๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 19 Mart 2011, 16:51:05



Konu Başlığı: Tuzak ve Tuzak Kuranlar Hakkında Sünnetullah
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 19 Mart 2011, 16:51:05
 
TUZAK VE TUZAK KURANLAR HAKKINDA SÜNNETULLÂH (MEKR KÂNUNU)

Mekr (Tuzak)'in Tanımı:
 
a) Mekr, gizlice, hîle ve kurnazlık yapmak, aldatmak demektir. [1]

b) Mekr, bir tür hîle ile başkasını maksadından çevirmektir. [2]

c) Mekr, hoşa gitmeyen sevimsiz bir şeyi gizlice başkasına ulaştırmaktır. [3]

d) Mekr, düzenlenen tuzakla beklenmedik bir sonuca götüren gizli plan. [4]

 Tercih Edilen Tanım:
 
Küçük bir değişiklikle bizim tercih ettiğimiz bir diğer tanım şöyledir (Çünkü ayniyle tarif şart değildir. Bunun için "Mekr"in tanımında şöyle demeyi tercih ediyoruz): Mekr, tuzak kuranın, planladığı tuzakla ummadık bir şekildt istediği şeyi gerçekleştirmek için güçlü ve gizli bir entrikasıdır.[5]

 Mekr'in Çeşitleri:
 
Âlimler, mekrin, güzel görülen (mahmûd) ve yerilen (mezmûm) olmak üzere iki çeşit olduğunu söylerler. Güzel görülen mekr, kendisinde güzel bir iş aranan, yerilen mekr ise, kendisinde kötü bir iş (sü-ı kasd) aranan tuzaktır. (Allah, herkesten daha iyi tuzak kurar) âyeti birinciye, (Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır) âyeti de ikinciye (yerilen tuzak) örnektir. [6] Buna göre "Mekr" kelimesi, güzel ve kötü olanı beraber ihtiva ettiği gibi, tuzak planlayanlar içerisinde de hayırlılar ile şerliler bulunabilir. [7]

 Mekr (Tuzak)'in Allah'a Nisbet Edilmesinin İzahı:
 
Tuzağın Allah'a nisbet ve izafe edilmesi üç şekildedir:

1- Tuzağın cezasını "Mekr" ile isimlendirmiştir. Yâni, Allah'ın, tuzak kuranlara vereceği cezaya (Mekr) denilmiştir. (Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür) âyeti gibi.

2- Allah'ın, tuzak örgütleyenlere muamelesi Mekr'e benzediği için, bu muameleye "Mekr" denilmiştir. [8]

3- Allah'ın kullarına gizlediği tedbîri, gizliliğinden dolayı (Mekr) diye isimlendirilmiştir.

Bütün bunlar, Sünnetlerinin yerleşmesi, hüküm ve hikmetinin tamamlanması, düşmanları hakkında azabın gerçekleşip, dostlarından kaldırılması içindir. Hepsi de, kullar anlamakta yetersiz kalsalar da, bizzat hayırlıdır. [9]

 Mekr'in Genelde Kötülükte Kullanılması:
 
Mekr'in gizli tedbîr/dolap çevirme, dilediğine kavuşmak için gizlice hîle ve kurnazlık yapmak olduğunu söylemiştik. Fakat bu, genelde şer ve fesatta kullanılan mânâdır. Çünkü, başkasına hayır ve iyilik düşünen bir kimse, onu gizlemeye ihtiyâcı olmayabilir. Bu sebepten Mekr'in, kötülükte, serde, fesatta, başkalarının ona düşmesinde kullanılması ve onun bâtıla sarfedilip bu yönde genellik kazanması kaçınılmazdır. [10]

 İleri Gelenler Genelde Sû-i Kasdçi (Ehl-i Mekr) dirler:
 
Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Her kentte ileri gelenleri, oranın suçluları kıldık ki, orada hîle yapsınlar. Onlar kendilerinden başkasına hîle yapmıyorlar, ama bunun farkında değiller"  (En'âm/123).

Yâni, her beldede, oranın ahlâksız mücrimlerini (suçlu, günahkâr) ululan/ileri gelenleri, reisleri yaptık. Bunlar, bozgunculuğa daha elverişli ve insanları kendi yala.ı ve bâtıllarına uydurmaya sevk etme konusunda herkesten daha güçlü olduklarından, Allah (c.c.) âyette özellikle onları zikretmiştir. [11] Zeccâc (311/987) diyor ki: "Ahlâksızlar, günahkârlar, kavmin ileri geleni ve ulusu olmuşlardır. Çünkü, insanların reisleri olmaları sebebiyle zulmetmeye, hîle yapmaya ve insanlara kendi yalan ve yanlışlarını ön pland tutmaya elverişlidirler" başkalarından daha  [12] el verişliler.[13]

 Niçin Ahlaksızlar Toplumun Ulularıdır?:
 
Fakat, niçin ahlâksız ve günahkârlar toplumun ileri gelen ve ulularıdır?

Cevap: Onlar, ehl-i hakkın gafleti, za'fiyeti, bölük pörçük olmaları, ehl-i bâtılın kendilerine kolayca musallat olacağını, saldırgan tutum sergileyeceklerini ve kendilerini onlarla (ehl-i hakla) beraber, bütün toplumun başında komutan, lider, ulu kişi tâyin edeceklerini bilmemeleri sebebiyle toplumun önderleri (Ekâbir), uluları durumuna gelmişlerdir.

Ehl-i hakkın bölük pörçük olduğu, suçlularla yüzyüze gelmekten korktuğu ahlâksızların toplanarak birlik-berâberlik içerisinde güçlenip durdukları ve arzularını yerine getirmek için öne çıktıkları bir toplumda Sünnetullâh (Allah'ın Kânunu), bu ahlâksız mücrimlerin topluma musallat olmaları, toplumda olmaları, ehl-i hakkı korkak ve cemaattan ayrılmış işlevsiz fırkalar hâline getirmeleri tarzında cereyan etmiştir. Hakkın kendisini koruyacak ve varlığını ortaya koyacak gücünün olması gerekir. Bu gücün olmaması durumunda, taraftarlarıyla birlikte bâtılın gücü ortaya çıkar. Temelsiz/bâtıl fikir sahibi ahlâksızlar, belirgin bir statü kazanarak toplumun ulusu, komutan ve lideri durumuna gelirler. [14]

 Ahlâksız Suçlular Niçin İnsanlara Hîle Yaparlar?:
 
Fakat neden ahlâksız mücrimler, insanlara hîle yaparlar, haktan yüz çevirtirler, bâtıla sevk eder, fesat ve sapıklığa düşürürler? Ve niçin toplumun liderliğiyle ve ulusu olmakla yetinmez, insanları kendi işleriyle başbaşa bırakmazlar?

Cevap: Ahlâksız mücrimler, toplum içerisinde hakkın ortaya çıkmasından ve insanların hakkın etrafında toplanmalarından ve böylece elden çıkan liderlikleri ve kaybettikleri mevzileriyle suçluluklarının yalan ve yanlışlarının anlaşılmasından korkarlar. Bunun için suçlular geçmişte, peygamberlere düşman olmuş, insanları onların davetlerinden alıkoymuşlardır. Nitekim aynı şeyi Efendimiz Muhammed (a.s.) ve O'na tâbi olan mü'minlere de yaptılar. Ahlâksız suçluların devamlı yöntem ve davranışları şöyle olacaktır: Onlar, hakka davet eden mü'minlere her zaman ve zeminde düşmanlık ederler. Bu, her memlekette suçluların ulularından ortaya çıkarak Allah'ın dinine ve bu dinin dâvetçilerine düşman pozisyonunda bulunmak suretiyle cereyan eden kesin ve değişmez kânundur. Allah'ın dini, bu suçluların ulularını insanlara musallat olan, onları hor ve hakîr gören idare ve tasallutlarından soyutlayarak devre dışı bırakmayı emreder.[15]

 Tabiatı İtibariyle Sû-i Kasd'in Çeşitleri:
 
Tuzağın bir türü olması ve tuzak kurulan kişi bakımından Sû-i kasd organize edenlerin hîle ve tuzakları bir derecede durmaz. Aşağıda Kur'an-ı Kerim'in işaret ettiği mekr/tuzak sahiplerinin; mekr'in karekteri, türü ve yapılan kişi açısından teşebbüs ettikleri Sû-i Kasd' (Kötü Mekr)'in çeşitlerini açıklayacağız: [16]

 Karekteri Bakımından Sû-i Kasd'in Çeşitleri:
 
1- Katl /Öldürmek, Hapis ve Sürgün:
 
Allah'ın elçileri ve onların bağlılarını öldürmek, hapsetmek ve yurtlarından sürgün etmek suretiyle eziyet ederek hîle ve hazırlık içinde olmaları da suçluların (toplumun ahlâksızları) tuzaklarındandır. Aşağıda bu türün Kur'ân-ı Kerîm'de geçen bir kısım örneklerini hatırlatacağız.

A- Allah Teala, Yahudilerin Meryem'in oğlu İsa'(a.s)ya yaptıkları hile ve tuzak hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi; çünkü Allah (istese), herkesten daha iyi tuzak kurar." [17]

Bu âyetin tefsirinde: İsrail Oğullarının kafirleri tuzak (su-i kasd) hazırlayınca, İsa (a.s) onların bu küfrünü farketti. Onların (mekr)leri, Hz. İsa'yı öldürmek üzere el altından bir takım kimseleri tayin etmiş olmalarıydı [18] denilmektedir.

B- Allah{c.c.)' m bize Semud kavmi ve peygamberleri Salih (a.s) ile ilgili hikaye ettiği ve onlardan bir grubun O'nu öldürmek üzere nasıl ittifak ettikleri haberleri de kâfirlerin peygamberlerini ve ailesini öldürmek suretiyle sergiledikleri bir mekr/ tuzak örneğidir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

"Şehirde dokuz kişi vardı ki yeryüzünde bozgunculuk yaparlar, ıslah etmezlerdi. Allah'a and içerek birbirlerine:  Biz, gece o'na ve ailesine baskın yap (ıp onları öldürelim) sonra velisine: Ailesinin öldürülüşünde bulunmadığımızı, doğru olduğumuzu söyleyelim' dediler. (Bu şekilde) bir tuzak kurdular, biz de onlar hiç farkında olmadan onlara bir tuzak kurduk." [19]

Bu âyetin tefsirinde:"Şehir (Medine)den maksat, Salih (a.s)'in kavmi Semud'un yaşadığı (Hicr)dir. (Orada dokuz kişi vardı). Onlar deveyi öldürmek üzere harekete geçen, kavmin en azgınıydılar. Kavmin ileri gelenlerinin çocuklarıydılar. Şehirde hep karışıklık çıkandandı, hiç düzeltici {ıslah edici) değillerdi. Yâni işleri güçleri sırf anarşi çıkarmak olup, yaptıklarına iyilik karışmazdı. Bunlar aralarında yeminleşip bir gece ansızın Salih'{a.s)a ve ailesine saldırıp onları öldürmeye karar verdiler. Ve tuzak hazırladılar. O da, Hz. Salih ve ailesine gizli tuttukları ansızın saldırı hazırlığıydı. Allah da onlara tuzak hazırladı: Bu, Allah'ın, onların ve kavimleri{Semud'un)     bilmedikleri şekilde helakiydi [20] denilmiştir.

C- Allah(c.c), Kureyş kafirlerinin Resulüllâh (a.s)'a karşı planladıkları hile ve tuzaklardan; O'nu öldürmek, hapsetmek ve Mekke'den sürüp çıkarmak gibi Su-i tedbirlerinden bahisle şöyle buyurmaktadır:

"İnkar edenler, seni tutup bağlamaları, öldürmeleri, ya da çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en iyisidir. "[21]

Bu Âyet-i Kerime, Kureyş kafirlerinin Resulüllâh'a planladıkları su-i kasde ve bu su-i kasdin türüne işaret etmektedir. Onların mekr(tuzak)lerinin haberlerinden biri de şudur: Mekke'de Daru'n Nedve'de toplanarak Resulüllah'a yapacakları şey konusunda müşavere ettiler. İçlerinden biri üç teklifte bulundu:

l- (Seni tutuklayacaklar)Yâni, hapsedecekler veya bağlayacaklar,

2- Kılıçlarıyla öldürecekler,

3- Mekke'den çıkaracaklar [22]

 2- İnsanıarı, Peygamberler Tâbilerine Eziyet Etmeye Tahrik Etmek:
 
Ve Allah Teâlâ, Nuh'(a.s)un Kavmi ve tuzaklarından bahisle şöyle buyurur:

"Büyük büyük tuzaklar kurdular." [23]

Tuzak kuranlar reisleridir. Onların tuzakları ise, din konusunda hileleri,, Nûh (a.s.)'a karşı planladıkları tuzakları, insanları onlara eziyet etmek için tahrik, O'na meyletmekten, O'nu dinlemekten alıkoymak şeklindedir. İnsanlar şöyle diyorlardı: "Tanrılarınızı bırakmayın, ne Veda'i, ne Suva'ı, ne de Yegûs'u, Ye'ûk'u ve Nesr'i bırakmayın" [24].

Kurtubî Tefsîri'nde: "Denildi ki, onların tuzağı, câhil ve seviyesiz insanları Nûh (a.s.)'ın öldürülmesine tahrik etmek şeklindedir [25] denilmektedir.[26]

 3- İnsanların Hakk Dâvadan Alıkonulması:
 
Geçmişte yapıp ettikleri ve her hâlu kârda planlayarak uygulayageldikleri tuzaklardan biri de, yaldızlı sözlerle, asılsız dedikodularla bu mübarek dâvaya attıkları iftiralarla ve içinde bulundukları sapıklığı insanların nazarında süslemekle insanları haktan saptırmaya çalışırlar.

Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Hayır, inkâr edenlere hileleri süslü gösterildi, (Hak) yoldan çevrildiler"  [27]

Mücâhİd diyor ki: "Onların tuzağı, içinde bulundukları sapıklık ve gece gündüz bu sapıklığa

davetleridir. [28]

Âlûsî Tefsîri'nde: "Onların tuzağı (mekri), yâni İslâm'a karşı öğütledikleri tuzakları, şirkleri ve bâtıllarını süslemeleri şeklindedir." denilmektedir.

Allah Teâlâ: (Her kentte ileri gelenleri, oranın suçluları kıldık ki, orada hîle yapsınlar) buyuruyor. İbn-i Kesîr (774/1373), "Orada hîle yapsınlar" âyeti hakkında şunları söylemektedir:

"Burada tuzak (mekr) tan maksat, süslü söz ve yapmacık davranışlarla insanları sapıklığa çağırmalarıdır. [29] Bu da bir nevi" Hak Dâvâ'dan yüz çevirtmedir.

Mücâhid diyor ki:

"Mekke kâfirleri, her tepeye kâfir yandaşlarından dört kişiyi oturtur, geçmiş ümmetlerin, peygamberlerine yaptıkları gibi insanları Nebî (a.s.)'a uymaktan vazgeçirtirlerdi”. [30]

Allah (c.c), (Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır) buyurmaktadır. İmâm Razı (544/1149) şöyle der:

"Onların düzenledikleri sû-i kasd'ler, tüm eziyetleri (tüm işkence çeşitleri) ve insanları îmâna gelmekten alıkoymalarıdır. [31]

 Tuzağa Düşürülene Nisbetle Sû-i Kasd:
 
1- Allah'ın Elçileri ve Onların Tâbilerine Sû-i Kasd:
 
Sû-i Kasd planlayanlar, tuzaklarını peygamberlere ve onların inanmış bağlılarına yönelterek, bedenen eziyet eder, insanları peygamberlerden yüz çevirtmek ve onların dâvalarından ürkütmek için bâtıl ve yalanlarını süslerler, ki bu konuda bâzı âyetleri hatırlatmıştık. Allah'ın elçileri ve onların mü'minlerine yönelik planlanan sû-i kasd'i üstlenenler, her toplumun içerisindeki suçlu reisler ve ileri gelen ululandır. Allah Teâlâ (Her kentte ileri gelenleri, oranın suçluları kıldık) buyuruyor. Müfessirlerin bu konudaki sözlerini ve ahlâksız uluların niçin özellikle anıldıklarını -ki bu da onların zarar vermeye ve fesat çıkarmaya herkesten daha elverişli olmalarıydı-nakletmiştik.[32]

 2- Zayıflara Yönelik Planlanan Tuzak:
 
Toplumun reis durumundaki ulu kişileri, Hak Dâvâ'dan alıkoymak, süslü ifâdeler ve sun'î davranışlarla Hak Dâvâ'yı kabulden yüz çevirtmek için kendi yandaşlarının zayıf olanlarına yönelik hîle ve tuzak düzenlerler. Çünkü bu zayıflar, kendilerinin ve toplum üzerindeki nüfuz ve hegemonyalarından ötürü bu sû-i kasdçilerin planladıkları tuzaklar ile geri adım atarlar. Allah (c.c), bu zayıf yandaşların ve düzenbazların kıyamet gününde nasıl karşılıklı birbirlerini paylayacaklarını ve suçlayacaklarını, nasıl birbirlerine serzenişte bulunacaklarını ve sataşacaklarını şu âyet-i celîlesiyle haber veriyor:

"Sen o zâlimleri, Rabb'lerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerine söz atarlarken bir görsen: Zayıf sayılanlar, büyüklük taslıyanlara: 'Siz olmasaydınız, elbette biz inanan insanlar olurduk' diyorlar. Büyüklük taslıyanlarda zayıf sayılanlara dediler ki: 'Size hidâyet geldiği zaman sizi ondan biz mi çevirdik? Hayır, zâten siz kendiniz suç işliyordunuz! Zayıf sayılanlar, büyüklük taslıyanlara: 'Hayır, gece gündüz dolap (kurar, kötülük aşılardınız), Allah'ı inkâr etmemizi, O'na eşler koşmamızı bize emrederdiniz' dediler. Ve azabı gördüklerinde, içlerinde pişmanlıklarını gizlediler; biz de o inkâr edenlerin boyunlarına (ateşten) tomruklar koyduk. Yalnız yaptıklarıyla cezalanmıyorlar mı?" [33]

Mustad'aflar, onlara tâbi olan yandaşlarıdır. Müstekbirler ise, kavmin uluları, reisleri durumundakilerdir. Fakat bu sataşmaları, karşılıklı suçlamaların onlara hiçbir faydası olmayacak. Hepsi de bin pişman olarak azaba mâruz kalacaklardır: Müstekbirler, sapıp sapıttıkları için. Müstad'aflar da saptıkları için. Bunun için Allah Teâlâ, (içlerinde pişmanlıklarını gizlediler, bizde o inkâr edenlerin boyunlarına (ateşten) tomruklar koyduk buyuruyor. Yâni, tâbilerle (uyanlar) kendisine uyulan (ileri gelen)lerin boynuna.[34]

 Sû-i Kasd Planlayanların Cezalandırılması:
 
Kötü tuzak sahipleri (Sû-i kasdçiler), azâbtan kurtulamazlar. Eğer böyle bir kuruntu içerisinde iseler  (bilmeliler ki) hatâ etmişlerdir ve zarardadırlar. Allah Teâlâ:

"Allah'ın tuzağından emin mi oldular? Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın tuzağından emîn olmaz" [35] buyurur.

İmâm Kurtubî (671/1273) (Allah'ın tuzağından emîn mi oldular?) âyeti hakkında şunları söylemektedir: "Yâni, onların planladığı tuzaklarına karşılık, vereceği azabından ve cezasından (emîn mi oldular?) [36].

 Sû-i Kasd (Kötü Mekr) Ancak Sahibine Dolanır:
 
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Yeminlerinin bütün gücüyle Allah 'a yemîn ettiler: 'Andolsun, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, herhangi bir milletten daha çok doğru yolda olacaklar' diye. Fakat kendilerine uyarıcı gelince bunun, onlara Hak'tan uzaklaşmaktan başka bir katkısı olmadı. Yeryüzünde büyüklük taslama darını) ve kötü tuzak (lar) kurma(larını artırdı). Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır. Onlar öncekilerin kânunundan başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kânununda bir değişme bulamazsın; Allah'ın kânununda bir sapma bulamazsın." [37]

Yâni/yeryüzünde büyüklenerek Allah'ın âyetlerinden yüz çevirdiler, Allah'ın yolundan alıkoyarak insanlara tuzak planladılar. Sû-i Kasd'ın zararı ancak sahibinedir. Yâni bu sû-i kasdın vebali ancak kendilerinedir, başkalarına değil. [38] Âlûsî (1270/1853), (Kötü tuzak ancak sahibine dolanır) âyeti hakkında şöyle der:

"Yâni kötü tuzak ancak sahibini kuşatır, ona dokunur, ona iner (hakkında felâket olur). Ayet, sahîh görüşe göre geneldir. İşler, sonuçlarına göredir. Allah, ihmâl etmez ama imhâl eder (süre tanır). Genellikle, bir kimseye birisi tuzak hazırlasa ve bu tuzak o kimse hakkında derhâl zahiren etkisini gösterse, gerçekte o kimse kurtulmuştur, ama tuzağı kuran (sû-i kastçi, düzenbaz) helak olmuştur." [39]

 Bir Soru Ve Cevabı:
 
Denilse ki, çoğu kez sû-i kasdçinin örgütlediği kötü tuzağıyla üstünlük sağladığını görüyoruz. (Kötü tuzak ancak sahibine dolanır) âyeti ise böyle olamıyacağına delâlet ediyor? İmâm er-Râzî (544/1149) bu soruyu sorduktan sonra, cevabını bîr kaç şekilde vermiştir:

1. Âyette adı geçen "Tuzak" (Mekr), Mekke kâfirlerinin Resûlüllâhı öldürmeye ve ülkeden çıkartmaya azmettikleri (Mekr) dir. Onların kötü tuzakları ise, Bedir Savaşı ve diğerlerinde öldürülerek kendilerine dönmüştü.

2.  Kötü tuzak geneldir. Sahîh olan da budur. Çünkü Peygamber  (a.s.)  tuzak planlamaktan men etmiştir.  Ondan gelen haberden şöyle buyurduğu varittir:

"Hîle ve tuzak planlamayınız. Sû-i kasdçiye yardım da etmeyiniz. Çünkü Allah (Kötü tuzak ancak sahibine dolanır) buyurmuştur. İşler, sonucuna göredir. Bir kimse birisine hîle yapsa ve zahiren, derhâl tesirini gösterse bile, gerçekte kurtulan odur (hîle yapılan kişidir). Tuzak planlayan helak olmuştur. Bu, kâfirin dünyâda rahat, müslümârun ise sıkıntılı olması gibidir. Bu inceliği şu âyet açıklamaktadır: (Onlar öncekilerin kânunundan başkasını mı bekliyorlar?). Yâni, onların hîle ve tuzaklarının ânî bir geçerliliği olsa da, âkibet (güzel son) takvanındır. İşler, sonucuna göre değer kazanır. Öncekilerin helak olması gibi, onlar da yok olup gideceklerdir. [40]

 Sorunun Cevâbına Ek:
 
Gerçekten (Kötü tuzlak ancak sahibine dolanır) âyeti genel bir kânundur. Yâni Allah'ın, insanlığın hayâtında geçerli olan -bahsini ettiğimiz- umumî sünnetlerinden bir Sünnet'tir. Bu sünnet asla değişmez. Fakat, hükmünün geçerli oluşu, sebeplerinin/şartlarının tahakkuk etmesi ve (gerçekleşmesine mâni) engellerin bulunmaması gerekir. Nitekim, kimi umûmî sünnetlerin gerçekleşmesi için bir kaç yön söz konusudur, insanlar bâzan yardım yönüne yerleşirken, bâzan da sû-i kasdin sahibini bulduğu yönde odaklaşırlar. Kimi zaman da Allah sünnetini, bir başka yönde gerçekleştirir. Nitekim, sebepleri ve şartları tahakkuk edip, engeller kalktığı zaman, sünnetinin geçerliliği ânî bir infazı gerektirmez. Bu umûmî sünnete, şahsa ve cemaata nisbetle bu infazın tabiatı, bizim bilemediğimiz, fakat Allah'ın inceliklerini bildiği zamânâ kadar ertelenmesidir. Tıpkı Zulüm ve Zâlimler hakkındaki Sünnetinde olduğu gibi. Bu, her ne kadar helak tarih ve müddetlerini tüm incelikleriyle bilmesek de, zâlimlerin yok oluşlarıyla hükmeden ve asla değişmeyen umumî sünnettir.[41]

 Tuzak Planlamanın Dünyâ Ve Âhiretteki Cezası:
 
Allah (c.c.)'ın sû-i kasd (kötü tuzak/mekr) ve sahipleri hakkındaki Sünneti (değişmez genel kuralı), dünyâ ve âhirette azaba çarptırılacak olmalarıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"İnkâr edenlere hileleri süslü gösterilip (sevdirildi) di (Hak) yoldan çevrildiler. Allah kimi saptırtrsa artık ona bir yol gösteren yoktur! Dünyâ hayâtında onlar için azâb vardır, âhiret azabı ise daha zordur. Onları Allah (in azabın) dan koruyacak kimse de yoktur." [42]

Zemahşerî (538/1143), bu âyet hakkında şöyle der: "(Hileleri), yâni (onlara süslü gösterilen) şirkleri İslâm'a planladıkları hileleri. (Dünyâ hayâtında onlar için azâb vardır), yâni mâruz kalacakları öldürülme, esaret ve şâir sıkıntılar demektir. Bu, küfürlerinin cezası olduğu için, Allah (c.c.) bunu azâb diye isimlendirdi." [43]

Alûsî Tefsîri'nde şöyle denilmiştir: "(Dünyâ hayâtında onlar için azâb vardır), yâni, mâruz kalacakları öldürülme, esaret ve sair musibetler.-Bu, küfürlerinin bir cezası olarak Allah'tan bir cezadır. (Âhiret azabı ise daha zordur), şiddet ve devamında dolayı. [44]

 Tuzak Planlayanların Ummadıkları Yerden Cezalandırılmaları:
 
Allah'ın cezası, hiç ummadıkları, geleceğini zannetmedikleri bir anda, sû-ikasdçileri çepeçevre kuşatacaktır. Bu, Allah'ın onlara tuzağı (mekri) dir (sû-i kasdlerinin cezasıdır). Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı da Allah (ın emri, onların) binalarına temellerinden gelmiş, üstlerindeki tavan, başlarına çökmüştü. Ve azâb onlara ummadıkları yerden gelmişt.i"  [45]

İmâm Kurtubî (671/1273), (Allah binalarına temellerinden gelmiş) âyeti hakkında şunları söylemektedir:

"Bu bir temsildir (sembolik anlatım). Buna göre anlam şöyledir: Evleri, üzerlerine yıkılmışcasına helak olup gittiler. Denildi ki, onların hîle ve düzenleri boşa çıkartılıp, üstlerinden üzerlerine çatılar düşmüşcesine helake mâruz kaldılar. (Ve azâb onlara ummadıkları yerden gelmişti), yâni, kendilerini güven içinde zannettikleri bir hengâmede. [46] Kötülüğü organize edenlere inen bu azâb şöyle dile getiriliyor:

"Sonra kıyamet günü (Allah), onları rezîl eder." [47] Yâni, hakîr ve perîşân eder. Âyetteki cemi' (çoğul) zamirlerinin, daha önce hîle ve tuzak kuranlara ait olduğu açıktır. Buna göre, şöyle denilmiş olur: Bundan önceki (nesil) ler de tuzak planladılar. Allah, dünyâda onları azâplandırdı. Daha sonra âhirette de azâplandıracaktır. [48]

 Sû-i Kasd Elçilerin Hallerinin Ortaya Çıkması:
 
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Kötü şeyleri tuzaklayanlar (a gelince) onlar için çetin bir azâb vardır.  Ve onların tuzağı bozulacaktır." [49]

Mücâhid, Saîd b. Cübeyr ve Şehr b. Hûşeb şöyle demektedirler:

"Onların amelleriyle gösteriş yaparlar. Yâni, insanlara tuzak planlarlar. Kendilerinin, Allah'ın tâatında olduğu izlenimini verirler. Oysaki onlar Allah'a karşı kindardırlar. Yaptıklarıyla riya ederler".

Abdurrahmân b. Zeyd b. Eşlem "Onların müşrikler" olduğunu söyler.

Bu iki yorumdan sonra İmâm İbn-i Kesîr (774/1373) şöyle der:

"Doğrusu âyet geneldir. Bu âyetin kapsamına ilk etapta müşrikler de girerler. Bunun için Allah Teâlâ, (Onlar için çetin bir azâb vardır. Ve onların tuzağı bozulacaktır) buyurur. Yâni, bozar, ibtâl eder, akıl ve basiret sahipleri için onların kötülüklerini, sahtekârlıklarını ergeç ortaya çıkarır. Çünkü, kim neyi gizlemişse, Allah onu yüzü (renk verdirerek) veya dili ile beklenmedik bir anda ortaya çıkarmıştır. Kim de neyi gizlemişse, Allah, o gizlediğinin elbisesini o kişinin başına geçirmiştir. Çünkü, hayır yapan hayrını, şer yapan şerrini görür. Riyakârın hâlinin iyi karşılanacak yanı yoktur. Onlar (bu tavırlarını) ahmak ve anlayış yoksunu kimseler için sergileyip dururlar. Fakat feraset sahibi mü'minler onlara böyle bir şeyi reva görmezler. Aksine bunun, yakın bir zaman içerisinde, er geç açığa çıkacağını bilirler. Hiç bir gizli şey Gaybı Bilen (Allah) için sır değildir. [50]

 Allah'ın Tuzağı Çabuktur:
 
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Kendilerine dokunan bir darlıktan sonra ihsanlara bir rahmet taddırdığınuz zaman bakarsın ki, yine âyetlerimiz hakkında bir tuzak düşünürler. De ki: “Allah'ın tuzağı daha çabuktur.” Elçilerimiz, sizin kurduğunuz tuzakları yazıyorlar." [51]

Yâni, Allah, vereceği bir zararı, tattıracağı bir musibeti, rahmeti gereği kâfirlerden kaldırınca onlar hîle ve tuzak (mekr) düzenlemeye, şükür yerine, küfür ve yalanlama (tekzîb) dan vazgeçme yerine beklenmedik tavırlar sergilemeye koyarlar. Zarar ve musibetin onlardan kaldırılmasından sonra insanlar, nail olacakları rahmetle öğütlenmekten (kendileri için nimet olduğunu itiraf etmekten) yüz çevirdikleri için, kavuştukları nimetin "tesadüf" olduğunu söylemeleri de onların tuzaklarındandır. Bu tavırları ise, onları Allah'a îman ve O'na şükretmeye sevk etmiştir.

(De ki: Allah'ın tuzağı daha çabuktur). Yâni, Ey Resul (a.s.)! Allah'ın âyetlerine karşı tuzak planlamak için koşanlara de ki, Allah sizin hilenize karşı ceza vermekte daha sür'atlidir. Sizin cezanızı hazırlamıştır. Siz, İslâm'ın nurunu söndürmek için nasıl tedbîr alacağınızı kararlaştırmadan önce, o sizi azaba düşürecektir. Çünkü Allah (c.c), âlemin işlerini tedbîr ve amellerin cezasını takdîr konusunda hîle ve tuzaklarına karşılık, âhiretten önce, onları dünyâda cezalandırmaya öncelik vermiştir. O (c.c), onların hîle ve tuzağını bilendir. Hîle ve tuzak adına hiç bir şey O'ndan gizli değildir. [52]

 Bütün Tuzaklar Allah'ındır:
 
Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Onlardan öncekiler de hîle yapmış (tuzak kurmuş) tı. Fakat bütün tuzaklar (tedbîrler) Allah'ındır. (O), her nefsin kazandığını bilir. Kâfirler de, bu yurdun sonu kimindir, bilecekleri" [53]

Allah, önce onların yaptıklarını "tuzak" kelimesi ile niteledi, sonra, kendi tuzağına oranla onların tuzağını yok sayarak (Fakat bütün tuzaklar Allah'ındır) buyurdu. Sonra bunu da şu sözüyle açıkladı: '(O) her nefsin kazandığını bilir. Kâfirler de bu yurdun sonu kimindir, bilecekler!". Çünkü her nefsin kazandığını bilen ve ona göre cezalarını hazırlayanındır bütün tuzaklar. Zîra, o ceza, bilmedikleri yönden, hem de başlarına geleceklerden gafil olarak onlara gelir.[54] Kâfirler de böylece âkibetin, yâni dünyânın ceza ve sevabının veya âhiretin sevâb ve   ikâbının kimler için olacağını bileceklerdir. [55]

 Azgın Topluluktan Başkası Allah'ın Tuzağından Emîn Olmaz:
 
Müslümâna yaraşan, Allah'ın tuzağından emîn olmaması, içinde bulunduğu nimete ve müslümân olduğuna dayanarak günâhlarına rağmen Allah'ın kendisinden razı olduğu zannıyla günâhlara boşvermemesidir. Oysa, âsi müslümânlara Allah'ın affı kesin olmayıp sâdece ümîd edilir. Müslümânın bu tür düşüncesi, kendisine kurduğu bir tuzaktır. Onun bu düşünceden vazgeçmesi, Allah'a olan itaatinin sürekli olması ve nimetlerine -ki en büyük nimeti İslâm'dır-şükrünü îfâ etmesi gerekir. Ancak böyle Allah'ın tuzağından (mekrinden) emîn olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın tuzağından emîn olmaz." [56]

Âlûsî (1270/1853) bu âyetin tefsirinde, "Allah'ın "Mekr"inden emîn olmak, O'nun affına dayanarak günâhlara boş vermek demektir [57] demektedir. Hasanu'l Basrî (r.a.) da şöyle demekte:

"Mü'minler korku ve endişeyle ibâdet ederken, kâfirler güven içinde günâh işlerler" [58]

 Tuzak Ve Tuzak Planlayanlar Hakkındaki Sünnetullâh'tan Anlamamız Gereken Şey:
 
Anlattığımız tuzak ve sahipleri hakkındaki Sünnetullâh'tan anlamamız gereken şey, fertler olsun, cemaatlar olsun sû-i kasd'in yalnız sahibini bulacağı, dünyâda iken düzenbazların âkibetlerinin kötü olacağı ve açıkladığımız gibi durumlarının belirginleşip, azabın başlarına geleceğidir.

İbn-i Kesîr (774/1373), Tefsirinde şöyle der:

"Muhammed b. Ka'b el-Karzî der ki: Üç şey vardır ki, kim onu yaparsa azâptan/azâb tehlikesinden kurtulamaz: Mekr etmek (hîle ve tuzak hazırlamak), zulüm ve ahde vefasızlık. Allah'ın kitabı, bunu doğrulamaktadır:

"Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır" [59]

"Ey insanlar, taşkınlığınız kendi aleyhinizedir" [60]

"Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur" [61]

İslâm dâvetçisi olan müslümân cemâatin dikkatli olması gereken şeylerden birisi de tuzak ve tuzak planlayıcılar hakkındaki Sünnetullâh'ın sürekli olduğu, kötü tuzak sahiplerinin dâvetçi mü'minlere ve İslâm daveti için çalışan müslümân cemâate karşı hîle ve tuzak düzenlemekten ayrı kalmayacakları hususudur. Hilebazların hîlesi belli bir kararda kalmaz. -Allah'a daveti (faaliyetlerini) ortadan kaldırmak, insanları o dâvadan ve müslümân cemaattan alıkoymak gibi- kötü maksatları için uygun gördükleri her şeyi yaparlar. Yalan söylemek, dâvetçilere ve müslümân cemâati töhmet altında bulundurmak, cemâat, cemâat liderleri, cemâat üyeleri ve dâvetçiler arasında fesat çıkarmak, tutuklamak veya yurtlarından çıkarmak yahut öldürmek ile de olsa, onların enerji ve canlılıklarını sekteye uğratmak için gayret göstermek... bütün bunlar, onların tuzak (mekr) larının bir kısmıdır. Öyle ki, mü'minler hakkında ne bir dostluk, akrabalık, ne de andlaşma tanıyıp gözetmezler. Hiç bir sorumluluk tanımayan fesat şebekesinin bütün bu yaptıkları değişmeyen kesin bir Sünnet'tir. Şu kadar var ki, galibiyet dâima Hakk ehlinindir. Çünkü Hakk ehli, kötülüğü örgütleyenlerin tersine, savaşlarda yalnız değillerdir. Onlar tevekkül içerisinde Allah'a ve şeriatına bağlı kaldıkları, hak-bâtıl mücâdelesinde umûmî kânunla (Sünnetullâh) hidâyete    erdikleri ve sebeplere -ki kötülüğü planlayanların planlarını iptal etmek için uyanık olmakta bu sebeplerdendir- tutundukları sürece Allah (c.c.) onlarla beraberdir. Müslüman cemaata, hele hele yönetici durumundaki cemâat büyükleri ve liderlerine düşen, bütün bunları düşünmeleridir. Çünkü, tuzak örgütleriyle sürekli beraber ve yüzyüzedirler. [62]


[1] Lisânu'l Arab, c.7, s.32-33.

[2] Fîrûzâbâdî, Besâiru't Temyîz, c.4, s.516

[3] Tefsîr-i Âlûsî, c.3, s.179.

[4] Tefsîr-i Menâr, c.3, s.315. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 309.

[5] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 309.

[6] Râğıb, el-Müfredât, s.47; Besâir, c.4, s.516

[7] Tefsîr-i Menâr, c.3, s.315. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 309-310.

[8] Tefsîr-i Râzî, c.8, s.10.

[9] Tefsîr-i Menâr, c.3, s.315. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 310.

[10] Tefsîr-i Menâr, c.3, s.315, c.8, s.33. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 311.

[11] İbn-i Kesîr, c.2, s.172; Kurtubî, c.7, s.79; Âlûsî, c.8, s.22

[12] Tefsîr-i Râzî, c.3, s.114.

[13] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 311-312.

[14] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 312.

[15] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 313.

[16] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 313-314.

[17] Al-i İmran: 3/54

[18] Tefsîr-i Zemahşerî, c.l, s.366

[19] Neml: 16/48-50

[20] Tefsîr-i Zemahşerî, c.l, s.372-273

[21] Enfal: 8/30

[22] Zemahşerî, c.2, S.215; Kurtubî, c.7, s.397; Âlûsî, c.9, s.197. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 314-316.

[23] Nuh: 71/22

[24] a.g.e.,c.2,s.619 Nûh: 71/23

[25] Tefsîr-i Kurtubî, c.18, s.37

[26] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 316.

[27] Ra'd: 13/33

[28] İbn-i Kesîr, c.2, s.526

[29] Tefsîr-i Âlûsî, c.13, s.162

[30] İbn-i Kesîr, c.2, s.172

[31] Tefsîr-i Kurtubî, c.7, s.79.  Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 316-317.

[32] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 318.

[33] Sebe': 34/31-33.

[34] Tefsîr-i Zemahşerî, c.3, s.584-585. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 318-319.

[35] A'râf: 7/99

[36] Tefsîr-i Kurtubî, c.7, s.254. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 319-320.

[37] Fâtır: 35/42-43.

[38] İbn-i Kesîr, c.3, s.572

[39] Tefsîr-i Âlûsî, c.26, s.34. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 320-321.

[40] Tefsîr-i Râzî, c.26, s.34-35. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 321-322.

[41] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 322.

[42] Ra'd: 13/33-34.

[43] Tefsîr-i Zemahşerî, c.2, s.532

[44] Tefsîr-i Âlûsî, c.13, s.162. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 323.

[45] Nahl: 16/26.

[46] Tefsîr-i Kurtubî, c.10, s.98

[47] Nahl:16/27.

[48] Tefsîr-i Âlûsî, c.14, s.126. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 323-324.

[49] Fâtır: 35/10.

[50] İbn-i Kesîr, c.3, s.549. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 324-325.

[51] Yûnus: 10/21.

[52] Zemahşerî, c.2, s.337; Râzî, c.17, s.66; Menâr, c.ll, s.334. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 326.

[53] Ra'd: 13/42.

[54] Zemahşerî, c.2, s.535. 424 Kurtubî, c.9, s.335

[55] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 327.

[56] A'râf: 7/99.

[57] Tefsîr-i Âlûsî, c.9, s.13

[58] İbn-i Kesîr, c.2, s.234. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 327-328.

[59] Fâtır: 35/43.

[60] Fâtır: 35/23

[61] Fetih: 48/10

[62] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık. 328-330.