๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 08 Şubat 2011, 19:59:03



Konu Başlığı: Süresizlik İfade Eden Kelimeler
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Şubat 2011, 19:59:03
Süresizlik İfade Eden Kelimeler

 Var olma, zamanı beraberinde getirmekle birlikte, ulvi bir var­lık için süreyi içeren zamandan farklı bir düşünceyi insan zihninde canlandırmaktadır. Bu nedenle, var edenle var edilenin zamanlarının ve varlıklarının farklı anlaşılması bir hakikattir. Bu ma­nada var edenin, zamandan münezzeh olduğunun söylenmesi, varlığının süreye tabi olmaması demektir. Bu başlık altında varlığı süreyle sınırlı olmayan; ifade ettiği mana süreye tabi olmayan ke­limeler inceleneceğinden böyle bir başlık uygun görülmüştür. [289]

  Ezel

 Başlangıcı olmama manasını ifade eden bu kelimenin aslının, yok olmadı, zeval bulmadı manasındaki lem yezel fiilinden ih­tisar edilmiş olabileceği söylenmişse de [290], ezel ile lâ yezel arasındaki fikir jimnastiği batıl olarak değerlendirilmiştir. Birinin diğerinden önce olduğunu düşünmek mümkün değildir. Zira, eze­lîn den önce olduğunu düşünüp  e bir,başlangıç vermek gerekir ki bu da yanlıştır. Ayrıca ezelîn son bulması, in bunun peşinden meydana gelmesi de imkânsızdır. Dolayısıyla ezel keli­mesinin ifade ettiği manada öncelik ve sonralık söz konusu değil­dir. [291] Öncelik ve sonralık, yaratan için değil, yaratılana has bir ni­teliktir. Sonradan olanın ezelî olması ise muhaldir [292].

Etimolojik çağrışım yapan  fiili ise  ve  olumsuzluk edat­ları ile birlikte, hadis varlık ve onun hakkındaki olayların zamanı ile ilgili olarak kullanılmış olup süre bildirmektedir [293].

Ezel ve ezelî kelimesi Kur'ân'da ve hadislerde geçmemekte­dir. Ancak, Hadîd sûresi 3. ayette yer alan “O, evvel ve ahirdir” ifadesindeki evvel kelimesi, İslam alimleri tarafından, Allah'ın ezelî olduğu, şeklinde anlaşılmıştır. Allah, kendisi dışında kalan her şe­yin evvelidir. Başlangıçsız zamiri, zihnen başlangıcı düşünülme­yen süre, varlığının geçmişte sonsuza kadar devam etmesi [294] şek­linde açıklanmıştır. Ezelde Allah ile birlikte hiçbir şey yoktur. Allah, ma'lul olan âlemden önce gelir. Âlem zatında mümkinu'l-vücuttur. Böyle olanın hadis olduğu, hadisin yok olmaya mahkûm olduğu, yok olmaya mahkûm olanın ezelde olamayacağı açıktır. Binaena­leyh Allah'ın âlemden önce oluşu müddet ve zaman önceliğini ge­rektirmez [295].

Bir kısım filozofların zamanın kökenini ebedî şimdi, yahut an-ı daim'e dayandırmaları, zamanın kıdemi konusunda yapılan tar­tışmaların ezel ile birlikte düşünülmesi, teselsüle götüreceği için; bir kısım kelâmcılar tarafından şiddetle eleştirilmiştir [296]. Sonuç olarak onlar, zamanın mevcut olmadığı kanaatine varırken; olaya varlık­sız zaman olmayacağı açısından bakmışlardır. Varlığın yaratılmış olduğu, sahih akıl ve sahih naslara göre kesin olduğu için, ezelde varlık ve zaman adına bir şeyden bahsetmek mümkün değildir. Esasen ezel bir varlığa sahip olmayıp, Allah'a nisbet edilen selbî bir sıfattır. Eğer zamanın gerçekte bir varlığı olsaydı, Allah'ın zamandan tenzih edilmesi mümkün olmaz, zaman onu da sınır­lardı [297]. Ayrıca halk, ibda, inşâ, tekvin, fâtır ve samed kelimeleri­nin ortaya koyduğu manalara ait ayetlerle, Allah'ın doğmamış ol­duğunu, bir benzerinin bulunmadığını, başka bir şeye muhtaç ol­madığını beyan eden ayetler de, dolaylı olarak Allah'ın ezelî oldu­ğunu, ondan başka hiçbir varlığın bu sıfatlarla nitelenemeyeceğini göstermektedir. Allah, ezelî yaratıcı ve ebedî kadirdir. O'nun ezelî varlığı zorunludur. Bilgisi, varlığına; fiili, bilgisine bağlı olup, varlığı gibi bilgisi ve fiili de ezelî ve zorunlu olup, o bunlarsız düşünüle­mez .[298] Allah'ın sıfatlarında bir öncelik sonralık düşünülemez. Bakara sûresi 255, Âl-i İmrân sûresi 2. ayetlerdeki hayyun , Mü'min sûresi 65. ayetteki hayâtun kelimeleri de her canlıdan önce diri olan [299], ezelden beri hazır ve nazır [300] diye tefsir edilmiş­tir.

Hadislerde de ezelî ile aynı manaya gelen kadîm kelimesi zik­redilmektedir. [301] Yine hadislerde “kendisiyle birlikte hiç bir şey yokken Allah vardı” [302]; gibi ifadeler, İslam alimleri tarafından, Al­lah'ın ezelî olduğu manasında anlaşılmıştır. Kur'ân ve sünnetteki, Allah'ın varlığının bir başlangıcı bulunmadığı anlamındaki doğrudan ve dolaylı ifadeler sebebiyle, Allah'ın ezelî olduğu hususunda bütün Müslümanlar ittifak halindedir [303].

Vahdet-i vücutçu düşünürlere göre Allah'ın dışındaki bir ta­kım varlıklara da ezelîlik sıfatı nispet edilebilir. Ayân-ı sâbite'nin Allah'ın ilminde ezelî olduğu, bunun nisbi ve itibari bir ezelîyet olup, gerçek anlamda ezelîliğin yalnız Allah'a ait olduğu, buna işa­ret etmek için ezel-i mutlak ve ezelu'1-âzâl terkiplerinin kullanıldığı nakledilmektedir [304]. Ezelî kelimesinin, yok olması imkânsız var­lık [305]; fena ve zevalden münezzeh, ölmez varlık [306] şeklindeki açık­lamalara göre, ezelî'nin varlığı için bir başlangıç düşünülemez. Çünkü O, sürekli olarak vardır; var oluşu başkasına bağlı değildir; bunun için onun illeti yoktur. Ezelî varlık değişim geçirmez. Eksik­likten tamlığa doğruda olsa başkalaşmaz. Ezelî'nin eksik varlık olması mümkün değildir. O, kendisini yetkin kılacak bir duruma doğru değişime uğramaz. Bu nedenle, ezelî varlık zorunlu olarak tamdır.

Bir başka husus ise, maddî varlığın cinsi ve türleri olup, ezelî varlıkta böyle bir şey söz konusu değildir. Bu yaklaşımla akli delil­ler gösterilerek hareket ve zamanın da ezelî olmadığının ispatına gidenler olmuştur. Sonuç olarak sadece gerçek bir'in, yani Allah'ın ezelîlikle nitelendirilebileceği ortaya koyulmaktadır [307]. Tam anlamıyla ezelî olanın, sadece ilk varlık, yani Allah olduğu, ilk varlığın diğer bütün varlıkların ilk sebebi olduğu, bütün eksikliklerden mü­nezzeh, bilfiil ve bil kuvve var olduğu, yahut herhangi bir şekilde yokluğunun mümkün olması düşünülemeyeceği, ezelî olması için varlığının geriye doğru devam ermesini sağlayacak başka bir şeye ihtiyaç göstermeksizin, varlığının sürekli oluşu hep ezelîliği açıkla­yan hususlardır [308].

Aristo'nun, âlemin ezelîliği konusundaki görüşlerinin etkisiyle, Yeni Eflatuncu sudur teorisinden de yararlanarak, ibn Sînâ ve Farâbi, ezelîliği iki kısımda değerlendirmiştir. Tanrı, zat ve mertebe bakımından ezelîdir. O, illeti bulunmayan varlık olup, kendisinden başka varlıkların illetidir. Ancak bu illet ezelîdir. Ezelî olduğu için bu illetin eserlerinin de ezelî olması gerekir. Bu da âlemin bir eser olarak zaman bakımından ezelî olduğu sonucunu doğurmakta­dır [309]. Bu görüş, ehli sünnet kelâmcıları tarafından reddedilmiş­tir [310]. Yokluk ve zıtlık ise ancak ay ve feleğin altındaki varlıklar için söz konusudur [311].

İslâm filozoflanyla kelâmcılar arasında Allah'ın zat bakımın­dan ezelî olduğu konusunda görüş birliği vardır. Konuyla alâkalı ihtilaf, Allah tan başka ezelî varlık kabul etme hususundadır. Ke­lâmcılar, Allah'ın zat ve sıfatlarından başkasının ezelî olmayacağı görüşünü savunurlarken, İbn Sînâ ve Farabi (339/950) gibi İslam filozofları, Allah'ın zatı yanında, âlemin zat bakımından Tanrı'ya bağlı ve ondan sonra, zaman bakımından ise ezelî olduğunu sa­vunmaktadırlar. Feyz ve sudur sürecinde yer alan akıl, nefis ve fe­lekler gibi kozmik varlıklar; bu cümleden mütalaa etmişlerdir. Kelâmcılar tarafından şiddetle eleştirilmelerinin etkisi, onlan bu gö­rüşlerinde ısrardan vazgeçirmiştir [312]. Nitekim Farabi, bu konuda biraz daha ileriye giderek, Allah zaman olmaksızın bir anda feleği yaratmış ve bu hareket sonucunda, zaman meydana gelmiştir [313] derken, bunu ortaya koymuştur.

Bilimî, günümüz itibarı ile kanaati, varlığın zamanını berabe­rinde taşıdığı ve evrensel bir şimdinin olmadığı şeklinde özetlene­bilir. Evrenin ezelîyet fikri bilime göre yanlıştır. Ne uzay, ne de zaman ilk tekilliğin içinde geriye uzanıp gidemez, Evrenin oluşum devrelerinin kabul edilmesi, evrenin ezelî olmayıp, yaratılmış ol­duğunun kabul edilişini göstermektedir. Evreni saatin parçaları gi­bi görüp; tanrının evreni bu parçalardan mutlak zaman ve mutlak mekânda yaratmış olduğunu düşünen Newton'un anlayışı çoktan iflas etmiştir [314].

İslam inancına göre, Allah için bir başlangıç ve son yoktur. O, hep vardı ve sürekli var olacaktır. Onun hakkında, olmadığı bir zaman düşünülemez. Düşünülürse sonradan olduğu kabul edilmiş olur ki bu taktirde tanrı olamaz. Ezelî bir varlığın kabul edilmemesi durumunda ontolojik, kozmolojik ve teolojik deliller hiçe sayılmış olur. Zira, her üç delil de tanrının ezelî olduğu ilkesine dayan­maktadır. Onun yokluğunu, mantıken kabul edilemez diye yola çıkan ontolojik delil, kozmolojik delil olarak kabul edilen ilk sebep terkibindeki ilk kelimesini de içermektedir. Zira ilk kelimesi, zaman açısından değil, varlık adına bir şey yokken o vardı demektir. Yok­sa ilk kelimesi öncelik ifade etmez. [315] Başka bir şeyden var ol­mayan, varlığı başka bir şeye istinad etmeyen, kendisinden önce zaman da bulunmayan kadîm ve ezelî varlık, yüce Allah'tır [316].

Kelâmcılar, varlıkları tasnif ederken ezelî kısmında yalnız yüce Allah'ı zikretmektedirler [317]. Ezelî kelimesinin, nispet ifade etmesi­nin, ezelî olanın ezelîyetini, bir başka şeyde kazandığını düşünmek yanlıştır [318]. Çünkü bu durumda, Allah ezelî olmak için bir başka şeye muhtaç olmuş olur ki bu tutarsız bir fikirdir. Ezel kelimesi, açıklanmaya başlanırken, Allah'ın gerek zatı gerekse sıfatlarının, başka bir şeye muhtaç olmadan, ezelde var olduğuyla ilgili açık­lamalar yapılmıştır. Buna göre ezelî; hiç evveli olmayan, varlığı bulunmaksızın herhangi bir zamanın geçmemiş olduğu anlamını ifade etmektedir. Kur'an da kadîm kelimesi, ezelî kelimesinin ifade ettiği manada kullanılmayıp, eski, çok önceleri manasını ifade eden zamansal bir bağlamda kullanılmıştır. Bilimin ve ilmin gü­nümüz itibarı ile varlığa ve zamana bakışı, ezel ile birlikte hiçbir şeyin bulunmadığı yönünde sağlam zemine oturmuştur. İnsanı tatmin eden yaklaşım da budur. Farklı yaklaşımların getirdiği sı­kıntıların telafi ve tamiri mümkün değildir. [319]

Ebed

 Sözlükte, dehr ile eş anlamlı olarak mutlak zaman, sınırsız uzun dehr, daim, kadîm, ezelî, bölünmeyen zaman [320] manalarını ifade etmektedir. Dilciler ebed ile zaman arasında fark bulundu­ğunu, zamanın parçalanabilirliğine karşılık, ebedîn bölünemeyen bir devamlılık anlamı taşıdığını ifade etmektedirler [321].

Kur'ân'da yirmi sekiz yerde geçen ebed kelimesi, on bir ayet­te hâlidîn; Kehf sûresi 3. ayette mâkisîn kelimesiyle, ayrıca, Nûr sûresi 17, Mümtehîne sûresi 4. ayetler de süreklilik, on beş ayette de olumsuzluk ifade eden cümlelerde asla, hiçbir za­man [322] anlamında kullanılmıştır. Bu sürekliliğin bağlamına göre, bir sonunun olduğu durumlarda, ebed kelimesi maksadı mucip kesintisizliği ifade etmektedir. Bakara sûresi 95. ayette ömrün başlangıcından sonuna kadar olan bir süre, [323];Nûr sûresi 4. ayette ise müfterilerin tevbe anında şahitliklerinin kabul edilmeme süresinin sona ereceğini göstermektedir. Ebu Hanife'ye göre bu ayetteki ebed kelimesi, ömrünün sonuna kadar kesintisiz bir devam anla­mını ifade etmektedir [324]. Bu durum, iftira edenlerin haklarındaki negatif hükmün sürekliliğini göstermektedir.

Şu halde ebed kelimesinin Kur'ân'daki kullanımı, müfessirlere göre de kesintisizlik ifade etmektedir. Hem dünyada hem de ahiret sahnesinde görülmesi ise zamansızlığı değil de sürekliliği ve kesin­tisizliği ortaya koymaktadır. Halbuki kozmik zaman ifade eden ke­limeler, bir süreyi belirtmektedir. Bu süre, bir hesabı, bir planı, dünya ve dini vecibelerin ifasını sağlayan önemli ölçekleri berabe­rinde taşımaktadır. Ebed, bünyesine böyle bir beşer hesabını, he­saba ait ölçümleri vb. diğer süreleri ilgilendiren hususları sokmaz. Dünyevî hayatta ebed böyle bir planlamaya müsait değildir. Uhrevi hayatta ise zaten kozmik ölçekler söz konusu değildir. Ancak kesintisizliği ile birlikte kendine has metafizik bir planın varlığı ga­yet açık olmakla birlikte; ortaya konulması, metafizik şartların ta­dımı ile gerçekleşebilecek bir realite olmalıdır.

Kozmik ve metafizik sahnede ebed kelimesine eşlik eden huld kelimesi, Kur'ân'da 86 ayette etimolojik ve semantik olarak şöyle kullanılmıştır. A'râf sûresi 176, Hümeze sûresi 3. ayetlerde fiil ola­rak mazi sığasında  şeklinde mümkün olmayan bîr ebedîliği, dünyevî bir ebedîlik anlayışını; Furkan sûresi 69, Şu'arâ sûresi 129. ayetlerde muzari sığasında yehludu/ - tehludu ; Yûnus sûresi 52, Enbiyâ sûresi 34. ayetlerde mastar olarak huld şek­linde hem dünyevi, hem de uhrevi bir ebedîlik anlayışını ortaya koymaktadır. Bunlardan altısı, cennet ve cehennemin, onların ni­met ve azabının ebedîliğini, Enbiya sûresi 34. ayette ise dünyada ebedîliğin olmayacağını, Kaf sûresi 34. ayette yevmu'l-hulûd şeklinde ebedîlik günü diye doğrudan uhrevi zamanın niteli­ğini, yevm kelimesi ile terkib halinde zikredilen bu tamlama, ahirette zamanın kozmik gün gibi fena bulmayıp, kesintiye uğramadan devam edeceğini anlatmaktadır. Vakıa sûresi 17; İnsan sûresi 19. ayetlerde ismi mef'ul olarak muhalledûn şeklinde, bir şe­yin ebedîleşme niteliğini ifade etmektedir. 73 yerde ise ismi fail oiarak hâlidîn hâlidûn şeklinde cennet ve cehennem­liklerin oralarda ebedî kalacaklarını, dolayısıyla oralardaki varlıkla­rının sürekliliğini anlatmaktadır.

Ebed ile eşanlamlı olan başka kelimeler de vardır. Tevbe sû­resi 21. ayette mukîm kelimesi, Meryem sûresi 61, Sad sûresi 54. ayette geçen nefâd kelimeleri cennetteki nimetlerin ebedî­liği, değişip bozulmayacağı, [325] Tâ-Hâ sûresi 120. ayette mulkun lâ yeblâ şeklinde eskimeyen bir saltanat; Yasin sûresi 81. ayette hellâk kelimesi sürekli yaratan; Saffat sûresi 9. ayette vâsıf şeytanın azabının nitelik ve sürekliliğini bildirme; Ka­mer sûresi 19. ayette sarsar ve mustemirrun kelimeleri, süreklilik ,[326] Kalem sûresi 3. ayette gayru memnun ebedîli­ğin niteliği olan sonsuzluk ve kesintisizlik; En'âm sûresi 6. ayette 1 midrâr. kelimesi, ardışıklık, [327] Enfâl sûresi 51. ayetteki zallâm sürekli zulmeden; di'bun kelimesi, adet ve devam, [328] Âl-i 'İmrân sûresi 113. ayette geçen ummetun kâimetun ter­kibi, hiç Allah'ın emrinden çıkmayan, [329] Hac sûresi 61. ayette ge­çen hak kelimesi, Allah'ın ezelî ve ebedî oluşu manalarında ebed kelimesi ile anlam ilişkisi içerisinde bulunan anahtar kelimelerdir. Kevser sûresi 3. ayette, ismi unutulmak, gayesine ulaşamamak, sonu gelmek anlamında [330] kullanılan ebter kelimesi ile kozmolojik, biyolojik zaman ölçümlerini ifade eden kelimelerin tamamı, ebed ve onunla anlam ilişkisi içerisinde bulunduğu kelimelerin, zıt anlamlı anahtar kelimelerdir. Şu halde bütün bunlar ebed ile za­manın birbirinden farklı şeyler olduğunu ortaya koymaktadır.

Dünya hayatını tanzim eden zamanın değişim özelliğine kar­şılık, aynı kıvam ve özellikte devam eden ebed, elbette ki farklı dünyaları ifade ermektedir. Esasen Kur'ân kelimesi de süreklilik ifade etmektedir. O, sonsuza dek böyle okunup tekrar edilecek­tir .[331] Çünkü o, sonsuz olanın kelâmıdır. [332] Sonsuz olanın varlı­ğını kelâmsız düşünmek, akli selimle çelişmektedir. Dolayısıyla Al­lah'ın varlığının sonsuz olarak kabul edilmesi, kelâmının da aynı şekilde kabul edilmesi demektir. Sonsuz, sonlunun basit bir zıddı değil, sonluyu oluşturan zıtlığın zıddıdır[333].

Kur'ân'a göre insan; yaratılan, sonlu olan, zaman vasıtasıyla ebedîyyet yurdunda pozitif ya da negatif tarafta yerini alacak özel­liktedir. Bu, ölümsüzlük ve sonsuzluktur.[334] Sonlu, bölünebilen ve kesintiye uğrayanla, ölümsüzlük ve sonsuzluğa ulaşılmaktadır. Böyle bir süreç yaşanılmadan sonsuzluk, sonlu araçlarla sonsuz­luğu bahşedene mahsustur. Artık sonlu vasıtalarla sonsuzluğa ula­şanın, sonlu olan sahnenin özelliklerini taşıması düşünülemez. Elbette ki aslen kendinden sonsuz olanın varlığına bağlı olarak, onun dilemesiyle o da sonsuzun sonsuz ikramına mazhar olarak sonsuzlaşacaktır. Sonsuzluğa bağlı olarak sonluluğun yaşanması, yine ona bağlı olarak sonsuzluğun yaşanabilirliğinin en önemli akli delillerinden olmalıdır.

Zamanın, sonsuzluk yönünden, ebed gibi, bölünebilir mik­tarlar olması yönünden kozmik zaman şeklinde değerlendirilmesi; sonsuz bölünebilir kabul edilmesi, zamanın yaratılmadığı sonu­cunu gündeme taşımaktadır.1073 Halbuki Kur'ân Enbiya sûresi 33. ayette zamanın yaratıldığını, Rahman sûresi 26. ayetle her şeyin yok olması ile zamanı ölçen ölçeklerin de yok olacağını değişik ayetlerde ortaya koymaktadır. Ortaya çıkan sonuca göre zamanın yaratılmadığını savunan düşünce; aklen de tutarsızlık ve tezatlar içindedir. Şöyle kî yaratılmayanın yaratıcı olması gerekir. Bu du­rumda iki yaratıcı ortaya çıkmış olur ki tevhit akidesini ve evrenin nizamını temelden bozar. Sözü edilen sonsuzca bölünebilen za­mandan maksat kozmik zaman olmalıdır.

Zamanın hareketle ilişkisi, hareket eden ve hareket ettireni gündeme taşımaktadır. Hem hareket ettireni hem hareket edeni yaratılmamış kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca bilimin kabul ettiği ilk patlama ve kozmik arka planın [335] zaman olarak varlığı kabul edilip; ölçümü, bilimsel verilerin ışığı altında teori olarak or­taya konulmaktadır. İşte bu durum teori olarak da ampirik olarak da zamanın sonsuza kadar bölünebilirliğinin pratikten ve bilimsel gerçekten uzak olduğunu göstermektedir. Zira sonsuzluk varsa, bölünmenin; bölünme varsa, sonsuzluğun olmaması gerekir. Bö­lünme, yaratılmış olmanın, önemli bir işareti olarak, kozmolojik sistemde kendini isbat eden ampirik bir gerçektir. Bölünme olmazsa zamanı ölçmek mümkün değildir.

Enbiya sûresi 33. ayette işaret edilen zaman ölçeklerinin ya­ratıldığını ifade eden haleka fiilinin semantik yapısı, ister ibda' ister tesviye, tasvir ve tanzim olsun [336] ölçüm aşamasına gelsin ya da gelmesin, bütün işaretlerin mutlaka zamanla kayıtlı olduğunu, değişimin, onların mayasını oluşturduğunu, böyle bir ölçümden önce yaratılışın çeşitli evrelerinden geçtiğini pek açık olarak anlat­maktadır. Evreleşmeyen varlık için, evreleşen varlık gibi zaman düşünülemez. O varlık için sonsuzluk, zamansızlık söz konusudur.

Sonuç olarak zaman, yaratma planıdır. Birdenlikte zamanı or­taya koyma imkânı yoktur. Zamanın varlığı kabul edilse de öl­çümü konusundaki acizlik, bilimin ve pratiğin ortak vasfıdır. Son­suz zaman, zihnen son bulması düşünülemeyen süre, varlığın ge­lecekte sonsuza kadar devam etmesi, filozoflar ve mutasavvıflar ta­rafından ebed ve ebediyet [337], kelâmcılar tarafından ise “zorunlu varlık”, “vacibul vücûd” olan Allah'ın varlığının devam etmesini ifade için kullanılan beka [338] ile konunun gündemini tayin etmek­tedir. Çünkü Bakî, Allah'ın güzel isimlerindendir. Allah'ın varlığı­nın, gelecekte son bulacağı bir son yoktur. İşte bunun için Allah, ebed olarak ifade edilmektedir. Ebed, fenanın zıddıdır. B- k- y kökü ise geriye, sonraya kalan [339]bir şeyin ilk hali üzere kalması, fe­nanın zıddı, uzun zaman manalarını ifade etmektedir.

Beka, zatıyla baki kısmında Allah, başkasıyla baki kısmında Allah'ın dışındaki fânî varlıklar olmak üzere iki kısımda anlaşılmış­tır ki, ikinci kısımdakiler Allah'ın dilediği bir anda fena bulacak olanlardır (Rahman, 26) [340]. Bu da şahsıyla baki olan semavi küt­leler, nevi ve cinsiyle baki olan insan ve hayvan cinsi diye iki kı­sımda incelenmiştir. Ahirette ise şahsıyla baki kılınanlar kısmında cennet ehli, nevi ve cinsiyle baki kılınanlar kısmında, devşirilip ye­rine yenileri var edilen cennet meyveleri vardır. [341]

Semavî kütleler için değişimden söz eden Kur'ân, yeryüzündekiler için fena kelimesini kullanmaktadır. Beka kelimesinin ifade ettiği manaya göre, sonraya kalan mezkûr şey, daha sonra fena bulacaktır. Fena, bekanın zıddı olup, ölüm kendisine isabet eden demektir. [342] Halbuki beka, bir şey sebebi ile sonraya kalmıştır.

Kur'ân'da türevleri ile birlikte 21 yerde geçen b-k-y kökü, Ba­kara sûresi 278. ayette füli mazi olarak bekiye şeklinde, alınamayıp geriye kalan faizi; Rahman sûresi 27. ayette muzari sigasında yebkâ şeklinde, Allah'ın kalıcılığı, onun dışındakilerin fena bulacağı; Nahl sûresi 96. ayette ismi fail olarak bâkin şek­linde ebed; Tâ-Hâ sûresi 71, 73. ayetlerde ismi tafdil olarak eb-kâ şeklinde daha ebedî; Bakara sûresi 248. ayette mastar ola­rak bekıyyetun şeklinde sonraya kalan manalarını ifade etmek­tedir. Kelimenin kullanımları arasında süreklilik ifade eden muzari ve ismi fail sigaları, Allah'ın bekasını ifade; mazi ve mastar olarak kullanılanlar ise yaratılanları, fena bulma vasfı ile muttasıf olanları ifade için kullanılmıştır. Bu manada beka kelimesinin, yaratan ve yaratılan için değişik formda kullanılmış olması, yaratılanın varlı­ğının bir şekilde devam etmesinin mümkün olabileceğinin sinyali sayılabilir. Şu halde beka, ebed kelimesi ile eş anlamlı olan anah­tar bir kelimedir.

Sürekliliği, fasılasızliğı ifade bağlamında Kur'ân, Kasas sûresi 71 ve 72. ayetlerde sermedun. kelimesini kullanmaktadır ki; bu kelime, dilciler tarafından sonsuz zaman, zamanın tek düzeliği, ke­sintiye uğramayışı, hep gece veya hep gündüzün devam etmesi [343] manasında anlaşılmıştır. Araplar'ın, haram aylara peş peşe gelme­leri sebebiyle serd dedikleri nakledilmektedir [344].

Kur'ân ayetlerinde geçen sermed kelimesi için başı ve sonu birbirinden kopuk olmayan sürekli bir ölçü, zaman olarak isimlen­dirilen ölçek içerisinde belli bir sabitin başka bir sabite nisbeti [345], zamanın uzaması, gece yahut gündüzün devam edip değişmemesi  [346]şeklinde açıklamalar yapılmıştır. Yaratılan hakkında kullanılan sermed kelimesinin, yaratıcı hakkında düşünülmesi muhal sayıl­mıştır. [347] Kozmik yapıda kıyamete kadar kesintisizliği ifade bağla­mında zikredilen kelime ile varlığa, özellikle insana minnet edilip meydan okunmaktadır. [348]Bundan, varlığın fizikî yapısının buna uygun olarak yaratılmadığını, dünya hayatının tekdüze kesintisiz bir zamanı sırtında taşıyamayacağını anlamak pek zor değildir. Kozmik zamanın yapısındaki değişim, biyolojik, jeolojik, psikolojik, ekonomik değişim ve gelişmeleri de beraberinde taşımaktadır. Kozmik sahne için kullanılan kelimenin ortaya koyduğu zaman an­layışı, tekdüzelik, bir başka ifade ile kozmolojik, biyolojik vb. öl­çeklerin işlememesi, teklifin de ortadan kalkması anlamına gel­mektedir. Kozmolojik sistem dondurulursa, biyolojik psikolojik, ekonomik, sosyolojik, hukukî ve ibadete taalluk eden her şey akamete uğrar. Mükellefiyeti gerektiren şartlar oluşamayacağı için, sorumluluktan söz edilemez.

Ebed kelimesinin ortaya koyduğu zaman anlayışı, ahiret için mümkün olup, oranın yapısıyla örtüşmektedir. Zira dünya için sa­yılıp dökülen endişelerin hiç biri ahiret için söz konusu değildir. Bu açıdan sermed kelimesi, ebed ile anlamdaş olan anahtar kelime olarak düşünülebilir. Sermed kelimesini dehr ile aynı manada ifa­de eden alimler, [349] iki kelimenin ifade ettiği zamanın kıyametle son bulacağı noktasından meseleye bakmış, sermedin dünyada işlemeyip, dehrin işlediği gerçeğini göz ardı etmişlerdir. Dehr ile gelen değişim ve gelişme yerine sermedin işlemesi halinde, başta insan olmak üzere, varlığın negatif olarak etkileneceği gerçeği, Kur'ân'ın bütünlüğünden anlaşılmaktadır. İşte bütün bunlar, sermed kelimesinin dehr kelimesi ile zıt anlamlı olduğu anahtar kelime olma yönünde ağırlık kazanan yaklaşımlar olarak değer­lendirilebilir. Dehr, daim, kadîm, ebed, emed kelimelerinin ifade ettiği manayı birbirine yakın sayanlara göre, ebedîn farklılığı ka­yıtlanmamış, sınırı olmayan emed ise meçhul de olsa sınırı olan zamanı ifade etmektedir. İslâmi literatürde sermed kelimesi ile birlikte ebedü'1-âbâd, ebedü'l-abidîn, ebedü'1-ebed, ebedü'1-ebîd gibi sonsuzluğu pekiştiren terkiplerde kullanılmıştır.[350]

Nitekim İbn Sînâ sermedi, zaman içinde saymamaktadır. Ona göre sermed, zamandan zamana değişmeyip, öncelik ve sonralığı olmayan değişmez tözlerden ve bu tözlerin birbirine karşı durum­larından, münasebetlerini anlatan kavram, süreyi aşkın bir anlam olup, buna sermed, yani soyut zaman demektedir [351] O, zamanı; zihinde bölünebilir sonsuzluk olarak ebed ve çevresindeki kelime­lerin ortaya koyduğu kesintisiz bir biçimde devam eden sonsuzluk olarak algılamaktadır .[352] Şurası bir gerçek kî kozmik zamandaki tekerrür, ebediyete şa­hitlik eden en önemli delildir. Zira vaktin bitimi, başka bir vakti, günün ve yılın bitişi, ardışık olarak başka bir günü ve yılı getir­mektedir. Metafizik âlemden fizikî âleme akan âlemlerin, kendile­rine özgü zaman ölçeklerinin bulunması tabiidir. Ancak kozmik düzende, hayatı dinamik bir yasa olan rölativitenin, ebede hükmedemeyeceği söylenebilir. Değişimi ve fenayı getiren zıtlıklarla analiz ve sentezlere mahal olan kozmik sistemin aksine ebediyet her şeyin aslına dönüşmesi, zıtlıkların tasfiyesi, Nebe' sûresi 17. ayette ifade edildiği gibi, fasl günü, ihtilafların sona erdiği, ebedî varlıkları oluşturan cevherlerde tam bir muvazenenin oluşması [353] dikkate alınırsa, ahiretin zatına mahsus kanunlarla kurulup işletile­cek olan bir sistem olacağı anlaşılmaktadır. İşte böyle bir günün sonlarına doğru, Yasin sûresi 59. ayette belirtildiği gibi, mücrimle­rin ayrılışı ile; Nebe' sûresi 17. ayette belirtilen fasl sona erer. Bu­raya kadar rölativitenin işlediği söylenebilir. Çünkü henüz fasl ger­çekleşmemiştir.

Ebediyet noktasına ulaşmak, bazılarına göre bin yıl olan yevm, bazılarına göre elli bin yıl olabilir. Kelâmcıların çoğunlu­ğuna göre cennet ve cehennem ile bunlarda bulunanlar, Allah'ın sürekli yaratma fiiline mazhar olmaktadırlar. Ebediyetin tamamı, Hakk'ın ebediyetine bağlı oiarak gerçekleşecektir. Tabiatları fani iken, mukadderatları Allah'ın cemal ve celâline mazhar olarak var olacak ve onun bekası ile ona ulaşacaktır. Yok oluş ve yaratılış sa­yısız olsa da Allah'ın ilminde devam eder [354]. Bedenler ölse de ruhlar ebedîdir. Çünkü ruh, özüyle kaim olandır.

Peygamberler, veliler ve filozoflar ruhun ebedîliği konusunda ittifak halindedir. [355] Müfessirler sermed kelimesi ile, gece ve gün­düzü meydana getiren hareketin göklerin ortasında tutulması, ya­hut bu hareketin ufukta meydana gelmesi şeklinde anlamakta, zamanın böyle devamının mümkün olmasına rağmen, hayatın negatif olarak etkileneceğini vurgulamaktadırlar. [356] Çünkü ge­cede, karanlığın aynı ölçekte olması; gündüzde, hareketin durdurulması yahut ufkun belli bir yerinde tutulması, evrenin işleyişinin felç olması demek olur. Nitekim Kasas sûresi 71. ayette geçen ziya kelimesi için, güneşin hareketinin dondurulması yahut peş peşe aynı hareketin tekrar etmesi [357] şeklinde yapılan açıklamalarda, sermed kelimesi ile maksadın ne olduğu aydınlığa kavuşturul­maktadır.

Diyalektik bir biçimde düşünüldüğünde, evreni bu şekilde yü­rüten gücün, sermedi gerçekleştirmesi tabiidir. Ebed ve sermed gi­bi süresizlik, kozmik zaman ölçümünü ifade eden kelimeler gibi süresellik, ezelden gelen tecelliler olarak anlaşılmaktadır. Teşbih mümkün ise, direksiyonu elinde bulunduran güç, onu sağa sola çevirdiği gibi, yerinde de tutabilir. Kullanım şekillerinden hiç biri­nin diğerinden farkı yoktur.

Ebed ve ebedîyet kelimeleri, Yunan felsefesinin etkisiyle, İs­lâm düşüncesinde sonsuzluk ifade eden felsefi terimler olarak kul­lanılmaya başlanmıştır. İslam filozoflarına göre ebedle ezel birbirini içermektedir. Kıdem ve beka kelimeleri de Allah için aynı manada kullanılmıştır. Bu nedenle evrenin ebedîliği ve ezelîliğî, kendi özü bakımından zorunlu değil, onlara bu sürekliliği veren zorunlu var­lığa bağlıdır [358]. Esasen sonrasızlık, zaman düşüncesinin tamamı demektir. Dairesel zaman özellikle bu amaca uygun düşmektedir. Sonrasızlığın ân ve şimdi ile bağlantısı vardır. An, makro evreni yansıtıp kapsar. Geçmiş, şimdi olduğu; gelecek de şimdi olacağı için, devinim içindeki şimdi, sonrasızlığın tasarımlanması olarak kabul edilebilir. Öte dünya inancı, böyle bir sonrasızlıktır. [359] Varlı­ğın imkan âleminden Allah'a tırmanması şeklinde yapılan açık­lama da ahir, evvel ve ezele varan bîr ebedîlik olarak açıklan­maktadır. [360]

Bütün bu açıklamalardan hareketle ebedîn zamansızlık olma­dığı, metafizik bir yapının kendine has bir planlama, bir süreklilik olup, yapısal bir değişimin bulunmadığı zamanın; sebep ve sonuç, ittırat ve kesintinin işlemediği bir sistem olduğu söylenebilir. Bu­rada varlık, mekân, olay ve hareketten bahsedildiğine göre, koz­mik yapıda zamanın en önemli kanıtı olan niteliklerin devam ettiği görülmektedir.

Süreli ve süresiz zaman ifade eden kelimelerin incelenmesi ile Kur'ân'da varlıktan soyutlanmış bir zaman ve varlıktan soyutlan­mış bir ebedîlikten bahsedilmediği ortaya çıkmış olmaktadır. Bu sonucun, birinci bölümde bilim ve felsefî açıdan zaman kavramı­nın incelenmesinde gündeme gelen tartışmalara da son noktayı koyduğu açıktır. Varlıktan soyutlanmış bir zaman olmadığı, varlı­ğın yapısal özelliklerindeki farklılık bilindiğine göre, varlığın ve ya­ratılışın takip ettiği zaman ve stratejinin mahiyeti, zaman kavramı­nın köken ve gidişatında takip ettiği plan ve gelişim açısından önemlidir. Ele alınacak olan üçüncü ve son bölümde genel an­lamda bu hususlar tahlil edilecektir. [361]



[289] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 257.

[290] İbn Manzûr, XI, 13-14.

[291] er-Râzî, Tefsir, XXIX, 184.

[292]Yazır,I,261.

[293] Abduibâkî, s. 335.

[294] er-Râzî, Tefsir, XXIX, 183; İbn Kesîr, IV, 302-303.

[295] er-Râzî, el-Metâlibu'l-'Aliyye mine'l-'İlmi'I-İIâhiyye, IV, 29-31, 190, 198-202.

[296] el-Cürcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, II, 49-54.

[297] el-Câbirî, Arap-İslâm Kültürünün Akıl Yapısı, s. 469.

[298] İbn Hazm, Ebû Muhammed 'Alî İbn Ahmed İbn Sa'îd, el-Fasl fi'1-Milel ve'l-Ehvâ' vc'n-Nihal, Dâru'l-Ma'rife,  Beyrut,  1986,  IV,   191-  194;  e!-Beyhakî,Ahmed İbn Hüseyin, Kitâbu'l-Esmâ' ve's-Sıfât, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-'Arabi, Beyrut, ts., s. 9-11.

[299] er-Râzî. Tefsir, VIÎ, 136.

[300] Yazır, II, 1018.

[301] İbnMâce, Dua, 10.

[302] el-Buhârî, Bed’u’l-halk, 1; Tevfıîd, 22; et-Tirmizî, Menâkıb, 74.

[303] Kılavuz, Ahmet Saim, “Ezel”, DİA, İstanbul, 1995, XII, 49.

[304] el-Cîlânî, 'Abdulkerîm İbn İbrâhîm, el-İnsânu'l-Kâmil fi Ma'rifeti'l-Evâhiri ve'l-Evâil, Kahire, ts., I, 60-61.

[305] el-Kindî, Resâilu'l-Kihdî el-Felsefiyye, S. 118.

[306] Yazır, II, 1018.

[307] el-Kİndî, Resâilu'I-Kindi e!-Felsefiyye, S. 114-118.

[308] Farabi, el-Medinetu'1-Fâzıla, trc. Nafiz Danışman, MEB Yay., İstanbul, 1990, s. 15-20, 113-153.

[309] ibn Sînâ, eş-Şifâ' el-İlâhiyyât, II, 266, 268.

[310]  el-Cürcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, il, 49-65.

[311]  Farabi, el-Medinetü'1-Fâzıla, s. 15.

[312]  İbn Sînâ, en-Necât, S. 219-220; Dağ, "İslâm Felsefesinde Aristocu Zaman Gö­rüşü", s. 113; Kılavuz, “Ezel”, DİA, XII, 49-50.

[313] Farabî, Kitâb el-Cem', nşr. Ahmed Nâcî el-Cemâl-Muhammed Emin Hancı, v.dğr., Beyne Re'yeyi'l-Hakîmeyn, el-Mecmû' içinde (1-40), Mısır, 1907, s. 26-27.

[314] Merdin, s. 16-18, 170,17, 240-242.

[315] Kılavuz, "Ezel", DİA, XII, 50.

[316] İbn Rüşd, Felsefe-Din İlişkileri, s. 126; el-Beyhakî, s. 11; Gökberk, s. 154.

[317] el-Cürcânî, et-Ta'rifât, s. 17.

[318] Kılavuz, “Ezel”, DİA, XII, 50.

[319] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları: 257-262.

[320] ez-Zebîdî, VIII, 371-375; İbn Manzûr, III, 68.

[321] er-Râgıb el-Isfahânî, s. 8.

[322] Yazır, I, 424.

[323]  el-Kurtubî, II, 24.

[324]  el-Beydâvî, II, 132.

[325] er-Râzî, Tefsir, XVI, 13.

[326] er-Râzî, a.g.e., XXIX, 40-42

[327] er-Râzî, a.g.e., XII, 131, 132.

[328] el-'Askerî, s. 111.

[329] er-Râzî, Tefsir, VIII, 88

[330] İbn Kuteybe, s. 541; er-Râzî, Tefsir, XXXII, 124-125.

[331] el-Kurtubî, I, 7.

[332]  el-Beydâvî, II, 7.

[333] Koç, Turan, Din Dili, Rey Yay., Kayseri, 1995, s. 32.

[334] Kılıç, s. 17. Aristoteles, s. 363.

[335]  Davies, s. 38; Merdin, s. 18, 184, 240.

[336]  İbn Manzûr, X, 85-90.

[337] Kılavuz, Ahmet Saim, “Ebed”, DİA, İstanbul, 1994, X, 72.

[338] er-Râzî, İslâm İnancının Ana Konulan, S. 64.

[339]  İbn Manzûr, XSV, 79-81.

[340] Yazır, Vil, 4675; Weinberg, s. 139-143; Davies, s. 13-18; Merdin, s. 3i

[341] er-Râgıb el-Isfahânî, s. 57. 1051

[342]  İbn Manzûr, XV, 164-165-

[343] er-Râgıb el-Isfahânî, s. 231; İbn Manzûr, III, 212.

[344] ez-Zemahşerî, III, 414.

[345] el-Kayserî, Dâvûd, er-Resâil, nşr. Mehmed Bayraktar, Büyukşehir Belediyesi Kültür Yay., Kayseri, 1997, s. 174.

[346]  İbn Manzûr, III, 212.

[347] er-Râgib el-Isfahânî, s. 8; Ebu'1-Bekâ, s. 32 81

[348]  bn Kesîr, III, 398.

[349] Atay, s. 77-

[350] Ebu'1-Bekâ, s. 32, 81.

[351] İbn Sina, eş-Şifâ' el-İlâhiyyât, I, 81-89.

[352] İbn Sînâ, en-Necât, s. 118.

[353] Yazır, VIII, 5539.

[354] Yazır.1,552.

[355]er-Râzî, İslâm İnancının Ana Konuları, S. 109.

[356] İbn Kesîr, III, 398; el-Beydâvî, II, 223.

[357] ez-Zemahşerî, İH, 414.

[358] Kılavuz, "Ebed", DİA,X, 72.

[359] Dauer, D. W., “Nietzsche ve Zaman Kavramı”, trc. Alp Tümertekİn, Cogito,

sayı:11, Yapı Kredi Yay., 1997, s. 85. 1095

[360] er-Râzî, Tefsir, XXIX, 185.

[361] Dr. Faiz Kalın, Kur’an’da Zaman Kavramı, Rağbet Yayınları:  262-272.