Konu Başlığı: Toplumsal Çöküş Gönderen: müzzemmil üzerinde 19 Eylül 2011, 23:27:31 2. Toplumsal Çöküş Çeşitli âyetleri incelediğimizde görüleceği gibi Kur'ân'm, toplumsal olayları, toplumların gelişme, gerileme ve çöküş olgularını ve bunların sebeplerini kendine has terim ve ifade tarzı ile ele aldığı görülür. Dolayısıyla Kur'ân'm toplum ve toplumsal hadiselere bakışını kavrayabilmek için bazı terimleri açıklamak ve Kur'ân'm bu anlamda kullandığı kelime ve sözcükleri anlamak konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Kur'ân'da toplum anlamı taşıyan tek bir kelimeden bahsedilin emekte, bunun yerine toplum ifade eden bir takım kavramlardan söz edilmektedir.[348] Bu kavramlardan "ehl, kavm, nâs, ümmet, karye, karn, şa'b, kabile ve ashab üzerinde kısaca durmaya çalışalım. Ehl: Âyetlerde kullanılış itibariyle, halk, ahali, yakın akraba, aşiret, aile ve ehl-i-erbap anlamlarına gelen "ehl" kelimesi, Kur'ân'da hem kitap kelimesinin başına gelerek kendilerine kitap gönderilen toplumları, yani kitap ehlini[349], hem tebaayı, halkı, peygamberlerin gönderildiği sosyal çevreyi[350], hem bir işin ehli ve erbabı olmayı[351], hem de akraba ve aileyi[352] ifade etmektedir. Âyetlere bir bütünlük içerisinde bakıldığında Kur'ân'a göre ilk ve en önemli sosyal birliğin aile olduğu görülür. Zina etmeyi yasaklaması, evlilikte nikahı emretmesi ve evlilikle ilgili birçok düzenlemeler getirmesi[353], Kur'ân'm aileye verdiği önemi gösterir, ilk ve en önemli sosyal birlik olan ailenin, değişik şekillerde sıralanışından farklı sosyal gruplar ve toplum doğmuştur. Aslında bu süreç evrenseldir; değişen detaylardır.[354] Kavm: Kavm kelimesi, aslında "kâim" kelimesinin çoğulu veya mastarla isimlendirme gibi iş gören ve kendilerini savunabilecek erkek topluluğuna denir. "Nuh kavmi, Firavun kavmi", ifadelerinde olduğu gibi kadınları da kapsaması dolaylı ve tabi olma yoluyladır. Bu kelime erkek için de, kadın için de kullanılır.[355]Hucurât Sûresinin 11. âyetinde erkek topluluğu anlanankörlüğün sonuçları mmda kullanılmıştır. Söz konusu olan âyetin dışında tüm Kur'ân'da p*r "kavm" kavramı, erkek ve kadınları kapsayacak şekilde, insanların oluştu duğu toplum anlamında kullanıldığını görürüz.[356] Kur'ân, peygamberleri gönderildiği halklara kavm dediği gibi (Hûd, 11/27-28, 50, 61), sultanlar ve kralların yönetimi altında bulunan halklara da kavm demektedir.[357] Nâs: Lâfız yönünden değil de anlam yönünden ";nsan" kelimesinin çoğulu olan "nâs", insanlar anlamına gelmekte ve toplumu ifade etmektedir Nâs kelimesi, Kur'ân'da harf-i tarifsiz kullanılmamıştır. Tarih boyunca yaşamış ve yaşayacak olan bütün insanlara da nâs denildiği gibi[358], belirli zaman diliminde yaşamış olan bütün insanlara da nâs[359], denilmektedir. Aynı şekilde aynı dönemde yaşayan ve ortak yönleri bulunan İnsan topluluğuna[360] ve bir peygamberin hitap ettiği kimseler[361] de nâs diye tabir edilmektedir. Sosyolojik anlamda halk veya kitle yerine kullanılan nâs, hiçbir ayırım yapılmaksızın peygamberlerin muhatabı olduğu herkestir. Buna göre nâs, en geniş anlamda topyekün toplumu ifade etmektedir.[362] Ümmet: İster ihtiyarî, ister zorunlu olsun, bir mekanda, bir zamanda ya da bir dinin etrafında herhangi bir işin topladığı her topluluğa ümmet denir. Lâfzı müfred {tekil) ve manası cemi {çoğul) olan bu kelime Kur'ân'da zaman, topluluk, din, yol, örnek, âdet, bütün canlı topluluklar ve insanların oluşturduğu toplum anlamlarında kullanılmaktadır.[363] Kur'ân'da, çoğulları ile birlikte 64 yerde[364] geçen ümmet kelimesi, şu âyetler[365] hariç, insanların oluşturduğu topluluk anlamında kullanıldığını görmekteyiz ki, bizi ilgilendiren de onun bu yönüdür. Nâs, en geniş anlamda topyekün toplumu İfade ederken, bu toplum çatısının altında belli nitelikleri taşıyan insan birlikleri de ümmetleri İfade etmektedir (bkz. Ejder Okumuş, a.g.e., s. 70). Ümmet kelimesinin geçtiği âyetlerin muhtevasına bir bütünlük içinde bakıldığında bu kelimenin daha çok bir amaç, bir hedef için bir peygamberin, bir liderin ve bir inancın etrafında toplanmış insanların oluşturduğu sosyal bir birliğin karşılığı olduğu söylenebilir. Şu âyetlerde bu anlamı görebiliriz: "Musa'nın kavminden hak İle doğru yolu bulan ve onun sayesinde âdil davranan bîr topluluk vardır" (A'raf, 7/159). "Her ümmetin bir peygamberi vardır..." (Yûnus,10/47) "Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan birçok insan buldu..." (Kasas, 28/23) Âyetlerden de anlaşılacağı üzere ümmet, bir din, bir ideal, bir inanç eta bir birliktelik oluşturan her topluluğu kapsamaktadır. Ancak üm-,-net kelimesinin lafzından bu topluluğun dar kapsamlı değil de geniş kap-sarnh olduğu anlaşılır. Muhammed (a.s) m ümmeti, Musa (a.s) m ümmeti vs. gibi-Yukarıda anlattığımız sosyal birliklerin dışında karye[366] sahib, ashab[367] hizb, ahzab[368] gibi kavramlarda Kur'ân'da bir takım sosyal toplumları ifade etmektedir. Ancak biz, araştırmamızın sınırlarını aşmak istemiyoruz. Zira bizim asıl konumuz, nankörlüğün sebep olduğu "toplumsal çöküş" meselesini ele almaktır. Bu maksatla biz, Kur'ân'da toplum anlamlarına gelen önemli kavramların bazılarını sunmayı, bir fikir vermek açısından uygun bulduk. Toplumsal çöküş konusunu incelerken şu iki hususu her zaman göz önünde bulundurmak zorundayız. Birincisi, Allah herhangi bir topluma bir uyarıcı, bir peygamber göndermeden onları sorumlu tutmaz, inkar ve günahları sebebiyle onları cezalandırmaz. Ancak insanlar, gönderilen peygamberlerin uyarılarına kulak vermez de kendi hevâ ve heveslerine tabi olurlarsa işte o zaman azaba uğrarlar. İkincisi, bir toplumun ahlâkî durumu düzgün olduğu sürece Alİah, onları helak etmeyeceğini belirtmektedir. Bu husustaki Kur'ân'm ifadeleri şöyledir: "Gerçek şu ki: Halkı habersizken, Rabbin haksızlık ile ülkeleri helak edici değildi." (En'am, 6/131)." Halkı iyi olduğu halde Rabbin, haksızlıkla memleketleri helak etmez" (Hûd, 11/117). Müfessirlerin bir kısmı 'haksız yere'(zulümle) ifadesine şu yorumu getirmişlerdir: "Allah, bir toplumu, sırf Kur'ân'a muhalif inançlarından dolayı helak etmez. Halk birbirleri ile ilişkilerinde âdil ve iyi olduğu sürece, yalnızca çok-tanrıcı inançlara sahip olmaları (ki geniş anlamda İslam İnancına karşı olan herhangi bir inançlar bütünü olarak yorumlayabiliriz), toplumun ilâhî bir cezaya veya helake uğraması için yeterli neden olamaz demektedirler. Eğer halk, birbirlerine karşı kötü davranmıyor, birbirlerinin çıkarlarına zarar vermiyor veya vahşiyane davranışlarda, büyük haksızlıklarda bulunmuyorsa, inançsız olmaları helaki (toplumsal çöküntüyü) gerektirmez. Burada şu meşhur vecizeye dikkat çekiyorlar. "Küfür ve putperestlikle iktidar olunabilir, ancak adaletsizlik ve zulümle asla."[369] Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Kur'ân'ın temas ettiği önemli bir husus, herhangi bir toplumu asla uyarıcısız bırakılmayacağı ve onlara peygamber gönderilmeden azap edilmeyeceğidir. Kur'ân'm bu konudaki beyanına kulak verelim: "Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezlerine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildi."(Kasas, 28/59). "...Biz bir'peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz" (Isrâ, 17/15). Sıddıkî, "her toplum da halk, toplumun nabzını duyan ve toplumun tehdit edildiği tehlike ve güçlükleri bir dereceye kadar görebilenleri istememektedir. Savaşlar, grevler, halk ayaklanmaları ve toplumsal ihtilaller halka, içinde yaşadıkları toplumda bir yanlışlığın olduğu konusunda yeterli uyanlardır", demekte ve "buna rağmen halk, tarihin ve insan kaderine biçim veren ahlakî faktörleri derinlemesine kavramış olan insanların haber verdikleri uyarılara kulak vermediği takdirde, ceza günü uzak değildir", yorumunu yapmaktadır (bkz. Sıddıkî, a.g.e., s. 34-35). Kur'ân, toplumların çöküşüne yol açan etkenler üzerinde dururken, yok olmayı gerektiren birçok unsurlardan bahseder. Bu unsurlar arasında esas olarak adaletsizlik, zulüm ve baskının bir toplumun yok olmasına sebep olduğu düşüncesi ortaktır. Kur'ân bu konuyu şöyle dile getirmektedir: "Nice memleketler var ki biz onları heiâk ettik. Azabımız onlara geceleyin, yahut gündüz istirahat ederken geldi, Azabımız onlara geldiğinde çağırışları, "biz gerçekten zalim kişilermişiz" demelerinden başka bir şey olmadı." (Araf, 7/4-5). Bu husus, Enbiyâ Sûresinde ise, daha şümullü olarak vurgulanmakta, refahın şımarttığı insanların helaki söz konusu edilmekte ve onların zulümlerini itiraf ettiklerinden bahsedilmektedir:"Zalim olan nice beldeyi kırıp geçirdik; arkasından da nice başka topluluklar vücuda getirdik. Azabımızı hissettiklerinde bir de bakarsın ki oralardan (azap bölgesinden) kaçıyorlar! Kaçmayın! İçinizde bulunduğunuz refaha ve yurtlarınıza dönün! Çünkü size sorular sorulacak. Vay başımıza gelenlere! dediler; gerçekten biz zalim insanlarmışız. Biz kendilerini, kuruyup biçilmiş ekin, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu feryatları sürüp gider."(Enbiyâ, 21/11-15) Sıddıkî, bu âyetleri yorumlarken şöyle demektedir: "Sıradan zulüm her toplumda mevcuttur. Bu bakımdan Kur'ân, burada baskıya yol açan büyük zulümleri kastetmektedir. Bununla, bir halkın birbirine karşı baskıcı olması ve bir bütün olarak bir halkın başka bir halk ve uluslara adaletsizce davranması anlatılmaktadır." [370] Herhangi bir toplum gerek ticaret, gerek sanayi sahasında nankörlük, zenginliği kötüye kullanma, lüks, israf, saçıp savurma, ticarî İlişkilerde adaletsİzlik, istifçilik, ihtikar, karaborsa, aldatma, hile gibi ekonomik olumsuzluk ve hastalıklara bulaştığı an, artık bunlarla beslenen toplum zihninin tavrı, yalnız o aİanla sınırlı kalmayacaktır. Eninde sonunda toplumun bütün müesseselerine, birimlerine ve alanlarına yayılacaktır. Çünkü toplum, bir bütündür. Farklı ahlâk alanlarının birbirlerinden ayrı tutulabileceği, ya da ötekinden bağımsız olarak ele alınabileceği düşüncesi, temelden yanlıştır, yani bir alanda çöküş ve çözülme başlayınca, diğerlerinin bunun tesirinde kalmaması mümkün değildir. Bütün değişik ahlâk alanları, birbirlerini etkilerler ve bir bütün oluştururlar. Kur'ân'm ifadelerine göre, ekonomik hayat, özellikle ahlâktan ayrı düşünülemez. Ekonomik hayatta, bir kısım ahlakî prensipler ve ilkelere uyma zorunluluğu vardır. Bu sebeple Kur'ân'da, sözü edilen ticarî ahlâksızlıklar, bir toplumun geleceğini biçimlendirmede kendi başlarına güçlü bir faktör olamazlar, ancak besledikleri zihniyetin ve ruhî tavırların yayılan etkileri nedeniyle, bunlar, toplumun parçalanması, çözülmesi ve yıkılmasında rol alırlar.[371] insanların kendi özgür iradeleriyle yaptıklarının sonucuna katlanmak zorunda olduklarını söyleyen Okumuş, Kur'ân'ın, toplumların çöküşünü bir hak ediş olarak değerlendirdiğini ve çöküşün suçlularının, insanların kendileri olduğunu vurgulamaktadır. Okumuş, Kur'ân'm, toplumların çöküşünü, toplumsal çöküş teorilerini savunanların yaptığı gibi, coğrafya, ekonomi, nüfus yapısı gibi toplumların iradesi dışında bulunan bir takım unsurlara bağlamadığını, İfade etmektedir. Kur'ân'a göre, çöküşün gerçekleşmesine vesile olan temel faktör, insanlardır. Bütün toplumsal çöküşlerin sorumluluğu; " Gerçekten Allah, kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe bir toplumda olanı değiştirmez" (Ra'd, 13/11) âyetinin belirttiği gibi, zihniyeti, anlayışı, inancı ve hür iradesiyle bunlar doğrultusunda gerçekleştirdiği fiillerinden dolayı birey ve topluma ait olmaktadır. Kur'ân, toplumsal çöküşte ekonominin ve seçkinlerin rolünü ele alırken dahi, sorumluluğu toplum iradesine vermektedir. Çünkü toplumsal çöküşün ekonomik nedenlerinin arka planında insan bulunmaktadır.[372] Gerçekten bu tespitler, her şeyde ana faktörün insan olduğunu göstermesi açısından Önemlidir. Zira bütün müspet ve menfi oluşumların gerisinde insan bulunmaktadır. Toplumu insanlar oluşturduğuna göre, onun çöküş ve çözülmesinde de birinci âmil yine insandır. Toplum, bireylerden oluşmaktadır. Bireylerin yaptığı her hareketten toplum direkt veya dolaylı olarak sorumludur. Toplum, bireylerin yaptığı zulme, haksızlığa, baskıya ve her türlü olumsuzluklara göz yumamaz. Fertleri dürüst, faziletli, ahlaklı ve namuslu olmayan bir toplum da aynı karaktere ve özelliğe sahiptir. Bireylerin sebep olduğu her hata ve haksızlığın bedelini, toplum ağır bir şekilde ödemek mecburiyetinde kalabilir. Bir misâlle bu tespitimizi müşahhaslaştırahm. Semûd kavmine mucize olarak verilen deveyi, o toplumun en azgını ve en bedbahtı olan Kudar b. Sâlif kesmişti. Deveyi bu azgın kişinin kesmesine rağmen Şems Sûresinin 14. âyetinde, "Deveyi kestiler" şeklinde fiil çoğul olarak kullanılmıştır. Onun, bu çirkin hareketine toplum müdahale etmemiştir. Bu sebeple toplum olarak böyle bir vebalin yüküne ortak tutulmuşlardır. Neticede ilâhî azaba da müşterek olarak çarptırılmışlardır. Bu misâl gösteriyor ki, toplum bireyden, birey toplumdan ayrı düşünülemez. Kur'ân'da belirtildiği gibi, toplumsal felâketlerin bütün sebep ve faktörlerinin gerisinde toplumların hür iradesi yatmaktadır. Genel bütünlüğü içerisinde Kur'ân incelendiğinde, bütün ekonomik olumsuzlukların ve ekonominin yo! açtığı problemlerin, insandaki nankörlük duygusundan kaynaklandığı görülür. Kurân'da, zenginlerin maddî refahtan dolayı şımarmalarının, zenginliklerini kötüye kullanmalarının, bencil davranış sergilemelerinin, sadece kendi menfaatlerini düşünüp başkalarının menfaatlerini hiç hesaba katmamalarının ve dolayısıyla toplumun bir kısmının fakirleşmesinin ve sosyal dengenin kendi lehlerine bozulmasının temeli olarak nankörlük gösterilir. Bu yüzden nankörlük, toplumsal çöküşün ekonomik sebepleri arasında, ilk sırayı almaktadır.[373] Bugünkü sosyal çalkantıların temelinde bu gerçek yatmaktadır. Âdilâne bir paylaşımın olmaması, servet, mal, uzun yaşama hırsı gibi unsurların, insanî değerlerin üzerine çıkması, toplumun çözülme ve çöküş ivmesini hızlandırmaktadır. Nimetlerin paylaş im ındaki dengesizlik ve uçurumun teme-İİnde "bunu ben kazandım, istediğim gibi harcar, istediğim gibi tüketirim" felsefesi ve zihniyeti yatmaktadır. Bu zihnî oluşumun şekillenmesinde nankörlük birinci etkendir. Nankörlük öyle bir psikolojik hastalıktır ki, kişi veya toplumun psikolojik ve zihinsel halini değiştirerek onları farklı bir anlayışa, bencillik, bü-yüklenme ve refahtan dolayı şımarma konumuna getirir. Bu konum ise daha ileri boyutlarda ruhsal dengesizlik olarak ortaya çıkar. Bencillik, büyüklenme, zenginlik ve ekonomik güçten dolayı şımarma gibi durumlar, normal bir psikolojik vakıayı ifade etmemektedir. Bir toplumun Önde gelenlerinin, gerek yönetici olsun gerekse olmasın elitlerinin böyle psikolojik özelliklere sahip insanlardan teşekkül ettiği düşünüldüğünde, toplum için durumun ne ölçüde olumsuz yönde cereyan edeceği anlaşılmaktadır, işte Kur'ân, bir topluma gönderilen peygamberleri, öncelikle bu bencil ve refahtan şımartılmış, azdırılmış anlamına gelen "mütrefîerin", "gerçekten biz, size gönderilmiş olan şeyi inkar ediyoruz" (Sebe1, 34/34) diyerek reddettiklerini ve yalanladıklarını, böylece topluma bu konuda öncülük ettiklerini anlatır.[374] Mütrefîerin (varlıkları ile şımaranlarm) inkar gerekçelerini ve peygamberleri reddederken bulundukları psikolojik tavırlarını Kur'ân şöyle dile getirmektedir: "Ve: Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azabı uğratılacak değiliz, dediler." (Sebe', 34/35). Bu durumda nübüvvetin en doğal düşmanı müirefler (varlıkları İle şımaranlar) olmaktadır. Dolayısıyla nübüvvetin insan hayatındaki sosyal konumu ile mütrefîerin sosyal durumları arasında zıt yönlü bir ilginin bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Kur'ân, peygamberlere ilk olarak karşı çıkan bu servet şımarıklarının bir toplumda çoğalmaları ve kötülük işlemeleri (günaha dalmaları) sonucu o toplumun helak olacağını belirtmektedir.[375] Kur'ân'm şu ifadesi bu durumu Özetlemektedir: "Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helake müstahak olur, biz de orayı darmadağın ederiz."[376] Kur'ân, insanların bol rızık ve zenginlik karşısında azıp şımarıklık etme tabiatında olduğunu şöyle haber vermektedir:" Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat o, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir."[377] Zenginlerin şımarıklığı ve ihmalkarlığının toplumların çöküşü için temel bir faktör olduğunu Kur'ân önemle vurgulamaktadır. Toplumların çöküsünün temel nedenlerinin bolluk ve zenginlik değil, bunların sebep olduğu ruhî dengesizlik olduğunu vurgulayan Sıddıkî, "Eğer halk, ahlakî ve toplumsal düzensizlikleri denetleyen ruhsal ve ahlakî değerleri yitirmeden bolluk içinde yaşayabüseydi, refahın kötü sonuçlarından kaçabilirdi", [378] demekte ve şu âyeti delil olarak sunmaktadır: "O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakmsalardi, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapılan açardık..."[379] Bu da gösteriyor ki, iman ve amelde bir gevşeme olmadıkça ruhsal açıdan dengeli bir hayat ve ahlakî açıdan sağlıklı olan bir toplumda refah ve bolluk bir arada var olabilir.[380] Esasen mütrefierin {servetleri ile şımaranların) en önemli özelliği, mal ve serveti biriktirerek aşırı oranda nimete boğulmaları, büyüklenme ve cimrilik etmeleri sebebiyle de infakta bulunmamaları, doğal olan arz ve talep dengesini bozmaları, aşırı üretim ve tüketim yapmaları, müsrif olmaları ve istedikleri gibi zevk ve sefa sürmeleridir. Kur'ân, refahın tekelleşmesinden değil, yaygınlaştırmasından yanadır.[381] Nitekim Kur'ân bu hususu şöyle ifade etmektedir: "...Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz..."(Haşr, 59/7) Bu âyet, islam'ın ekonomi sahasında en önemli ahlakî prensiplerinden birini ortaya koymaktadır. Refahın yaygınlaşmasını İsteyen İslam, servetin belirli azınlıkların eline geçerek toplumun diğer kesimlerinin fakirlik ve zaruret içinde yaşamasına asla müsaade etmez. Zekât, sadaka, infak, yardımlaşma gibi prensiplerin önem ve gereğini vurgulayan İslam, bu sayede sermayenin tekelleşmesini önlemiştir. Zaten refah seviyesinin ve dengesinin aşırı bir şekilde bozulması da bu noktayı iyi kavrayamamaktan ileri gelmektedir. Elbette herkes aynı seviyede ve aynı zenginlikte olamaz. Ancak, bir toplumda herkesin insanca yaşayabileceği şekilde refahtan, ekonomik zenginlikten ve milli servetten payını alması gerekir. Bunun aksi olursa, toplumun huzurlu ve güvenli bir yaşam sürdürmesi mümkün değildir. Kur'ân'm ifadelerinden anlaşıldığına göre bazı toplumlarda mütrefler, belirli bir kesimi ifade ederken[382], bazı toplumların genelinin mütref olduğu, refah içinde şımardıkları anlaşılmaktadır. Nitekim "Biz, refahından şımarmış nice memleketi helak etmişizdir..."[383] buyuru İm aktadır. Âd ve Se-mûd kavimleri ve Medyen halkının Kur'ân'da yaygın anlamda zengin oldukları ve zenginliklerinden dolayı şımarıp azdıkları ve peygamberlere karşı çıktıkları belirtilmektedir.[384] Kur'ân'm bildirdiğine göre, zenginlik ve maddi refahtan şımarıp azan ve kendilerini toplumların üzerinde gören mütref kimse veya toplumlar hem kendilerini ve hem de kendileriyle birlikte yaşayan toplumları çöküşe götürürler.[385] Varlıkları ile şımaranlardan söz eden âyetlerin öncesine ve sonrasına bakıldığında, genel olarak bu zümrenin dünya hayatına düşkün, cimri, infak etmeyen, hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olduğunu sanan ve âhireti inkar eden fasık, kafir, zalim, müstekbir, nankör, fesatçı, huzur bozucu, müşrik, mutsuz, gelenekçi, Allah'ın âyetleri ile mücadele eden ve onları etkisiz bırakmak isteyen kimseler oldukları görülür.73 Kur'ân'm genel mantığı çerçevesinde düşünüldüğünde, bu özelliklere sahip olan kimse ve toplumların (Karun ve bahçe sahipleri vs. gibi) bireysel ve toplumsal çöküşü yaşamaları kaçınılmazdır. Toplumun önde gelen mütrefleri, aşırı derecede hevâ ve heveslerine düşkün ve egoist oldukları için, varlıklarını kullanarak, zevkleri ve menfaatleri doğrultusunda sosyal ve siyasal alanda baskı kurmak isterler. Toplumda her şeyin kendi arzuları istikametinde olmasını talep ederler. Arzu ve isteklerinin gerçekleşmesi için her türlü yolu denerler. Zevke, eğlenceye çok düşkündürler. Gösterişi çok severler ve övgüye nail olabilmek için bütün gayretlerini sarf ederler. Günaha ve harama dalmaktan, toplumun inancına, ahlâkına ters olan her şeyi yapmaktan geri durmazlar. Bir bakıma bu kimseler, günahların, haramların, sefahatin, rüşvetin Öncüleridirler. Böyle kimseler toplumda çoğalıp ta, bunların hataları ve isyanları toplumu sararsa, o toplum çöküşü hak eder. Kur'ân'm küfür, küfran, kefûr ve kenûd kelimeleri ile ifade ettiği nankörlük, aslında elde edilen nimete karşı yapılması gereken şükrü terk etmek olduğunu beyan etmiştik. "Biz ona yolu gösterdik; o ya şükredici olur ya da nankör" (İnsan, 76/3) âyetinde de belirtildiği gibi küfran, şükrün zıddıdir. Kur'ân, Allah'ın sayısız nimet vermesine rağmen genellikle insanların nankör olduğunu belirtmektedir.(bkz. Zümer, 39/49; ibrahim, 14/34; Şûra, 42/48; Isrâ, 17/67) Âyetlerden, nankörlüğü kendisine karşı alınmış çok kötü bir tutum ve tavır olarak gördüğü anlaşılan Allah Teâlâ, Sebe' toplumunu örneğinde olduğu gibi, bol bol rızık verip de maddi refaha kavuşturduğu bir toplumu, bu nimetin kıymetini bilmeyerek şükretmemesi halinde çökerteceğini belirtmektedir. Maddî ve manevî nimetlerle donatılan insan, bu nimetlerin kadrini bilmez ve şükrünü eda etmez, bunları emredilen istikamette harcamazsa, nankörler kategorisine girmiş olur. Nankörlüğün en fazla göründüğü ortam ise, zenginlerin şırnararak ahlaken çökmesi ve yaşadığı topluma kötü bir örnek teşkil etmeleridir. [386] [348] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 67-68 [349] Ekz. Bakara, 2/105, 109; Âl-i Imran, 3/64,65, 69, 75; Nisa, 4/ 159, 171 vb. [350] Bkz. Tevbe, 9/101, 102; Yûsuf, 12/109; Hicr, 15/67; Tâ Hâ, 20/132; Ankebût, 29/31 [351] Bkz. Nisâ, 4/58; Feth, 48/26 vb. [352] Bkz. Âl-i îmran, 3/121; Hûd, 11/40, 45, 46, 81; Yûsuf, 12/25; Hicr, 15/ 65; Mü'minûn, 23/27; Şuarâ, 26/169-170; Nemi, 27/49, 57; Ankebût, 29/32; Zümer, 39/15; Feth, 48/ 11-î2;Tahrîm,66/6vb. [353] Bkz. Bakara, 2/230, 232, 235; Nisa, 4/20, 22, 25, 127; îsrâ, 17/32; Nûr, 24/2, 3, 32; Furkan, 25/68; Mümtehme, 60/12 vb. [354] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 68 [355] îsfehani, a.g.e., s. 417; Ebû Bekr er-Râzî, a.g.e., s. 478-479; Elmalı'lı, a.g.e., VII, 205; Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 69 [356] Kur'ân-ı Kerim, Hûd, 11/27-30, 36, 38, 61, 63 [357] Kur'ân-i Kerim, A'raf, 7/109; Duhan, 44/37; Kaf, 50/14 [358] Bkz. Bakara, 2/24, 161, 164, 243; Âl-i İmrân,-3/110; Mâİde, 5/32; Ra'd, 13/31; Hucurat, 49/13 [359] Bkz. Bakara, 2/102, 259; Nisa, 4/37; Âl-i İmrân, 3/187; Mâide, 5/116; Hûd, 11/85; İbrahim, 14/1 [360] Bkz. Bakara, 2/13; Âl-i imrân, 3/4,173; En'am, 6/144; Yûnus, 10/2; Kasas, 28/23; Lokman, 31/21 [361] Bkz. A'raf, 7/158; Yûnus, 10/2, 54, 104, 108; İbrahim, 14/44; Nahî, 16/38; Lokman, 31/33 vb. [362] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 69-70 [363] Isfehanî, a.g.e., s, 23; Ebû Bekr er-Râzî, a.g.e., s. 19-20; Bakara, 2/128,143; En'am, 6/38; Âl-i İmran, 3/104, 110; Hûd, 11/18; Yûsuf, 12/45; Nahl, 16/120; Kasas, 28/23; Zuhruf, 43/22-23 [364] Fuad Abdu'1-Baki, a.g.e., s. 80 [365] Bkz. Hûd, 11/8; Yûsuf, 12/45; Nahl, 16/120; Zuhruf, 43/22-23 [366] Bkz. Bakara, 2/58,259; Nisa, 4/75; En'am, 6/123; A'raf, 7/4,94,161,163; Yûnus, 12/82; Hicr, 15/14; İsrâ, 17/16, 58; Kehf, 18/77; Enbiya, 21/6, 11, 74, 95; Furkan, 25/40, 51; Şuarâ, 26/ 208; Kasas, 28/58 vb. [367] Bkz. Bakara, 2/ 29, 81,119,217, 257, 275; Ai-i İmran, 3/ 116; Nisa, 4/ 47; Mâide, 5/ 10,29, 86 vb. [368] Bkz. Hûd, 11/17; RaM, 13/36; Meryem, 19/37; Ahzâb, 33/20,22; Sâd, 38/11; Zuhruf, 43/65 [369] Bkz. FahruddinRâzi, a.g.e., XVTH, 61; Mazharuddin Sıddıki, Kur'ân'da Tarih Kavramı, trc. Süleyman Kalkan, İst. 1990, s. 32 [370] Sıddıki, a.g.e., s. 36 [371] Bkz. Sıddıkî, a.g.e., s. 43-44; Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 194 [372] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 195-196 [373] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 185 [374] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 186 [375] Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 186 [376] Kur'ân-ı Kerîm, îsrâ, 17/16 [377] Kur'ân-ı Kerim, Şûra, 42/27 [378] Sıddıkî, a.g.e., s. 42 [379] Kur'ân-ı Kerim, A'raf, 7/96 [380] Sıddıkî, a.g.e., s. 42; Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 186-187 [381] Bkz. Okumuş, Ejder, a.g.e., s. 187 [382] Bkz. İsrâ, 17/16; Mü'minûn, 23/33; Kasas, 28/76-82; Sebe', 34/34 vb. [383] Kur'ân-ı Kerim, Kasas, 28/58; bkz. Enbiyâ, 21/11-14 [384] Kur'ân-ı Kerim, A'raf, 7/74-79; Hûd, 11/84-85; Şuarâ, 26/128-129; [385] Bkz. Enbiyâ, 21/11-J3; Mü'minûn, 23/33-37; Kasas, 28/58; İsrâ, 17/16; Zuhruf 43/23-25 vb. [386] Kerim Buladı, Kur’an’da Nankörlük Kavramı, Pınar Yayınları: 401-409. Konu Başlığı: Ynt: Toplumsal Çöküş Gönderen: Ceren üzerinde 22 Haziran 2013, 22:22:58 Artık insanların dünya malına tapması,onun için savaşlar vermesi,İmanlarını kaybetmeleri,şeytana uymaları,haksızlığa boyun eğmeleri vs. Allah bizleri böyle insanlardan ve böyle olmaktan korusun.Ölümün ve kıyametin tek gerçek olduğunu bir an bile unutturmasın inşallah...
|