Konu Başlığı: Takva İman ve Ameli Salih Konusunda Sünnetullah Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 19 Mart 2011, 17:03:55 TAKVA, ÎMAN VE AMEL-İ SALİH KONUSUNDA SÜNNETULLÂH (ÎMAN, TAKVA VE SALİH AMEL KÂNUNU) Takvanın Tanımı: Şeyhu'l İslâm İbn-i Teymiyye (662/1263) şöyle! demektedir: "Takva, Allah'ın emrettiği şeyi yapmakla nehy ettiğini terketmeyi bir arada toplar. [1] Müfredat sahibi de "Takva, şeriat örfünde, nefsi günâha götüren şeylerden korumaktır ki, bu da haramların terkiyle olur [2]" demektedir. Takvâ'yi, "nefsi, beraberinde ceza olan günâhtan korumaktır. Buda şer'an vacip olanı yapmak, haram olanı terketmekle olur" şeklinde tanımlamakla mümkündür. [3] Îman'ın Tanımı: İman, nefsin (kişinin) tasdîk yolu (doğruluğunu kabul etmek) üzere hakkı bilmesidir. Bu da üç şeyin birleşmesiyle olur: Kalb ile tasdîk, dil ile ikrar ve istenilen tarzda organlarla amel. İtikâd, doğru söz ve salîh amelden her birine îman denir. Allah Teâlâ "Allah îmanınızı zayi edecek değildir" buyuruyor. Yâni "namazınızı boşa çıkaracak değildir" demektir. Bir başka âyette de "Doğru da söylesek sen bize inanmazsın" buyurmaktadır. Yâni, "bizi tasdîk edici degilsin.[4] Salih Amel'in Tanımı: Amel, canlılar tarafından kasden yapılan iştir. "Fiil'den daha husûsi (ehas) dir. Çünkü fiil, bâzan canlıların kasıt olmadan yaptıkları işlere de nisbet edilirken, cansızlara da nisbet edilir. "Amel"in ise bu nisbeti azdır. Amel, hayvanlarda, sadece (arapların) şu (el-Bakaru'l evâmil): Çalışan inekler sözlerinde kullanılmıştır. Amel, iyi ve kötü işlerde kullanılır. Allah (c.c.) "inanıp sâlih amel işleyenler" [5] ve "Kötü ameller yapıp daha sonra tevbe edenler. .."[6] buyurmaktadır.[7] Müttekîler İçin "Furkan" Takva Semeresidir: Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ey inananlar, Allah'tan korkarsamz O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir" [8] "Furkan" kelimesi, "Takva" gibi mutlak ve kapsamlı bir kelimedir. Takvâ'yı meyve veren ağaca benzetirsek, Furkan da onun meyvesidir, deriz. (Furkan) lügatta, aslen iki veya daha çok şeyler arasını açmaktır. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Dîni, şeriatı ve mahlûkatın nizâmı konusundaki sünneti (kânunu) gereğince korkulması vacip olan her şeyde Allah'tan korkarsanız, bu takva sebebiyle size hak ile bâtılı ayıracak ilmî bir meleke (bilgi ve maharet), hidâyet ve kalplerinizde nûr verir; mü'minleriazîz, kâfirleri zelîl etmek suretiyle de ehl-i hak'la ehl-i bâtıl'ın arasını ayıracak bir yardım, şüphelerden arındıracak bir çıkış yolu, dünyevî sıkıntılardan ve uhrevî azaptan kurtuluş nasîb eder. [9] Kim Allah'tan Korkarsa Allah Ona Çıkış Yolu Gösterir: Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "Kim Allah'tan korkarsa (Allah) ona bir çıkış (yolu) yaratır. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a güvenirse, O, ona yeter" [10] Yâni, Allah, emrettiğini yapmak, yasakladığından kaçınmak suretiyle Allah'tan korkan kimseye her türlü sıkıntıdan (kurtulacak) bir çıkış yolu verir, ummadığı yerden onu rızıklandırır ve verdiği şeylerde bereket nasîb eder. Kim Allah'a tevekkül eder, yâni İşini O'na havale ederse, önemsediği şeyleri temin konusunda Allah ona yeter. [11] Allah'ın Müttekîlerle Beraber Oluşu: Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Çünkü Allah, (azabından) korunanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir." [12] Allah, desteği, yardım ve hidâyetiyle muttakîlerle beraber olur. Bu, muttakîlerle özel bir beraberliktir. Peygamber (a.as.) da Hira Mağarası'nda, Allah Teâlâ'nın (Kur'ân'da) anlattığı gibi, Ebûbekir Sıddîk'a (r.a.), şu îkazda bulunuyordu: "Hani yalnız iki kişiden biri olduğu halde kendisini çıkardıkları sırada ikisi mağarada iken arkadaşına 'Üzülme, Allah bizimle beraberdir!' diyordu" [13]. (Korunanlarla iyilik edenler) den maksat, haramları terkedip, vacipleri işleyen kimseleri Allah korur, destekler ve düşmanlarına galip kılar, demektir. [14] Allah'ın Harpte MuttakîlereYardım Etmesi: Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "O zaman sen mü'minlere: 'Rabb'inizin, size indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi, size yetmez mi?' diyordun" [15] "Evet, sabreder, (Allah'tan) korkarsanız; onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabb'iniz size nişanlı beş bin melekle yardım eder" [16] Yâni, düşmanla karşı karşıya kalma konusunda sabır gösterir, her hususta günahtan sakınırsanız, âyette ifâde edildiği şekliyle, Allah, sizi destekler. [17] Rahatlık İmân Ve Takva İledir: Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "(O) ülkelerin halkı inanıp korunsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluk açardık; fakat yalanladılar, biz de onları kazandıklarlyla yakaladık" [18]. Yâni, kent halkı Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanıp, Allah'ın haram kılarak yasakladıklarından kaçınırsa yağmur ve bitki vererek yerden ve gökten bereket kapılarını açarız. Fakat, peygamberlerini yalanlayınca Allah, küfür ve mâhiyetlerinin bir cezası olarak, onları kuraklık ve kıtlıkla yakalayıp cezâlandırdı. [19] Müttekî Mü'minin Ecri Sevabı Dünyâ Ve Âhirettedir: "...Güzel davrananların ecrini zayi etmeyiz, inananlar ve korunanlar için elbette âhiret yurdu daha hayırlıdır" [20] Yâni, Allah (c.c.) îmanla takvayı birleştiren muhsin/güzel davranan kullarının ecrini verir. Onlara dünyâda ve âhirette ecir verir. Âhiret ecri onlar için daha hayırlıdır; Çünkü devamlıdır. Dünyâ ecri ise geçicidir. Süfyân b. Uyeyne der ki: "Mü'min, yaptığı güzel işlerin dünyâ ve âhirette sevabına nail olurken, kâfire dünyevî mükâfatı önceden verilir, âhirette artık onunbir payı olmaz. [21] Allah'ın Mü'minlere Yardımı: Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Elbette biz elçilerimize ve inananlara hem dünyâ hayâtında, hem de şâhidlerin (şâhidîiğe) duracakları günde yardım ederiz"[22] Yâni, dünyâ ve âhirette mü'minlere yardım ederiz. Dünyâda savaş ve (şüphe götürmez) hüccetle düşmanlarına üstün gelirler. Allah tarafından bir imtihan olarak bazen yenilgiye uğrasalar da, aslında âkibet (güzel ve mutlu son) onlarındır. [23] Allah'ın Mü'minleri Kurtarması: Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Onlar sâdece kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen günler gibi (acı günler) bekliyorlar öyle mi? De ki: 'O halde bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!'" [24] "Sonunda elçilerimizi ve inananları kurtarırız. Böylece üzerimize düşen bir borç olarak mü'minleri kurtarırız" [25] Yâni, Ey Muhammed (a.s)! Şu senin azâb ve intikam haberini yalanlayanlar, kendilerinden evvel gelip geçmiş, peygamberlerini yalanlayan milletlerin başlarına gelen acıklı hâdiseleri mi beklemekteler? Şöyle ki, Allah onları helak ederken, peygamberlerini ve onlara tâbi olan mü'minleri kurtarmıştı. İşte biz mü'minleri böyle kurtarır, müşrikleri de benzerlerini helak ettiğimiz gibi helak ederiz. Sünnetullâh, hep böyle cereyan etmiştir. Allah (c.c.) bir milleti cezalandırdığı zaman, aralarında peygamberleri ve inananları çıkararak kurtarmıştır. [26] En Üstün İnananlardır: Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) inanıyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz"[27]. Yâni, Ey Muhammed Ashabı! Kuvvetten düşmeyiniz. Her hâlu kârda düşmanınızla cihâddan korkmaymız. Uhud Muharebesi'nde başınıza gelen hezimet ve musibetten ötürü de üzülmeyiniz (siz üstünsünüz). Yâni, sonunda zafer sizindir (inanıyorsanız). Çünkü îman, kalbe güç verir, Allah'la olan irtibatı artırır ve düşmanlarına aldırış etmemeyi öğretir. [28] Kâfirler, Mü'minlere Yol Bulamazlar: Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ve mü'minlere karşı kâfirlere asla yol vermeyecektir" [29]. Yâni, kâfirler kâfir olarak, îmanın gereğini yapan ve îman yoluna tâbi olan mü'minler üzerine, mü'min olmaları hasebiyle, yol bulamazlar. Yol (Sebil) kelimesi burada, nefyin (olumsuzluk) siyakında nekre (belirsiz) olarak bulunduğu için umûm ifâde eder. Kâfirlerin mü'minler üzerine yol bulamaması, dünyâ ve âhireti kapsayan bir durumdur. Öyleyse kâfirler mutlaka (hiç bir şekilde) mü'minler üzerine yol bulamazlar; siyasî harplerde, teorik ve pratik sebeplerinde, kâfirler olarak, müslümânlara üstünlük sağlayamazlar. Ne var ki onlar, Allah'ın mahlûkatı hakkındaki kânunu iyi bilen durumda olmuşlar, bu konuda gayret göstermişler; fakat müslümânlar bütün bunları terkedip durmuşlarsa, o takdirde kâfirlerin üstünlük sağlamaları mümkün olacaktır. [30]O Mânânın şöyle de olması mümkündür: Yâni, Allah, kâfirlerin, bâzı zamanlar üstünlük sağlasalar da, dünyâda mü'minlere musallat olarak, tamamen ortadan kaldıracak şekilde istilâ ve işgal etmelerine yol vermez. Çünkü dünyâ ve âhirette mutlu son mü'minlerindir. Allah Teâlâ "Elbette biz elçilerimize ve inananlara hem dünyâ hayâtında, hem de şâhidlerin (şâhidliğe) duracakları günde yardım ederiz" buyurmaktadır. Âyetin dünyâ ve âhirete olan kapsamı ortadadır. Çünkü bu, kâfirlerin mü'minlere yol bulamayacağına açık bir va'addir. Mü'minler, îmanın hakikatini yüreğinde yaşatan, sonra bu gerçek îman, Allah'ın razı olduğu ameller, Allah yolunda cihâd, O'na tam bir ihlâs ve samîmeyetle şeriatına tam bir teslimiyet tarzında dışarıya yansıyan kimselerdir. Öyle ki, onların yaşantılarında âlemlerin Rabb'i olan Allah'a ve O'nun dosdoğru şeriatına boyun eğmekten başka bir şey bulunmaz. Bâzı zamanlarda kâfirlerin, İntikam olarak mü'minlere yol bulmaları, îmanlarının hakîkatında meydana gelen gedikten olmuştur veya olabilir. Mühimmat alımı, Allah yolunda cihâd niyyetiyle kuvvet hazırlığı, her türlü nisbet ve bağımlılıktan âzâde olarak sadece bu sancak altında bulunmak îmandan ve îmanın lüzum ve gereklerindendir. Müslümanlara zamanla arız olan yenilgi, îmanın hakîkatında meydana gelen gedik ölçüsündedir. Daha sonra, gerçek îman üzere bulunduklarında, yardım, mü'minlere hak olarak dönerdi.[31] Rahat Yaşantı Müttekî Mü'minler İçindir: İman ve takva ehline rahat yaşantı yollarını kolaylaştırması ve âsûde bir hayat bahşederek onlara nimetlerini bollaştırması Allah'ın mahlûkathakkındaki umumî bir kânunudur. Nitekim Allah (c.c.): "Ve Rabb'inizden mağfiret dileyesiniz, sonra O'na tevbe edesiniz ki, sizi belirtilmiş bir süreye kadar güzelce yaşatsın ve her lütuf sahibine lütuf (ve kerem) ini versin..." [32] buyurmaktadır. Efendimiz Muhammed (a.s), kavminden yalnız Allah'a ibâdet, O'na tevbe ve istiğfar etmelerini istemişti. Allah ve Resûl'üne îman ettikleri, yalnız O'na ibâdetle beraber O'ndan korktukları, geçmiş günâhlarının affını istedikleri ve O'nun yolundan yüz çevirmek, Sünnet'inden sapmak ve bunda devamlı kalmak gibi işlenilmesi muhtemel olan günâhlara tevbe ettikleri sürece Allah onları ibâdet ve tâatlarını, tevbe ve istiğfarlarının semeresi olan rahat bir yaşantıyla mükâfatlandırır. (Meta1), maişet temini ve ev ihtiyâcında kendisiyle fayda sağlanan her şey demektir. (Metâ'ul Hasen) ise, rızkın bolluğu ve rahat yaşantı gibi hoşa giden güzel menfâatlar, güven, rahatlık ve peşpeşe gelen, sürekli nimetler ile faydalanmak demektir. Bu durum, yaşadıkları sürece devam eder. (Ve her lütuf sahibine lütuf (ve kerem) ini versin); Yâni, her sâlih amel sahibine, dünyâ ve âhirette amelinin mükâfatını verir. [33] Bolluk, Bereket Ve Güçlülük Îman Ve Takva İledir: Takva, ve îman ehlinin güçlerinin artırılması, rahat yaşantıları ve yağmuru çoğaltarak bolluk ve bereket vermesi Allah'ın mahlûkatı hakkındaki Sünnetlerindendir. Allah (c.c.) Hûd' (a.s.)'ın kavmine söylediği sözü hikâye ederek şöyle buyurur: "Âd (kavrnin)e de kardeşleri Hûd'u (gönderdik): Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur. Siz, (ortak koşmakla) sâdece iftira ediyorsunuz! Ey kavmim, Rabb'inizden mağfiret dileyin, sonra ona tevbe edin ki gökten üzerinize bol bol rahmet göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suç işleyerek yüz çevirmeyin"[34] Yâni, Hûd (a.s), kavmine îman, itaat ve takva anlamını taşıyan yalnız Allah'a ibâdet, O'na tevbe-istiğfâr etmelerini emretti. Bunu yapsalardı, Allah onlara rahat yaşantı yollarını kolaylaştıracak, sürekli yağmurlar indirecekti, -kaldı ki yağmur, her hayır ve bereketin sebebidir- kuvvetlerine kuvvet, bolluklarına bolluk, izzetlerine izzet katacak, mallarını, çocuklarını ve nimetlerini artıracak ve o nimetlerle istifâde gücü verecekir [35]. Yeryüzüne Mü'minler Vâris Olacaklardır: Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "Andolsun Tevrat'tan sonra Zebur'da da: 'Arza mutlaka iyi kullarım vâris olacak' diye yazmıştık" [36] Yâni, Dâvûd (a.s)'un Zebur'unda da, yeryüzüne, yâni kâfir milletlerin yer ve yurtlarına mü'minlerin vâris olacağını, fetihlerle oraları istilâ edeceklerini yazdık (ezelde takdîr ettik). Bu tefsir, İbn-i Abbas'tan rivayet edilmiştir. [37] Çalışan Mü'min, Amelinin Semeresinden Mahrum Olmaz: Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "İmdi kim inanmış olarak iyi işlerden yaparsa onun çalışmasına nankörlük yok ve biz (onun çalışmasını) yazanlarız" [38] Yâni, çalışma ve gayretinin sevabından mahrumiyet söz konusu değildir. (Ve biz yazanlarız), yâni, çalışmasını, amel defterine kaydediyoruz. Herhangi bir şekilde zayi olması düşünülemez [39]. Allah (c.c): "Kim kötülük yaparsa sâdece onun kadar cezalanır, ama kadın ve erkekten her kim inanarak faydalı bir iş yaparsa, onlar cennete girerler ve orada kendilerine hesapsız rızık verilir" [40] Yâni, kötülük işleyen, ancak işlediği kadarıyla cezasını görür. Çünkü güzel amele verilen mükâfatın fazlası da güzeldir. Zîra bu bir fazlu ihsandır. Allah büyük kerem (cömertlik) ve ihsan sahibidir. Bunun içindir ki Allah (c.c.) âyette (Hesapsız rızıklandırılacaklar) buyurdu. Bu ifâde, (sâdece onun kadar, ayniyle) ifâdesinin mukabilinde yer almıştır. Yâni, kötülüğün cezası, hak ettiğinin üzerine artmayacak şekilde bellidir, hesaplıdır. Fakat amel-i sâlihin mükâfatına gelince, o hesapsız olup, ölçü kabul etmez. Bilâkis, iyiliğin üzerine Allah'ın dilediğince artış söz konusudur. [41] Salih amelin geçerli sayılmasının, sevap üzerine, terettüp etmesinin ve bu sebeple cennete girmenin şartı îmandır [42]. İyi Bir Geçim, Îman Ve Salih Amelle Elde Edilir: Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu hoş bir hayatla yaşatırız, onların ücretini yaptıklarının en güzeliyle veririz" [43] Bu âyet-i kerîme, Allah'ın kânunlarından bir kânunu (Sünnetullâh), doğru bir vaad olarak açıklamaktadır. Şöyle ki, erkek olsun, kadın olsun, her kim sâlih ameller işlerse, Allah bu dünyâda ona iyi bir geçim hazırlar. Sâlih amelin mükâfatı olarak böyle bir hayâtı ona kolaylaştırır. Bu da, âhiretteki nail olacağı güzel ecre (sevaba) bağlıdır. Ki bu, dünyâda işlediklerinden daha güzeldir. [44] Amel-i Salih'in Anlamı: Sâlih Amel'den maksat, hoş bir geçime, âhirette güzel ecirlere kavuşmanın şartlarından olan meşru' ameldir. Yâni, Allah'ın, Kitâb-ı Kerîm'inde ve Peygamberi'nin, Sünnetinde meşru' kıldıklarına uygun düşen işlerdir. [45] Şeriata muhalif olan bir amel, muteber olmadığı gibi, âyette belirtilen "mükâfâf'a da lâyık değildir. İşleyenler arasında erkeklik şartı da yoktur. Amel-i Salih'le elde edilen hoş geçim konusunda erkek ve kadın müsâvî'dir. [46] Amel- Salih'le Birlikte Îman Şartı: İyi bir geçinme faydası olması bakımından sâlih amelle birlikte, amel edenin îman prensiplerine inanması şarttır. (İnanmış olarak) âyetinden anlaşılan da budur. Bu sebeple müfessirler İmâm Râzî (544/1149)'nin şu sözünü naklederler: "Amel-i Sâlihle birlikte iyi bir geçinme kavuşmak, îman şartına bağlıdır. [47] İbn-i Kesîr (774/1373) de aynı şeyleri söylerken, bu âyet hakkında şöyle demektedir: "Bu, erkek olsun, kadın olsun, Adem oğullarının sâlih amel işleyenleri ve kalbi Allah ve Resûlü'ne inananlar için Allah tarafından bir va'ddir [48] İyi Geçim Dünyâda Mı Olacak, Âhirette Mi? Sâlih amel işleyenler için va'dedilen tertemiz hayat (iyi ve hoş geçim), dünyâdaki hayattır. Müfessirler de böyle açıklamışlardır. Zemahşehrî (538/1143) şöyle der: "(Tertemiz hayat), yâni dünyâda. Açıkça anlaşılan da budur. Çünkü (Onları mükâfatlandırırız) ifadesiyle Allah dünyâ ve âhiret sevabını onlara va'defmiştir: "Allah da onlara hem dünyâ karşılığını, hem âhiret karşılığının en güzelini verdi"[49] Râzî Tefsîrin'nde ise: "Bu hoş geçim dünyâda mı, kabirde mi, yoksa âhirette mi olacak? Bir kaç görüş var. (Birinci görüş): Kâdî diyor ki: (Zihne) en yakın olan, bunun dünyâda olmasıdır. Çünkü Allah Teâlâ hemen peşine (Onların ücretini yaptıklarının en güzeliyle veririz) ifâdesini getirmiştir. Şüphesiz bu da âhirette olacaktır[50] denilmektedir. Âlûsî (1270/1853) bu âyet hakkında şunları söylemektedir: "(Onu hoş bir hayatla yaşatırız). Bir kişinin dışında herkes bunun dünyâda olduğunu söylemişlerdir. [51] İyi Geçim (Rahat Yaşantı) in Anlamı: İyi geçim (Hayât-ı Tayyibe), her tür rahatı kapsar. İbn-i Abbâs ve bir kısım müfessir bunu helâl ve temiz rızık olarak tefsir etmişlerdir. Ali (r.a.) ise "kanâat'la tefsîr ederken, yine İbn-i Abbâs, İkrime ve Vehb b. Münebbih de aynı görüşü paylaşmışlardır. Dehhâk, bu, helâl rızık ve dünyâda ibâdettir, demiştir. Yine, tâatla amel ve onunla inşirah (huzur bulmak) tır, şeklinde de tefsîr etmiştir. [52] İmâm İbn-i Kesîr diyor ki: "Doğru olan, Hayât-ı Tayyibe'nin bütün mânâları kapsamasıdır. Nitekim İmâm Ahmed (241/855), Abdullah b. Ömer'den rivayet ettiği hadiste Resûlüllâh'ın (a.s.) şöyle dediğini nakleder: "Müslüman olup yeterince rızıklanan ve Allah'ın verdiğiyle kanâat eden kimse kurtulmuştur. [53] Zemahşerî (538/1143), müslümân olarak amel-i sâlih işleyenler için iyi geçimin nasıl olacağını belirtirken şöyle der: "Amel-i sâlihle birlikte mü'min, zengin olsun, fakîr olsun iyi bir hayât yaşar. Zengin ise, buna söz yok. Fakîr ise, onunla beraber ona iyi bir geçim sağlayan şeyler vardır ki, onlar da kanâat ve Allah'ın taksimine rızâdır. Günahkârın durumu ise böyle değil. Tam aksine, günahkâr zengin ise mesele yok. Fakîr ise, hırs onu bırakmaz. Yaşantısıyla sevinir ve bahtiyar olur." [54] Hayât-ı Tayyibe Birçok Şeyle Gerçekleşir: Gerçek şu ki, hayât-ı tayyibe bir çok şeyle gerçekleşir: Rızâ, gönül huzuru (itmi'nân), iç rahatlığı (inşirâh-ı sadr), mutluluğu hissetmek ve rahat geçim. Bütün bunlar nefis tarafından gönderilir ve mü'minin içerisine sızar. Bu da bol mal, rahat mekân, lezîz yemek, kıymetli ve göz kamaştırıcı elbiseler gibi insana rahatlık zemini hazırlandığını ve bedenî zevkle hoşnutluğunu inkâr etmediğimiz maddî ve haricî etkenlere bağlı değildir. Fakat gerçek mutluluk, gerçek rahatlık, gerçek imreniş ve mutluluğu hissediş, iyi bir geçimi sağlayan nitelikte olandır. Bütün bunlar maddî ve haricî bir takım şeylere bağlı olmadığı gibi, iyi bir geçim (hayât-ı tayyibe) de bunlara bağlı değildir. Şehîd Seyyid Kutub'un şu sözü ne kadar güzeldir: "îmanla beraber olan sâlih amelin mükâfatı dünyâda tertemiz (hoş ve rahat) bir geçimdir. Nimetlerle donatılmış, varlıklı ve zengin olmak önemli değildir. Bâzan böyle olurken, bâzan olmayabilir de. Hayatta yetecek kadar maldan başka, geçimi! güzel kılan çok şey vardır: Orada Allah'a bağlanma ve O'nun gözetimine, himayesine ve rızâsına sığınma vardır; orada sıhhat, sükûnet, rızâ, bereket, hanelerde rahatlık ve gönülden sevgi vardır; orada amel-i sâlihle huzur bulmak, onun gönüldeki ve hayattaki izleri vardır. Mal, tek bir unsurdur ki, kalp daha büyüğüne, daha temizine ve Allah katında daha kalıcı olana bitişince onun azı bile kifayet eder." [55] Mü'minin Rahat Geçimi, Âhiretteki Sevabını Azaltmaz: Mü'min olarak sâlih amel işleyenin dünyâda nail olacağı hoş ve rahat geçim, onun âhiretteki sevabını azaltmaz. Bilâkis, Allah onun sevabının, dünyâdaki amelinin en güzeli üzerine olacağını va'detmiştir. Cömert ve Kerîm olan Rabb'in sevabı ne büyüktür! [56] [1] İbn-i Teymiyye, Mecmûu'l Fetevâ, c.8, s.526 [2] Rağıb, el-İsfehânî, el-Müfrvdât, s.530-531 [3] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 286. [4] a.g.e., ş.530-531. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 286-287. [5] Meryem: 19/96 [6] A'râf: 7/153 [7] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 287. [8] Enfâl: 8/29. [9] Zemahşerî, c.2, s.214; İbn-i Kesîr, c.2, s.300; Âlûsî, c.9, s.196; Kurtubî, c.7, s.396; Râzî, c.15, s.153. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 287-288. [10] Talâk: 65/2-3. [11] İbn-i Kesîr, c.4, s.379; Kurtubî, c.18, s.159; Âlûsî, c.28, s.138. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 288. [12] Nahl: 16/128. [13] Tevbe: 9/40 [14] İbn-i Kesîr, c.2, s.592-593. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 288-289. [15] Âl-i Îmrân: 3/124. [16] Al-i İmrân: 3/125. [17] Kurtubî, c.4, &.195. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 289. [18] A'râf: 7/96 [19] Tefsîr-i Râzî, c.14, s.185. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 289-290. [20] Yûsuf: 12/56-57. [21] Zemahşerî, c.2, s.483; Kurtubî, c.9, s.219-220. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 290. [22] Mü'min: 40/51. [23] Zemahşerî, c.4, s.172; Kurtubî, c.15, s.322. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 290-291. [24] Yûsuf: 12/102. [25] Yûnus:10/103. [26] İbn-i Kesîr, c.2, s.434; Kurtubî, c.8, s.387; Âlûsî, c.ll, s.195-196; Zemahşerî, c.2, s.373; Razı, c.17, s.170 Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 291. [27] Âl-i İmrân: 3/139 [28] İbn-i Kesîr, c.l, s.408; Kurtubî, c.4, s.217; Âlûsî, c.4, s.65. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 291-292. [29] Nisâ: 4/141 [30] Tefsîr-i Menâr, c.5, s.567. [31] Fîzilâl, c.2, s.263-264. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 292-293. [32] Hûd: 11/3 [33] Zemahşerî, c.2, s.378; Kurtubî, c.9, s.3-4; Âlûsî, c.ll, s.207; Tefsîr-i Menâr, c.12, s.7; Fîzilâl, c.12, s.27. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 293-294. [34] Hûd: 11/50,52. [35]İbn-i Kesîr, c.2, s.449; Kurtubî, c.9, s.51; Âlûsî, c.12, s.80-81. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 294-295. [36] Enbiyâ: 21/105. [37] Zemahşerî, c.3, s.128; Kurtubî, c.ll, s.349. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 295. [38] Enbiyâ: 21/94. [39] Tefsîr-i Âlûsî, c.17, s.90 [40] Mü'min: 40/40. [41] Tefsîr-i Zemahşerî, c.4, s.168 [42] Tefsîr-i ÂJûsî, c.24, s.71. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 296. [43] Nahl: 16/97. [44] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 297. [45] İbn-i Kesîr, c.2, s.585 [46] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 297. [47] Tefsîr-i Râzî, c.19, s.112 [48] İbn-i Kesîr, c.2, s.585. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 298. [49] Tefsîr-i Zemahşerî, c.g.2, s.633. Âl-i İmrân: 3/148 [50] Tefsîr-i Âlûsî, c.19, s.112. [51] Tefsîr-i Âlûsî, c.14, s.226. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 298-299. [52] İbn-i Kesîr, c.2, s.585; Tefsîr-i Râzî, c.19, s.112; Tefsîr-i Alûsî, c.14, s.226 [53] İbn-i Kesîr, c.2, s.585 [54] Tefsir-i Zemahşerî, c.2, s.633. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 299-300. [55] Fîzilâl, c.12, s.9. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 300-301. [56] İbn-i Kesir, c.2, s.585; Fizilal, c.12, s.97. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 301. |