๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 03 Nisan 2011, 15:12:13



Konu Başlığı: Velayet
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 03 Nisan 2011, 15:12:13
VELAYET

 V-l-y (veliye) kökünden kelimeler, Kur'an'da en çok kullanılan kelimeler arasında yer alır. Velayet, arada birşey bulunmadan bitişiklik, yanyana oluş ve yaklaşma an­lamındadır. Bu anlamdan çıkarak yer, niyet, din, arka­daşlık, bağlılık, yakınlık, yardım ve inanç yönünden tam yakınlık anlamları ödünç alınmıştır. Böylece velayet, yar­dım (nusret) ve işi üstlenme (tevelli'1-emr) anlamlarını ka­zanmıştır.[247]

V-l-y kökenli kelimelerin başlıcaları; velî, vâlî, mevlâ, tevellî'dir. Velayetin zıddı adavettir (velayet x adavet). Bu durum bazı âyetlerde dile getirilir.[248]

Genel anlamda dostluk için, bitâne (sırdaş) ve halîl (dost) sözcükleri kullanılır.[249]

 1. Allah'la İlgili Velayet Kavramları:

 a. Velî:

 Velî (ç. evliya) kavramı, onüç âyette Allah'ın rahmet ve yardımla ilgili bir ismi olarak yer alır. Bu kullanımıyla velî kelimesi, Allah'ın rab (tanrı) ve iyi kullarına dost (koruyu­cu, koruyup kollayan ve yardımcı) oluşu anlamlarını ka­zanır.

Allah'ın velî sıfatının yer aldığı âyetlerde, aynı zamanda Allah'ın yardımcı (nasır) olduğu, yalnızca Allah'a güvenil­mesi gerektiği. Allah'ın güçlü olduğu, dost ve yardımcı olarak yalnızca Allah'ın yeterli olduğu da belirtilir. Yine bir takım âyetlerde velî kelimesi mürşid (yol gösterici), vâlî (koruyucu), şefi (şefaatçi) ve hamîd (övgüye lâyık, öven) sı­fatlarıyla da kullanılır. Bunlar, aynı zamanda gerçek dos­tun niteliklerini de belirleyen sıfatlardır.[250]

 b. Velayet Allah'ındır:

 İyilerin cennete, kötülerin cehenneme gideceğini belir­ten Yüce Allah, biri iki bahçeye sahip, öteki de zayıf durumda olan iki adamı örnek olarak verir. Malı ve adamla­rıyla böbürlenen adam, ötekinin Allah'ı tanıması ve şük­retmesi tekliflerine, bu bahçenin batmayacağını ve kıya­metin kopmayacağını belirterek alaycı cevaplar veriyordu:

"Nitekim ürünleri yok edildi. Bağın altüst olmuş çardakla­rı karşısında harcadığı emeğe içi yanarak ellerini oğuşturup 'Keşke rabbime kimseyi ortak koşmasaydım' diyordu. Ona Allah'tan başka yardım edecek adamları da yoktu, kendi kendini de kurtaramadı. İşte burada velayet (kudret ve hâkimiyet) varlığı gerçek olan Allah'ındır. Ödüllendirme bakımından da, sonuçlandırma yönünden de hayırlı olan odur. "[251]

 c. Velî Ancak Allah'tır:

 Allah'tan başka gerçek anlamda dost yoktur:

"(..) O, rahmetine dilediğini kavuşturur. Zalimlerin ise bir dost (koruyucu) ve yardımcısı olmaz. Demek onlar, Al­lah'tan başka dostlar (evliya) edindiler? Oysa dost, ancak Allah'tır. O, ölüleri diriltir. Her şeye kadirdir."[252]

"De ki: Gökleri ve yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allah'tan başka bir dost mu edinirim? (..)"[253]

Allah, mü'minlerin dostudur, dost ve yardımcı olarak yeterlidir, ondan başka velî ve şefaatçi yoktur!

"Sizden iki takım bozulup geri çekilmek üzereydi. OnIarın dostu (koruyucusu) Allah'tı. İnananlar yalnız Allah'a güvensinler."[254]

"Umutsuzluğa düşmelerinin ardından yağmuru indi­ren, rahmetini yayan odur. O, övülmeye lâyık olan dost­tur (el-veliyyu'I-hamîd)."[255]

"Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı gün­de yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır. Ondan başka bir dostunuz (velî) ve şefaatçiniz (şefi) yoktur. Düşünmü­yor musunuz?"[256]

"Allah, düşmanlarınızı çok iyi bilir. Allah, size dost ola­rak da yeter, yardımcı olarak da yeter."[257]

Allah'ın, hükümranlığında ortağı yoktur, yardımcıya da ihtiyaç duymaz:

"De ki: Hamd, çocuk edinmemiş olan, hükümranlığın­da ortağı bulunmayan, düşkün olmayıp yardımcıya (velî'ye) da ihtiyaç duymayan Allah'a mahsustur.' Onu, gereği gibi ulula."[258]

 d. Allah'ın Dost Oldukları:

 1) Allah Mü'minlerin Dostudur:

 Allah, mü'minleri karanlıklardan aydınlığa çıkaran onlara selâmet yurdu veren dostudur:

"Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan ay­dınlığa çıkarır. Kâfirlerin dostları ise, azgın putlardır (tâgût), onları aydınlıklardan karanlıklara sürüklerler.(...)"[259]

"Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar, ona uyanlar, bu peygamber ve inananlardır. Allah, inananların dostudur."[260]

"Rablerinin katında selamet yurdu onlarındır. O, işle­diklerinden ötürü onların dostudur."[261]

"Çünkü Allah, inananların mevlâsıdır (sahibidir, koruyucusudur). Kâfirlerin ise mevlâsı yoktur."[262]

 2) Allah Muttekilerin Dostudur:

 Allah, takva yolunda olanların dostudur:

"Şüphesiz onlar, seni Allah'tan müstağni kılamazlar. Doğrusu zalimler, birbirlerinin dostudurlar. Sakınanların dostu ise Allah'tır."[263]

 3) Allah İyilerin Dostudur: Allah'ın Dostluğu İyiler İçindir:

 "Çünkü benim dostum, kitabı indiren Allah'tır. O, iyi­leri dost edinir."[264]

 4) Allah'tan Başka Dost Yoktur:

 Gerçek dost Allah'tır, Allah'tan başka dost (velî), yar­dımcı (nasır), şefaatçi (şefî) ve kurtarıcı yoktur:

"Göklerin ve yerin hükümdarlığının Allah'a ait olduğu­nu bilmez misin? Allah'tan başka dost ve yardımcınız yoktur."[265]

"Rablerine toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Ondan başka bir dost (velî) ve aracıları (şefî) yoktur. Umulur ki Allah'tan sakınırlar."[266]

"(..) Bir kimse kazandığıyla helake düşmeyegörsün, o takdirde, Allah'tan başka ona ne bir yardımcı, ne de bir kurtarıcı bulunur. Her türlü fidyeyi verse de kabul olun­maz. (..)"[267]

"(..) Bir millet kendini değiştirmedikçe (bozmadıkça), Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin fenalığını dileyince, artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah'tan başka vâlî (hami, koruyup kollayan) de bulunmaz."[268]

"(..) İnsanların Allah'tan başka dostu yoktur. O, hiç kimseyi hükümranlığına ortak kılmaz."[269]

"Siz ne yeryüzünde, ne de gökte Allah'ı âciz bırakabilir­siniz. Allah'tan başka bir dost (velî) ve yardımcınız (nasır) da bulunmaz."[270]

 5) Dost Olarak Allah Yeter:

 Allah, mü'minlerin düşmanlarını çok iyi bilir. Allah, onlara dost olarak da, yardımcı olarak da yeter.[271]

 e. Evliyâullah (Allah Dostları):

 Allah dostlarından olmak, büyük mutluluktur. Kur'an, onlar için önemli müjdeler vermektedir:

"İyi bilin ki, evliyâullah'a (Allah'ın dostlarına, Allah'a yakın olanlara) korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve ona karşı gelmekten sakınmışlardır. Dünya hayatında ve âhirette de müjde onlaradır."[272]

"Allah'ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. Bu bü­yük başarıdır."[273]

Bu âyet, Allah dostu olmanın iman ve takva şartlarına bağlı olduğunu açıkça belirtir.

"Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Al­lah onlara niçin azap etmesin? Hem de onun dostu (sahibi) değiller. Onun dostu ancak karşı gelmekten sakınan­lardır. Fakat pek çoğu bunu bilmiyorlar."[274]

Bu âyet, Al­lah dostunun takva sahipleri olduğunu bir kez daha vur­gular. Kureyşli müşriklerin Kabe'nin bakıcılığıyla görevli oluşlarını da reddeder.

Her iki âyet de, evliyâullah'ın muttekîler (karşı gelmek­ten sakınanlar, Allah'a karşı sorumluluk bilincini taşıyanlar) olduğunu belirtir. Muttekîlerin (takva sahiplerinin) ta­nımı ise, bir başka âyette şöyle yapılıyor:

"Yüzlerinizi do­ğudan veya batıdan yana çevirmeniz iyi olmak (birr) değil­dir. Lâkin iyi olanlar, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, onun sevgisiyle yakınları­na, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekât veren ve sözleştiklerinde sözlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır, sakı­nanlar (muttekîler) ancak onlardır."[275]

Bu ayete göre, takvanın temeli, iman ve iyi davranış­lardır. Bunlar, şu noktalarda toplanabilir:

1) İman esasla­rına inanmak;

2) İhtiyaç sahiplerine ve kölelerin hürriyeti uğrunda mal harcamak;

3) Namaz ve zekât ibadetlerini yerine getirmek;

4) Verilen sözü tutmak;

5) Zorda, darda ve savaşta sabretmek.

Âyetten çıkan tanıma göre, evliyâullah, olağanüstü bir takım niteliklerle donanmış, tabiatüstü gösteriler yapan, bir takım dini sorumluluklar taşımadığını belirten, kera­metler gösteren, kutsallık verilmiş., kişiler değildir. Bilakis, Hz. Peygamberi örnek alarak Kur'an'da belirtilen esaslara göre yaşayan, ağır sorumluluk sahibi insanlardır.

İman ve takva sırrına ermemişlerin Allah dostluğu, sa­nal bir dostluktan öteye geçmez. Bu sanal dostluğun en önemli örneği, kendilerini "Allah'ın oğullan ve sevgilileri" olarak tanıtan yahudiler ve hristiyanlardır.[276]

Özellikle yahudilerin Allah dostluğu, samimiyet çizgi­sinden uzaktır:

"De ki: Ey yahudiler! Bütün insanlar bir yana, yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunu iddia ediyorsanız ve bunda samimiyseniz, ölümü dilesenize! Yaptıklarından ötürü, ölümü asla dileyemezler; Allah, zâlimleri bilendir."[277]

f. Velîsizler (Allah'ın Dost Olmadıkları):

 Allah, bir takım olumsuz özellikler taşıyanlar için hem dünyada zalimler, zalimlere yönelenler, Allah'a çağrıyı reddedenler, kafirler, sapıklar, hevese uyanlar, münafık­lar, kötülük yapanlar ve büyüklenenler, Allah'ın dostluğunu esirgediği kişilerdir, hem de âhirette, dostluğunu ve yardımını esirgeyecektir.[278]

 1) Zalimler:

 Zâlimler, Allah'ın baş düşmanları arasında yer alır:

"Zâlimlerin Allah'tan başka kendilerine yardım edecek dostları da yoktur. Allah'ın saptırdığı kimsenin çıkar yolu olmaz."[279]

"(..) Ama o, rahmetine dilediğini kavuşturur; Zalimlerin ise, bir dost ve yardımcısı olmaz."[280]

"Bunlar yeyüzünde Allah'ı aciz bırakamazlar. Allah'tan başka kendilerini kurtaracak dostları da yoktur. Azap on­lara kat kat verilir, işitemezler ve göremezlerdi."[281]

 2) Zalimlere Yönelenler:

 Allah, zalimler gibi, zalimlere yönelenlere de dostluğu­nu ve yardımını esirger:

"Haksızlık (zulüm) yapanlara yönelmeyin, yoksa ateş size de dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur, sonra yardım da göremezsiniz."[282]

 3) Allah'a Çağrıyı Reddedenler:

 Allah'a yapılan çağrıyı reddetmek, dostluğunu da kay­betmektir:

"Allah'a çağırana uymayan bilsin ki, Allah'ı yeryüzünde âciz bırakamaz. Onların ondan başka dostları da bulunmaz. İşte onlar, apaçık sapıklıktadır."[283]

 4) Kâfirler:

 Kâfirler, Allah'ın lanetine uğrayan, dostluğunu kaybe­den kişilerdir:

"İnkâr edenler sizinle savaşsalardı, yüzgeri dönecekler­di. Sora bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardı."[284]

"Allah şüphesiz, inkarcılara lanet etmiş ve onlara için­de sonsuz olarak temelli kalacakları çılgın alevli cehennemi hazırlamıştır. Onlar bir dost ve yardımcı bulamazlar."[285]

 5) Sapıklar:

 Allah'ın saptırdığı kişi, artık kendini doğruya erdirecek yardımcı ve rehber bulamaz:

"Allah kimi saptırırsa, artık onun bundan sonra bir dostu olmaz. Azabı gördüklerinde, zalimlerin 'Dönecek bir yol yok mudur?' dediklerini görürsün."[286]

"(..) Allah'ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de saptırırsa artık ona, doğru yola götürecek bir yar­dımcı (veli) ve rehber bulamazsın."[287]

 6) Hevese Uyanlar:

 Gerçeği öğrendikten sonra, bu bilgiye değil, başkaları­nın (âyetlere göre ehli kitap olan yahudi ve hristiyanların) heveslerine uymak, Allah'ın dostluğunu kaybettirir:

"(..) Sana ilim geldikten sonra onların heveslerine uyarsan andolsun ki Allah katında sana bir dost ve seni koruyan çıkmaz."[288]

"Kendi dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar, senden asla hoşnut olmayacaklardır. De ki: 'Doğru yol ancak Allah'ın yoludur.' Sana gelen ilimden sonra, onların heveslerine uyarsan, andolsun ki Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olur."[289]

 7) Münafıklar:

 Allah'ın maddi ve manevi nimetlerine ermelerine rağ­men, imandan sonra inkâra saplananlar, Allah'ın dostlu­ğunu kaybeden bedbahtlardır:

"Andolsun ki, müslüman olduktan sonra inkâr edip küfür sözünü söylemişlerken, söylemedik diye Allah'a ye­min ettiler, başaramayacakları bir şeye giriştiler. Allah ve peygamberi bol nimetinden onları zenginleştirdi, öç almaya kalktılar. Eğer tevbe ederlerse, iyiliklerine olur. Şayet yüz çevirirlerse, Allah onları dünya ve âhirette can yakıcı azaba uğratır. Yeryüzünde bir dost ve yardımcıları yok­tur"[290]

"De ki: Allah size bir kötülük dilese veya bir rahmet is­tese, ona karşı kim sizi koruyabilir? Allah’tan başka dost ve yardımcı da bulamazsınız."[291]

 8) Kötülük Yapanlar:

 Kötülük yapanlar, cezasız kalmaz, Allah'ın dostluğunu ve yardımını da kaybederler:

"Bu, sizin kuruntularınıza ve kitap ehlinin kuruntularına göre değildir. Kim fenalık yaparsa, cezasını görür. Kendisine Allah'tan başka ne dost, ne de yardımcı bulu­nur."[292]
 
9) Büyüklenenler:

 Büyüklenerek Allah'a kulluktan kaçınan ve Allah'ın âyetlerini dinleyip duymamış gibi davrananlar da, Allah'ın dostluğunu kaybeden bedbahtlar arasında yer alır:

"İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, ecirlerini verecek, onlara olan bol nimetini daha da arttıracaktır. Kulluk et­mekten çekinenleri ve büyüklük taslayanları elem verici bir azaba uğratacaktır. Onlar kendilerine Allah'tan başka bir dost ve yardımcı bulamazlar."[293]

"Kendine okunan Allah'ın ayetlerini dinleyip, sonra on­ları hiç duymamış gibi büyüklük taslamakta direnenen, yalancı ve günahkâr kişinin vay haline! Ona can yakıcı bir azap müjdele. Ayetlerimizden bir şey öğrendiğinde onu alaya alır. İşte bunlara alçaltıcı bir azap ve ardından da cehennem vardır. Kazandıkları şeylerde, Allah'ı bırakıp (Allah'ın yanısıra) edindikleri dostlar da onlara bir fayda vermez. Büyük azap onlaradır."[294]

 g. Mevlâ:

 Veli sözcüğü yerine, mevlâ sözcüğü de, hemen aynı an­lam özellikleriyle kullanılabilir.

Allah, mü'minler için, ne güzel bir dost, ne güzel bir yardımcıdır (ni'me'l-mevlâ ve ni'me'n-nesîr):

"Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini kalana kadar on­larla (müşriklerle) savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. Ama yüzçevirirlerse, Allah'ın sizin dostunuz (mevlânız) olduğunu bilin. O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır."[295]

"(..) Artık namaz kılın, zekât verin, Allah'a sarılın. O, sizin sahibinizdir (mevlâ). Ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır."[296]

"Ey inananlar! İnkar edenlere itaat ederseniz, sizi geri­ye döndürürler de kayba uğrarsınız. Halbuki sizin mevlânız Allah'tır. O, yardımcıların en iyisidir."[297]

"De ki: Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gel­mez. O bizim mevlâmızdır. İnananlar Allah'a güvensin."[298]

"Allah, şüphesiz size, yeminlerinizi keffaretle geri alma­nızı meşru kılmıştır. Allah sizin dostunuzdur. O bilendir, bilgedir."[299]

Allah peygamberin dostudur, ayrıca melekler ve iyi in­sanlar da onun dostudur:

"Ey peygamber eşleri! Eğer ikiniz de Allah'a tevbe eder­seniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur. Şayet eşinizin aleyhinde bir şey yaparak yardımlaşmaya kalkarsanız, bilin ki Allah onun dostu, bundan başka Cebrail, iyi mü'minler ve melekler de yardımcısıdır."[300]

Mü'min için ölüm, mevlâya dönüş demektir:

"Artık birinize, ölüm gelince elçilerimiz, bir eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar. Sonra gerçek mevlâlarına döndürürler. İşte o zaman hüküm onundur. O, he­sap görenlerin en hızlısıdır."[301]

"İşte orada herkes dünyada yapmış olduğuyla imtihan verir ve gerçek mevlâları olan Allah'a döndürülür. Uydur­dukları putlar da ortadan kaybolmuştur."[302]

 h. Veli Ve Mevlâ Sözcükleriyle Dua Ve Yaka­rış:

 Özellikle mevlâ sözcüğü, peygamberlerin ve başkaları­nın Allah'a yakarışları arasında yer almış önemli bir sözcüktür:

"(..) Sen mevlâmızsın. Kâfirlere karşı bize yardım et."[303]

"Size ne oluyor da 'Rabbimiz! bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar. Katından bize bir sahip çıkan (veli: koruyucu) gönder, bir yardımcı lütfet' diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmı­yorsunuz?"[304]

Hz. Musa, seçtiği yetmiş kişiyi sarsıntı tutunca, şöyle dua etti:

"Rabbim! Dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin. Aramızdaki bilgisizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder misin? Bu, senin sınavından başka bir şey değildir. Bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz (mevlâmız) sensin. Bizi bağışla. Bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin.(..)"[305]

Hz. Yusuf da, Allah'a şöyle yakarmıştır:

"Rabbim! Bana mülk (hükümranlık) verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünya ve ahirette işlerimi yolu­na koyan (velim) sensin. Benim canımı müslüman olarak al, beni iyilere kat."[306]

Görüldüğü gibi Allah, hem dünya, hem ahiret dostudur.

"Melekler şöyle derler: Hâşâ! Bizim dostumuz (velimiz), onlar değil sensin(..)"[307]

 2. İnsanlarla İlgili Velayet Kavramları:

 a. Dostluğu İstenenler Ve Yasaklananlar:

 Bir kısım varlıkların dostluğu istenirken, başka bir ta­kım varlıklarla dostluk kurmak yasaklanır. Bu konudaki emir ve yasaklara uymak gereklidir.[308]

 A) Dostluğu İstenenler:

 Dostluğu istenenler arasında, Allah, peygamber, mü'minler, salihler ve müttekiler yer alır.[309]

 1- Allah, Peygamber Ve Mü'minler:

 Mü'minler Allah'ı, peygamberi ve yine kendileri gibi mü'minleri dost edinir:

"Sizin dostunuz ancak Allah, onun peygamberi ve Al­lah'ın emirlerine boyun eğerek namaz kılan ve zekat veren mü'minlerdir. Kim Allah'ı, peygamberini ve mü'minleri dost edinirse (tevellî), bilsin ki şüphesiz Allah'tan yana olanlar (hizbullah) üstün gelirler."[310]

Bundan sonraki âyet dini alaya alan ehli kitap ile kâfirlerin dost edinilme­mesi gerektiğini belirtir.

Mü'min bir kişi ne kadar yalnızlığa itilse, insanlardan ve din kardeşlerinden vefasızlık görse bile, asla yalnızlık duygusuna kapılmaz. Gerçek dostu olan Allah'ın onu yanlız bırakmayacağının bilincinde olur. Hz. Peygamberin dostluğu ise, müslümanları dünya ve âhirette mutluluğa ulaştırmak için kendini feda edercesine çaba göstermesidir. Mü'minlerin kardeşliği, inanç ve din kardeşliğinde birbirlerine kurşun gibi perçinlenmiş ve kenetlenmiş bir bina gibi[311], ya da tek bir beden gibi oluş­tur. Mü'minlerin dostluğu, çıkar ve menfaate dayanmayan, samimi, içten, gönülden ve hasbi bir dostluktur.[312]

 2- Gerçek Mü'minler:

 Dostluk herşeyden önce bir inanç ve duygu birlikteliğidir. Dolayısıyla imandaşlar, birbirlerine dost olmalıdır:

"Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda malla­rıyla canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, birbirlerinin dostudur. İnanıp hic­ret etmeyenlerle, sizin bir dostluğunuz yoktur.(..)"[313] Bun­dan sonraki âyet, kâfirlerin birbirinin dostu olduğunu be­lirtir.

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin veli­leridir. İyiyi emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namaz kılarlar, zekat verirler. Allah'a ve Peygamber'e itaat ederler. Al­lah işte bunlara rahmet edecektir. Allah, şüphesiz güçlü­dür ve bilgedir."[314]

Bu âyetteki velayet sözcüğü ve türevleri siyasi temsil, yöneticileri işbaşına getirme anlamlarına doğru kaydırıldığında da yukarıdaki âyetlere, özellikle bu son âyete, kâfirler ve ehli kitapla dostluğu yasaklayan âyetlere daya­nılmaktadır. Böylece velayet, "dostluk, koruma ve yardım" anlamlarından, "temsil ve yönetme yetkisi" anlamlarına doğru genişletilmiştir. Bu anlamda velayet, "âmme velâyeti"dir. Söz konusu âyetler bir bütün halinde değer­lendirilince, müslümanların yönetimlerini teslim edecek­leri kimselerde bulunması gereken nitelikler, iman ve amel olarak belirtilmektedir:

1) İman: Kur'an ve sünnet, müslümanlar adına tasar­rufta bulunma yetkisine sahip kişinin mü'min olması gerektiğini, en küçük bir tereddüde yer bırakmayacak açık­lık ve kesinlikte ifadelerle doludur. Müslümanların velayet yetkisini taşıyan -başta yüksek yöneticiler olmak üzere-yöneticiler, mü'min ve müslüman olacaklardır.

2) Amel: Mü'minlerin velayet yetkisini taşıyan yönetici­ler, İslamın getirdiği ibadet, hayat ilkeleri, talimat ve ahlâka uyacak, bu alanlardaki yükümlülüklerini fiilen ye­rine getirecektir. Amel konusunda kusuru bulunan kimselere İslami literatürde "fâsik" denilmektedir. Bağlayıcı hüküm ve talimatlarda kusuru olmayanlar ise "salih, adil ve takva sahibi" adını almaktadır. Hukukçular, fâsıklann veli olup olmayacaklarını tartışmışlardır. Tartışmasız olan husus, bulunduğu takdirde imanı ve ameli tam olanların öncelikle veli olacaklarıdır.

Mü'minler, kendilerini temsil edecek, kendileri adına hukuken geçerli işlemler yapacak, yönetimlerini yürüte­cek kimseleri belirlerken bu kurala uymak zorundadırlar. Bu zorunluluk, müslümanların siyasetle (yönetimle, rejimle, iktidara gelecek olanların kişilikleri, ahlâkları ve programlan ile, çıkardıkları kanunlar, aldıkları kararlar ve yaptıkları icraat ve uygulamalarla) ilgilenmeleri gerekti­ğini de beraberinde getirmektedir.[315]

 3) Salihler Ve Müttekiler:

 Hz. Peygamber, inanmayanlara şöyle seslenmiştir:

"Çünki benim dostum, kitabı indiren Allah'tır. O, iyileri dost edinir."[316]

"Yoksa Mescid-i Haram'a girmekten menederlerken Al­lah onlara niçin azap etmesin? Hem de onun dostu değiller. Onun dostları, ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat pek çoğu bunu bilmiyorlar."[317]

Allah'ın dostu olan salihler ve müttekiler, müslümanların da dostu olmalıdır. İnanıp hicret edenler, Allah yo­lunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler, birbirlerinin dostudur.[318]

Mü'minlerin dostları arasında melekler de vardır.

"Biz dünya hayatında da, ahirette de size dostuz.(..)"[319]

 B) Dostluğu Yasaklananlar:

 Allah'tan başkasının veya Allah'ın yanısıra, özellikle kulluk edilecek ve tapılacak varlık (put) anlamında dost edinilmesi yasaktır. Böyle bir davranışta bulunanlar, örümcek yuvası sağlamlığında bir sığınak edinmiş demektir.

"Rabbinizden size indirilen kitaba uyun. Allah'tan baş­ka dostlar edinerek onlara uymayın. Pekaz öğüt dinliyorsunuz."[320]

"Allah'tan başka dostlar edinenler, yuva yapan örüm­ceğe benzer. Evlerin en dayanıksızı ise, şüphesiz örümce­ğin yuvasıdır. Keşke bilseler."[321]

"Allah'ı bırakıp da dostlar edinenlerin işlediklerini Al­lah gözetmektedir. Sen onlara vekil olmaya memur değilsin."[322]

"Demek onlar Allah'tan başka dostlar edindiler? Oysa dost, ancak Allah'tır. O, ölüleri diriltir. Herşeye gücü yeter."[323]

"Şöyle derler: Hâşâ! Seni bırakıp başka dostlar edin­mek bize yaraşmaz. Fakat sen onlara ve babalarına ni­metler verdin de sonunda seni anmayı unuttular ve hela­ki hakeden bir millet oldular."[324]

Dost edinilmeyecekler arasında, Allah'ın gazabına uğ­rayanlar, Allah düşmanları, putlar, kâfirler, ehli kitap (yahudiler ve hristiyanlar), münafıklar, mü'minlerle din uğ­runda savaşanlar ve yurttan çıkaranlar, zalimler, hicret etmeyen müslümanlar ve şeytan yer alır.

İlgili âyetler incelendiğinde, dostluk kurulmayacaklar­la, hem birey, hem de toplum ve devlet temelinde ittifak ve işbirliğine girilmez.[325]

 1) Allah'ın Gazabına Uğrayanlar:

 Allah'ın gazabına uğrayan yahudiler, ehli kitap kavra­mından ayrıca da anılarak, dostluk kurulması yasaklananların başında gelir:

"Allah'ın gazap ettiği milleti dost edinen milleti görme­din mi? Onlar ne sizdendir, ne de onlardan. Bile bile, yalan yere yemin etmektedirler. Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. İşledikleri, ne kötüdür."[326]

Münafıklar, yahudileri geçici çıkarları uğruna dost edinmekten çekinmezler. Mü'minler ise, onlara dostluk gösteremezler:

"Ey mü'minler! Allah'ın gazabına uğramış milleti dost edinmeyin. Kâfirlerin kabirde bulunan kimselerden ümitlerini kestikleri gibi, onlar da âhiretten umutlannı kes­mişlerdir."[327]

 2- Allah Düşmanları:

 Allah düşmanlarını (özellikle müşrikleri) dost edinmek, Allah'ın doğru yolundan bir sapıştır, uzaklaşmadır:

"Ey mü'minler! Benim de düşmanım, sizin de düşma­nınız olanları dost edinmeyin. Onlar, size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Oysa onlar, rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan ötürü, sizi ve pey­gamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer sizler, benim yo­lumdan savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gös­teren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır. Eğer sizi ele geçirirlerse, sizin onlara gösterdiğiniz sevgiyi göster­mezler. Size düşman olurlar, ellerini ve dillerini fenalık et­mek için uzatırlar, inkâr etmenizi isterler."[328]   

 3- Putlar:

 Tapmaya değer tek varlık olan Allah'ı bırakıp, ona or­tak koşmak, putlara tapmak ve kulluk etmek, kötü bir yoldaş seçmek demektir:

"De ki: Göklerin ve yerin rabbi kimdir? De ki: Allah'tır. Yine şöyle de: Onu bırakıp, kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz? Kör ile gören hiç bir olur mu? Karanlıkla aydınlık bir midir?' Yoksa Allah'a, Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da yaratmaları bir­birine mi benzettiler? De ki: Herşeyi yaratan Allah'tır. O herşeye üstün gelen tek tanrıdır."[329]

"Kendisine zararı faydasından daha yakın olana yalva­rır. Yalvardığı şey ne kötü yardımcı, ne kötü yoldaştır"[330]

Puta tapmak, Allah'a yaklaştırmak gibi, masum bir ge­rekçeye bürünebilir:

"Bilin ki halis din Allah'ındır. Onu bırakıp da putlardan dostlar edinenler 'onlara bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk' ediyoruz derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düş­tükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah, şüp­hesiz yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola eriştirmez."[331]

Puta tapmanın sonucu, kötü bir dönüş yeri olan ce­hennemdir:

"Bugün sizden ve inkâr edenlerden fidye kabul edil­mez. Varacağınız yer ateştir. Lâyığınız (mevlâ'mz) orasıdır. Ne kötü bir dönüş yeridir."[332]

 4- Kâfirler:

 Mü'minler kâfirleri dost edinemezler:

"Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah katında bir değeri yoktur. Ancak, on­lardan sakınmanız hali müstesnadır. Allah, sizi kendisiyle korkutur. Dönüş Allah'adır."[333]

Bu âyete göre, kâfirlerle dostluk, ancak takıyye duru­munda özel şartlara göre kurulabilir. (Bkz. 5.3) Buna göre âyet, "hakikati inkâr edenlerin müslümanlardan daha güçlü olduğu ve bu yüzden, politik yahut ahlâki anlamda kendilerine "dost" olmadıkça müslümanlara zarar verebi­lecek konumda bulundukları durumlara işaret etmektedir.[334]

"Ey mü'minler! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın, aleyhinize apaçık bir ferman vermesi­ni mi istersiniz?"[335]

Bu ayetin, hem ön tarafında, hem de sonrasında hep münafıklardan söz edilmektedir.

Küfrü imana tercih edenler, baba ve kardeşler dahi ol­sa dost edinilemezler:

"Ey mü'minler! babalarınızı ve kar­deşlerinizi -küfrü imana yeğ tutuyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onları kimler dost edinirlerse, doğrusu kendi­lerine yazık etmiş olurlar. De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza gi­den evler, sizce Allah'tan, peygamberinden ve Allah yolun­da savaşmaktan daha sevgili ise Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah, fâsık kimseleri doğru yola eriştir­mez."[336]

Bu âyete göre Kur'an, inanç ve duygu birlikteliği­ni, kandaşlığa ve soydaşlığa yeğ tutmaktadır.

Kâfirlerin dostları putlar ve yine kendileri gibi kâfirlerdir:

"Allah, inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin dostları ise, azgın putlardır (tâgût), onları aydınlıklardan karanlıklara sürüklerler. İş­te onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır."[337]

"Kâfirler, birbirlerinin dostudur (destekçisi ve işbirlikçisidir). Eğer siz aranızda dost olmazsanız, yeryüzünde kargaşalık (fitne) ve büyük bozgun (fesad) çıkar."[338]

Mü'minlerin dostluğu fitne ve fesadı önleyici bir özellik ta­şır.

Kâfirlerin Allah'ı bırakıp kullarını dost edinmeleri, kötü sonun yolunu açar:

"İnkâr edenler, beni bırakıp ta kullarımı dost edinme­lerini yeterli mi sandılar? Doğrusu, biz cehennemi inkarcılara konuk olarak hazırladık."[339]

 5- Ehli Kitap:

 "Ehli kitaptan teberri âyeti" denilen âyet, onlarla dost­luğu yasaklar:

"Ey mü'minler! Yahudi ve hıristiyanları dost olarak be­nimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudur. Sizden kim onlara dost olursa, o da onlardan sayılır. Allah, zulmedenle­ri doğru yola eriştirmez."[340]

Bundan sonraki âyette, kalp­lerinde hastalık olanların 'Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz' diyerek onlara koştuğu belirtilir.

Bu âyetin nüzul sebebi olarak belirtilen olaya göre, Be­ni Kaynuka yahudileriyle girişilen savaşta münafık Abdullah bin Ubey onlardan yana tutum aldı. Ubâde bin es-Sâmit ise, yahudilerle olan ittifakını bozmak istedi. Ab­dullah bin Ubey bu ittifaklardan vazgeçmeyeceğini belirt­ti. İşte bu olay üzerine yukarıdaki âyet indi.[341]

Hiç şüphesiz dostluk kurulmayacak olanlar, müslümanlara karşı düşmanca davrananlardır. İyi niyetlilerle normal ilşkiler sürdürülür.[342]

Hıristiyanlar, bazı durumlarda müslümanlara yahudilerden daha yakın olabilir;

"Pekçoğunun (İsrailoğullarından inkâr edenlerin), kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin önlerine sürdüğü ne kötüdür. Allah onlara gazap etmiştir, onlar azapta temellidirler. Eğer Allah'a peygambere ve ona indi­rilene inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi. Fakat onların pekçoğu fâsıktır. İnananlara en şiddetli düşman olarak, insanlardan yahudileri ve müşrikleri bulursun. Onlardan, inananlara sevgice en yakın, 'Biz hıristiyanız' diyenleri görürsün. Bu, onların içinde bilginler ve rahipler bulunmasından ve büyüklük taslamayışlarından ötürü­dür."[343]

Dini alaya alan, müslümanlann inanç ve duygularına savgı göstermeyen ehli kitap dost edinilmez:

"Ey inanan­lar! Kendilerine sizden önce kitap verilenlerden dininizi alaya ve eğlenceye alanları ve kâfirleri dost edinmeyin. İnanıyorsanız, Allah'tan sakının."[344]

Bu âyetin nüzul sebebi olarak şu olay anlatılır: Rifâ'a bin Zeyd ile Suveyd bin el-Hâris, müslüman olduklarını öne sürüp münafikça davrandılar. Bazı müslümanlar on­larla dostluk içindeydi. Bu olayı kınamak üzere, işte bu âyet indi.[345]

 6- Münafıklar:

 Münafıklar, mü'minlerin dostluk göstermeyeceği hain­lerdir:

"Münafıklar hakkında iki fırka olmanız niye? Allah, on­ları yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını, siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın sap­tırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın. Onlar kendi­leri inkâr ettikleri gibi, sizin de inkâr edip eşit olmanızı is­terler. Allah yolunda hicret etmedikçe, onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse, onları tutun, bulduğu­nuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyin. Ancak, sizinle kendileri arasında andlaşma olan bir mille­te sığınanlar, yahut sizinle savaştan veya kendi milletle­riyle savaşmaktan bıkarak size başvuranlar müstesnadır. Allah dileseydi onları üzerinize çullandınrdı da sizinle sa­vaşırlardı. Eğer sizden uzak durur, sizinle savaşmaz, size barış önerirlerse, Allah onlara dokunmanıza izin vermez. Diğerlerinin de sizden ve kendi milletlerinden güvende ol­mayı istediklerini göreceksiniz. Ne var ki fitneciliğe her ça­ğırıldıklarında ona can atarlar. Eğer sizden uzak durmaz­lar, barış önermezler ve sizden el çekmezlerse, onları ya­kalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhleri­ne size apaçık ferman verdik."[346]

Münafıklar, mü'minlerden uzaklaşıp, izzet ve ikbal gör­dükleri kâfirlerle işbirliğine eğilimlidir:

"(Münafıklar) mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret (izzet) mi arıyorlar? Doğrusu kudret, bütünüyle Allah'ındır. O size ki­tapta, 'Allah'ın âyetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındı­ğını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla birarada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz, diye bildirdi. Doğrusu Allah, hem münafıkları, hem de kâfirleri cehennemde toplayacaktır."[347]

 7- Din Uğrunda Savaşanlar Ve Yurttan Çıkaranlar:

 Mü'minler, kendileriyle din uğrunda savaşanları ve on­ları yurtlarından edenleri dost edinemez:

"Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdu­nuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adaletli davranmanızı yasaklamaz. Şüphesiz Allah, adaletli olanları sever. Size yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimdir."[348]

Ayet, din uğrunda savaşmayan ve yurttan çıkarmayanlar ile sava­şan ve çıkaranlara karşı takınılacak tutumların farklı ola­cağına açıkça işaret etmektedir.[349]

 8- Zâlimler:

 Mü'minlerin dost olamayacakları arasında, Allah'ın baş düşmanı olan zalimler de yer alır:

"Seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık, Ona uy. Bilmeyenlerin heveslerine uyma. Şüphesiz onlar, seni Allah'tan müstağni kılmazlar. Doğrusu zalimler, birbirleri­nin dostudur. Sakınanların dostu ise Allah'tır."[350]

 9- Hicret Etmeyen Müslümanlar:

 Hicret etmeyen müslümanlar, imanca kemale erememişlerdir. Din uğrunda yardım istemeleri dışında, onlara karşı dostluk ve sorumluluk yoktur:

"Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda malla­rıyla canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirinin dostudurlar. İnanıp hicret etmeyenlerle sizin dostluğunuz yoktur. Fa­kat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda andlaşma ol­mayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım etme­niz gerekir.[351] Allah işlediklerinizi görür. İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsa­nız, yeryüzünde kargaşa (fitne) ve büyük bozgun (fesad) çıkar. İnanıp hicret edenler, Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara mağfiret ve cömert­çe verilmiş rızıklar vardır. Sonra inanıp hicret eden ve si­zinle birlikte savaşanlar, işte onlar sizdendir. (...)"[352]

 10- Şeytan:

 Şeytan, mü'minin içinde ve çevresinde yer alan, aman­sız bir düşmanıdır, onun hile ve tuzaklarına karşı sürekli duyarlılık ve direniş içinde olmalıdır.[353]

 A) Şeytanın Dostları (Evliyâu'ş-şeytân):

 Şeytanın nüfuzu, inananlar değil, kendisini dost edi­nenler üstünde geçerlidir:

"Doğrusu, şeytanın, inananlar ve yalnızca rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu yoktur. Onun nüfuzu sa­dece, onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerin­dedir."[354]

Muhammed Esed, bu âyette geçen "dost edinen­ler"i, "kendisini izlemeye istekli olanlar/onu efendi edi­nenler", "Allah'a ortak koşanlar", bölümünü ise "ona tan­rısal nitelikler yakıştıranlar" biçiminde karşılar. Şeytana tanrısal nitelikler yakıştıranlar, zenginlik gibi, toplumsal nüfuz ve itibar gibi azdırıcı değerlere tapınırcasına bağlılık ve düşkünlük göstererek ruhlarını şeytanın ayartmalarına kaptıranlardır.[355]

Şeytan her şeyden önce iman sırrına ve tadına erme­yenlerin dostudur:

"Ey insanoğulları! Şeytan ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı ve babanızı cennetten çıkardığı gibi, sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve yandaşları (evliyâ'sı, avenesi) sizi görürler. Biz şeytanları inanmayanlara dost kılarız."[356]

Sapıtanlar, şeytanları dost edinen ve kendilerini doğru yolda sanan safdillerdir:

"Allah insanlardan bir takımını doğru yola eriştirdi, fa­kat bir takımı da sapıklığı haketti. Çünkü bunlar Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmiş ve kendilerini doğru yolda sanmışlardı.''[357]

Şeytan, dostlarını müminler aleyhinde kışkırtır durur, bunları dinlemek şirke kapı açar:

"Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmak (fısk) tır. Doğrusu şeytanlar, sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz, siz müş­rik olursunuz."[358]

 B) Şeytanın Düşmanlığı Ve Aldatmacası:

 Şeytan, büyük hesap gününde de dostlarının yanında­dır:

"Allah'a and olsun ki, senden önceki ümmetlere pey­gamberler gönderdik. Şeytan yaptıklarını onlara hep güzel gösterdi. Bugün de dostları (patronu, efendisi) odur. Onlara can yakıcı azap vardır."[359]

"Meleklere 'Âdem'e secde edin' demiştik. İblis'ten başka hepsi secde etmişti. O, cinlerden idi. Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Siz beni bırakıp onu ve soyunu (avenesinî peşinden gidenleri) dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar  size düşmandır. Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir!"[360]

Velayetin (dostluğun) zıddı adavettir (düşmanlık). Bu âyette, velayet-adavet zıtlığı, görüldüğü gibi ilginç bir biçimde yer almıştır.

"İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. İnanmışsanız onlardan korkmayın, benden korkun."[361]

"Şeytan hakkında şöyle yazılmıştır: O, kendisini dost edinen (kendisiyle ittifak kuran) kimseyi saptırır azaba götürür."[362]

 C) Şeytanın Dostlarına Davranış Biçimleri:

 Şeytanın dostlarıyla, onları etkisiz duruma getirmek için ve hilesinin zayıflığı bilinerek mücadele edilir:

"İnananlar Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler şeytan (tagut) uğrunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın. Esasen şeytanın hilesi zayıftır."[363]

Böylece Kur'an, kötülüğün (şeytanîliğin), hayatın ba­ğımsız içsel bir faktörü olmadığına, ama insanın kendi ahlâkî zaafından doğan şeytanî eğilimlerine teslim olmasının ve böylece "hakikati inkâr etmesi"nin bir sonucu      olduğuna işaret eder. Başka bir deyişle, şeytan tarafından sembolize edilen negatif unsurun "güc"ü, aslî bir gerçekliğe sahip değildir. Şeytanın hile ve tuzakları zayıftır. O in­sanın ancak bilerek ve isteyerek yanlış bir hareket tarzı seçmesi suretiyle gerçeklik kazanır.[364]

Şeytanı dost edinmek, hüsrana açılan kapının karan­lık yoludur:

"(..) Allah'ı bırakıp şeytanı dost (rehber) edinen şüphe­siz açık bir kayba (hüsrana) uğramıştır."[365]

Hz. İbrahim, babasına şu öğüdü verdi:

"Babacığım! Şeytana tapma. Çünkü şeytan esirgeyen Allah'a başkaldırmıştır. Babacığım! Doğrusu sana esirgeyen Allah katın­dan bir azabın gelmesinden korkuyorum ki böylece şeyta­nın dostu olarak kalırsın."[366]

 b. Velî Ve Mevlâ Sözcüklerinin Günlük Ve Hukukî Dildeki Kullanımları:

 Velî ve mevlâ sözcükleri, günlük ve hukukî dilde dost, mirasçı, temsilci, efendi ve lâyık gibi anlamlarda kullanılır.[367]

 1) Dost:

 Velî ve mevlâ sözcükleri, hem dünya, hem de âhiret hayatında "dost" anlamında kullanılmıştır:

"İyilik ile kötülük aynı değildir. Sen fenalığı en güzel şekilde sav. İşte o zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kişinin yakın/candan bir dost (velî, hamim) gibi ol­duğunu görürsün."[368]

Bu âyete göre, güzel davranış, düş­manlığın dostluğa dönüşmesinin ipucunu verir.

"O gün dostun dosta (mevlâ) hiçbir faydası olmaz, yardım da görmezler."[369]

"Evlatlıkları babalarına nisbet edin. Bu, Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onları din kardeşiniz ve dostlarınız (mevâlî) ola­rak kabul edin. (..)"[370]

"(..) Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. (..)"[371]

"Biz gece ona ve ailesine baskın verelim. Sonra da onun dostuna (velî) 'Ailesinin yok edilişinde bulunduk. Şüphesiz biz doğru söylüyoruz diyelim' diye aralarında Al­lah'a yemin ettiler."[372]

 2) Mirasçı:

 Veli ve mevlâ, mirasçı anlamına gelir:

"Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine mirasçılar (mevâlî) kıldık. Kendileriyle yeminleştiğiniz kimselere hisselerini verin. Doğrusu Allah, her şeye tanık­tır."[373]

Hz. Zekeriya, rabbine şöyle yalvarmıştı:

"(..) Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın (mevâlî) iyi ha­reket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul (velî) bağışla ki, bana ve Yakuboğullarına mirasçı olsun. Rabbim! Onun, rızanı kazanma­sını da sağla."[374]

 3) Temsilci:

 Velî kelimesi hukuk dilindeki, hukukî temsil ve yetki sahibi anlamında da kullanılmıştır:

"(..) Eğer borçlu, aptal veya âciz, ya da yazdıramayacak durumda olursa, velîsi, doğru olarak yazdırsın. (..)"[375] "Allah'ın haram (dokunulmaz) kıldığı cana haksız yere kıymayın. Haksız yere öldürülenin velîsine bir yetki tanımışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Zira kendi­si ne de olsa yardım görmüştür."[376]

 4)  Efendi:

 Bir âyette, mevlâ kelimesi, efendi anlamına kullanıl­mıştır:

"Allah iki adamı örnek veriyor: Biri hiçbir şeye gü­cü yetmeyen bir dilsiz -ki efendisine yüktür, nereye gider­se bir hayır çıkmaz-. Böylesi, doğru yolda olan ve adaletle emreden kimseyle hiç bir olabilir mi?"[377]

 5)  Lâyık:

 Mevlâ sözcüğü, münafıkların ve kâfirlerin varacakları yer olan ateşi göstermek üzere, lâyık anlamında kullanılmıştır.[378] 
       


[247] Râgib el-Isfahânî, age, 737.

[248] Nisa, 4/45; Kehf, 18/50.

[249] Âli İmran, 3/118; Furkan, 25/27-29. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 63.

[250] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 63-64.

[251] Kehf, 18/42-44. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 64.

[252] Şûra, 42/8-9.

[253] En'am, 6/14.

[254] Âli İmran, 3/122.

[255] Şûra, 42/28.

[256] Secde, 32/4.

[257] Nisa, 4/45.

[258] İsra, 17/111. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 64-65.

[259] Bakara, 2/257.

[260] Âli İmran, 3/68.

[261] En'am. 6/127.

[262] Muhammed, 47/11. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 65-66.

[263] Câsiye, 45/19. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 66.

[264] Araf, 7/196. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 66.

[265] Bakara, 2/107. Benzeri için bkz. Tevbe, 9/116.

[266] En'am, 6/51.

[267] En'am, 6/70.

[268] Ra'd, 13/11.

[269] Kehf, 18/26.

[270] Ankebût, 29/22. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 66-67.

[271] Nisa, 4/45. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 67.

[272] Çünkü cennette ebedî kalacaklardır (Zümer, 39/73).

[273] Yunus, 10/62-64.

[274] Enfal, 8/34.

[275] Bakara, 2/177.

[276] Maide, 5/18.

[277] Cuma, 62/6-7. Krş. Bakara, 2/94-95 (Bu iki âyet, âhiret yurdunun Allah katında kendilerine özgü olduğu sanılarını dile getirir ve buna meydan okur). Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 67-69.

[278] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 69.

[279] Şûra, 42/46.

[280] Şûra, 42/8.

[281] Hûd, 11/20. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 69-70.

[282] Hûd, 11/113. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 70.

[283] Ahkâf, 46/32. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 70.

[284] Fetih, 48/22.

[285] Ahzâb, 33/64-65. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 70-71.

[286] Şûra, 42/44.

[287] Kehf, 18/17. Benzeri için bkz. İsra, 17/97. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 71.

[288] Ra'd, 13/37.

[289] Bakara, 2/120. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 71.

[290] Tevbe, 9/74.

[291] Ahzâb, 33/17. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 71-72.

[292] Nisa, 4/123. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 72.

[293] Nisa, 4/173.

[294] Câsiye, 45/7-10. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 72-73.

[295] Enfal, 8/39-40.

[296] Hac, 22/78.

[297] Ali imran, 3/149-150.

[298] Tevbe, 9/51.

[299] Tahrim, 66/2.

[300] Tahrim, 66/4.

[301] En’am, 6/62.

[302] Yunus, 10/30.

Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 73-74.

[303] Bakara, 2/286.

[304] Nisa. 4/75.

[305] A’raf, 7/155.

[306] Yusuf, 12/101.

[307] Sebe, 34/41.

Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 74-75.

[308] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 75.

[309] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 75.

[310] Maide. 5/55-56.

[311] bkz. Saf, 61/4.

[312] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 75-76.

[313] Enfal, 8/72.

[314] Tevbe, 9/71.

[315] Hayreddin Karaman, Laik Düzende Dini Yaşamak, 277,293-295. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 76-77.

[316] A'raf, 7/196.

[317] Enfal, 8/34.

[318] Enfal, 8/72.

[319] Fussilet, 41/31. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 77-78.

[320] A'raf, 7/3.

[321] Ankebut, 29/41.

[322] Şûra, 42/6.

[323] Şûra, 42/9.

[324] Furkan. 25/18.

[325] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 78-79.

[326] Mücadele, 58/14-15.

[327] Mumtehine, 60/13. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 79.

[328] Mumtehine, 60/1-2, Krş. Mücadele, 58/22. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 80.

[329] Rad, 13/16.

[330] Hac, 22/13.

[331] Zümer, 39/3.

[332] Hadid, 57/15. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 80-81.

[333] Ali İmran, 3/28.

[334] Muhammed Esed, age, 1/93 (20).

[335] Nisa, 4/144.

[336] Tevbe. 9/23-24.

[337] Bakara, 2/257.

[338] Enfal, 8/73.

[339] Kehf, 18/102. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 81-82.

[340] Maide, 5/51.

[341] Vahidi, Esbâbu Nuzuli'l-Kur’an, 200-201, no:395.

[342] Mümtehıne, 60/7-8.

[343] Maide, 5/80-82.

[344] Maide, 5/57.

[345] Vahidi, Esbâbu Nuzüli’l-Kuran, 202 (no:398).  Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 82-84.

[346] Nisa, 4/88-91.

[347] Nisa, 4/139-140. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 84-85.

[348] Mumtehine, 60/8-9.

[349] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 85.

[350] Câsiye, 43/18-19. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 85.

[351] Ayrıca bkz. Nisa 4/75.

[352] Enfal, 8/72-75. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 85-86.

[353] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 86.

[354] Nahl, 16/99-100. Şeytanın nüfuzu ve insan nefsinin onun ayartmalarına yatkınlığı konusunda bkz. İbrahim, 14/22.

[355] Muhammed Esed, age, 2/550, 551 (123-124).

[356] A’raf, 7/27.

[357] A'raf, 7/30.

[358] En'am, 6/121. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 86-87.

[359] Nahl. 16/63.

[360] Kehf, 18/50.

[361] Âli İmran, 3/175.

[362] Hac, 22/4. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 87-88.

[363] Nisa, 4/76.

[364] Muhammed Esed, age, 1/154 (90).

[365] Nisa, 4/119.

[366] Meryem, 19/44-45. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 88-89.

[367] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 89.

[368] Fussilet, 41/34.

[369] Duhân, 44/41.

[370] Ahzâb, 33/5.

[371] Ahzâb, 33/6.

[372] Neml, 27/49. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 89-90.

[373] Nisa, 4/33.

[374] Meryem, 19/4-6. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 90.

[375] Bakara, 2/282.

[376] İsra, 17/33. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 90-91.

[377] Nahl, 16/76. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 91.

[378] Hadîd, 57/15.