144). “Kim Allah'a ve Rasûlü'ne tevellâ ederse (yüzünü döndürürse)”(Maide: 56). “De “Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin, kim. de arkasını dönerse..” (A. İmran: 34). “Ancak arkasını dönen ve küfreden”(Ğaşiye: 23). “Yalanladı ve arkasmı döndü (tevellâ)” (Leyi: 16). “Zikrimizden yüz çevirenden (ona sırtını dönenden-tevellâ) uzaklaş” (Necm: 29). 'Vellâ-hü dübürah' 'ona arkasını dönüp kaçtı, hezimete uğradı' demektir: “Eğer küfredenler sizinle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı” (vellev-ü'1-edbar) (Feth: 22). Mevlâ (sonu y ile biten) 'köle, azad edilmiş köle, amca oğlu, komşu' gibi anlamlarda kullanılır ki, temelinde 'bir başkasının işine veliyy olan, ona başkasından daha lâyık olan' anlamı vardır. [440] Mevlâ daha çok 'evlâ bih'(ona. daha çok lâyık) anlamında kullanılır: “Varacağınız yer ateştir, o (ateş) sizin mevla'nızdır ve ne kötü gidiş yeridir” (Hadid: 15). Müfessirler bu ayetin tefsirinde ateşin mevlâ olucunu 'kâfirlere en lâyık olan' şeklinde izah etmişlerdir. [441] Diğer ayetlerde de bu anlamı görüyoruz: “Nebî mü'minlere öz nefislerinden evlâ'dır (onların mevlasıdır)”(Ahzab: 6). “Sana evlâ'dır, evet evlâ'dır” (Kıyame: 34). Yukardaki ayette ifade olunan evlâ'yı diğer müfessirler gibi Elmalılı Hamdi Yazır da, “gerekti sana bu, gerekti, oh olsun” [442] şeklinde tefsir etmektedir. Öncelikle Allah mü'minlerin velî'si ve mevlâ'sıdır. Kur'an'da O'nun mevlâ olarak geçtiği yerlerde “yardımcı, koruyucu, şefaatçi..” olduğu da ifade olunmaktadır. Demek ki, veliyy olmakla yardımcı, koruyucu, şefaatçi olmak arasında derin bağlantılar vardır. Öte yandan, veliyy kelimesi 'oldukça yakın, sıcak dost ve bir de işini gören, işine tevellâ eden ve en yakın olan' anlamında mirasçılar için de kullanılmaktadır. “Hasene ile seyyie bir olmaz; (seyyieyi) en husn olanla sav; o zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir veliyy oluvermiştir” (Fussılet: 34). “O'dur umutlarını kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayan; O veliyy'dir, hamid'dir” (Şura: 28). “Allah'ın haram kıldığı nefsi hakk olanın dışında öldürmeyin; kim mazlum olarak öldürülürse veliyysi için bir yetki kılmışızdır” (İsra: 33). Emr'e tevellâ ile yakın olma arasında içten bir bağlantı vardır. Bu şu ayetlerde de açıkça görülmektedir: “Allah kimi saptırırsa, artık O'ndan sonra onun, bir veliyysi olmaz” (Şura: 44). ; “Allah iman edenlerin veliyysidir; onları karanlıklardan nura çıkarır; küfredenlerin veliyyleri ise tâguttur; onları nurdan karanlıklara çıkarırlar..” (Bakara: 257). Veliyy olmak veliyy olunan üzerinde bir yetki ve hakk sahibi olmayı ifade eder; bu karşıdakine tahakküm etmeğe yol açan bir yetki ve hakk değil, aksine her bakımdan onun iyiliğine çalışmayı ve onu doğrultmayı gerektiren bir yetki ve hakktır. Bundandır ki Allah mü'minlerin veliyysi olarak onları hidayete erdirir, karanlıklardan nura çıkarır; onlara elçiler gönderir, kitaplar indirir, yardım eder, şefaatta bulunur, korur, gözetir, rahmetiyle kuşatır.. İşte, Allah'ın mü'minler üzerindeki bu velâyet'i önce bütün mü'minlerin birbirleri üzerinde velayetlerini doğurur; yani her mü'minin her mü'min üzerinde bir hakk ve yetkisi vardır; birbirlerine karşı görevleri vardır, Kur'an'daki ifadesiyle: “Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin veliyyleridirler; ma'rufu emrederler, münkerden nehyederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Muhakkak Allah azizdir, hakimdir” (Tevbe: 71). Mü'minlerin birbirleri üzerindeki bu velayetleri 'zekâtı toplamak, haddleri uygulamak, sınırları korumak, özellikle Cum'a ve bayram namazlarını kıldırmak, yetimleri, kimsesizleri evermek, mü'minlerin her türlü bilgi seviyelerini yükseltip onları tezkiye etmek, kötülüklerden alıkoymak, İslâm'ın yayılmasını sağlamak ve bunun için gerekli ortam ve şartları oluşturmak’ gibi ümmetin vazgeçilmez görevleri alanında içlerinden bazılarına özel bir velayet yükler; ve bu velâyet'i yüklenenler hiç bir zaman bir zorba değil, emrlerini üzerine ' aldığı kişilere karşı tam bir şefkat, sıcaklık ve yakınlık içinde olmak zorundadırlar; Kur'an'ın bu noktada veliyy kelimesini seçmesi oldukça anlamlıdır ve bu veliyylerin kimler olduğunu, niteliklerini ve birinci derecedeki fonksiyonlarını Kur'an şöyle açıklar: “Sizin veliyyniz ancak Allah, O'nun Rasûlü ve namaz kılan ve rükûdayken zekât veren mü'minlerdir”(Maide: 55). “Muhakkak Allah mü'minlere büyük bir lûtufta bulundu; önceden açık bir dalalet içindelerken içlerinden kendilerine O'nun ayetlerini okuyan, kendilerini tezkiye eden ve kendilerine Kitabı ve Hikmet'i öğreten bir rasûl göndermekle” (A. İmran; 164). “Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi tezkiye eden ve size Kitabı, Hikmet'i ve bilmediklerinizi öğreten bir rasûl gönderdik” (Bakara: 151). İşte, mü'minlerin veliyysinin en önde gelen görevi onları tezkiye etmek, onlara Alah'ın ayetlerini okumak, Kitab'ı, Hikmet'i ve bilmediklerini öğretmek, böylece Allah'ın onları karanlıklardan nura çıkarmasında sebep ve perde olmaktır; yani O'nun velayeti Allah'ın velâyetindendir. Bu nedenle, bu veliyy'nin kâmil anlamda mürşid, mehdî ve kâmil anlamda alim olması gerekir. Kur'an.bir başka ayette mü'minlerin veliyysinden 'ülü'l-emr-emr sahipleri' olarak söz eder. Burada, sözgelimi 'ülü'1-hukm, ülü's-sultan' gibi deyimlerin kullanılmayıp, bütünüyle 'ruhî' bir muhtevası olan 'emr' kelimesiyle 'ülü'1-emr' deyiminin kullanılması, yukarıda açıkladığımız niteliklerin ortaya konulması açısından oldukça anlamlıdır (bk. Emr). Muhakkak Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder. Doğrusu Allah size ne güzel öğüt veriyor! Muhakkak Allah semî'dir, basîr'dir. Ey iman edenleri Allah'a itaat edin, Rasûl'e itaat edin ve sizden olan emir sahipleri'ne de. Eğer bir şeyde çekişirseniz onu Allah'a ve Rasûle döndürün, eğer Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanıyorsanız. Bu hayırlı ve te'vili(varacağı) en güzel olandır (Nisa: 59). Yukardaki ayetlerde insanlar arasında, hükmetmenin ve emr sahibi olmanın, velayetin bir emanet olduğuna anılmakta, Allah'a ve Rasûl'e itaattan sonra herhangi bir istisnaya yer verilmeden emir sahiplerine de itaat emrolunmaktadır. Bu ayetlerde, çekişilen ve üzerinde anlaşmazlığa düşülen sorunların Allah'a ve Rasûle (Kur'an ve Sünnet'e) havale edilmesi emr olunurken, emir sahibi kendinden teşri yetkisi olmadığından anlaşmazlıkların döndürüleceği bir merci olarak anılmaktadır. Şu kadar ki, bir diğer ayet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: “Onlara güven veya korkudan bir emr gelse onu yayarlar; oysa onu Rasule ve kendilerinden olan emr sahipleri'ne döndürselerdi, içlerinden istinbat sahibi olanlar onu bilirlerdi..” (Nisa: 83). Bu ayetin ortaya koyduğu gerçek, emir sahipleri'nin de merci olduğudur; yalnız yukarıda belirttiğimiz gibi, onlar kendilerinden bir teşri yetkisine sahip olmadıklarından mercilikleri Kur'an ve Sünnet çerçevesindedir ve ayetlerde istisna olmadığına göre mutlaktır. Rasûl'ün tekil, emir sahiplerinin çoğul kullanılması, onların Rasûlüllah'tan sonra geleceğini ve birden fazla olacağını, yani art arda geleceğini gösterir. [443]Her halû kârda, emir sahibi veya veliyy'ül-emr'in müslüman, muttaki, kâmil anlamda mürşid ve alim olması gerektiğini ayetler açıkça ortaya koymaktadır. , Müzminlerin yahudileri, hristiyanları ve her türlü kâfirleri velî edinmeleri üzerlerine kesinlikle haramdır. Elmalılı'nın belirttiği gibi, bütün bu nehylerde ifade olunan karşılıklı kişisel ilişkilerdeki 'dostluk' değil, onlara (tenfiz-i emr'de bulunmak, muhabbet beslemek (muhabbet'in itaati gerektirip sevilene tabi olmakla kendini gösterdiği Kur'an'da açıktır: “De: Allah'a muhabbet besliyorsanız bana tabi oluna.), yardım etmek, onları amir, işbaşı, sırdaş (yine, kişisel olmaktan çok İslâm toplumunu ilgilendiren bir sırdaşlıktır), müsteşar edinmek, emr ve iradelerine tabi olmak'tır.[444] Kâfirlerin veliyyleri Tağut'tur, öncelikle şeytandır, şeytan mü'minlerle mücadele etmeleri için onlara vahyde bulunur. Kâfirlerle kâfirler ve şeytan arasındaki müvalât dünyada olup, Ahiret'te birbirlerinden kaçacaklardır. Nasıl mü'minler arasındaki müvalât imanda ve îslâmda yardımlaşıp sırt sırta verme ise, kâfirler arasındaki müvalât da küfrde birbirlerine sırt sırta vermedir; şu kadar ki, bu onları daha da karanlıklara götürür: “Küfredenlerin veliyylen' Tağuttur, onları nurdan karanlıklara çıkarırlar” (Bakara: 257). “Ey iman edenler! Yahudileri ve hristiyanları veliyyler edinmeyin; onlar birbirlerinin veliyyleridir. Sizden kim onları veliyy edinirse, muhakkak onlardandır. Gerçekten Allah zalim kavmi hidayete erdirmez” (Maide: 51). “Muhakkak biz şeytanları iman etmeyenlerin veliyyleri kıldık”(A'raf: 27). “Şeytanlar veliyylerine sizinle mücadele etsinler diye vahyde bulunurlar; onlara itaat ederseniz müşriklerden olursunuz” (En'am: 121). “Şeytan'ın veliyyleriyle savaşın, muhakkak Şeytan' ın hilesi zayıftır” (Nisa.: 76). Eğer mü'minler gerçekten Alah'ı, Rasûlü'nü ve mü'minleri, onlardan veliyy edinilmeleri gerekenleri veliyy edinirlerse, bir başka deyişle, mü'min olan gerçek veliyy'nin çevresinde mü'minler topluluğu oluşursa, bu topluluk Şeytan'ın hizbine karşılık Allah'ın Hizbi(Hizbullah) dir ve Şeytan'ın hizbine karşı galip gelmeleri kaçınılmazdır: “Kim Allah'ı, Rasûlü'nü ve iman edenleri veliyy edinirse, muhakkak Allah'ın Hizbi galip olanlardır” (Maide: 56). Bu şekilde, Allah'ı, Rasûlü'nü veliyy edinenler, gerek bu velâyet'in gerekse mü'minlerle aralarındaki velâyet'in hakkını verip sürekli takva üzere yaşayanlar Allah'ın veliyyleri'dir, yani 'Evliya'u'llah'tır: “Kulak verin, Evliya'ullah için korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir. Onlar iman ettiler ve ittika ettiler. Dünya hayatında da Ahirette de müjde onlara! Allah'ın kelimelerinde değişme/değiştirme olmaz; budur azametli kazanç” (Yunus: 62-64). Hadislerde ifade olunduğu gibi, “görüldüklerinde Allah hatıra gelenlerdir onlar. Enbiya ve şüheda olmadıkları halde (savaşta can vermedikleri halde) Kıyamet gününde enbiyanın ve şühedanın gıpta edeceği insanlardır onlar.” “Rabbimiz Allah” deyip, sonra yollarını hiç şaşırmadan dosdoğru yürümüş olan bu insanların üzerlerine melekler iner ve “sizin için korku yoktur” derler (Fussılet: 30); Cennet kapısında kendilerine “selâm size, ne güzel oldunuz, girin ebedî kalıcılar olarak buraya”denir(Zümer: 73).[445] “Kâfirlerle mü'minler arasındaki müvalât'o. ancak 'takıyye' durumunda izin verilmektedir: “Mü'minler mü'minleri bırakıp kâfirleri veliler edinmesin; kim bunu yaparsa Alah'tan hiç bir şey içinde olmaz., ancak onlardan belli bir şekilde korunmanız (en tettekû minhüm tükaten) başka..” (A. İmran: 28). [446] [439] Müfredat, 533. [440] a.g.e. 534. [441] Fahrüddin er-Razî, Tefsir, VIII: 93, İbn-i Kuteybe, Tefsir'u Ğarib'il-Kur'an, s: 453; Buharı, Sahih, III: 198. [442] Hak Dini Kur'an Dili, VIII: 5487. [443] 'Nebi-Rasül'ü anlatırken de aktardığımız gibi, Buhari' nin rivayet ettiği, “İsrail Oğulları'na nebiler hükmederdi; biri öldü mü yerine bir başkası gelirdi” hadisinin devamında “benden sonra ise halifeler”olacaktır buyrulurken, kritikçilerin çok farklı yorumlarına neden olan ve yine Buharî'nin de rivayet ettiği bir başka hadiste ise “Benden sunra on iki 'emir' gelir, hepsi de Kureyşten'dir” buyrulmaktadır. (Ülül-emr'i açıklamak bakımından naklettiğimiz bu hadislerle ilgili olarak umarım bizi değişik mezheplere bağlayıp tadlil-tekfir edenler çıkmaz.) Hadisin nakilleri ve yorumlarıyla ilgili olarak bk. Celâlüddin es-Süyutî, Tarih'ul-Hulefa, Mısır, 1372 s: 10-12. [444] Hak Dini Kur'an Dili, IV: 2731, 2566, 2488, III: 2148. [445] a.g.e., IV: 2731. [446] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 575-583. |