๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: müzzemmil üzerinde 19 Eylül 2011, 22:34:49



Konu Başlığı: Tasavvufta Nefs
Gönderen: müzzemmil üzerinde 19 Eylül 2011, 22:34:49
Tasavvuf'ta Nefs

Nefs'in mâhiyetinden çok, onun nasıl eğitilip güzel huylarla donatılabileceği hususu üzerinde duran Tasavvufî düşüncede, -yukarıda an­latmaya çalıştığımız Felsefe ve Kelâm okullarından Kelâmı fikir siste­mine benzer yanları olmakla birlikte- daha farklı bir Nefs anlayışının hakim olduğunu görmekteyiz.
Hucvirî'nin (V. 470 H./1077 M.) bildirdiğine göre Sûfîler topluluğu­nun muhakkik olanlarına göre Nefs'ten maksat, yukarıda sözü edilen mânâlardan hiçbiri değildir. Sûfîler görüş birliği içerisinde derler ki:
"Gerçekte Nefs; şerrin kaynağı, kötülüklerin temelidir. Bir gruba göre Nefs, Ruh gibi kalıba ve bedene verilmiş olan "ayn"dır. [233] Başka bir gru­ba göre Nefs, hayat gibi, kalıbın ve bedenin sıfatı olan birşeydir. Kötü huyların ve çirkin davranışların ortaya çıkmasının sebebi Nefs'tir. Bu kötü huylar da iki kısımdır:
Birisi günahlar; diğeri kibir, haset, cimrilik, öfke, kin, v.b. şeyler olup dînen ve aklen makbul sayılmayan kötü huy­lardır. Günah olan (birinci gruptaki) hususlar tevbe ile giderilir; ikinci gruptakiler de Nefs'ten, riyazetle giderilir." [234]
İlk Sûfîler Nefs'in maddîliğini kabul etmekte ve onu duyu organla­rıyla algılanabilecek nitelikte cismânî ve somut olarak tanıtmaktaydılar. Tasavvufun henüz sistemleşme aşamasına gelmediği, özellikle Zühd dönemi olarak adlandırılabilecek ilk dönemde yaşamış olan Sûfîler, Nefs'i; kadın, tilki, köpek, yılan ve fare gibi çeşitli cismânî ve maddî varlıklar olarak bizzat gördüklerini, onunla mücadele ettiklerini, hatta onunla konuştuklarını söylerler.
Şeyh Ebu Ali Mervezî'nin (V 404 H./1013 M.) şöyle dediği anlatılır:
"Ben Nefs'i, şekli kadının şekline benzer bir biçimde gördüm. Birisi on­dan bir kıl aldı ve onu bana getirdi. Ben de onu bir ağaca bağladıktan sonra onu mahvetmeyi amaçladım. Bana dedi ki:
"Ey Ali! Boşuna ken­dini yorma! Çünkü ben o Ulu ve Yüce Allah'ın bir askeriyim. Beni yok 'etmeye senin gücün yetmez!" [235]Cüneyd-i Bağdadînin (V 297 H./909 M.) sohbetinde bulunmuş bü­yük zatlardan olan Muhammed Alliyân Nesevî'nin şöyle dediği nakledi­lir:
"Daha başlangıç halindeyken Nefs'in âfetlerini görür ve onun giz­lendiği yeri bilir duruma gelmiştim. Ona karşı kalbimde sürekli bir kin vardı. Birgün boğazımdan tilki yavrusu gibi birşey çıktı. Hakk Teâlâ, beni onu tanır duruma getirdi; anladım ki o, Nefs'tir. 'Onu ayaklarımın altına aldım ve çiğnemeye başladım. Ama her tekme atışımda o daha da büyüyordu. Ona:
''Hey! Sana ne oluyor? Herşey dövmek ve sıkıntı çek­mekle eriyip yok olur, ama sen daha da çoğalıp büyüyorsun?" dedim. Bana dedi ki:
"Sebep şu:
Benim yaratılışım terstir. Birşeye sıkıntı ve üzüntü veren şey, bana rahat ve zevk verir. Başka şeylere rahatlık sağla­yan birşey de bana sıkıntı verir." [236]
Yaşadığı dönemde her yönüyle önder biri olan Ebu Abbas Şekkânî diyor ki:
"Birgün eve girdim. Yerimde yatmış sarı renkte bir köpek gördüm. Mahalleden gelen biri sanmıştım ve kovmak istedim; ama eteği­min altına girdi ve kayboldu. (Anladım ki; bu, Nefs iti imiş.)" [237]
Şeyh Ebu Kasım Cürcânî de Tasavvuf yoluna girdiği ilk zamanları­na işaret ederek, Nefs'i bir "yılan" şeklinde gördüğünü söylemiştir. [238]
Dervişlerden biri;
"Ben Nefs'i fare şeklinde görmüş ve "sen nesin?" demiştim. Dedi ki:
"Ben gafillerin helaki (ve mahvolma vesilesi)yim. Zira onları şerre ve kötülüğe çağıran benim. Dostların kurtuluş vesilesiyim. Varlığını bir afet olmakla beraber ben onlarla olmasam, hiç kuşku­suz onlar temiz olduklarına bakarak gururlanırlar ve yaptıkları işler se­bebiyle kibirlenirlerdi. Bu yüzden de kalp temizliği, iç temizliği, velîlik nuru ve tâat üzere istikamet gibi şeylere sahip olamazlardı. O zaman kendilerinde bir şımarıklık ortaya çıkardı. Onlar beni iki yanları arasın­da gördükleri sürece, bütün bunlardan temizlenmiş ve arınmış olur­lar." [239]
Îlk dönem safîlerinden Hucvirî (V 470 H./1077 M.) yukarıda aktar­dığımız menkıbeleri kaydettikten sonra, kendi tercihinin de Nefs'in maddî, cismânî ve somut bir varlık oluşu yönünde olduğunu belirterek; "Bu menkibeler, Nefs'in bir sıfat değil, bir "ayn" (ve kendine has bün­yesi olan bir varlık) olduğunun ve bu aynın birtakım özellikleri bulun­duğunun delilidir. (Çünkü) biz Nefs'in vasıflarını açıkça görmekte­yiz." [240] demektedir.
İlk dönemdeki sûfilerin Nefs hakkındaki bu görüşü ile Kelâmcılar'ın görüşleri arasında bir paralellik olduğu görülmektedir. Îlk Tasav­vuf klâsiklerinde Tasavvufî açıklamalara geçilmeden önce İslâm inanç sisteminin verilmiş olması ve bu eserleri yazan âlimlerin aynı zamanda birer Kelâm bilgini olmaları da [241] gözönünde bulundurulacak olursa, Tasavvuf ile Kelâm'ın bu konudaki paralelliğinin oldukça doğal olduğu anlaşılacaktır:
Tasavvuf düşüncesinin tarihsel gelişim süreci içerisinde sistemleş­meye ve Felsefe ile etkileşime girmeye başlamasıyla birlikte, diğer kavramlarındaki değişimle doğru orantılı olarak Nefs anlayışında da mad­dîlikten, cismânî ve somut oluştan; soyutluğa ve gayr-i cismanîliğe doğ­ru bir kayma olduğu gözlenmektedir. Tesbil edebildiğimiz kadarıyla, somutluktan soyutluğa doğru kayan bu gidişin tohumlarının, ilk defa Gazzâlî'nin de hocası sayılmakta olan [242] Haris b. Esed Muhasibi (V. 243 H./857 M.) ile birlikte atıldığı, Gazzâlî (V 505 H./1111 M.) ile geliştiği, İbn Arabî (V 638 H/1240 M.) ile doruk noktasına ulaştığı ve tamamen felsefîleşerek metafizik bir yapıya büründüğü görülmektedir.
Nefs kavramının sak psikolojik anlamda kullanımını, ilk olarak ve tutarlı bir biçimde gördüğümüz Muhâsibî'de, Nefs'in maddî ve cismanî bir varlık karakteri yani realitesi olmadığı, tamamen nominal (sadece adı geçen, gerçekte varlığı olmayan) bir kavram olduğu ortaya çıkıyor. [243]
Felsefeciler, Maneviyatçılar gibi ruhun ve insan nefsinin tecerrüdünü (soyut bir kavram oluşunu), kendi kendine varlığını sürdüren ruha­nî bir cevher olduğunu; maddî ve somut olmadığını kabul etmekteydi­ler. Şeriatı Tasavvufa yaklaştırma çabası içerisindeki [244] Gazzâlî, Râgıb İsfahani (V 502 H./1108 M.) ve Halimî gibi âlimler ve Tasavvufçular'ın çoğu, Nefs'in tecerrüdüne, cismânî ve maddî olmadığına kanaat getir­mişlerdir. Felsefeciler insan nefsinin ebedî olduğunu, onun fânî olma­yacağını savunurlar. Gazzâlî de Nefs'in bekâsını inkar etmez. [245]
Felsefeciliği ve Kelâmcılığının yamsıra Tasavvuf! yönü de bulunan imam Gazzâlî'ye göre Nefs iki ayrı mânâya gelir:
Birincisi: Nefs ile, insanda "gazap" ve "şehvet" kuvvetini içinde bu­lunduran bir mânâ kastedilir. Tasavvuf ehli, Nefs'i, genellikle bu anlam­da kullanır. Zira onlar, "Nefs" sözüyle insanda kötü özellikleri toplayan bir "asl"ı kastederler. Onlara göre, işte bu Nefs ile savaşıp onun istekle­rini kırmak gerekir.
İkinci mânâ: Nefs "insanın hakikati ve kendisi"dir. Bu Nefs, çeşitli hallere bürünebilme özelliği nedeniyle değişik isimlerle adlandırılır: Emmâre, Levvâme, Mülhime, Mutmainne... gibi.
Kötülüğü emreden Nefs-i Emmâre'nin, birinci mânâda anlatılan Nefs olduğunu söylemek de doğrudur. Şu durumda; birinci mânâdaki Nefs son derece yerilip kötülenmiş, ikinci mânâdaki Nefs ise makbul sayılmıştır. Çünkü o, Allahü Teâlâ'yı ve diğer yaratıkları bilen insanın zâtı ve hakikati demektir. [246]
Hakim Tirmizî (V. 285 H./898 M,)'ye göre Nefe, temelde cismânî özellikler taşımakla birlikte, soyut bir karakter de arz etmektedir. Onda, hem ilk dönem sûfîlerinin ve hem de kendinden sonrakilerin izleri bir araya gelmiştir. O şöyle der:
"Nefs'in özü, dumana benzer sıcak bir rüzgâr, kötü davranıştan do­ğan bir karanlıktır. Nefs'in ruhu aslında nûrânîdir. Bu nurluluk, güzel davranış ve samimî bir yakarışla birlikte Allah'ın yardımıyla güzelleş­meye başlar. Nefs'in güzelleşmesi, ancak kulun kötü heveslerine karşı koyması, ondan yüz çevirmesi açlık ve şiddetle onu yenmesiyle ger­çekleşir." [247]
Hakîm Tirmizî'ye göre mü'min, Nefs'in ve onun buyruklarının eline düşmüştür. Nefs'e, göğüse girme yetkisi verilmiştir. Nefs, iç dünyada göğsün madeni ve yakınlık yeri; kandaki heyecanı, ve pisliğin kuvveti­dir. İnsanın iç dünyası Nefs'in dumanının karanlığı ve ateşinin sıcaklığı ile dolar. Sonra göğüse vesvesesiyle girerek Allah'tan onu uzaklaştırıp, buyruklarıyla bâtıla sürükler. Tâ ki; kul, Allah'a muhtaç oluşundan do­layı Mevlâ'sına sürekli yalvararak yardım dileyinceye kadar. O zaman Allahü Teâlâ ona icabet ederek o kişiyi nefsinin şerrinden kurtarır. [248]
Yine Hakîm Tirmizî'ye göre Nefs "şehvet" merkezlidir. Şehvetin pe­şinden yine şehvete meyleder, belli bir yerde sakin bir şekilde durmaz. [249]
Gazzâlî'ye göre de Nefs'in "gazap" ve "şehvet" kuvvetlerini bünye­sinde barındıran bir yapısı vardı. Bu anlamdaki kullanım sûfîler arasın­da oldukça yaygındır. Sûfîler, Nefs terimiyle "insandaki hoş karşılanmayıp yerilen birtakım sıfatları bünyesinde toplayan bir asıl" mânâsını kastederler. [250]
Görüldüğü üzere, ilk dönemdeki sûfîler ile Gazzâli'nin temsilciliği­ni yaptığı görüş arasında; Nefs'in maddîliğini kabul edip-etmeme, onun duyu organlarıyla algılanabilecek nitelikte cismânî ve somut olup-olmaması hususunda tam bir görüş ayrılığı vardır.
Nefs ile mücahedede Nefs'i öldürmeyi en büyük görev sayan muta­savvıflar, Nefs'i, insanın cismânî karakterde belli bir gerçekliği bulunan bir yönü olarak görmüşler ve onu yılan, fare, kadın, tilki yavrusu ve köpek şeklinde tasavvur etmişler, kişilerin kendi ağızlarından yaşanmış hikayeler de anlatmışlardır. Bu hikayelerin, menkibevî ve efsanevî şey­ler olduğunu ileri sürenler vardır. [251] Bizce de, anlatılan menkıbelerde Nefs oldukları söylenen köpek, tilki, fare, yılan, v.b. varlıklar, insanın içdünyasındaki kötü huy ve duyguları simgeleyen birer sembolden iba­rettir. Zira bizzat bu menkibelerde bile Nefs'in ne yapılırsa yapılsın ke­sinlikle yok edilemeyeceği belirtiliyor. Eğer maddî, cismânî, yani somut bir varlık olsaydı, tutulup öldürülmesi ve yok edilmesi çok kolay olur­du. Oysa ki; insanın içdünyasında doğan her türlü kötü istek, duygu ve huyların kaynağı kabul edilen Nefs'in hoş görülmeyen bu özelliklerini tamamen yok edip ortadan kaldırmak mümkün değildir. Yani biz insanı temelden değiştirenleyiz. Ancak Nefs'in eğilimlerinden kaynaklanan kötü huyları düzeltip denetim altına almak mümkündür. Bu nedenle biz, anlatılan hikayelerdeki varlıkların birer sembol oldukları görüşün­deyiz.
Araştırmamızın daha ileriki aşamalarında geniş olarak göreceğimiz gibi; İslâm Tasavvufu'ndaki Nefs terbiyesi konusunda "az yeme, az uyuma, az konuşma ve rahattan uzak bir yaşantı sürme" gibi temel prensiplerle uygulanan eğitim metodunun objesi "beden" olduğu, do­laylı olarak da eğilimleri hedef aldığı için Nefs'in maddî ve cismânî de­ğil, duyu organlarıyla algılanamayan soyut bir kavram olduğu ortaya çı­kıyor ki; bu durum da bizim yukarıdaki görüşümüzü desteklemektedir. [252]


[233] Yani, kendine has varlığı ve bünyesi olan bir şeydir.
Ayn: "Göz, öz, kaynak, çeşme, hâlis, mal, zihnin dışındaki varlık" gibi sözlük anlamları bulunan bu terim, Tasavvuf literatüründe, birşeyin Allah'ın ilmindeki sureti; ayn-i sabite: Zât, mâhiyet, ayniyet, iki şeyin aynîleşmeleri, kendisinden diğer bir şeyin çıktığı ve peyda olduğu diğer birşey" mânâsına gelir. (Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 72, Marifet Yay., İst., 1991).
[234] Hucviri, Keşfü'l-Mahcûb, s. 309.
[235] A.e., s. 320.
[236] A.e., Aynı yer.
[237] A.e., Aynı yer.
[238] A.e., Aynı yer.
[239] A.e., s. 320-321.
[240] A.e.,s. 321.
[241] Bu konuda bkz.: Ebubekir Muhammed b. İshak Kelabâzî, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Doğuş Devrinde Tasavvuf (Taarruf), s. 12, 34-35, 61-125, fi. baskı, Dergâh Yay, İst., 1992; Kuşeyri, Risale, S- 41-49.
[242] Şahin Filiz, Mulmsibî'nin Hayatı, Eserleri ve Fikirleri, s. 1, Basılmamış Yüksek Li­sans Tezi, Selçuk Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1990.
[243] Hüseyin Aydın, Muhasibî'nin Tasavvuf Felsefesi, s. 85; Ayrıca bu konuda geniş bil­gi için bkz.: Şahin Filiz, A.g.e., s. 98-116.
[244] Bkz.: Abdülkerim Kuşeyri, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Kuşeyri Risalesi, s. 55, 111. baskı. Dergâh Yay., ist., 1991.
[245] İzmirli İsmail Hakkı, "İslam'da Felsefe Cereyanları", s. 40, Darülfünun İlahiyat Fak. Mecmuası, c. IV, sayı: 16, Evkaf Matbaası, İst., 1930.
[246] Gazzâlî, İhya, c. III. s. 5.
[247] Hakîm Tirmizî, Beyânü'l-Fark Beynes-Sadr ve'l-Kalb ve'l-Fuâd ve'l-Lübâb, s. 83, Dâru İhyâi'l-Kütûbi'l-Arabiyye, Kahire, 1958.
[248] A.e. s. 40.
[249] Ahmed Abdürrahim es-Sâyih, es-Sülûk İnde'l-Hakîm et-Tirmizî ve Mesâdiruhü mine's-Sünne, s. 165,,Dârus'Selâm, Kahire. 1988.
[250] Hanna Fâhürî-Halü el-Cerr, Târîhu'l-Felsefeti'l-Arabiyye, c. II, s. 296, Dâru'1-Ceyl, Beyrut, 1982.
[251] Hüseyin Aydın, A.g.e., s. 85.
[252] Ahmet Ögke, Kur'an'da Nefs Kavramı, İnsan Yayınları: 51-56.


Konu Başlığı: Ynt: Tasavvufta Nefs
Gönderen: Rüveyha üzerinde 07 Temmuz 2016, 20:51:27
Esselamu aleykum..Tasavvufta nefis terbiyesini Mevlam bizlere de nasip eylesin..Rabbim Allah dostlarının yolundan ayırmasın İnşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Tasavvufta Nefs
Gönderen: Ceren üzerinde 07 Temmuz 2016, 21:03:51
Aleykumselam.Tasavvuf ehli olan kul nefsini allah icin terbiye eder ve onun rizasi icin iman ile yasar.Rabbim bizleri tasavvuf ehli olan ve nefsini terbiye edip o yolda giden kullardan eylesin inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Tasavvufta Nefs
Gönderen: Ceren üzerinde 07 Temmuz 2016, 21:07:19
Aleykumselam.Tasavvuf ehli olan kul nefsini allah icin terbiye eder ve onun rizasi icin iman ile yasar.Rabbim bizleri tasavvuf ehli olan ve nefsini terbiye edip o yolda giden kullardan eylesin inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Tasavvufta Nefs
Gönderen: sedanurr üzerinde 30 Aralık 2017, 19:10:23
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri nefsini terbiye edebilenlerden eylesin..


Konu Başlığı: Ynt: Tasavvufta Nefs
Gönderen: Mehmed. üzerinde 30 Aralık 2017, 22:38:24
Ve Aleykümüsselam Rabbim bizlere hem nefis tezkiyesi hem de terbiyesi nasip eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Tasavvufta Nefs
Gönderen: Sevgi. üzerinde 31 Aralık 2017, 00:54:30
Aleyküm Selâm Ve Rahmetüllahi Ve Berakâtühu
Bu dünya âleminde sınavda olan insanın yükselip alçalması bunlar sebebiyle olmaktadır. Bunlardan ruh ve nefis insanın iç aleminin hizmetçisidir. Mevlam bizleri nefsini herdaim terbiye edenlerden eylesin inşaAllah.