> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Kuranı Kerim > Kuranda İnsan Psikolojisi > Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâm
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâm  (Okunma Sayısı 867 defa)
16 Şubat 2011, 12:52:47
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 16 Şubat 2011, 12:52:47 »



Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâm

 Çoğu kez belirttiğimiz gibi, İslâm'da 'adem-i mut­lak' yoktur ve Allah vardır. Kâinat Allah'ın isimlerinin tecellilerinden ibarettir. Kâinata bakan müslüman var­lıkların görünür yanlarının ötesinde Allah'ın Hakim, Rahim, Rezzak, Vedud, Halik, Rabb, Melik, İlah, Muhyi, Mümit gibi isimlerini bulur.

Kainatın küllî varlığı nur maddeyle birleşince Al­lah'ın çeşitli isimlerinin yanısıra, bunların hepsinin üs­tünde ismine mazhar varlıkların tek tek 'nefs'lerini oluşturur. 'Nefs' her varlığın 'ben'i olup, onu diğer varlıklardan ayıran yanıdır. Bu hem bir takım nitelikler­le, hem de bedende kendini gösterir; bu bakımdan, var­lıklar bir takım ortak özelikleri dolayısıyle 'familya' ve­ya 'türler' halinde bulunsalar da, her türün içindeki varlıkların da tek tek kendilerine özgü nitelikleri var­dır; en basit bir gerçek olarak, birbirinin her bakım­dan tıpkısı iki insan bulmak mümkün değildir.

Varlıkların var oluş gerçeklerini oluşturan 'nefs'leri değildir; bütün bu nefslerin gerisinde Allah'a daya­nan, O'nun hakk olmasından kaynaklanan 'ruhî haki­kat' vardır. Bu 'hakikat' kâinatın tümünde aynı haki­kattir ve dışta çoklu görünen kâinat özde tek bir ger­çeklikten ibarettir. O 'kün-ol emirleriyle sürekli Allah' tan gelip Allah'a dönen ve görünmesi, ortaya çıkması için şiddetle ve hesaplanamaz bir hızla 'yok olup yeni­den görünür kılınan' bir oluş, bir olaylar 'dizisi'dir. İş­te, bu kâinatın varlığı ve taşıdığı nitelikler hiç bir za­man kendinden değil, bütünüyle Allah'tandır ve kâi­nat her şeyiyle Allah'a muhtaç bir durumdadır; bu ba­kımdan, şu anda varsa hemen bir sonraki anda da var olacak diye bir kural olmayıp, bunu belirleyecek olan da yalnızca Allah'tır. Demek ki, Rahim, Hakim, Razzak, Halik, gibi İlâhî İsimler'in tecellisinden ortaya çıkan ve bir boşluğu dolduran 'eşya' yığını değil de, sürekli ve art arda bir oluştan ibaret olan kanat bu isimlerin öte­sindeki, daha doğru bir deyişle İsimler'i tanınması için 'ayet'leri olarak ortaya koyan bir 'Vahid'in, Hakk ve var­lığı kendinden 'Var' demeğe lâyık tek Varlığa 'asılı' dır. Şu halde, temelde Var Olan Vahid Olan'dır, bu Vahid Olan isimlerini tecelli ettirerek kâinatı 'yaratır'; İsimler çok çeşitli varlıklara 'nefs' biçerler; ama bütün bu 'nefs'lerin gerisinde sadece Vahid vardır; hattâ 'var' demeğe lâyık, O'ndan başka hiç bir şey olmadığından bu Vahid 'Ehad'dir de. İşte, kâinattaki 'nefsi' çoklukların ötesindeki Vahid'i, Tek ve Mutlak Varlığı görebil­mek TEVHİD'dir; demek oluyor ki, Tevhid çoklukları, nefsleri aşıp Küllî Hakikat'ı ve Hakk'ı görebilmektir. [402] Tevhid'i anlayabilen bir kişi kâinatın bütünüyle Allah'a bağlı olduğunu, varlığını O'nun var olmasından aldığını kavrar. Kâinataki bütün gözlerin, kulakların, ellerin ve ayakların O'nun olduğunu bilir. Tüm var­lıkların 'nefs'leriyle O'nu gizleyen, ama bir bakıma da O'nu tanıtan birer 'ayet' olduğunu farkeder ve 'ayetler'e takılıp kalmadan zikr'le-, tefekkür'le ibadetlerle O’ na varmaya çalışır. Kendisnin O'nun karşısında bir 'hiç' olduğunu ve ancak O'na kul olmakla varlığını gerçekleştirebileceğini anlar; bütün gücüyle O'na kul olma­ya çalışır:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün uzayıp kısalması ve birbiri ardısıra gelişinde lübb sahipleri için ayetler vardır. Onlar ayakta, otura­rak ve yanları üzerine Allah'ı zikrederler ve gökler­le yerin yaratılışını düşünürler; “Sen bunu 'batıl' olarak yaratmadın, Seni bundan tenzih ederiz, bi­zi ateş azabından koru, Rabbimiz, muhakkak Sen birini ateşe attın mı, onu perişan etmişsindir za­limler için yardımcı yoktur. Rabbimiz, muhakkak 'Rabbinte'e iman edin' diye nida eden münadiyi duyduk da iman ettik. Rabbimiz, günahlarımızı ba­ğışla, kötülüklerimizi ört ve bizi 'birrlerle beraber vefat ettir. Rabbimiz, rasûllerine va'd ettiğini ver , bize ve bizi Kıyamet günü perişan etme; muhakkak Sen va'dinden caymazsın.” (A. İmran: 190-4).

Allah-ü Tealâ'nın tüm isim ve sıfatları sonsuz ve sınırsızdır; oysa sınırsızın tanınması mümkün değildir; işte Allah (C.C.) tanınmak için sınırsız sıfat ve isim­lerine farazi bir hat çekerek kâinatı yaratmıştır; bu bakımdan, yukarıda belirttiğimiz gibi kainat Allah'ın isimlerinin tecellisinden ibarettir. Fakat, kâinatta -cinn ve İblis'in dışındaki- varlıklarda Allah'ın 'irade ve ilim’ sıfatları yoktur; oysa, Allah'ın bütünüyle tanınması ve tüm isimlerinin tecellisi için irade ve ilim sıfatlarına da mazhar bir varlığın bulunması gerekir; işte bu var­lık da 'insan'dır. İnsanda 'irade ve ilim' sıfatlarının yanısıra, kâinatta cilvelenen tüm diğer îlâhî isimler de yansır. Bu bakımdan, insan kâinatın yoğun bir özetin­den ibarettir, kâinata 'makro-kosmos' denirken, insana 'mikro-kosmos' denilir. Bedeni ve nefsiyle kâinatın den­gi olan insan kalbiyle, irade ve ilmiyle kâinatı aşar, bu nedenle kâinattaki ve kendindeki ayetleri aşarak var­lığının özüne inmesi(hicret) ve hem kendini, hem de Rabbi'ni tanımakla insan 'ademiyet'ine ulaşır. İnsana eşyanın bilgisine varma imkânı verilmiştir; bilmek ku­şatmayı gerektirdiğinden, kâinatı bilen insan öz var­lığıyla kâinattan daha büyüktür. Onun 'ruh'u kâinata tutulduğunda tüm kâinatı aydınlatır; bu yüzden güne­şe Kur'an'da 'sirac-kandil', aya 'münir-ışık saçıcı' de­nirken, tüm isimlere sahip ve insanın en yetkin halinin temsilcisi olan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.).'ya (siracün münîr - ışık saçan kandil' denir. Şu halde, insan kâinatın hem ruhu, hem de aklıdır.

İradeye sahip olmak, önünde iki seçenek bulunmak demektir. Şu halde, tüm isimlerini yansıtarak ve böy­lece Kendi Beni'nin önüne farazi bir hat çekerek in­sanın 'ben'ini yaratan Allah (C.C,) insanın önüne iki yol açmıştır. Bu yollardan birisi insanın 'ben'ini Allah’ın önüne koyup, “Sen sensin, ben benim” demekle 'nefs' ini mutlaklaştırarak 'heva'sının, arzularının peşinden koşması, diğeri ise nefsinden ruhuna doğru hicretle Al­lah'a kul, kâinata efendi olmasıdır.

İşte, 'İlim ve özellikle irade'yle birlikte Allah'ın karşısında insana verilen 'benlik-nefs-ene' göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten çekindiği büyük bir 'EMANET'tir. Bu 'emanet' öylesine ağırdır ki, nefsi aşmayı ve onun önüne Şeytan'ın çizerek süsleyip püslediği yo­la dalmadan Allah'a kul olmayı, görmesini O'nun gör­mesi, eylemini O'nun eylemi, iradesini O'nun iradesi haline getirmeği gerektirir. İşte, dağlar, gökler ve yer böyle bir 'emanet'i yüklenmekten kaçınmış, Allah'ın ira­desine pasif bir teslimiyeti irade sahibi olarak kâinata efendilik yapmaya tercih etmişlerdir:

“Biz emanet'i göklere, yere ve dağlara sunduk da onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular, insan ise onu yüklendi. Muhakkak o çok zalim ve çok cahildir”(Ahzab: 72).[403]

İnsanın zalimliği ve cahilliği varlığını, bilgisini, ye­teneklerini kendinden bilerek iradesini nefsinin yönün­de kullanması ve böylece Allah'ın karşısında 'ben’ di­yerek yeryüzünde tağutlaşmasına yol açar. Bu şekilde, kâinata varlık kazandıran Alah'ın isimlerindeki birliği görmeyerek her bir insanın 'nefs'ine yönelmesi tek tek bireyleri 'hakikat'ın ölçüsü haline getirir; dolayısıyla yeryüzünde insanlar sayısınca 'hakikat', insanlar sa­yısınca 'rabb ve melik'ler ortaya çıkar. Kuşkusuz her­kesin 'ben' deyip kendini hakikatin ölçüsü ve 'rabbi kabul ettiği, iradesine nefsinin arzularıyla yön verdi­ği bir çevrede farklı farklı nefslerin, arzuların çatışma­sı, bunun sonucunda da yeryüzünde fesat çıkması ka­çınılmaz olur. Her insanın keyfince gitmesi tam bir 'anomi' doğuracağından bir takım güçlü, varlıklı, kur­naz ve zeki olanlar diğer insanlardaki 'insan üstü bir varlığa ibadet etme' ihtiyacından da yararlanarak yer­yüzüne düzen vermeğe girişirler. Bu da insanların 'müstekbir-müstaz'af olarak ikiye ayrılması, zulmün ve fe­sadın 'kara ve denizi' kaplamasıyla sonuçlanır. Allah sınırsız bir rahmet sahibi olarak fesaddan, kullarının yeryüzünü ve kendilerini harap etmesinden hoşlanmaz; bu nedenle onlara hakikati gösterecek, Kendi yolu'na çağıracak elçiler gönderir. Bu elçiler insanın hayatını yönlendirecek, O'nu nefsin, arzularının ve başka insanların 'kulluğundan', (onlara İBADET etmekten) kurtaracak ilkelerle gelirler.

Kâinat'ta irade sahibi varlıkların, yani cin, şeytan ve insanın dışındaki tüm varlıklar - nuranî varlıklar olan melekler dahil - Allah'a tam bir teslimiyetle tes­lim olmuş durumdadırlar; bunlar Allah'ın kendilerine vahyettiği işlerini eksiksiz yerine getirmektedirler.

“..Sonra duman halindeki göğe yöneldi de, ona ve arza “ister isteyerek, ister istemeyerek gelin” dedi; “isteyerek geldik” dediler. Onları iki günde yedi gök haline getirdi ve her bir göğe işini vahyetti” (Fussüet: 12).

“Rabbin bal arısına”dağlardan evler edin, ağaçlar­dan ve yaptıkları kovanlardan da; sonra meyveler­den ye ve baş eğerek Rabbinin yolarına koyul” di­ye vahyetti” (Nahl: 68-9).

“Göklerde ve yerde olanlar O'na teslim olmuşlar­dır” (A. İmran: 83).

İşte, Allah'ın vahyi doğrultusunda hareket eden kâinattaki varlıklar Allah'a teslim olmuş durumdadır­lar; yani onlar İSLÂM üzeredirler. İşte, Allah'ın elçi­leri insanları da İslâm üzere olmaya çağırırlar.

İSLÂM 'Se-Li-Me' fiil kökünden gelir; bu fiilin masdarı olan 'Silm’ 'selâmette olma, zahir ve batın afetler­den uzak bulunma, sulh, esenlik’ demektir. [404]İşte, kâi­natta İslâm üzere olan varlıklar böyle bir 'sulh ve selâmet'in içindedirler; Allah'ın elçileri de insanları kendi­leriyle, hemcinsleri ve çevreleriyle kavgayı bırakıp afet­lerden korunmaya, Allah'ın koruması altına sığmaya çağırırlar:

“Ey iman edenler! Hep birlikte silm'e girin, Şeytan'ın adımları ardınca gitmeyin. Muhakkak o sizin apaçık düsmammzdır” (Bakara; 208).

 İnsana düşman olan Şeytan insanı felâketlere ve afetlere çağırır. O...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâm
« Posted on: 29 Nisan 2024, 13:23:01 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâm rüya tabiri,Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâm mekke canlı, Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâm kabe canlı yayın, Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâm Üç boyutlu kuran oku Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâm kuran ı kerim, Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâm peygamber kıssaları,Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâm ilitam ders soruları, Tevhîd- İbadet- Emanet- İman - İslâm - Selâmönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes