Konu Başlığı: Vahye İttiba İlkesi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Şubat 2011, 00:21:31 9- Vahye İttiba İlkesi Modern bilimin bilgi vasıtalarının duyular ve akıl olduğunu biliyoruz. Kur'ân da bunları bilgi vasıtası kabul etmekle birlikte yeterli bulmaz; bunlara tasavvuf anlamda sezgiyi, rüyayı ve vahyi ilâve eder. Sezgi ve rüyanın, sahiplerini bağlayan istisnaî bilgi vasıtaları veya kaynakları olduklarını düşünürsek geriye duyular, akıl ve vahyin kaldığını görürüz. Duyular ve akıl vasıtasıyle üretilen bilgiler öteden beri bilim adamlarınca tartışma konusu yapılmıştır. Duyularımızla aklımızın bize kazandırdığı bilgiler genel geçer, sınırsız, mutlak hakikatin bilgileri midir, yoksa sınırlı, yetersiz ve sıhhatleri tartışılır bilgiler midir? Bilim adamları arasında bu soruya olumlu cevap verenler olduğu gibi olumsuz cevap verenler de olmuştur. Akıl ve duyularımızla elde ettiğimiz bilgilerin tartışılır olduğunu, mutlak geçerliliğe sahip olmadığını savunanlara göre insanın görmesi, işitmesi ve gücü bir noktada bitmektedir. Bu bir noktadan sonra insan aklının kavramadığı bir âlem başlamaktadır ki insanın bu âlemi tanımlaması için ya felsefe yapması veya bir dine başvurması gerekmektedir. [1932] Duyu organları ve araçlar farkına varmayı artırdıkları gibi kısıtlayıcı özelliklere de sahiptirler. Abraham Masloıv, katı davranışcılık doktrininin psikoloji üzerindeki etkilerini tanımlarken şunları söylemiştir: "Eğer elinizdeki tek araç çekiç ise, karşınıza çıkan herşeyi çivi olarak görürsünüz." [1933] Yine bunlara göre "...Kişisel bilincimiz dış dünyayı ve hatta kendi iç dünyamızı" tümüyle temsil edecek durumda değildir. Bütün gerçeklik içinde çok küçük bir bölümden meydana gelmektedir. Bu demektir ki duyu sistemlerimiz doğada var olan enerji biçimlerinin çoğunu algılayacak güç ve kuvvette değildir. [1934] Kendi algı alanlarına giren konularda bile bizi her zaman yanıltabilirler. [1935] Fethullah Han, bilimin bilgisinin, insanın gözlem gücünün kâinatın görünen yönüyle sınırlı olduğunu, hiçbir zaman metafizik konulara ulaşamayacağını, metafizik konularla ahireti açıklayabilecek yegâne kaynağın Kur'ân olduğunu söylemektedir. [1936] İnsan zihni hernekadar duyularına ulaşan dış hareketleri inceleyip takip edebilirse de onlardaki sırrın derinlik ve özüne ulaşacak güçte değildir. [1937] Bu itibarla "gerçek yalnız ilmin gösterdiğidir" demek yanlış olur. Çünkü ilim, "Bu nedir? Hangi âmillerle meydana gelmiştir?" sorularına cevap arar; "Bu ne için böyledir? Bunun mânâ ve gayesi nedir?" soruları ise ilmin sahasına girmez. [1938] İnsan zihninden istenilmemesi gereken bir şey varsa o da "mutlak"tır. Bu onun mutlaktan hiç haberi olmadığı anlamına gelmez. İnsan, mutlakı kısmen bilebilir; fakat onu isbat edecek vasıtalardan mahrumdur. Onun bir şeyi öğrenmek için kullandığı metodların hepsi az çok şüphelidir. Bu nedenle işin sonunda, kesin bilgi ile "işte mutlak!" diyemeyeceğini itiraf etmek zorundadır. [1939] Günümüzde yapılan ilmî araştırma ve icâdlar da göstermiştir ki, herhangi bir konuda akla dayanarak kesin hükümler vermek ilim zihniyetiyle bağdaşmamaktadır. [1940] Dünya fikir ve bilim tarihine bakıldığı zaman görülecektir ki, birbiriyle çelişir halde bir yığın doktrin vardır. Enteresandır ki, bu doktrinlerden her biri bir mantık süzgecinden geçmiş, mantık prensipleriyle isbatlanmaya çalışılmıştır. Hakikat bir ve değişmez olduğuna göre bu çeşitli doktrinlerin varlığı ne ile izah edilebilir? Evet, bunlar gösteriyor ki, mantıkî görünen herşey gerçek değildir. [1941] Akla verdiği bütün değere rağmen Gazzalî de akim bütün meseleleri kavrayamayacağı, insanı aldatıp yanıltabileceği kanaatine varmıştır. [1942] Bu itibarla o, felsefecilerin yaptığı gibi aklı, bilgiye konu olabilecek sahanın her yerine yaymamıştır; Çünkü aklı, varlığın her tarafına, bilginin her çeşidine yaymak vahyin ve nübüvvetin yolunu kesmekten başka bir şey değildir. Ona göre akıl, matematik, astronomi ve mantık sahalarında güvenilir olduğu halde metafizik konularda gü-enilir değildir.[1943] O, el-Münkız'da şunları söylemek-edir: "Aklî bilgilere olan itimadının, mahsûsâta olan itimadına benzemeyeceğine nasıl emin olabilirsin? Bana güvenin vardı; akıl hâkimi geldi beni tekzib etti. O olmasaydı beni tasdike devam edecektin. İhtimal ki; akıl anlayışının ötesinde diğer bir hâkim vardır. Ortaya çıktığı vakit aklı, verdiği hükümden dolayı tekzib eder. Nasıl ki, akıl hâkimi ortaya çıktığında, hissi, verdiği hükümden dolayı yalanladı... Aklın ötesinde diğer bir idrâkin ortaya çıkmaması, onun muhal olmasına delâlet etmez." [1944] İbn Sina da duyuların yanılabileceğini, meselâ parlak bir ışığa bakan bir kimsenin bunun hemen ardından sönük bir ışığı algılayamayacağını söylemiş, [1945] inancın aklı tamamlaması gereğine işaret etmiştir. [1946] Birçok insanın mantıkin işleme tarzının standart ölçülere dayandığını düşünerek mantıkî, öncelikle riyâzî muhakemeyi kaçınılmaz bir doğru olarak kabul ettiklerini söyleyen Fazlurrahman Ensârî, şu ifadelere yer veriyor: "Tabiatı tanımak ve tarif etmek için hasselerimizden ve muhakeme kabiliyetimizden yani -beyin hücrelerimizden- başka bir şeye mâlik olmadığımız için son derece ihtiyatlı olmamız lazımdır ve yaptığımız tariflerin tesbit eden vasıtaya yani insana nisbetle izafî olduğunu asla unutmamalıyız." [1947] Matematik ve fizik bilgini İrrel Chister Rex, pozitif bilimi devamlı olarak yukarıya tırmanmak isteyen bir asmaya benzetiyor. Bu asmanın ise ancak bir şeye tutunarak yükseleceğini vurguluyor. [1948] Kur'ân'a göre bu ağaç veya eşya vahiydir. Amerikalı mütefekkir ilâhiyatçı R. Niebhur İnsanın Tabiatı ve Kaderi isimli kitabında şunları yazmış: "Bütün beşerî bilgilerimiz ideolojik bir leke ile lekelenmiştir. Bilgimiz, olduğundan daha fazla birşey olma iddiasındadır. O, belli bir görüş açısından kazanılmış sınırlı bir bilgidir. Gel gör ki nihâî ve mutlak olma havasına bürünmüştür." [1949] Buraya kadar yapılan eleştiriler aklı inkâra ve kötülemeye değil, aklın geçerlik sahasını tesbit etmeye ve onun ötesinde "basiret" denen ve sahası aklın sahasından daha geniş olan bir kuvvetin varlığına ulaşmaya yöneliktir. [1950] Bu da vahyin gölgesinde gerçekleşebilir. Biz biliyoruz ki ilim zihniyetinde bulunması gereken özelliklerden biri de "...bildiklerimizin ve bilme güçlerimizin sınırlı olduğunu, bu yüzden birçok hatalar yapabileceğimizi, bizden öncekilerin de yapmış olabileceklerini, dolayısıyle mevcut bilgi birikimi yapısında birçok yanlışlıkların bulunabileceğini kabul etmek ve inceleme, araştırma ve soruşturmalarımızı buna göre yapmaktır." [1951] Aklın, duyuların ve onların ürettiği bilgilerin her zaman için eleştiriye açık olduğunu düşünerek, "Peki bu durumda mutlak hakikate ulaşmanın yolu nedir?" şeklinde bir soru sorabiliriz. Kur'ân'a göre sınırsız ve yanılmaz bilgi Allah'ın bilgisidir. İnsan bilgisi sınırlı ve yetersizdir. Bundan dolayı Kur'ân eğitiminden geçen İslâm ulemâsı herhangi bir konuda fikir beyan ederken "Allahu a'lem bi's-savab" yani "Doğruyu en iyi Allah bilir" demeyi unutmaz. Mehmed Aydın cümlede tafdil sigasının kullanılmasının, bir taraftan insan için bilgi imkânını dile getirdiğini, diğer yandan da mutlak bilginin insanın kendisine değil Allah'a ait olduğunu ifade ettiğini söylüyor. [1952] İslâm dinî, insanın duygu ve muhakeme kudretinin mâhiyetleri itibariyle nihaî vakıalar konusundaki aczini kabul eder. [1953] Tekliflerinde aklı asgarî ve temel şart olarak kabul eden Kur'ân, büyük bir gerçekçilikle onun yanılabilirliğini, bundan dolayı da gerçeğe ulaşmakta bağımsız olamayacağını savunmaktadır. [1954] Hakikatin araştırılıp ortaya konmasında yeterli bulunmayan akıl, vahiy gibi sağlam ve yanılmaz bir kaynakla takviye edilmiştir. [1955] Kur'ân'ın eğittiği bir zihne göre vahiy, başka bir ifadeyle din, akıl için en güvenilir bilgi kaynağıdır. Çünkü onun sayesinde sapmalardan korunur. Aklın zaman zaman kötü yollara da meyledeceğini düşünürsek onun dine, ilâhî vahye ne kadar muhtaç olduğunu daha rahat söyleyebiliriz. [1956] İnsan için büyük bir güç olan akıl, vahiy tarafından aydınlatılmakta, kontrol edilmektedir. Akla rehberlik eden ve onun kötüye kullanılmasını engelleyen en büyük disiplin vahiydir. O halde Kur’ân’ın zihin eğitiminde vahye ittibâ esastır. Saf aklın din konusunda âciz olduğunu savunan Gazzalî, akıl ile şeriatı birleştirmeyenin sapıklığa düşeceğini söylemiştir. Ona göre akıl, ilâç ve hastalıklardan uzak bir göze, Kur'ân ise ışık saçan güneşe benzer. Kur'ân nuruyla yetinerek akıldan yüz çeviren kimseler, gözlerini kapatarak ışığa bakan insan durumundadırlar. "Şeriatle birlik olan akıl, nûr üzerine nurdur." [1957] Gazzalî, aklın fonksiyonunu bir başka benzetmeyle şöyle açıklar: Akıl, sadece kör bir insanı, kendisinin elinden tutacak bir kimseye veya şaşkın bir hastayı şefkatli bir tabibe emanet etmek gibi, insanları nübüvvete teslim eder. Akıl, bize nübüvvetin gerekliliğini bildirebildiği halde onun verdiğini veremez. Nübüvvet akla göre sınırsız bir bilgi kaynağıdır. Akla kapalı olan birçok şey vardır ki, nübüvvete açıktır. [1958] Gazzalî'nin konuyla ilgili görüşünü şöyle özetlemek mümkündür: “Akıl ancak din (şeriat) ile doğru yolu bulabilir; din de ancak akıl ile açıklık kazanır." [1959] Şu âyetler insan bilgisinin yetersizliğine, izafîliğine, yanlı olabileceğine işaret etmektedir. Ashâbu'l-kehf den bahisle şöyle buyuruluyor: "Birbirlerine sorsunlar diye onları yine böyle uyandırdık. İçlerinden biri, "Ne kadar kaldınız?" dedi. "Bir gün veya bir günden az" dediler. Bir kısmı da, "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz, birinizi şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın. Yiyeceklerden hangisi daha temiz ise size ondan bir rızık getirsin. Hem de çok kurnaz davransın da sizi hiç kimseye sezdirmesin" dediler.” [1960] "(Allah şöyle) buyuracak. "Dünyada kaç yıl kaldınız?" "Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldık" diyecekler. "İstersen sayanlara (meleklere) sor." (Allah şöyle) buyuracak: "Ancak pek az kaldığınızı cidden bilmiş olsaydınız. " [1961] Şu âyet, insanın kendi davranışlarını hangi şartlarda değerlendirdiğini, amellerine hangi gözle baktığını göstermektedir: "Şeytan onlara amellerini güzel gösterdiği zaman şöyle demişti: "Bugün size insanlardan galip gelecek yok. Ben de size yardımcıyım." Fakat iki taraf karşı karşıya görününce arkasını dönüp kaçarak şöyle dedi: Ben sizden kesin olarak uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum... " [1962] Şu âyete bakalım: "Ve o vakit karşılaştığınız sırada onları sizin gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu..."[1963] Bu yetersiz, bu rolatif, bu güvenilmez bilgiler karşısında insanın, Allah'a, Allah'ın bilgisine sığınmaktan başka yapacağı bir iş yoktur. Bu gerçek şöyle dile getiriliyor: "Sana vahyolunana tabî ol ve sabret. Taki Allah, hükmünü versin. Çünkü o, hüküm verenlerin en hayırlısıdır."[1964] "Rabbinden sana ne vahyolunuyorsa ona tabî ol..." [1965] "De ki;. "Eğer ben haktan saparsam kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidâyeti bulmuşsam bu da Rabbimin bana vahyi vermesi sayesindedir..." [1966] Birisi, hidâyeti vahiy sayesinde bulabilmişse akl-ı selimin yapacağı iş o yola kulak asmak, o yolda seyru sülük etmekten başka ne olabilir? [1932] Ziya Dalât, Çocuk ve Genç Ruhu, s. 364. [1933] Ornstein, a.g.e., s. 21 [1934] Ornstein, a.g.e., s. 31. [1935] S. Hayri Bolay, a.g.e., s. 21. [1936] Fethullah Han, a.g.e., s. 20. [1937] M. Kutup, İslâm Düşüncesinde Sanat, s. 182. [1938] Arthur Thomson, "İlimlerin İlerlemesi Karşısında Tanrı Fikri", Monsma, a.g.e., s. 314. [1939] A. Vehbi Bcer, İmanın Akıl ile Münasebeti, s. 12; Andre Cresson, Felsefe Meselelerinin Bugünkü Durumu, s. 102'den. [1940] Yusuf Şevki Yavuz, a.g.e., s. 68; M. Sekip Tunç, Bir Din Felsefesine Doğru, s. 31 v.d. [1941] A. Vehbi Ecer, a.g.e., s. 11. [1942] Gazali, Münkız, s. 77. [1943] Necip Taylan, a.g.e., s. 175. [1944] Gazali, Münkız, ş. 16. [1945] Mehmed Dağ, "İbn Sinanın Psikolojisi", Aydın Sayılı, a.g.e., s. 389. [1946] H. Ziya Ülken, İslâm Felsefesi, s. 104. [1947] Le Comte du Nouy, Huroan Destiny, s. 5, 6'dan; Fazlur rahman Ensarî, a.g.e., s. 23, 24, 25. [1948] İrrel Chister R.ex, "Kâinat Merkezi Bir Gücün Etkisi Altındadır", Monsma, a.g.e., s. 211. [1949] The Nature and destiny of Man, New York 1941, s. 194'den; Mehmed Aydın, "İlim-İslâm Münasebeti", İsav, Bilgi, Bilim ve İslâm, s. 75. [1950] A. Vehbi Ecer, a.g.e.. s. 10. [1951] Mehmed Aydın, a.g.e., s. 72. [1952] Mehmed Aydın, a.g.e., s. 73. [1953] Fazlurrahman Ensarî, İlimden Felsefeden Dine, s. 27. [1954] Yusuf Şevki Yavuz, a.g.e., s. 68. [1955] İ. Hakkı İzmirli, Y. İlm-î Kelâm, c. I, s. 50'den; Yusuf Şevki Yavuz, a.g.e., s. 71 [1956] Ali Medar, İnsan Eğitiminin Kur'ânî Metodu, s. 58. [1957] Necip Taylan, a.g.e., s. 155. [1958] Taylan, a.g.e., s. 156. [1959] S. Hayri Bolay, a.g.e., s. 192 [1960] Kehf: 18/19 [1961] Muminun: 23/112 114 [1962] Enfâl: 8/48. [1963] Enfâl: 8/44 [1964] Yûnus: 10/109. [1965] En'âm: 6/106. [1966] Sebe: 34/50. |