Konu Başlığı: Umumi Olarak Şer Problemi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Şubat 2011, 20:59:46 UMÛMÎ OLARAK ŞER PROBLEMİ ÎSLÂM DIŞINDA BAZI DİNLERDE ŞER PROBLEMİ Kitabı Mukaddes ve Şer Problemi: Yahudilik ve Hristiyanlık, ilahiyat ve dinler tarihiyle uğraşanların en çok meşgul oldukları mühim dinlerdendir. Peygamberlerinden sonra tahrife uğrayan bu dinleri, geriden gelen birçok aziz, haham ve ilahiyatçı, yüceltmek ve müdafaa etmek için gayret sarfetmişlerdir. Dinlerinin esaslarını anlaşılır hale getirmek hususunda herbiri kendisine göre, çeşitli izahlar yapmışlardır. Devirler değiştikçe izahlar değişmiş, fakat dinî itikadı tehhid eden problemler değişmemiştir. Bu problemlerden birisi olan “şer vakıası”, bir sevgi ve rahmet Tanrı'sına olan Kitab-ı Mukaddes -bilhassa Yeni Ahit- inancına karşı son derece kuvvetli bir muhalefet ortaya koymuştur[13]. Bugün olduğu gibi, daha ziyade Hristiyanlığın ilk çağlarında ve Orta Çağda dinî itikadlara karşı yapılan “şer itirazı” çokça görülmüştür. Dördüncü asırda Âugustinus problemin tekrar tekrar münakaşa ve mübahesesini yapmış, kendince bir cevap ortaya koymuştur. Onüçüncü asırda da Thomas Aquinas bu mevzu ile ciddî olarak alâkadar olmuştur[14]. Şer problemi, ibadete lâyık yegâne varlığın, dâima son derece iyi ve nihayetsiz güç sahibi bir Tanrı olduğunu iddia eden dinler için mevzu bahistir. Bundan dolayı Tanrıya mutlak iyilikle birlikte mutlak kudret atfeden Yahudilik, ve Yahudi kaynağın saf tek Tanrıcılığına her zaman sıkı sıkıya bağlı olan Hristiyanlık[15] için de bu problem vâriddir. Şer problemi, ulûhiyyet meselesiyle alâkalı olduğu için Hristiyanlığın ve Yahudiliğin Tanrı anlayışlarını anlatarak mevzuya girmek gerekmektedir. Hristiyanlığın ulûhiyyet anlayışı aslında karışık ve izahı güç bir telakkidir. Hristiyanlığın, kendi içerisinde bu hususta bir ittifak da yoktur. Eski devirlerden beri Hristiyanlık bir bütün olmaktan uzak kalmıştır. Mesela Socien'ler ile -ki bu mezheb teslise karşıdır- Katolik'ler arasında müşterek hiçbirşey yoktur. Aynı şekilde İsâ (as)'in uluhiyyetine inananlarla mücadele edenlerden Arianisma ile, Blachere'in kaydetmiş olduğu, Meryem'e tapmaya kadar giden Cordyien'ler bu hükmümüze tipik bir misaldir. Günümüzde sadece “Science Chretienne” mensubları içinde o kadar farklar vardır ki düşünce ve inanç birliğinden bahsetmek mümkin değildir. Bütün bu guruplar kendilerinin Hristiyan olduklarını söylerler. Kur'an onların bu ihtilaflarının sebebini bildirerek şu şekilde beyan etmektedir: “Onlar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini tanrı edindiler.”[16],[17] Hristiyanların uluhiyyetteki ihtilaflarının bilhassa -hernekadar ekseriyet bunu kabul ediyorsa da- teslisi kabul edip etmeme hususundaki ihtilaflarının esas sebeblerinden birisi, İnciller'de bu hususun bulunmayışıdır. İsa (as) 'ın tanrılaştırılması meselesi, üç esas synoptique incilde (Matta, Markos ve Luka İnciller'inde) yoktur. M. Hamidullah'ın ifadesiyle, hiçbir İncil'de İsa (as)'ın “Ben Tanrı'yım.” diye bir sözü geçmemektedir. Onun bu husustaki en ileri sözü “Ben Tanrının oğluyum.” sözüdür.[18] “Tanrı Oğlu” tabiri Kitab-ı Mukaddes'te sadece Hz. İsâ için kullanılmamıştır. Eski Ahit'te bu tabir, İsrail Oğulları[19], melekler[20], v. b. şeyler için; Yeni Ahit'te Âdem (as) hakkında[21], çeşitli yerlerde hristiyanlar hakkında [22] kullanılmıştır. Binaenaleyh bu tabir ona ulûhiyyet atfetmek için kitabî bir dayanak sayılamaz. Synoptique olmayan Yuhanna İncili'nin başındaki esrarengiz ve açıkça Yahudi filozofu Philo[23] 'nun felsefesini yansıtan “Kelam başlangıçta var idi. O başlangıçta Allah nezdinde idi. Herşey onun ile oldu ve olmuş olanlardan hiçbirşey onsuz olmadı. Hayat onda idi ve hayat insanların nuru idi.” [24] Sözleri Yuhanna'nın bir girişinden ibarettir ve herşeye rağmen -hristiyanların ekserisinin iddiasının aksine- Hz. İsa'nın tanrılığından başka tefsirlere de müsaittir.[25] Bu hususlardan dolayı Hıristiyanlığ'ın, uluhiyyet mevzuunda bizi alakadar eden, genel inançlarını Yeni Ahit'ten alacağız. Yeni Ahit'e göre Tanrı yüce ve aşkın varlıktır. Kişilik sahibidir, yani “zat” tır. “O erişilmez bir nurdur.” Timoteosa [26] “Tanrı, hiçbirimizden uzak değildir.” [27] Birdir. Hz. İsâ bütün işlerin başının “Dinle ey îsrail! Tanrımız Rab bir olan rabdir.” [28] sözü olduğunu söyler. O herşeye kadirdir. Allah'ın önünde tahtlar üzerinde oturan ihtiyarlar [29] O'na şöyle şükretmişlerdi : “Ey herşeye kadir olan, var olan ve var olmuş olan Rab Allah, sana şükrediyoruz. Çünkü kendi büyük kudretini aldın ve saltanat sürdün.” [30] “O, kullarına karşı muhabbetlidir. O kadar muhabetlidir ki sevgi bizzat O'dur, Allah'ın sevgisidir.” [31] Kullarına karşı merhametlidir, hem de biricik oğlu İsâ (as) 'ı onların günahlarının kefareti olarak dünyaya gönderecek kadar merhametlidir.[32] Karanlıkta ve ölüm gölgesinde oturanlara merhametli yüreğinden ışık verir. [33] O hükümrandır. “Gökte taht üzerinde oturur.” [34] Kâinatı O idare eder. Kâinat O'nun sayesinde ayaktadır. İnsanlar varlıklarını da hareketlerini de Tanrı'dan alırlar. [35] Devamlı surette kâinatta icraattadır.[36] Herşeyi önceden takdir etmiştir. İlk insan çiftinden gelen bütün kavimlerin kaderi bu herşey zümresindendir.[37] Dilediğine merhamet eder, dilediğinin kalbini katılaştırır.[38] İnsan Tanrı'ya hesap soramaz : “Acaba kendisine şekil verilen şey, şekil verene 'Niçin beni böyle yaptın?' der mi?” [39] Tanrı âdildir, adaletini izhar edeceği gün gelecektir.[40] Allah'ın iyiliği yanında sabrı ve tahammülü de boldur.[41] O kudûs ve münezzehtir.[42] Tanrı'nın gazabı vardır: “Gazab ile cezalandıran Allah haksız mıdır? Hâşâ, yoksa Allah Dünyaya nasıl hükmedecekti”.[43],[44] Hristiyanlığın amentüsünde “yeri göğü yaratan, herşeye kadir Baba Tanrı'ya iman” ifade edilir.[45] İsâ (as) İncil'de “Ben Tevrat'ı ibtal etmek için gelmedim. Aksine onu kemâle erdirmek için geldim.”[46] demektedir. Hernekadar O, yeni bir şeriat getirerek Musa (as) ın şeriatını nesh etmiş oluyorsa da, bu Tevratı ibtal manasına değildir. “Hakikatta nesh, bir ibtal değil aksine bir olgunlaştırma, kemâle erdirmedir[47]”. Binaenaleyh Hristiyanlık ile Yahudilik'in uluhiyyet telakkisi ve şer problemi karşısındaki durumu çok büyük farklılıklar arzetmemektedir. Tanrı'nın tek olması, mahlukata göre yüce olması, bir varlık ve rahîm olması, insan ile arasında alakalar olan bir zat olması gibi telakkiler, İslamiyette de bulunan, Yahudi ve Hristiyan uluhiyyet telakkilerinin müşterek noktalarıdır.[48] Hristiyan alimler uluhhiyyetle ilgili mevzularda, Yeni Ahit'ten olduğu gibi Eski Ahit'ten de pasajları delil olarak getirirler. Bundan dolayı biz bu iki dini mümkün olduğu kadar ayırmamaya gayret edeceğiz. Yahudiliğin uluhiyyet anlayışını da zikrettikten sonra, şer meselesi karşısında bu iki dinin durumunu ve ilahiyatçılarının fikirlerini ayırmadan serdedeceğiz. Dinler Tarihi araştırmalarıyla uğraşan bazı Avrupalı alimler, Yahudiliğin tanrı anlayışının bazı tekamüllerden geçtiğini, bazı mahallî tanrılardan müteessir olduklarını ileri sürmüşlerdir. İddialara göre Yahudiliğin millî tanrısı olan Yahova, asıl Yahudiliğin tanrısı olmayıp, Yahudilerin göçebelikten medenî hayata geçtikleri zaman yerleştikleri mahallin, kaba, dar kafalı, kan dökmekten hoşlanan, vahşi tabiatlı, mahallî bir tanrısı olup, daha sonra bu tanrıya âlemşümul, herşeye kadir, mahlukatma merhametli insanları en yüksek ahlâk seviyesine çıkarmayı murad eden gibi vasıflar verilmiştir.[49] Biz bu iddiaları bir tarafa bırakıp Yahudiliğin bugünkü tanrı telakkilerini kısaca anlatacağız. Eski Ahit'in uluhiyyet anlayışına göre “Tanrı yüce, aşkın bir varlıktır. O'nu kimse göremez.[50] Tanrı Yahova birdir, O'ndan başka tanrı yoktur. [51] O ezelîdir, ebedîdir. [52] Kadir bir tanrıdır.[53] Mahlukata karşı merhametlidir.[54] Yeri ve göğü O yaratmıştır. [55] Meliktir, hükümdardır.[56] Kainatın müdebbiri de O'dur. [57] İlmi herşeyi, hatta kullarının gönüllerinden geçirdiklerini, ihata eder.[58] Adaletsizlik O'na yaraşmaz, O hâkim-i âdildir.[59] Mukaddes ve münezzehtir.[60] Aynı zamanda O kendisinden korkulması gereken varlıktır.[61] İntikam ve gazab sahibidir.[62] O merhametten ziyade gazab Tanrısı'dır.[63] Tanrı herşeyin hakikî failidir.[64] Firavn'ın kalbini katılaştırdığı gibi, kalbleri katılaştırabilir.[65] Kendi milletinin kalbini de katılaştırabilir.[66] Herşey O'nun takdirine bağlıdır. [67] Fakirlik, zenginlik ve eşitsizlik gibi şeyler de Onun takdir ve yaratmasıyladır.[68] O seçkin milleti Benî İsrail'e babalık muamelesiyle muamele eder. [69] İncil'de sevgi ifade eden “babalık” Tevrat'ta hakimiyet ifade eder[70]. O her-şeyi görür[71], herşeyi işitir.[72] Kötülerden yüz çevirir[73], istediklerine iyilik eder.[74] O'nun işleri aklı ile olur.[75] Olacakları önceden bilir. [76] Sevgi ve kini vardır.[77],[78] Yahova Musa (as)'ın bir sorusuna şöyle karşılık veriyor : “Ben, Ben olanım.” [79] Lods'a[80] göre bu cevapta bir red mahiyeti görenler olmuştur. Zira İsrail Tanrısı'nın künhüne varılamaz ve bu, böyle kalmalıdır. Yahova'nın en mütemayiz vasıflarından birisi millî bir tanrı oluşudur. O, mümtaz kavmini daima destekler. Hatta, onlara, başka kavimlerden hırsızlık yapmalarını emreder[81]. İsrail Oğulları yabancılara karşı en büyük adaletsizlikleri işlese bile onları terketmez. Fakat, bazan, kendisini kızdıran İsrail'i cezalandırmak üzere, onlardan intikam almak için düşmanlarını onlara galip getirir .[82] O, her türlü adaletsizliğe, yalana ve haksızlığa karşı gazab duyar. Bir babanın günahının cezasını üçüncü, dördüncü kuşaktaki çocuklarından alır. O'nu sevip emirlerine itaat edenlere de bin kuşak ötesine kadar inayet eder (On Emir'de belirttiği gibi..) . Herşeye rağmen O bir adalet Tanrısı'dır.[83] Hristiyanlık ve Yahudiliğin tek tanrı inancı bizi nihaî bir monizme götürür. Monizm, kainattaki herşeyi ahenkli bir birlik içinde kabul eder. Buna göre şer, zahirî bir keyfiyettir. Eğer biz onu, onun kainat ile olan bütün alakaları içinde değerlendirirsek, “hayır” olduğunu görürüz. Alexander Pope'nin ifadesiyle “Bütün kısmî şerler, külli hayırlardır.”[84] Şer problemine bir de dualist bakış vardır. Buna göre hayır ve şer, biribirleriyle telifi gayr-i kabil iki mefhumdur. Bunların ikiliği ancak birinin diğerini ortadan kaldırmasıyla tekliğe dönebilir. Bu iki zıt bakış ehl-i kitab, bilhassa hristiyanlık düşüncesi üzerinde tesirli olmuştur, fakat ikisinden birini tercih etme imkânı olmamıştır. Çünkü ne monizm ne dualizm Hristiyan teolojisinin esas iddialarıyla tamı tamına telif edilemez.[85] Kitab-ı Mukaddes'te şerrin hem monist hem dualist görünüşü vardır. Bu durum, Kitab-ı Mukaddes için şer problemini bütün canlılığıyla ortaya çıkarmaktadır: Tanrı bir taraftan, bizzat kendisi şerrin varlığının mesulüdür ve o hakikaten bir şerdir. Diğer taraftan da Tanrı şerden razı değildir ve onu reddetmektedir. Bu anlayış çerçevesinde problem kaçınılmaz bir problemdir. Eski Ahit'te Tarın'nın bir kölesi, bir cezalandırma vasıtası olan şer, [86] Yeni Ahit'te Tarın'nın bir düşmanı olarak gösterilmiştir[87].[88] Bu müşkili bizzat Kitab-ı Mukaddesin pasajlarıyla misallendirelim. Eski Ahit'te, şerrin direkt olarak Tarın'nın iradesine bağlı olduğunu ifade eden birçok pasaj vardır. Eyyûb'un kitabında şeytan, ilâhî mahkemenin bir memuru olarak görülür. [89] Bunun yanısıra Yüce Tarın şunları da söyler : “Işığa şekil veren ve karanlığı yaratan, barışıklık eden ve bela yaratan, bütün bunları yaratan RAB benim.” [90] Peygamberler hayretle şöyle sorarlar: Şehirde boru çalınır da kavim korkmaz mı? Bir şehre kötülük gelir de Rab onu yapmamış olur mu?” [91] “Kötülük de iyilik de Yüce olanın ağzından çıkmıyor mu?” [92] Tarın, dinsiz Kildânî ve Asurlar'ın zulümlerini, seçilmiş kullarını cezalandırmak ve terbiye etmek için kullanmıştır. [93] Tanrı, keza elemi de “çocuklarının” ahlâkî ve ruhî terbiyesi için kullanmıştır.[94] Bütün bunlara rağmen diğer taraftan, aynı Eski Ahit'te, sadece peygamberlerin değil, Tarın'nın da şerden nefret ettiğini ifade eden sayısız pasaj vardır.[95],[96] Şer karşısındaki bu iki değişik tutum Yeni Ahit'in de en bariz hususiyetlerindendir. Kitab-ı Mukaddes'in bu bölümünde, şerrin hem günah hem elem şeklindeki kısımları, insanın ve Tarın'nın düşmanı olarak tavsif edilmiştir. İdlâl, İsâ (as) 'ın dilinden, şeytanın işi olarak gösterilmiştir.[97] İncil'e göre hastalık şeytanın bedeni esir etmesinden ibarettir. [98] Kötü işleri şeytan ilham eder.[99],[100] Yeni Ahit'in yukarıdaki pasajların bulunduğu bölümlerinde aynı şekilde mütekabil manaları ifade eden pasajlar da vardır. Buna göre, şer Tarın'nın iradesine kesinlikle bağlıdır.[101],[102] Bütün bunlardan çıkan netice şu oluyor: “Kitab-ı Mukaddes'te şerre karşı iki tavır vardır. Birisi, şer, Tanrı'nın ve insanın uzlaştırılmaz düşmanıdır. Diğeri, şer, Tanrı'nın mesul olduğu ve O'nun hikmeti çerçevesinde cereyan eden bir keyfiyettir.[103]”. F. Challaye'nin iddiasına göre bu dinlerdeki, şerre dualist bakış, hayır tanrısının karşısına şer tanrısı olarak Şeytan'ı koyan dualist dinlerin ve metafiziklerin teskinden olmuştur. Bu düşünceyi tek tanrıcı bir doktrine uydurmak için, şeytan, yaratana karşı isyan halinde olan bir yaratık biçimine sokulmuştur. İşte bu Şeytan Hz. Âdem ile Havva'yı günah işlemeye sevketmiştir[104]. F. Challaye'nin bu fikirleri oldukça indi ve iddia olmaktan ileri gidemeyen mütalaalardır”. Kitabı Mukaddes'teki, biribirine karşı bu iki tavır, şer problemine bir çözüm getirmekten çok, meseleyi içinden çıkılmaz hale sokmaktadır. Bu duruma rağmen şer problemi, Kitab-ı Mukaddes'te, Davud (as) ın ağzından mevzu bahs edilmiştir. Problemin canlılık kazandığı devrimizden üç bin yıl önce Davud (as) Cenab-ı Allah'a şöyle söylemişti : “Gerçek, Allah İsrail'e, yüreği temiz olanlara iyidir. Ben ise, ayaklarım sürçmek üzere idi; Az kaldı adımlarım kayacaktı. Çünkü kötülerin selametini görünce mağrurları kıskandım. Çünkü onların ölümünde ağrılar yoktur; ve bedenleri besilidir. Onlarda halkın derdi yoktur ve insanlar gibi belâ çekmezler. Bunun için gurur onlara gerdanlık gibidir; zorbalık onları elbise gibi örtüyor. Gözleri semizlikten dışarı fırlar; yüreğin dileklerinden geçtiler. İstihza ederler ve gaddarlıktan kötülükle söyleşirler. Yüksekten konuşurlar (...) İşte kötüler bunlardır ve daima rahattalar, servet çoğaltırlar. Gerçek yüreğimi boş yere temizlemişim ve suçsuzlukla ellerimi yıkamışım; çünkü hergün belâya uğradım ve her sabah ceza çektim... [105] Davud (as) şu mülahazalarıyla kendi kendisine cevap vermişti; “Kötünün isyanı yüreğim içinde diyor. Onun gözleri önünde Allah korkusu yoktur. Çünkü fesadı bulunmaz ve nefret edilmez diye kendi gözlerinde avunuyor. Ağzının sözleri fesad ve hiledir; Akıllanmaktan iyilik etmekten el çekmiştir. Yatağında fesad düşünür; iyi olmayan yol üzerinde durur, kötülükten iğrenmez. Ya RAB, inayetin göklerdedir; sıtkın âsümâne erer. Adaletin ulu dağlar gibidir, hükümlerin büyük, engindir. Ya RAB insanı ve hayvanı sen korursun. İnayetin ne değerlidir, ey Allah! Âdem oğulları kanatlarının gölgesine sığınır (...) Fesat işleyenler orada düştüler; yıkıldılar ve kalkmayacaklar.” [106] İnsanın vicdanında, Tanrı'nın nasıl olup da şimdiki zamanda bir takım felaketlerin olmasına müsade ettiği şüphesi uyanabilir. Bilhassa Yahudi düşüncesinde buna : Tanrı'nın, hiç anlaşılmadığı zaman bile boyun eğilmesi gereken “kudretli iradesi” ile cevap verilir.[107] Ehl-i Kitap bu meseleyi, insanların ilminin kısırlığı ile yumuşatmak yolunu tercih etmiştir. “Bütün bu sorulara karşı hazır bir cevabımız yoktur. Şüphesiz Tanrı'nın hadiselerin bu şekilde olmasına müsaade etmesinde hikmetleri vardır. O'nun bu hikmetleri bizlere açık olmasa da daima iyi sebeplerdir. İsa'nın havarileri için yaptığı ihtar, bugün bizler için de hâlâ geçerliliğini korumaktadır. “Onlara dedi, -Baba'nın kendi hakimiyeti altına koyduğu zamanları yahut anları bilmek size ait değildir.” [108] Tanrı'nın hilminin neticesi olarak, bazı hadiselerde, şerre mani olmada veya kötülüğü cezalandırmada, bizlere gecikme olarak görünen şeyler, aslında bir hikmete mebnîdir. “Bazılarının gecikme zannettikleri gibi, Rab vadi hususunda gecikmez. Fakat bazılarının helakini istemiyerek, ancak bütün insanlar tevbeye dönsünler diye sizin hakkınızda tahammül ediyor.” [109],[110] İnsan, Tanrı'nın kudret ve iyiliğine tamamen muttali olamaz. Bundan dolayı Rab, ibtilalarla muztarip kulu Eyyûb'a şöyle sormuştu[111] : “Kadirin işini kötü gören onunla çekişir mi? Allah ile davalaşan cevap versin. O zaman Eyyûb Rabb'e cevap verip dedi: “İşte ben değersiz birşeyim, sana ne cevap vereyim? Elimi ağzıma koyuyorum (...) ve RAB kasırganın içinden Eyyûb'a cevap verip dedi: “Şimdi kuşağını beline vur erkek gibi; Sana sorayım da bana anlat. Hükmünü de sen boşa mı çıkaracaksın? Haklı çıkanlasın diye beni mi suçlu çıkarıyorsun? Allah gibi sende bazu var mı? Ve O'nun gibi bir sesle gürleyebilir misin?...” [112] “O zaman Eyyûb Rabb'a cevap verip dedi: “Sen herşeyi yapabilirsin, bilirim. Ve hiçbir muradın alıkonamaz. Takdiri bilgisizce karartan bu adam kim? Bundan ötürü anlamadığım şeyleri söyledim (...) Bundan ötürü kendimi hor görmekteyim. Ve tozda ve külde tövbe eylemekteyim.” [113] J. Hick, şer probleminin çözümü mümkün olmasa bile meseleyi hristiyan vicdanının taşıyabileceğini ifade ederek, insanlann bu meseledeki aczini dile getirmiştir.[114] Bilhassa, Yahudilik'te bulunmayan, Hristiyanlığın “Aslî Günah” itikadı, problemin çözümünü zorlaştıran noktalardan biridir. İslâm Dini'ne göre insan günahsız doğduğu halde, Hristiyan itikadında, insanlar, ataları Âdem (as) ve anneleri Havva'nın cennette iken işledikleri, ilk günahlarının vebalini yüklenmiş olarak dünyaya gelirler. Cennette Âdem (as) ile Havva annemizin işledikleri bu ilk günah “Aslî Günah” tır. Onlardan çoğalıp gelen insanların herbirinde bu isyanın kiri fıtraten mevcuddur. İnsanlar tabiatlarındaki bu günahtan kendi kendilerine kurtulamazlar. Bunun için Tanrı'nın biricik oğlu İsa gönüllü olarak kendisini feda edip, insanlığın bu fıtrî günahına kefareten, insan şeklinde dünyaya inmiş ve insanlar tarafından çarmıha gerilmiştir.[115] Aslî günah ile ilgili itikadın ne peygamber sözlerinde, ne Mezmurlar'da ne de İnciller'de îmâ kabilinden bile, hiçbir dayanağı yoktur. Bu itikadı ilk ileri süren Saint - Paulus'tur. Bu görüşe ön safta önem veren de Saint - Augustinus olmuştur. Beşinci yüzyılda, Britanya'lı bir keşiş olan Pelagios (630-440) bu itikadı reddetmiştir. Benimsenmemeşine rağmen insanların hür irade sahibi olduklarını iddia etmiştir. Bu husustaki biribirine zıt görüşler onaltıncı yüzyılda Merano Ruhanî Meclisinin Kilise doktrini “İsa çarmıhta kanını dökerek bizi Tanrı ile barıştırmıştır. Kendisini feda ederek, Tanrı'nın günahkâr insanlığa karşı olan öfkesini yatıştırmıştır.” Şeklinde formüle etmesiyle birleştirilmiştir.[116] Görülebileceği gibi bu itikad Tanrı'nın adaletini zedeleyen, hikmetiyle bağdaştırılması imkânsız bir saplantı olarak karşımıza çıkmaktadır : “Bir tek insanın - Âdem (as) 'ın - işlediği günahı bütün insanlara yükleyen, sonra bu zavallı insanlığa yüklenen günahı bağışlamak için, çilekeş bir kurbana -İsâ (as) 'a- ihtiyacı olan; bu fedakârlığın vereceği hoşnutluğu elde etmek için Bakire Meryem'in karnına kendi oğlu İsa'nın tohumunu yerleştiren bu yaratan da garib bir Tanrı'dır doğrusu.”[117] Bazı cizvit papazları Tanrı'yı yüceltmek için O'nun mutlak kudretini ve sonsuz bilgisini sınırlandırırlar. Kötülüğü Tanrı'nın değil, insanın yarattığını savunurlar. Jansenciler ve Dominikenler ile, bu düşüncelerini kabul etmedikleri için mücadele ederler.[118] Lautreamont da “Tanrı kesin olarak kötülüğün bilgisine sahip değildir.” diyerek bahsedilen cizvitlerin görüşlerine yakın birşey söylemiştir. Onun bu sözü şu şekilde anlaşılmıştır : “Tanrı kötülüğü şüphesiz en mükemmel biçimde bilmektedir, fakat Tanrı'nın mutlak olarak kötülükte payı yoktur. O kötülüğü ne planlamıştır ne de düşünmüştür.”[119] O'nun birşeyi önceden bilmesi mutlaktır. Bilgisi, ne direkt ne de indirekt olarak kötülüğün sebebi değildir.[120] [13] J. Hick, IX [14] a. g.e., 3. [15] a. g. e., 4. [16] Tevbe: 31. [17] M. Hamidulah, İslâm Peygamberi, 1/452 [18] S. Yıldırım, 19. Les Musulmans, Heyet, Paris, 1971, s. 52'den naklen. [19] Çıkış, 4/22. [20] Eyub, 1/6. [21] Luka, 3/38. [22] Matta, 5/9. [23] F. Challeye, 258. [24] Yuhanna, 1/1-5. [25] S. Yıldırım, 19 [26] Birinci Mektup, 6/16. [27] Resullerin İşleri, 17/27-28. [28] Markos, 12/29. [29] Vahiy, 11/16. [30] Vahiy, 11/17. [31] I. Yuhanna, 4/9, 17. [32] Yuhanna'nın Birinci Mektubu, 4/10, 11, 15. [33] Luka, 1/78. [34] Vahy, 4/2. [35] Resullerin İşleri, 17/28. [36] Yuhanna, 5/17. [37] Resullerin İşleri, 17/22-23. [38] Romalılara Mektup, 9/14, 18. [39] Romalılara Mektup, 9/19- 21. [40] Romalılara Mektup, 2/5. [41] Romalılara Mektup, 2/4. [42] Matta, 6/9, 5/48. [43] Romalılara Mektup, 3/5-6. [44] S. Yıldırım, 17-18. [45] M. Hamidullah, İslamiyet ve Hristiyanlık, 17; F. Challaye, 258 [46] Şehristânî 1/213 [47] a. g. e., 1/214 [48] H. Rousseau, 54 [49] a. g. e., 54; Challeya, 168. 179 -181; S. Freud, 38-39 [50] Çıkış, 33/20. [51] Tesniye, 4/35. [52] İşaya, 41/4; 48/12; Tekvin, 21/23. [53] Tekvin, 17/1-2. [54] Mezmurlar, 136. [55] Tekvin, l/l. [56] İşaya, 6/1. [57] Mezmurlar, 33/13-15. [58] Mezmurlar, 139/1-12. [59] Tesniye, 32/4. [60] I. Samuel, 2/2; İşaya, 6/3. [61] Süleyman'ın Meselleri, 14/2627. [62] Nahum, 1/2; Hezekiel, 20/33; II. Tarihler, 36/ 16. [63] S. Yıldırım, 10, İntroduction'âla Bible, heyet, Paris, 1959, 2/847'den naklen [64] Amos, 1/4; 3/6; 4/7, 9-10; Çıkış, 4/11. [65] Çıkış, 4/21. [66] İşaya, 6/10; 29/10. [67] Süleyman'ın Meselleri, 16/9. [68] Vaiz, 33/1013. [69] Yeremya, 31/9; İşaya, 64/8. [70] S. yıldırım, 11, E. Jacob, 49'dan naklen [71] l. Krallar, 15/19. [72] Sayılar, 11/1. [73] Yeremya, 18/27 [74] Mezmurlar, 69/4-8. [75] Mezmurlar, 19/4. [76] II. Krallar, 19/27; Mezmurlar, 138/4. [77] İşaya, 1/14. [78] S. Yıldırım, 11 -12 [79] Çıkış, 3/13-14. [80] Bu şahsın “İsrail” adlı bir eseri vardır (H. Rousseau, 169). [81] Çıkış, 3/21-22 [82] H. Rousseau, 181 - 182, 188 [83] a. g. e., 176, 183, 187 [84] J. Hick, 21, Alexander Pope, Essay on Man, 1/292'den naklen [85] a. g. e., 21. [86] Eyyub kitabının önsözünde anlatıldığı gibi..., [87] İsa'nın hastadan şeytanları kovması hikâyesi'nde olduğu gibi. [88] J. Hick, 389 [89] Eyyûb, 1/6-12. [90] İşaya, 45/7. [91] Amos, 3/6. [92] Yeremya'nın Mersiyeleri, 3/38. [93] Yeremya, 1/15; 7/14; 50/25; İşaya, 10/5; 28/21; Yeremya'nın mersiyeleri, 2. bab. [94] Tesniye, 8/25; Süleyman'ın Meselleri, 3/11-12; Eyyûb, 5/7; Mezmurlar, 94/12. [95] İşaya, 13/11; Levililer, 2. bab; Tesniye, 19/19- 20; Yeremya, 4/4; Mika, 2/1; Malaki, 2/17, v.b. [96] a. g. e., 390 [97] Markos, 4/1-11; Luka, 4/1-13. [98] Luka, 13/16. [99] Matta, 13/ 24-30. [100] a. g. e., 390 [101] Luka, 9/22; Markos, 9/31; Matta, 17/22-23; Yuhanna, 19/11; İşaya, 50. bab. v.b. [102] J. Hick, 391. [103] a. g. e., 393. [104] F. Challaye, 259 [105] Mezmurlar, 73/1-23. [106] Mezmurlar, 36/1-12. [107] P. Hughes, 37. [108] Resullerin İşleri, 1/7. [109] Petrusun İkinci Mektubu, 3/9. [110] F.Challaye. 189. [111] P. Hughes, 19. [112] Eyüp, 40/1-12. [113] Eyüp, 42/1-6. [114] J. Hick, IX [115] H. Rousseau, 108 -109; F. Challaye ,259-260 [116] F. Challaye, 260 - 261; C. Sena, 176. [117] F. Challaye, 279 [118] C. Sena, 176. [119] J. Marıtaın, 13. [120] a. g. e., 17, 69, 77. |