๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 13 Şubat 2011, 23:12:45



Konu Başlığı: Tevessül
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 13 Şubat 2011, 23:12:45
Tevessül

 Kur'an'da tevessül yani vesile, "vasıta, Allah'ın yakın­lığı ve rızasını kazanmaya yardım edecek her türlü aracın peşinde koşma" manalarına gelir.

İslâm düşünce tarihinde söz konusu edilen "tevessül"ün Kur'an'daki dayanağı şu âyetlerdir:

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun, O'na yaklaş­maya yol (vesîle) arayın ve yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz."[225]

"Ey Rasûlüm, de ki: Allah'ı bırakıp da kendisinde bir şey olduğunu zannettiklerinizi çağırın. Onlar sizden harhangi bir sıkıntıyı gideremeyecekleri gibi değiştiremez­ler de. Yakardıkları da, onların en yakınları da Rablerine vesîle (yakınlık yolu) arayıp dururlar. O'nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbının azabı korkunçtur. "[226]

Açıkça görülmektedir ki, kulu Allah'a yaklaştıran yolların (vesileler) en önemlilerinden birisi, zikredilen "cihad"dır. Bunun dışında sırf Allah rızası için yapılan her ibadet ve kaçınılan her yasak, insanı Allah'a yaklaştıran yollar, vesilelerdir. Şefaat da ancak bu yollardan geçilerek hak edilebilir.

Bu âyetlerde zikredilen tevessülün, "amel ile tevessül" manasına geldiği, en küçük bir yoruma kapı açmayacak şekilde açıktır. Bu gibi tevessülün hadislerde de örnekleri vardır. Hz. Peygamberin anlattığına göre, mağraya sığınan üç kişi, çıkış yerini kapatan kayanın kalkması için, en iyi amellerini vesîle kılarak Allah'a dua etmeye karar vermişlerdir. Bunlardan birincisi, ana-babasına itaati, ikincisi Allah korkusu ve iffeti, üçüncüsü de kul hakkına riayeti vesîle kılarak yalvarmıştır. Sonunda kaya açılmıştır.[227] Bu tip tevessül, bir bakıma, Allah'a ve peygambere îmân ve itaatle (salih amelle) yapılan tevessüldür. Konunun problem haline getirilişi ise, araya kul (insan) konularak Allah'tan bir şey istenip istenmeyeceği meselesidir. Bu konuda oldukça ihtilâflar ve sert tartışmalar ortaya çıkmıştır. Bilhassa, "Falan velî midir, değil midir? O'nunla tevessül edelim mi, etmeyelim mi?" sormaları, gerçekten üzücü boyutlara varmıştır.[228]

Genel olarak tevessül ile ilgili tartışma mese­leleri şunlardır:

a. Allah'ın zâtı ve sıfatları ile tevessül.

Buna hadislerden bir kaç örnek verelim:

"Sen'in gazabından rızâna, cezandan affına sığını­yorum."

"Allah'ım! Kendisinden başka ilâh olmayan, bir ve tek olan, hiç kimseye ihtiyacı olmayan ve bütün ihtiyaçlar kendisiyle giderilen, doğmamış ve doğurmamış olan, dengi bulunmayan Sen'in vasıtanla senden istiyorum."

Bu gibi tevessül tevhid inancının gereğidir.

b. İmânla tevessül.

"Allah'ım! Sana ve Peygamberine olan îmânım ve sevgim için senden istiyorum." demek, güzel bir duadır. Buna Kur'an'dan bir misâl verelim. Allah takva sahipleri için cennetteki nimetleri bir bir sayar. Sonra da bu nimetlere kavuşacak olan kişileri şöyle tasvir eder:

"Ey Rabbımız! îmân ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru." diyenler. Yine bu nimete kavuşanlar, "Sabreden, dürüst olan, huzurda bo­yun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenlerdir." [229]

c. Kulluk yaparak (taat göstererek) Allah'a tevessül.

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaş­maya yol (vesile) arayın ve yolunda cîhad edin ki, kurtuluşa eresiniz."[230] âyeti buna misâldir. Yine yukarda bu konu ile ilgili hadisten bir örnek vermiştik.

Bu tip tevessül, tevhidle birlikte, zaten İslâm'ın özünü oluşturmaktadır.

d. Sâlih insanların duasıyla tevessül.

Mü’minlerin birbirlerine duaları, Nuh Peygamber zamanından beri devam edip gelmiştir.

"Rabbım! Beni, ana-babamı, îmân etmiş olarak evime girenleri, îmân eden erkekleri ve kadınları bağışla, zalimlerin de ancak helakini artır."[231]

Bu tip tevessül, yani dua, yüzyüze, gıyabî, merte­besi yüksek olanlardan aşağı, aşağı mertebelerden yukarı olabilir. Yeter ki, iyiliğe ve güzelliğe delâlet etsin.

Nitekim Arş'ı taşıyan melekler sürekli şu duayı okurlar:

"Ey Rabbımız! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru."[232]

Zaman ve mekân değişse de, sonra gelenlerin önce gelenleri hayırla yadetmesi istenir:

"Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbımız! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş îmânlı kardeşlerimizi bağışla; kalblerimizde, îmân edenlere karşı hiç bir kin bırakma! Rabbımız! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin! "[233]

İslâm ümmeti, her ezan ve namazda, sevgisinden dolayı dua eder.

e. Hz. Peygamber'in duasıyla tevessül.

Ashab, kuraklık ve kıtlık olduğu zaman, Hz. Pey­gamber vasıtasıyla tevessül ederlerdi. O da kollarını kaldırır Allah'tan rahmet isterdi ve arkasından yağmur gelirdi.

Ashab Hz. Peygamber'in vefatından sonra, amcası Abbas'la tevessül etmeye başladılar. Salih olan amca, utangaç bir vaziyette dua eder, arkasından da yağmur gelirdi.[234]

Buradaki tevessül, bizzat Hz. Peygamber'in kendisiy­le değil; O'nun duasıyladır. Bu sebepten dolayı Hz.Ömer zamanında Ashab, Hz. Peygamberle değil; amcası Abbas'la tevessül etmiştir. Şayet Hz.Peygamber'in zâtıyla tevessül söz konusu olsaydı, bu şekilde yapılan tevessül, Hz. Abbas'la yapılan tevessülden daha üstün olurdu. Hz. Peygamber'le tevessülde bulunmayıp Ab­bas'la tevessüle başvurduklarına göre, anlaşılmaktadır ki, O'nun sağlığında yapılan şey, vefatıyla artık imkânsız hale gelmiştir.[235]

Hz. Peygamber'in şahsıyla tevessülün, caiz olduğunu ileri sürenlerin delili daha ziyade şu "A'ma Hadisi"dir.

A'ma bir şahıs Hz. Peygamber'e gelerek :

“Bana afiyet vermesi için Allah'a dua et,” der. Hz. Peygamber şöyle karşılık verir:

“İstersen dua edeyim. istersen sabret, senin için daha hayırlı olur.” A'ma:

“Duâ et! Yâ Rasûlallah,” deyince, Hz. Peygamber, adama, güzelce abdest alıp şöyle duâ etmesini emreder:

"Allahım! Senden istiyorum ve Rahmet Peygamberi olan Nebin Muhammed'le sana yöneliyorum. Ey Allah'ın elçisi, Ey Muhammed! Muhakkak ki ben, Rabbime, şu hacetimin yerine gelmesi için seninle yöneldim. Allahım, O'nu benim hakkımda şefaatçi kıl."[236]

Yukardaki hadis'i tahlil edecek olursak, şu tespitleri yapmak mümkündür:

Başta bu olayın münferid ve özel bir hâdise olduğunu kabul etmek gerekir. Yani Hz. Peygamber tek bir adama, hayattayken kendisiyle tevessül etmesini öğretmiştir. Eğer böyle olmasaydı, diğer a'ma (kör) şahıslar da aynı duayı yaparlardı.

Sonra bu bir duadır. Diğer taraftan bu kişi, Hz. Peygamber'den kendisine dua etmesini istemiş O da dua etmiştir. Açıkça anlaşılıyor ki, A'ma kişi, "Allah'ım! Sana O'nun dua ve şefaatiyle yönetiyorum." diyerek dua etmiştir.[237] Yani ortada "salih bir amel" vardır. O da hem Hz. Peygamber'in dua etmesi, hem de bu şahsın Allah'ın Rasûlü'ne itaat etmesidir.

Konunun bir başka boyutu da, başka şahısların Hz.Peygamberle kıyas yapılıp yapılmayacağı meselesidir.

Bir kere şunu iyi bilmek gerekir ki, Hz. Peygamberle başka şahıslar kıyaslanamaz. Allah'a da öncelikle, Kitab ve Sünnet'dekilerle yaklaşmak gerekir.

f. Ölülerle  tevessül  etmek.

Ölüler vasıtasıyla Allah'a dua etmek (tevessül), âlim­lerin ittifakıyla reddedilmiştir. Hatta bunu şirk sayanlar vardır.

Allah, dua konusunda kullarına şu ikazı yapmaktadır:

"Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulurlar."[238]

"Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz, ona şah damarından daha   yakınız."[239]

Bu âyetler ışığında şöyle bir soru sormak gerekir:

Allah insanlara bu kadar yakın olup dualarına karşılık verdiği halde, insanları, (O'ndan isteme yerine) ölülerden istemeye sevkeden sebep nedir?

Günümüzde de bazı insanlar, gerçekten Allah'tan isteyecekleri ve sadece Allah'ın yerine getirebileceği hususları kabirlere arzetmektedirler. Bu konuda mizah derecesinde pek çok olaylara şahit olmak mümkündür. Biz bir tanesini örnek olsun diye aşağıya alıyoruz:

Hukemâdan birisi, meşhur birisinin mezarı başında oturmaktadır. O esnada bir adam çıka gelir. Zor doğum yapmakta olan karısı için, velî kabul edilen ölüden istekte bulunur, sonra da çekip gider...

Arkasından birisi daha gelir. O da imtihana giren oğluna yardım ister.

Bütün bunları ibretle seyreden hakîm (bilgin) kişi, dayanamayıp şu cevabı verir:

"Velî şimdi orada yok! Az önce, zor doğum yapan birisine ebelik yapmaya gitti!..."

g. "Allah isterse yaptıramaz mı" düşüncesi.

Allah isterse, her şeye kadirdir. Yaptıklarından kimseye hesab verecek de değildir. Çünkü mülkün sahibidir. Bununla birlikte Allah, kendisiyle sürdürece­ğimiz ilişkileri de apaçık bir şekilde belirlemiştir. Bu sözleşmede bir yanıltma ve ölçüsüzlük yoktur. Hal böyle iken bazı kişiler, savaşı kazanılması için şehitleri yerinden kaldırır, ölülerin yardımlarını bekler.

Kur'an'ın bildirdiğine göre ölülerin dünyaya müdaheleleri söz konusu değildir.

Şehrin azgınları, "Şüphesiz ben, Rabbınıza inandım, beni dinleyin!" dediği için Habib Neccar'ı öldürürler. Öleceği sırada kendisine, "Gir cennete!" denilir. Bu esnada yine, o hak’tan uzaklaşmış insanları düşünen Habib Neccar, "Keşke kavmim, Rabbımın beni bağış­ladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını bilseydi!" der.[240]

Bu temenniden anlıyoruz ki Habib Neccar, ne öleceği sırada, ne de öldükten sonra dünya ile ilişki kurma gücü­ne sahip değildir. Bunu nerden anlıyoruz? Allah söylüyor.... Buna rağmen, "Allah isterse, yaptıramaz mı?" demek, kuru bir te'vil olur. Onun da zaten dinde yerini bulmak mümkün değildir. Hz. Peygamber'in şehîdlerle ilgili olarak yaptığı açıklama da konuya ışık tutmaktadır:

"Ölen hiç bir nefis yoktur ki, Allah indinde bir hayrı olsun da dünyaya dönmeyi ve dünya ile onun içinde bulunan bütün varlıkların kendisinin olmasını arzu etsin... Yalnız şehîd müstesna! çünkü o, şehîdliğin faziletini gördüğü için dönmeyi ve dünyada tekrar (cihad yaparken) öldürülmeyi temenni eder."[241]

Yani Allah'ın bir kanunu var: Ölüleri döndürmeyece­ğini  söylüyor. Bütün bu açık ifadelere rağmen hala, "Ölülere dünya­da tasarrufta bulundurmak.", İslâm inancıyla bağdaş­maz. "Allah isterse yaptıramaz mı?" düşüncesi, olsa olsa, Şeytan'ın bazı kişileri Allah'la aldatması olur. Bu konuda da Kur'an'da şu uyarıları bulmaktayız:

"Ey insanlar! Rabbınıza karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcılar da sizi Allah ile aldatmasın. "[242]

"Ey insanlar! Hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Öyleyse sizi dünya hayatı aldatmasın. Ve aldatıcılar da sizi Allah'ın affına güvendirmek suretiyle aldatma­sın. "[243]

"Münafıklar onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitne­ye düşürdünüz, (müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip beklediniz, (Allah'a ve İslâm'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan ölüm) geliverdi. Ve o aldatıcı da sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu-"[244]

Aldatıcı (El-Garûr), Şeytan da olabilir insan da, bir insan grubu da... Hatta insanın kendi nefsi bile olabilir. Ya da başka bir şey...

Bu kapsamlı ve anlam yüklü kelimenin belirli bir şahıs veya nesneye delâlet etmeksizin genel anlamda kullanılmasının sebebi, farklı aldanma vesileleri bulunmasıdır. Bir şahsı doğru yoldan çıkartıp yanlış yola sevkeden belli vesileler ve vasıtalar, o şahsın özel durumuna uygun düşen aldatıcısı (El-Garûr) olacaktır.   

"Bir kimseyi Allah hakkında aldatmak." deyimi de pek çok aldatma türlerini ihtiva eden bir deyimdir.

"Aldatıcı", şahısların özel konumuna göre şu tip aldatmalarda bulunabilir:

Bazılarına "Allah yok." fikrini telkin eder. Bazılarına da, "Allah âlemi yarattıktan sonra, elini onun kontrolün­den, insanların yönetilmesinden çekti." fikriyle yanıltır.

Bir başkasını da, "Allah'ın bazı seçkin kulları vardır. Eğer onların yakınlığını kazanırsan, ne yapabilirseniz yapın, affınız garanti." fikriyle saptırır.

Bazılarına da şöyle der: "Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Çekinmeden günah işlemeye devam edebilirsiniz. Nasıl olsa, her günahınız affedilecektir..”

Kimine de kaderci bir fikir telkin eder: "Yap­tığın her şey önceden belirlenmiştir. Kötülük işle­diğinde, onu sana işleten Allah'tır. İyilikten kaçındığında, seni ondan uzaklaştıran Allah'tır.[245]

İşte bunlar gibi, insanı Allah hakkında aldatan pek çok aldatma metodları vardır. Görülüyor ki, bu aldatılmalardaki temel sebep, insanın (günahlarına kendisi dışında sebepler arayarak) sorumluluktan kaçmasıdır.[246]

[225] Maide: 5/35.

[226] İsra: 17/56-57

[227] Buharı: İcare, 12.

[228] Bak: Muhammed El-Gazâlî, Düstûru'l-Vahde Es-Sekâfiyye Beyne'1-Müslimîn, Küveyt, 1983, ss,  155-160; Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Helaller Haramlar, Nesil Yay.İst.1979, ss,119-122.

[229] Ali İmran: 3/16,17.

[230] Maide: 5/35.

[231] Nuh: 71/28.

[232] Gâfir (Mü'min): 40/7.

[233]  Haşr: 59/10.

[234] Bak: M.El-Gazâlî, age, s, 157.

[235] İbn.Teymiye: age, c, 1, s, 278-280.

[236] İbn.Mace: İkamet, 189; Tirmizi, Deavât, 119; Ahmed b. Hanbel, c, 4, s, 138.

[237] Îbn.Teymiye: age. c, 1, ss, 403-408.

[238] Bakara: 2/186.

[239] Kaf: 50/16.

[240] Yasin: 36/25-27.

[241] Buhari: Cihad, 6, 21; Müslim, İmare, 108, 109; Tirmizi, Fedâilu'l-Cihad, 13; Nesai, Cihad; 30; Darimi, Cihad, 17.

[242] Lokman: 31/33.

[243] Fatır: 35/5.

[244] Hadid: 57/14.

[245] Bak: Mevdudi, Tefhim, c, 4, s, 307.

[246] Doç. Dr. Abdullah Özbek, Kur’an’da Tevhid Eğitimi, Esra Yayınları:92-102.

[247] Sırf olumsuzluk, kötülük, çirkinlik ve tehlikelere dikkat çekerek insanları doğru yola götürme metoduna "Selbî=negatif metod" denilmektedir. Kur'an'da bunun yanlış bir yol olduğuna özel olarak Yusuf sûresinde işaret edilmektedir. Mezkûr sûrede Hz.Yakub oğullarına, "Sakın Yusuf'u kurda kaptırmayın!" manasına gelen hatırlatmalarda bulunur. Halbuki daha önce, bu kıskanç kardeşlerin kafasında başka hileler vardı. Babalarının "kurt" u hatırlatmasıyla, daha emin ve kabul edilebilir bir yol bulmuş oldular. Bak:Yusuf, 12/8-18.