๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 14 Şubat 2011, 18:38:03



Konu Başlığı: Uğursuzluğa İnanmak
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 14 Şubat 2011, 18:38:03
Uğursuzluğa İnanmak

 Uğursuzluk (Tıyera=Uğursuzluk yorumu), duyulan ve görülen bazı şeylerin uğursuz sayılmasıdır. Meselâ niyet edilen yolculuk, evlenme, ticaret vb. şeylerden, sırf bundan dolayı vazgeçmektir.

Cahiliyye devri Arapları, kuşları ve geyikleli ür­kütürler, hayvan sağ tarafa giderse, işlerine, güçlerine ve yollarına devam ederler; sol tarafa giderse, yapacakları şeyden vazgeçerler, teşe'ümde, yani uğursuzluk yorumunda bulunurlardı. Teşe'üm söz, fiil veya görülen bir şeyin kötüsü, sevilmeyeni manasına gelir.

Uğursuzluk inancının sebebi, samimiyetle Allah'a yönelmemek, tevekkül etmemek ve vehme kapılmaktır.

Uğursuzluk,  bir  nevi  Allah  hakkında  sui  zan beslemektir. Bu sebepten şirk sebepleri arasında yer alır. Hz. Peygamber de bunu kesinlikle yasaklamıştır.[162]

Uğursuzluğun zıddı "fe'l=bir şeyi hayra yorma"dır. İnsanın duyduğu bir söze, gördüğü bir şeye dayanarak, hayırlı bir şeyin olacağını sanmasıdır. Bu da Allah hakkında hüsnü zan beslemektir. Bir bakıma bu, insan fıtratında bulunan bu duygunun müspet yöne kanalize edilmesidir. Fe'l Hz. Peygamber tarafından da onaylanmıştır. Kendisine bu konuda sorulduğunda da "güzel sözdür." şeklinde cevap vermiştir.[163] Çünkü bu müspet düşünmedir. Ama bu hiç bir zaman, insanları hayale sevkeden bir tavır geliştirmeye yol açmamalıdır.

Uğursuzluk düşüncesinin ne gibi felâketlere yol açtığını daha iyi anlatmak için, bir hikâye nakletmek istiyoruz:

Vaktiyle padişahın birisi, avanesiyle birlikte sabah erkenden ava çıkar. Şu tepe. bu dere, o bucak, gezmedik iz sürmedik yer bırakmazlar. Fakat hiç bir av yapa­mazlar. Şimdiye kadar, başlarına böyle hiç bir şeyin gelmediğini düşünerek sebebini araştırmaya koyulurlar.

Derken içlerinden birisi sebebini bulduğunu söyler ve söze başlar: "Hani sabah erken yola çıktığımızda, önümüzden yaşlı bir kişi geçmişti !.. Başımıza ne geldiyse bu ihtiyardan geldi!..."

Bu fikre hepsi inanır. Tabiî ki padişah da.... Ve hemen karar verilir: "O ihtiyar bulunacak, derhal kellesi uçurulacak..."

Hemen apar topar yola koyulurlar, ihtiyarı bulup huzura çıkarırlar: Ve padişahla aralarında şöyle bir konuşma geçer: Padişah:

“Bak ihtiyar! Sabahın köründe önümüzden geçtin, senin yüzünden hiç bir av yapamadık. Uğursuz geldin bize... Cezanı da biliyorsun!.. Kellen gidecek...” İhtiyar:

“Yüce padişahımız!.. Belki siz haklısınız... Çünkü bir sürü kişi, kim bilir ne ümitlerle dereleri tepeleri aştınız!.. Av yapamayınca da şaştınız!... Sonunda kendi nasipsizliğinizi, "uğursuzluk" olarak yorumlattılar size. Yakınlarınız, sırf yanınızda itibar kazanmak için, ben garibi hedef gösterdiler size!..

Şimdi sorarım sîze Ulu Padişahımız: Ben sizin önünüze çıktım, avdan oldunuz!... Siz benim önüme çıktınız, candan oluyorum!... Söyleyin Allah aşkına, insafını bu?..”

Bu savunma karşısında padişah ikna olur, ihtiyarı ihsanlara boğar.[164]


[162] Müslim: Selâm, 114.

[163] Müslim: Selâm, 113.

[164] Doç. Dr. Abdullah Özbek, Kur’an’da Tevhid Eğitimi, Esra Yayınları: 65-67.