๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: müzzemmil üzerinde 19 Eylül 2011, 23:27:31



Konu Başlığı: Toplumsal Çöküş
Gönderen: müzzemmil üzerinde 19 Eylül 2011, 23:27:31
2. Toplumsal Çöküş

Çeşitli âyetleri incelediğimizde görüleceği gibi Kur'ân'm, toplumsal olayla­rı, toplumların gelişme, gerileme ve çöküş olgularını ve bunların sebepleri­ni kendine has terim ve ifade tarzı ile ele aldığı görülür. Dolayısıyla Kur'ân'm toplum ve toplumsal hadiselere bakışını kavrayabilmek için bazı terimleri açıklamak ve Kur'ân'm bu anlamda kullandığı kelime ve sözcük­leri anlamak konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Kur'ân'da toplum anlamı taşıyan tek bir kelimeden bahsedilin emekte, bunun yerine toplum ifade eden bir takım kavramlardan söz edilmekte­dir.[348] Bu kavramlardan "ehl, kavm, nâs, ümmet, karye, karn, şa'b, kabile ve ashab üzerinde kısaca durmaya çalışalım.
Ehl: Âyetlerde kullanılış itibariyle, halk, ahali, yakın akraba, aşiret, aile ve ehl-i-erbap anlamlarına gelen "ehl" kelimesi, Kur'ân'da hem kitap keli­mesinin başına gelerek kendilerine kitap gönderilen toplumları, yani kitap ehlini[349], hem tebaayı, halkı, peygamberlerin gönderildiği sosyal çevreyi[350], hem bir işin ehli ve erbabı olmayı[351], hem de akraba ve aileyi[352] ifade etmek­tedir. Âyetlere bir bütünlük içerisinde bakıldığında Kur'ân'a göre ilk ve en önemli sosyal birliğin aile olduğu görülür. Zina etmeyi yasaklaması, evlilik­te nikahı emretmesi ve evlilikle ilgili birçok düzenlemeler getirmesi[353], Kur'ân'm aileye verdiği önemi gösterir, ilk ve en önemli sosyal birlik olan ailenin, değişik şekillerde sıralanışından farklı sosyal gruplar ve toplum doğmuştur. Aslında bu süreç evrenseldir; değişen detaylardır.[354]
Kavm: Kavm kelimesi, aslında "kâim" kelimesinin çoğulu veya mastarla isimlendirme gibi iş gören ve kendilerini savunabilecek erkek topluluğuna denir. "Nuh kavmi, Firavun kavmi", ifadelerinde olduğu gibi kadınları da kapsaması dolaylı ve tabi olma yoluyladır. Bu kelime erkek için de, kadın için de kullanılır.[355]Hucurât Sûresinin 11. âyetinde erkek topluluğu anlanankörlüğün sonuçları
mmda kullanılmıştır. Söz konusu olan âyetin dışında tüm Kur'ân'da p*r "kavm" kavramı, erkek ve kadınları kapsayacak şekilde, insanların oluştu duğu toplum anlamında kullanıldığını görürüz.[356] Kur'ân, peygamberleri gönderildiği halklara kavm dediği gibi (Hûd, 11/27-28, 50, 61), sultanlar ve kralların yönetimi altında bulunan halklara da kavm demektedir.[357]
Nâs: Lâfız yönünden değil de anlam yönünden ";nsan" kelimesinin ço­ğulu olan "nâs", insanlar anlamına gelmekte ve toplumu ifade etmektedir Nâs kelimesi, Kur'ân'da harf-i tarifsiz kullanılmamıştır. Tarih boyunca ya­şamış ve yaşayacak olan bütün insanlara da nâs denildiği gibi[358], belirli za­man diliminde yaşamış olan bütün insanlara da nâs[359], denilmektedir. Aynı şekilde aynı dönemde yaşayan ve ortak yönleri bulunan İnsan topluluğu­na[360] ve bir peygamberin hitap ettiği kimseler[361] de nâs diye tabir edilmekte­dir. Sosyolojik anlamda halk veya kitle yerine kullanılan nâs, hiçbir ayırım yapılmaksızın peygamberlerin muhatabı olduğu herkestir. Buna göre nâs, en geniş anlamda topyekün toplumu ifade etmektedir.[362]
Ümmet: İster ihtiyarî, ister zorunlu olsun, bir mekanda, bir zamanda ya da bir dinin etrafında herhangi bir işin topladığı her topluluğa ümmet de­nir. Lâfzı müfred {tekil) ve manası cemi {çoğul) olan bu kelime Kur'ân'da zaman, topluluk, din, yol, örnek, âdet, bütün canlı topluluklar ve insanların oluşturduğu toplum anlamlarında kullanılmaktadır.[363]
Kur'ân'da, çoğulları ile birlikte 64 yerde[364] geçen ümmet kelimesi, şu âyetler[365] hariç, insanların oluşturduğu topluluk anlamında kullanıldığını görmekteyiz ki, bizi ilgilendiren de onun bu yönüdür. Nâs, en geniş anlam­da topyekün toplumu İfade ederken, bu toplum çatısının altında belli nite­likleri taşıyan insan birlikleri de ümmetleri İfade etmektedir (bkz. Ejder Okumuş, a.g.e., s. 70).
Ümmet kelimesinin geçtiği âyetlerin muhtevasına bir bütünlük içinde bakıldığında bu kelimenin daha çok bir amaç, bir hedef için bir peygam­berin, bir liderin ve bir inancın etrafında toplanmış insanların oluşturduğu sosyal bir birliğin karşılığı olduğu söylenebilir. Şu âyetlerde bu anlamı gö­rebiliriz: "Musa'nın kavminden hak İle doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bîr topluluk vardır" (A'raf, 7/159). "Her ümmetin bir pey­gamberi vardır..." (Yûnus,10/47) "Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan birçok insan buldu..." (Kasas, 28/23)
Âyetlerden de anlaşılacağı üzere ümmet, bir din, bir ideal, bir inanç eta bir birliktelik oluşturan her topluluğu kapsamaktadır. Ancak üm-,-net kelimesinin lafzından bu topluluğun dar kapsamlı değil de geniş kap-sarnh olduğu anlaşılır. Muhammed (a.s) m ümmeti, Musa (a.s) m ümmeti vs. gibi-Yukarıda anlattığımız sosyal birliklerin dışında karye[366] sahib, ashab[367] hizb, ahzab[368] gibi kavramlarda Kur'ân'da bir takım sosyal toplumları ifade etmektedir. Ancak biz, araştırmamızın sınırlarını aşmak istemiyoruz. Zira bizim asıl konumuz, nankörlüğün sebep olduğu "toplumsal çöküş" mesele­sini ele almaktır. Bu maksatla biz, Kur'ân'da toplum anlamlarına gelen önemli kavramların bazılarını sunmayı, bir fikir vermek açısından uygun bulduk.
Toplumsal çöküş konusunu incelerken şu iki hususu her zaman göz önünde bulundurmak zorundayız. Birincisi, Allah herhangi bir topluma bir uyarıcı, bir peygamber göndermeden onları sorumlu tutmaz, inkar ve günahları sebebiyle onları cezalandırmaz. Ancak insanlar, gönderilen pey­gamberlerin uyarılarına kulak vermez de kendi hevâ ve heveslerine tabi olurlarsa işte o zaman azaba uğrarlar. İkincisi, bir toplumun ahlâkî durumu düzgün olduğu sürece Alİah, onları helak etmeyeceğini belirtmektedir. Bu husustaki Kur'ân'm ifadeleri şöyledir: "Gerçek şu ki: Halkı habersizken, Rabbin haksızlık ile ülkeleri helak edici değildi." (En'am, 6/131)." Halkı iyi olduğu halde Rabbin, haksızlıkla memleketleri helak etmez" (Hûd, 11/117).
Müfessirlerin bir kısmı 'haksız yere'(zulümle) ifadesine şu yorumu ge­tirmişlerdir: "Allah, bir toplumu, sırf Kur'ân'a muhalif inançlarından dola­yı helak etmez. Halk birbirleri ile ilişkilerinde âdil ve iyi olduğu sürece, yal­nızca çok-tanrıcı inançlara sahip olmaları (ki geniş anlamda İslam İnancı­na karşı olan herhangi bir inançlar bütünü olarak yorumlayabiliriz), toplu­mun ilâhî bir cezaya veya helake uğraması için yeterli neden olamaz de­mektedirler. Eğer halk, birbirlerine karşı kötü davranmıyor, birbirlerinin çıkarlarına zarar vermiyor veya vahşiyane davranışlarda, büyük haksızlık­larda bulunmuyorsa, inançsız olmaları helaki (toplumsal çöküntüyü) ge­rektirmez. Burada şu meşhur vecizeye dikkat çekiyorlar. "Küfür ve putpe­restlikle iktidar olunabilir, ancak adaletsizlik ve zulümle asla."[369]
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Kur'ân'ın temas ettiği önemli bir husus, herhangi bir toplumu asla uyarıcısız bırakılmayacağı ve onlara peygamber gönderilmeden azap edilmeyeceğidir. Kur'ân'm bu konudaki beyanına kulak verelim: "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezlerine göndermedikçe, o memleketleri helak edi­ci değildi."(Kasas, 28/59). "...Biz bir'peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz" (Isrâ, 17/15).
Sıddıkî, "her toplum da halk, toplumun nabzını duyan ve toplumun tehdit edildiği tehlike ve güçlükleri bir dereceye kadar görebilenleri isteme­mektedir. Savaşlar, grevler, halk ayaklanmaları ve toplumsal ihtilaller halka, içinde yaşadıkları toplumda bir yanlışlığın olduğu konusunda yeterli uyan­lardır", demekte ve "buna rağmen halk, tarihin ve insan kaderine biçim ve­ren ahlakî faktörleri derinlemesine kavramış olan insanların haber verdik­leri uyarılara kulak vermediği takdirde, ceza günü uzak değildir", yorumu­nu yapmaktadır (bkz. Sıddıkî, a.g.e., s. 34-35).
Kur'ân, toplumların çöküşüne yol açan etkenler üzerinde dururken, yok olmayı gerektiren birçok unsurlardan bahseder. Bu unsurlar arasında esas olarak adaletsizlik, zulüm ve baskının bir toplumun yok olmasına sebep ol­duğu düşüncesi ortaktır. Kur'ân bu konuyu şöyle dile getirmektedir: "Nice memleketler var ki biz onları heiâk ettik. Azabımız onlara geceleyin, yahut gündüz istirahat ederken geldi, Azabımız onlara geldiğinde çağırışları, "biz gerçekten zalim kişilermişiz" demelerinden başka bir şey olmadı." (Araf, 7/4-5). Bu husus, Enbiyâ Sûresinde ise, daha şümullü olarak vurgulanmak­ta, refahın şımarttığı insanların helaki söz konusu edilmekte ve onların zu­lümlerini itiraf ettiklerinden bahsedilmektedir:"Zalim olan nice beldeyi kı­rıp geçirdik; arkasından da nice başka topluluklar vücuda getirdik. Azabı­mızı hissettiklerinde bir de bakarsın ki oralardan (azap bölgesinden) kaçı­yorlar! Kaçmayın! İçinizde bulunduğunuz refaha ve yurtlarınıza dönün! Çünkü size sorular sorulacak. Vay başımıza gelenlere! dediler; gerçekten biz zalim insanlarmışız. Biz kendilerini, kuruyup biçilmiş ekin, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu feryatları sürüp gider."(Enbiyâ, 21/11-15)
Sıddıkî, bu âyetleri yorumlarken şöyle demektedir: "Sıradan zulüm her toplumda mevcuttur. Bu bakımdan Kur'ân, burada baskıya yol açan büyük zulümleri kastetmektedir. Bununla, bir halkın birbirine karşı baskıcı olma­sı ve bir bütün olarak bir halkın başka bir halk ve uluslara adaletsizce dav­ranması anlatılmaktadır." [370]
Herhangi bir toplum gerek ticaret, gerek sanayi sahasında nankörlük, zenginliği kötüye kullanma, lüks, israf, saçıp savurma, ticarî İlişkilerde adaletsİzlik, istifçilik, ihtikar, karaborsa, aldatma, hile gibi ekonomik olumsuz­luk ve hastalıklara bulaştığı an, artık bunlarla beslenen toplum zihninin tavrı, yalnız o aİanla sınırlı kalmayacaktır. Eninde sonunda toplumun bü­tün müesseselerine, birimlerine ve alanlarına yayılacaktır. Çünkü toplum, bir bütündür. Farklı ahlâk alanlarının birbirlerinden ayrı tutulabileceği, ya da ötekinden bağımsız olarak ele alınabileceği düşüncesi, temelden yanlış­tır, yani bir alanda çöküş ve çözülme başlayınca, diğerlerinin bunun tesirin­de kalmaması mümkün değildir. Bütün değişik ahlâk alanları, birbirlerini etkilerler ve bir bütün oluştururlar. Kur'ân'm ifadelerine göre, ekonomik hayat, özellikle ahlâktan ayrı düşünülemez. Ekonomik hayatta, bir kısım ahlakî prensipler ve ilkelere uyma zorunluluğu vardır. Bu sebeple Kur'ân'da, sözü edilen ticarî ahlâksızlıklar, bir toplumun geleceğini biçim­lendirmede kendi başlarına güçlü bir faktör olamazlar, ancak besledikleri zihniyetin ve ruhî tavırların yayılan etkileri nedeniyle, bunlar, toplumun parçalanması, çözülmesi ve yıkılmasında rol alırlar.[371]
insanların kendi özgür iradeleriyle yaptıklarının sonucuna katlanmak zorunda olduklarını söyleyen Okumuş, Kur'ân'ın, toplumların çöküşünü bir hak ediş olarak değerlendirdiğini ve çöküşün suçlularının, insanların kendileri olduğunu vurgulamaktadır. Okumuş, Kur'ân'm, toplumların çö­küşünü, toplumsal çöküş teorilerini savunanların yaptığı gibi, coğrafya, ekonomi, nüfus yapısı gibi toplumların iradesi dışında bulunan bir takım unsurlara bağlamadığını, İfade etmektedir. Kur'ân'a göre, çöküşün gerçek­leşmesine vesile olan temel faktör, insanlardır. Bütün toplumsal çöküşlerin sorumluluğu; " Gerçekten Allah, kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe bir toplumda olanı değiştirmez" (Ra'd, 13/11) âyetinin belirttiği gibi, zihni­yeti, anlayışı, inancı ve hür iradesiyle bunlar doğrultusunda gerçekleştirdi­ği fiillerinden dolayı birey ve topluma ait olmaktadır. Kur'ân, toplumsal çö­küşte ekonominin ve seçkinlerin rolünü ele alırken dahi, sorumluluğu top­lum iradesine vermektedir. Çünkü toplumsal çöküşün ekonomik nedenle­rinin arka planında insan bulunmaktadır.[372]
Gerçekten bu tespitler, her şeyde ana faktörün insan olduğunu göster­mesi açısından Önemlidir. Zira bütün müspet ve menfi oluşumların geri­sinde insan bulunmaktadır. Toplumu insanlar oluşturduğuna göre, onun çöküş ve çözülmesinde de birinci âmil yine insandır.
Toplum, bireylerden oluşmaktadır. Bireylerin yaptığı her hareketten toplum direkt veya dolaylı olarak sorumludur. Toplum, bireylerin yaptığı zulme, haksızlığa, baskıya ve her türlü olumsuzluklara göz yumamaz. Fert­leri dürüst, faziletli, ahlaklı ve namuslu olmayan bir toplum da aynı karak­tere ve özelliğe sahiptir. Bireylerin sebep olduğu her hata ve haksızlığın be­delini, toplum ağır bir şekilde ödemek mecburiyetinde kalabilir. Bir misâl­le bu tespitimizi müşahhaslaştırahm. Semûd kavmine mucize olarak veri­len deveyi, o toplumun en azgını ve en bedbahtı olan Kudar b. Sâlif kesmiş­ti. Deveyi bu azgın kişinin kesmesine rağmen Şems Sûresinin 14. âyetinde, "Deveyi kestiler" şeklinde fiil çoğul olarak kullanılmıştır. Onun, bu çirkin hareketine toplum müdahale etmemiştir. Bu sebeple toplum olarak böyle bir vebalin yüküne ortak tutulmuşlardır. Neticede ilâhî azaba da müşterek olarak çarptırılmışlardır. Bu misâl gösteriyor ki, toplum bireyden, birey toplumdan ayrı düşünülemez. Kur'ân'da belirtildiği gibi, toplumsal felâket­lerin bütün sebep ve faktörlerinin gerisinde toplumların hür iradesi yat­maktadır.
Genel bütünlüğü içerisinde Kur'ân incelendiğinde, bütün ekonomik olumsuzlukların ve ekonominin yo! açtığı problemlerin, insandaki nankör­lük duygusundan kaynaklandığı görülür. Kurân'da, zenginlerin maddî re­fahtan dolayı şımarmalarının, zenginliklerini kötüye kullanmalarının, ben­cil davranış sergilemelerinin, sadece kendi menfaatlerini düşünüp başkala­rının menfaatlerini hiç hesaba katmamalarının ve dolayısıyla toplumun bir kısmının fakirleşmesinin ve sosyal dengenin kendi lehlerine bozulmasının temeli olarak nankörlük gösterilir. Bu yüzden nankörlük, toplumsal çökü­şün ekonomik sebepleri arasında, ilk sırayı almaktadır.[373]
Bugünkü sosyal çalkantıların temelinde bu gerçek yatmaktadır. Âdilâne bir paylaşımın olmaması, servet, mal, uzun yaşama hırsı gibi unsurların, in­sanî değerlerin üzerine çıkması, toplumun çözülme ve çöküş ivmesini hız­landırmaktadır. Nimetlerin paylaş im ındaki dengesizlik ve uçurumun teme-İİnde "bunu ben kazandım, istediğim gibi harcar, istediğim gibi tüketirim" felsefesi ve zihniyeti yatmaktadır. Bu zihnî oluşumun şekillenmesinde nan­körlük birinci etkendir.
Nankörlük öyle bir psikolojik hastalıktır ki, kişi veya toplumun psiko­lojik ve zihinsel halini değiştirerek onları farklı bir anlayışa, bencillik, bü-yüklenme ve refahtan dolayı şımarma konumuna getirir. Bu konum ise da­ha ileri boyutlarda ruhsal dengesizlik olarak ortaya çıkar. Bencillik, büyüklenme, zenginlik ve ekonomik güçten dolayı şımarma gibi durumlar, nor­mal bir psikolojik vakıayı ifade etmemektedir.
Bir toplumun Önde gelenlerinin, gerek yönetici olsun gerekse olmasın elitlerinin böyle psikolojik özelliklere sahip insanlardan teşekkül ettiği dü­şünüldüğünde, toplum için durumun ne ölçüde olumsuz yönde cereyan edeceği anlaşılmaktadır, işte Kur'ân, bir topluma gönderilen peygamberle­ri, öncelikle bu bencil ve refahtan şımartılmış, azdırılmış anlamına gelen "mütrefîerin", "gerçekten biz, size gönderilmiş olan şeyi inkar ediyoruz" (Sebe1, 34/34) diyerek reddettiklerini ve yalanladıklarını, böylece topluma bu konuda öncülük ettiklerini anlatır.[374]
Mütrefîerin (varlıkları ile şımaranlarm) inkar gerekçelerini ve peygam­berleri reddederken bulundukları psikolojik tavırlarını Kur'ân şöyle dile ge­tirmektedir: "Ve: Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azabı uğratılacak de­ğiliz, dediler." (Sebe', 34/35). Bu durumda nübüvvetin en doğal düşmanı müirefler (varlıkları İle şımaranlar) olmaktadır. Dolayısıyla nübüvvetin in­san hayatındaki sosyal konumu ile mütrefîerin sosyal durumları arasında zıt yönlü bir ilginin bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Kur'ân, peygamberlere ilk olarak karşı çıkan bu servet şımarıklarının bir toplumda çoğalmaları ve kötülük işlemeleri (günaha dalmaları) sonucu o toplumun helak olacağını belirtmektedir.[375] Kur'ân'm şu ifadesi bu durumu Özetlemektedir:
"Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şı­marmış elebaşlarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötü­lük işlerler. Böylece o ülke, helake müstahak olur, biz de orayı darmadağın ederiz."[376]
Kur'ân, insanların bol rızık ve zenginlik karşısında azıp şımarıklık etme tabiatında olduğunu şöyle haber vermektedir:" Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat o, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir."[377]
Zenginlerin şımarıklığı ve ihmalkarlığının toplumların çöküşü için te­mel bir faktör olduğunu Kur'ân önemle vurgulamaktadır. Toplumların çöküsünün temel nedenlerinin bolluk ve zenginlik değil, bunların sebep ol­duğu ruhî dengesizlik olduğunu vurgulayan Sıddıkî, "Eğer halk, ahlakî ve toplumsal düzensizlikleri denetleyen ruhsal ve ahlakî değerleri yitirmeden bolluk içinde yaşayabüseydi, refahın kötü sonuçlarından kaçabilirdi", [378] demekte ve şu âyeti delil olarak sunmaktadır: "O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakmsalardi, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapılan açardık..."[379] Bu da gösteriyor ki, iman ve amelde bir gevşeme olmadıkça ruhsal açıdan dengeli bir hayat ve ahlakî açıdan sağlıklı olan bir toplumda refah ve bolluk bir arada var ola­bilir.[380]
Esasen mütrefierin {servetleri ile şımaranların) en önemli özelliği, mal ve serveti biriktirerek aşırı oranda nimete boğulmaları, büyüklenme ve cimrilik etmeleri sebebiyle de infakta bulunmamaları, doğal olan arz ve ta­lep dengesini bozmaları, aşırı üretim ve tüketim yapmaları, müsrif olmala­rı ve istedikleri gibi zevk ve sefa sürmeleridir. Kur'ân, refahın tekelleşmesin­den değil, yaygınlaştırmasından yanadır.[381] Nitekim Kur'ân bu hususu şöy­le ifade etmektedir: "...Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz..."(Haşr, 59/7)
Bu âyet, islam'ın ekonomi sahasında en önemli ahlakî prensiplerinden birini ortaya koymaktadır. Refahın yaygınlaşmasını İsteyen İslam, servetin belirli azınlıkların eline geçerek toplumun diğer kesimlerinin fakirlik ve za­ruret içinde yaşamasına asla müsaade etmez. Zekât, sadaka, infak, yardım­laşma gibi prensiplerin önem ve gereğini vurgulayan İslam, bu sayede ser­mayenin tekelleşmesini önlemiştir. Zaten refah seviyesinin ve dengesinin aşırı bir şekilde bozulması da bu noktayı iyi kavrayamamaktan ileri gel­mektedir. Elbette herkes aynı seviyede ve aynı zenginlikte olamaz. Ancak, bir toplumda herkesin insanca yaşayabileceği şekilde refahtan, ekonomik zenginlikten ve milli servetten payını alması gerekir. Bunun aksi olursa, toplumun huzurlu ve güvenli bir yaşam sürdürmesi mümkün değildir.
Kur'ân'm ifadelerinden anlaşıldığına göre bazı toplumlarda mütrefler, belirli bir kesimi ifade ederken[382], bazı toplumların genelinin mütref oldu­ğu, refah içinde şımardıkları anlaşılmaktadır. Nitekim "Biz, refahından şı­marmış nice memleketi helak etmişizdir..."[383] buyuru İm aktadır. Âd ve Se-mûd kavimleri ve Medyen halkının Kur'ân'da yaygın anlamda zengin ol­dukları ve zenginliklerinden dolayı şımarıp azdıkları ve peygamberlere kar­şı çıktıkları belirtilmektedir.[384] Kur'ân'm bildirdiğine göre, zenginlik ve maddi refahtan şımarıp azan ve kendilerini toplumların üzerinde gören mütref kimse veya toplumlar hem kendilerini ve hem de kendileriyle bir­likte yaşayan toplumları çöküşe götürürler.[385]
Varlıkları ile şımaranlardan söz eden âyetlerin öncesine ve sonrasına bakıldığında, genel olarak bu zümrenin dünya hayatına düşkün, cimri, infak etmeyen, hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olduğunu sanan ve âhireti inkar eden fasık, kafir, zalim, müstekbir, nankör, fesatçı, huzur bo­zucu, müşrik, mutsuz, gelenekçi, Allah'ın âyetleri ile mücadele eden ve on­ları etkisiz bırakmak isteyen kimseler oldukları görülür.73 Kur'ân'm genel mantığı çerçevesinde düşünüldüğünde, bu özelliklere sahip olan kimse ve toplumların (Karun ve bahçe sahipleri vs. gibi) bireysel ve toplumsal çökü­şü yaşamaları kaçınılmazdır.
Toplumun önde gelen mütrefleri, aşırı derecede hevâ ve heveslerine düşkün ve egoist oldukları için, varlıklarını kullanarak, zevkleri ve menfa­atleri doğrultusunda sosyal ve siyasal alanda baskı kurmak isterler. Toplum­da her şeyin kendi arzuları istikametinde olmasını talep ederler. Arzu ve is­teklerinin gerçekleşmesi için her türlü yolu denerler. Zevke, eğlenceye çok düşkündürler. Gösterişi çok severler ve övgüye nail olabilmek için bütün gayretlerini sarf ederler. Günaha ve harama dalmaktan, toplumun inancı­na, ahlâkına ters olan her şeyi yapmaktan geri durmazlar. Bir bakıma bu kimseler, günahların, haramların, sefahatin, rüşvetin Öncüleridirler. Böyle kimseler toplumda çoğalıp ta, bunların hataları ve isyanları toplumu sarar­sa, o toplum çöküşü hak eder.
Kur'ân'm küfür, küfran, kefûr ve kenûd kelimeleri ile ifade ettiği nan­körlük, aslında elde edilen nimete karşı yapılması gereken şükrü terk etmek olduğunu beyan etmiştik. "Biz ona yolu gösterdik; o ya şükredici olur ya da nankör" (İnsan, 76/3) âyetinde de belirtildiği gibi küfran, şükrün zıddıdir. Kur'ân, Allah'ın sayısız nimet vermesine rağmen genellikle insanların nan­kör olduğunu belirtmektedir.(bkz. Zümer, 39/49; ibrahim, 14/34; Şûra, 42/48; Isrâ, 17/67)
Âyetlerden, nankörlüğü kendisine karşı alınmış çok kötü bir tutum ve tavır olarak gördüğü anlaşılan Allah Teâlâ, Sebe' toplumunu örneğinde ol­duğu gibi, bol bol rızık verip de maddi refaha kavuşturduğu bir toplumu, bu nimetin kıymetini bilmeyerek şükretmemesi halinde çökerteceğini be­lirtmektedir. Maddî ve manevî nimetlerle donatılan insan, bu nimetlerin kadrini bilmez ve şükrünü eda etmez, bunları emredilen istikamette harca­mazsa, nankörler kategorisine girmiş olur. Nankörlüğün en fazla göründü­ğü ortam ise, zenginlerin şırnararak ahlaken çökmesi ve yaşadığı topluma kötü bir örnek teşkil etmeleridir. [386]


[348] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 67-68
[349] Ekz. Bakara, 2/105, 109; Âl-i Imran, 3/64,65, 69, 75; Nisa, 4/ 159, 171 vb.
[350] Bkz. Tevbe, 9/101, 102; Yûsuf, 12/109; Hicr, 15/67; Tâ Hâ, 20/132; Ankebût, 29/31
[351] Bkz. Nisâ, 4/58; Feth, 48/26 vb.
[352] Bkz. Âl-i îmran, 3/121; Hûd, 11/40, 45, 46, 81; Yûsuf, 12/25; Hicr, 15/ 65; Mü'minûn, 23/27; Şuarâ, 26/169-170; Nemi, 27/49, 57; Ankebût, 29/32; Zümer, 39/15; Feth, 48/ 11-î2;Tahrîm,66/6vb.
[353] Bkz. Bakara, 2/230, 232, 235; Nisa, 4/20, 22, 25, 127; îsrâ, 17/32; Nûr, 24/2, 3, 32; Furkan, 25/68; Mümtehme, 60/12 vb.
[354] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 68
[355] îsfehani, a.g.e., s. 417; Ebû Bekr er-Râzî, a.g.e., s. 478-479; Elmalı'lı, a.g.e., VII, 205; Oku­muş, Ejder, a.g.e., s. 69
[356] Kur'ân-ı Kerim, Hûd, 11/27-30, 36, 38, 61, 63
[357] Kur'ân-i Kerim, A'raf, 7/109; Duhan, 44/37; Kaf, 50/14
[358] Bkz. Bakara, 2/24, 161, 164, 243; Âl-i İmrân,-3/110; Mâİde, 5/32; Ra'd, 13/31; Hucurat, 49/13
[359] Bkz. Bakara, 2/102, 259; Nisa, 4/37; Âl-i İmrân, 3/187; Mâide, 5/116; Hûd, 11/85; İbrahim, 14/1
[360] Bkz. Bakara, 2/13; Âl-i imrân, 3/4,173; En'am, 6/144; Yûnus, 10/2; Kasas, 28/23; Lokman, 31/21
[361] Bkz. A'raf, 7/158; Yûnus, 10/2, 54, 104, 108; İbrahim, 14/44; Nahî, 16/38; Lokman, 31/33 vb.
[362] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 69-70
[363] Isfehanî, a.g.e., s, 23; Ebû Bekr er-Râzî, a.g.e., s. 19-20; Bakara, 2/128,143; En'am, 6/38; Âl-i İmran, 3/104, 110; Hûd, 11/18; Yûsuf, 12/45; Nahl, 16/120; Kasas, 28/23; Zuhruf, 43/22-23
[364] Fuad Abdu'1-Baki, a.g.e., s. 80
[365] Bkz. Hûd, 11/8; Yûsuf, 12/45; Nahl, 16/120; Zuhruf, 43/22-23
[366] Bkz. Bakara, 2/58,259; Nisa, 4/75; En'am, 6/123; A'raf, 7/4,94,161,163; Yûnus, 12/82; Hicr, 15/14; İsrâ, 17/16, 58; Kehf, 18/77; Enbiya, 21/6, 11, 74, 95; Furkan, 25/40, 51; Şuarâ, 26/ 208; Kasas, 28/58 vb.
[367] Bkz. Bakara, 2/ 29, 81,119,217, 257, 275; Ai-i İmran, 3/ 116; Nisa, 4/ 47; Mâide, 5/ 10,29, 86 vb.
[368] Bkz. Hûd, 11/17; RaM, 13/36; Meryem, 19/37; Ahzâb, 33/20,22; Sâd, 38/11; Zuhruf, 43/65
[369] Bkz. FahruddinRâzi, a.g.e., XVTH, 61; Mazharuddin Sıddıki, Kur'ân'da Tarih Kavramı, trc. Süleyman Kalkan, İst. 1990, s. 32
[370] Sıddıki, a.g.e., s. 36
[371] Bkz. Sıddıkî, a.g.e., s. 43-44; Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 194
[372] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 195-196
[373] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 185
[374] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 186
[375] Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 186
[376] Kur'ân-ı Kerîm, îsrâ, 17/16
[377] Kur'ân-ı Kerim, Şûra, 42/27
[378] Sıddıkî, a.g.e., s. 42
[379] Kur'ân-ı Kerim, A'raf, 7/96
[380] Sıddıkî, a.g.e., s. 42; Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 186-187
[381] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 187
[382] Bkz. İsrâ, 17/16; Mü'minûn, 23/33; Kasas, 28/76-82; Sebe', 34/34 vb.
[383] Kur'ân-ı Kerim, Kasas, 28/58; bkz. Enbiyâ, 21/11-14
[384] Kur'ân-ı Kerim, A'raf, 7/74-79; Hûd, 11/84-85; Şuarâ, 26/128-129;
[385] Bkz. Enbiyâ, 21/11-J3; Mü'minûn, 23/33-37; Kasas, 28/58; İsrâ, 17/16; Zuhruf 43/23-25 vb.
[386] Kerim Buladı, Kur’an’da Nankörlük Kavramı, Pınar Yayınları: 401-409.


Konu Başlığı: Ynt: Toplumsal Çöküş
Gönderen: Ceren üzerinde 22 Haziran 2013, 22:22:58
Artık insanların dünya malına tapması,onun için savaşlar vermesi,İmanlarını kaybetmeleri,şeytana uymaları,haksızlığa boyun eğmeleri vs. Allah bizleri böyle insanlardan ve böyle olmaktan korusun.Ölümün ve kıyametin tek gerçek olduğunu bir an bile unutturmasın inşallah...