๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 21 Mart 2011, 23:24:12



Konu Başlığı: Sünnetullah Gereği Helak Edilen Kavimler 2
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 21 Mart 2011, 23:24:12
 
SÜNNETULLAH GEREĞİ HELAK EDİLEN KAVİMLER 2

Şuayb (a.s.)'ın Kavmi

 Kur'an, Şuayb'ın (a.s.) Medyen ve Eyke'ye elçi olarak gönderildiğini anlatır. Bu nedenle Şuayb (a.s.)'ın risaleti iki kısımda incelenecektir:

1. Medyen toprakları, Hicaz'ın kuzeybatısında, oradan Kızıldeniz'in doğu sahiline, Güney Filistin'e, Akabe körfezine ve Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer alır. Medayin'de yaşayanlar büyük tüccar idiler. Onların yerleşim merkez­leri, Kızıldeniz sahilini takip eden Yemen, Mekke ve oradan Suriye ticaret yolu güzergahı ile Irak'tan Mısır'a giden yolun kesiştikleri mevkilerde yer alır. Bundan dolayı da onlar Araplar arasında iyi bili­nirler ve helak olmalarından sonra bile Suriye ve Mısır'a giden ticaret kervanlarının yolları onların arkeolojik kalıntıları arasından geçmeleri nedeni ile hatırlanırlardı.

Kur'an'da geçen Medyen halkı hakkında anlatılanların önemini kavramak için bu insanların, Hz. İbrahim'in (a.s.) üçüncü hanımı Katurah'tan olma oğlu Midiyan soyundan geldiklerini iddia etmelerine dikkat edilmelidir. Doğrudan doğruya onun neslinden gelmemiş oldu­ğu halde onların tümü onun soyundan olduklarını iddia etmişlerdir. Çünkü eski bir geleneğe göre büyük bir zata bağlı olan herkes daha sonra yavaş yavaş onun torunları arasında sayılmaya başlanırdı. Nite­kim, Hz. İsmail (a.s.)'ın soyundan gelmemesine rağmen tüm Araplara "İsmailoğulları" denmiştir. Hz. Yakup'un soyu İsrailoğulları için de durum aynıdır. Aynı şekilde Hz. İbrahim (a.s.)'ın çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi altına giren tüm bölge sakinleri Benu Medyen (Medyen oğulları), bunların oturduğu yerler de Medyen bölgesi diye anılır oldu. [179]

"Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik): Ey kavmim, dedi. Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur."[180]

"Ahiret gününü umun." [181]

"Ben sizi bolluk içinde görüyorum ve ben sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum." [182]

"Size Rabb'inizden açık bir delil geldi. Ölçüyü ve tartıyı dengeli yapın. İnsanların eşyalarını eksik vermeyin ve düzene konulmasından sonra yeryüzünde boz­gunculuk yaparak kötülük etmeyin.” [183]

"Eğer inanan insanlar [184] iseniz Allah'ın bıraktığı (kâr) sizin için daha hayırlıdır. Fakat ben sizin üze­rinize bekçi değilim."

"Ey Şuayb, dediler, senin namazın mı sana, babalarımızın taptığı şeylerden, yahut mallarımız üzerinde dilediğimizi yapmaktan vazgeç­memizi emrediyor? Oysa sen, yumuşak huylu, akıllı (bir insan)sın."

"Ey kavmim, dedi, bakın, ya ben Rabb'imden bir kanıt üzerindeysem ve (O) bana kendinden güzel bir rızık vermişse? Ben sizi menettiğim şeylerden size aykırı davranmak istemiyorum. Sadece gücümün yettiği kadar düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah'(ın yar­dımı) iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na yönelirim."[185]

"Kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki, "Eğer Şuayb'a uyar­sanız, muhakkak siz ziyana uğrarsınız."[186] "Her yolun başına oturup da tehdit ederek (insanları) Allah yolundan çevirmeye ve O(Allah yolu)nu eğriltmeye çalışmayın: Düşünün siz az idiniz. O sizi çoğalttı ve bakın bozguncuların sonu nasıl oldu! Eğer içinizden bir kısmı be­nimle gönderilene inanmış, bir kısmı da inanmamış ise de Allah ara­mızda hükmedinceye kadar sabredin; O, hükmedenlerin en iyisidir." [187]

"Ey kavmim, bana ki gelmeniz sakın sizi Nuh kavminin yahut Hud kavminin veyahut Salih kavminin başlarına gelenler gibi bir felakete uğratmasın! Lut kavmi henüz sizden uzak değildir. Rabb'inizden mağ­firet dileyin, sonra ona tövbe edin! Doğrusu Rabb'im çok esirgeyen çok sevendir."

"Dediler ki: Ey Şuayb, senin söylediklerinden çoğunu anlamıyo­ruz. Biz seni içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen olmasaydı seni mutla­ka taşla(yarak öldürü)rdük! Senin bizim yanımızda hiçbir değerin yoktur!"

"Ey kavmim, dedi, size göre kabilem Allah'tan daha mı değerli ki, onu arkanıza atıp unuttunuz? Şüphesiz Rabb'im yaptıklarınızı ku­şatıcıdır. (Her şeyinizi bilmektedir.)"[188]

"Kavminden büyüklük taslayan ileri -gelenler dediler ki: Ey Şuayb, ya mutlaka seninle ve seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız ya da dinimize dönersin!"

"Dedi ki: İstemesek de mi (bizi yurdumuzdan çıkaracak veya di­nimizden döndüreceksiniz)? Allah bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek, Allah'ın üzerine yalan atmış oluruz. Rabb'imiz Allah dilemedikten sonra o (sizin dilediğiniz) dine dön­memiz, bizim için olur şey değildir. Rabb'imiz bilgice her şeyi kuşat­mıştır. Biz Allah'a dayanmışız."[189]

"Ey kavmim, olduğunuz yerde (yaptığınızı) yapın, ben de yapı­yorum. Yakında kime azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetin, ben de sizinle beraber gözet­mekteyim!"[190]

"(Ey) Rabb'imiz bizimle kavmimiz arasın(daki iş)i gerçekle aç(ığa çıkar). Muhakkak ki sen (gerçekleri) aç(ığa çıkaranların en iyisisin!"[191]

"Derken o müthiş sarsıntı" [192]

"O korkunç ses zulmedenleri yakaladı, yurtlarında çöküp kaldılar."[193]

"Şuayb'ı yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç oturmamış."[194]

"Sanki orada hiç şenlik kurmamışlar­dı!" [195]

"Şuayb'ı ve onunla beraber inanmış olanları bizden bir acıma ile kurtardık." [196]

"(Şuayb) onlardan öteye döndü de: Ey kavmim, dedi. ben size Rabb'imin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım?" [197]

"Allah onlara zulmedecek değildi. Onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı."[198]

2. Medyenlilerle Eykelilerin iki farklı kabile mi, yoksa aynı ka­vim mi olduğu konusunda müfessirler arasında görüş ayrılığı vardır. Bir grup, A'râf suresinde Hz. Şuayb (a.s.)'a "Medyenlilerin kardeşi" [199] dendiği halde, burada Eyke halkıyla ilgili olarak böyle bir şey denmediğinden hareketle bunların ayrı kavimler olduğu­nu savunurken diğer grup, Medyenliler hakkında A'râf ve Hûd surele­rinde sözü edilen ahlâkî hastalıklar ve özellikleriyle, Şuarâ suresinde Eykeliler hakkında verilen bilgilerin aynı olduğundan hareketle bunla­rın aynı kavim olduğu görüşündedir. Sonra Hz. Şuayb (a.s.)'ın her iki kavme mesaj ve uyarısı aynı olduğu gibi, iki kavmin sonu aynı ol­muştur.

Bu konudaki araştırmalar her iki görüşün de doğru olduğunu göstermiştir. Medyenliler ile Eykeliler kuşkusuz iki ayrı kavim idiler: Fakat aynı gövdenin dallarıydılar. Hz. İbrahim (a.s.)'ın karısı (veya cariyesi) Keturah'tan üreyen nesli Arabistan'da ve İsraillilerin tarihin­de Keturah'ın çocukları olarak pek meşhurdur. Bunların en önemli kolu ataları Hz. İbrahim (a.s.)'in Medyen'e izafetle Medyenliler (veya Medyeniler) olarak bilinirlerdi. Bunlar Kuzey Arabistan ile Güney Filistin arasındaki bölgede ve Kızıldeniz ile Akabe körfezi kıyılarında yerleşmişlerdi..Başkentleri Ebu'l-Fida'ya göre Akabe körfezinin batı kıyısında Eyke'den (bugünkü Akabe) beş günlük mesafede yer alan Medyen'di, Keturah'ın içlerinde Dedanilerin diğerlerine oranla daha çok bilindiği diğer çocukları, Kuzey Arabistan'da başkentleri Tebük, eski adıyla Eyke olmak üzere (Yakut, Mu'cemü'l-Buldan'da Eyke'yi anlatırken burasının Tebük'ün eski adı olduğunu söyler ve Tebük'ün yerlileri de bunu doğrulamaktadır.) Teyme ve el-Ula arasındaki bölge­de yerleştiler.

Medyenliler ile Eykeliler'e aynı peygamberin gönderilmiş olma­sının nedeni, her iki kabilenin de aynı soydan gelmiş olmaları, aynı dili konuşmaları ve yan yana komşu bölgelerde yerleşmiş bulunmaları olsa gerektir. Aynı yörelerde yan yana yaşamış ve birbirleri ile evlilik gibi sosyal ilişkiler içinde bulunmuş olmaları da mümkündür. Sonra bu iki akraba kabilenin ikisi de, meslekten ticaret adamlarıydılar ve aynı kötü hayat ve sosyal ve ahlâkî düşkünlük içinde idiler. [200]

"Eyke halkı da gönderilen elçileri yalanladı. Şuayb onlara: Ko­runmaz mısınız? demişti. Ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Al­lah'tan korkun ve bana itaat edin! Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabb'ine aittir. Ölçüyü tam yapın. Eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çı­karmayın. Sizi ve önceki nesilleri yaratandan korkun."

"Dediler: Sen iyice büyülenmişlerdensin. Sen de bizim gibi bir insansın, biz seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz. Eğer doğrulardansan o halde üzerimize gökten parçalar düşür."

"Rabb'im yaptığınızı daha iyi bilir, dedi. Onu yalanladılar niha­yet o gölge gününün azabı kendilerini yakaladı. Gerçekten o büyük bir günün azabı idi." [201]

"Onlardan öcümüzü aldık, her ikisi de (Sodom'da Eyke'de) hala (yol üzerinde, gözler) ön(ün)de apaçık durmaktadır" [202]

"Kuşkusuz bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar.” [203]

 7- Sebe Kavmi

 Sebe, Güney Arabistan'da yer alan ve halkı ticaretle tanınmış bir ülke idi. Başşehri'de, Kuzey Yemen'in merkezi Sana'nın kuzeydoğusunda, takriben 55 mil mesafede olan Ma'rib kenti idi. Main krallığının yıkı­lışından sonra, M.Ö. yaklaşık 1100 yıllarında güç kazandı ve bin yıl boyunca Arabistan'da hüküm sürdüler. Daha sonra, M.Ö. 115 yılında onların yerini Himyerliler aldı. Bunlar da Arabistan'da; Yemen ve Hadramut, Afrika'da da Habeşistan'ı idare etmiş, Güney Arabistan'ın başka bir toplumu idi. Sebeliler, bir taraftan Afrika kıyıları, Hindistan, Uzakdoğu ve Arabistan'ın iç kısımlarının dahil olduğu yerlerde cere­yan eden tüm ticari faaliyetleri, diğer taraftan, Mısır, Suriye, Yuna­nistan ve Roma'ya yönelik ticareti ellerinde tutuyorlardı. Eski çağlar­da servet ve refahları ile meşhur olmaları işte bundandı. Hatta öyle ki, Yunan tarihçilerine göre o devirde dünyanın en zengin kimseleri bun­lardı. Ticaret ve alışverişin yanında, ulaştıkları bu refahın başka bir nedeni de, ülkelerinin birçok yerinde barajlar inşa etmiş ve sulama maksadıyla yağmur suları toplamış olmalarıydı.[204]

"Andolsun Sebe (oğulların)ın oturdukları yerlerde de bir ibret vardır: (O meskenler), sağdan soldan iki bahçe (ile çevrili idi. Onlara): Rabb'inizin rızkından yiyin de O'na şükredin! Hoş (bir) ülke ve çok bağışlayan Rabb! (denilmişti). Ama (şükürden) yüz çevirdiler; bu yüzden üzerlerine Arim selini gönderdik; Onların iki bahçesini buruk yemişli, acı meyveli ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. Nankörlük ettiklerinden dolayı onları böyle cezalandırdık; biz nankörden başkasını cezalandırır mıyız? Onlarla, içinde bereketler yarattığımız kentler arasında, açıkça görünen kentler var ettik ve bun­lar arasında yürümeyi takdir ettik: Oralarda geceleri gündüzleri güven içinde yürüyün, (dedik). Rabb'imiz, seferlerimizin arasını uzaklaştır (kentlerimiz birbirine çok yakın, bunların arasını uzat da daha uzun mesafelere gidelim.) dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları, efsanelere çevirdik ve onları darmadağın ettik. Kuşkusuz bunda, sab­reden, şükreden herkes için ibretler vardır. Andolsun İblis onlar hak­kındaki zannını doğru çıkardı, inanan bir gruptan başka (hepsi) ona uydular. Onun, onlar üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktu. Ancak ahirete inananı, ondan kuşkulanandan (ayırt edip) bilelim diye (ona bu fırsatı verdik.) Rabb'in her şeyi korumaktadır.” [205]

 8- Tubba Kavmi

 Kayser, Kisra, Firavun nasıl lakap olarak kullanılıyorsa "Tubba" da Yemen (Himyer) hükümdarları için kullanılan bir lakaptır. Onlar, Sebe kavminin bir boyu idiler. M.Ö. 115'de Sebe ülkesinde iktidara gelmişler ve M.S. 300'e kadar iktidarı ellerinde tutmuşlardır. Asırlar­dır Araplar arasında onların iktidarı bilinmekteydi

Allah Rasulü (s.a.v)'in: "Tubba'ya sövmeyiniz. Zira o müslüman olmuştu." dediği rivayet edilir. Hz. Aişe (r.anha)'da onun salih bir insan olduğunu söyler. [206]

"(Peki) onlar mı hayırlı, yoksa Tubba kavmi mi?"[207]

"Tubba kavmi elçileri yalanlayıp uyardığım (azab)ı hak ettiler."[208]

"Suç işle­dikleri için biz onların hepsini helak ettik."[209]

 9- Ress Kavmi

 Arap kaynaklarına göre "er-Ress" adında iki yer bilinmektedir. Biri Necid'de, diğeri kuzey Hicaz'da bulunmaktadır. Necid'de bulunan "er-Ress" daha çok meşhurdur. Ve cahiliyet devri şiirlerinde daha çok bunun adı geçmektedir. Şimdi zor olan, "Ashabu'r-Ress" bu ikisinden hangi yerde yaşayanlardı? Bunlara ait sağlam, geniş bilgi hiçbir kay­nakta görülmemektedir. Bu konuda, kendi peygamberlerini kuyuya atan bir kavim olduğunun denilmesi en doğru olan bir ifadedir. Fakat Kur'an'da bunlara sadece bir işaretle yetinilmesi isimlerinin söylenip başka hiçbir bilgi verilmemesi, Kur'an-ı Kerim'in nazil olduğu sırada genellikle Arapların bu kavmi ve onların hikayelerini bildiklerinin, daha sonra bu bilgilerin tarihi kaynaklar arasında korunamadığını tahmin ettirmektedir. [210]

"Ressliler de yalanlamıştı." [211]

"Elçileri yalanlayıp, uyardığım (azab)ı hakkettiler.” [212]

"Ress halkını (inkârları yüzünden helak ettik). Hepsine de (uyarmak için) misaller (geçmişten hikayeler) anlattık. (Öğüt almayıp küfürlerinde ısrar edince biz de) hepsini helak ettik."[213]

 10- Firavun Kavmi ve Hz. Musa (a.s.)

 Firavun" kelimesi "güneş tanrısının oğlu" anlamına gelir. Eski Mısır­lılar güneşe "Ra" adını vermiş, ona "Yüce Tanrı" diye tapmışlar, daha sonrada "Firavun" ismini vermişlerdir. Eski Mısırlıların inancına göre, her kral iktidarını, tanrı "Ra" ile olan ilişkilerine dayandırır ve kendi­sinin "Ra"nın canlı bir örneği ve yeryüzündeki bir temsilcisi olduğunu iddia ederdi. Bundan dolayı, iktidara geçen her krallık hanedanı, ken­dilerinin güneş soyundan gelen kimseler olduğunu ileri sürdüler ve bütün krallar, kendilerinin "Yüce Rabb" olduklarını halka kabul ettir­mek için "Firavun" unvanını aldılar.

Bununla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de rivayet edilen Hz. Musa (a.s.)'ın kıssasında iki ayrı Firavun zikredilmiş olduğuna da dikkat edilmelidir. Biri Hz. Musa doğduğu zaman Mısır'ı idare etmekte olan ve Hz. Musa (a.s.)'i kendi evine götürüp büyüten Firavun; ikincisi ise Allah'ın ilâhî mesajını kabul etmesi için İsrailoğlulları'nı serbest bırakması Hz. Musa (a.s.) tarafından istenen ve Kızıldeniz'de boğulan Firavun'dur.

Günümüz araştırmacıları iki Firavun'dan birincisinin İsrailoğulları'nı baskı ve esaret altında tutan ve M.Ö. 1292-1295 yılla­rı arasında Mısır'da hüküm süren Ramses II olduğu görüşündedirler. Aynı ayetlerde zikredilen ikinci Firavun'un ise babası II. Ramses'e hükümet işlerinde yardım eden ve ölümünden sonra kral olarak yerine geçen oğlu Mineftah olduğu kanaatindeydiler. Fakat Hz. Musa (a.s.)'ın ölüm yıldönümü için İsrailoğulları'nın takvimine göre M.Ö. 1272 senesi düşürülmüş olması sebebiyle bu tarihler kesinlik arzetmez. Dolayısıyla bütün bunlar sadece birer tahmindir. Çünkü İsrail, Mısır ve Hıristiyan takvimlerinin tarihlerini uzlaştırmak çok zordur.

"İnanan bir toplum için Musa ile Firavun'un haberinden bir par­çayı gerçek olarak sana okuyacağız."[214]

"Musa ve Harun'u ayetlerimizle birlikte Firavun'a ve adamlarına gönderdik. [215]

"Firavun'a gidin. Çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır veya korkar." [216]

"Kavmini karanlıktan aydın­lığa çıkar, onlara Allah'ın günlerini (geçmiş toplumların başlarına gelen olayları) hatırlat!" [217]

"Dediler ki: Rabb'imiz onun bize taşkınlık etmesinden yahut iyi­ce azmasından korkuyoruz. Korkmayın dedi. Ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm." [218]

"Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir yetki vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde onlar size asla erişemeyecekler; ikiniz ve size uyanlar üstün geleceksiniz.”[219]

"Haydi varın ona deyin ki: Biz senin Rabb'inin elçileriyiz; İsrailoğulları'nı bizimle gönder, onlara azap etme! Biz Rabb'inden sana bir ayet getir­dik esenlik hidayete uyanlaradır. Bize yalanlayıp yüz çevirenin azaba uğrayacağı vahyolundu." [220]

“De ki; (Nasıl) arınmaya gönlün var mı? Seni Rabb'in(in yolun)a ileteyim de ondan korkasın.” [221]

"Musa dedi ki: Ey Firavun! Ben alemlerin Rabb'i tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah'a karşı gerçekten başkasnı söyleme­mek, benim üzerime borçtur. Size Rabb'inizden açık delil getirdim. Artık İsrailoğulları'nı benimle gönder."[222]

"(Firavun) dedi ki: Biz seni, içimizde bir çocuk olarak yetiştir­medik mi? Ömründe nice yıllar aramızda kalmadın mı? Ve sonunda o yaptığını da yaptın.” [223]

“Sen nankörlerden birisin"

"(Musa): O işi kasten yaptıysam sapıklardan biri sayılırım, dedi. Sizden korkunca aranızdan kaçtım. Sonra Rabb'im bana (doğruyla eğri arasında) hüküm verebilme yeteneği bahşetti ve beni elçilerinden yaptı. O başıma kaktığın nimet de İsrailoğulları'nı köle yapman (yü­zündendir. (Onları köle olarak kullanıp erkek çocuklarını kesmeseydin senin eline düşmezdim.)"

"Firavun dedi ki: (Ey Musa) alemlerin Rabb'i nedir?"

"(Musa): Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabb'idir. Eğer gerçekten inanan kimseler iseniz (bunu anlarsınız) dedi."[224]

"(Firavun) çevresinde bulunanlara: 'İşitiyor musunuz?' dedi."

"(Musa): O sizin de Rabb'iniz. Önceki atalarınızın da Rabb'idir, dedi." "Rabb'imiz her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra onu doğru yola ileten (yaratılış gayesine uygun yola yönel­tendir, dedi."

"(Firavun): Peki, ya ilk nesillerin hali ne olacak?, dedi."

"Dedi ki: 'Onların bilgisi Rabb'imin yanında bir kitaptadır. Rabb'im şaşmaz ve unutmaz. O ki, yeri size beşik yaptı ve onda sizin için yollar açtı. Gökten bir su indirdi. Onunla her çeşit bitkiden çiftler yetiştirdik. İster yiyin, ister hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler vardır." [225]

"Dediler ki: Sen bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden çeviresin de yeryüzünde büyüklük yalnız ikinizde kalsın diye mi bize geldin? Biz size inanacak değiliz!" [226]

"Şu iki adamın kavmi bize kölelik ederken, şimdi biz kalkıp bizim gibi iki insana mı inanacağız dediler." [227] "Firavun dedi ki: Ey ileri gelenler, ben sizin için benden başka tanrı tanımıyorum! Bunun içindir ki, ey Hâmân, benim için (tuğla) ocağını tutuştur, balçığı pişir ve bana öyle yüksek bir kale yap ki, çıkıp Musa'nın şu tanrısını bir göreyim. Çünkü ben O'nun şu on­maz yalancılardan biri olduğunu sanıyorum!” [228]

"Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir, dedi. Firavun: (Ey Musa) Andolsun ki benden başka tanrı edinirsen seni mutlaka zindana atılanlardan yapacağım!, dedi."

"(Musa: Peki) sana (doğruluğumu) kanıtlayan apaçık bir şey ge­tirmiş olsam da mı?, dedi."

"(Firavun): Eğer doğrulardansan onu getir (bakalım), dedi." (Musa) asasını attı. Bir de baktılar ki apaçık bir ejderha! Elini (koltuğunun altından) çıkardı. O da bakanlara parıl parıl parlayan bir şey oluverdi."

"Firavun çevresindeki ileri gelenlere: Bu, dedi, bilgin bir büyü­cüdür! Büyüsüyle sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursu­nuz?" [229]

"Musa: Size gelen gerçek için böyle mi diyorsunuz? Büyü müdür bu? Halbuki büyücüler iflah olmazlar, dedi."[230]

"Bunları ancak göklerin ve yerin Rabb'inin (benim doğruluğumu belgeleyen) kanıtlar olarak indirdiğini pekâlâ bildin. Ey Firavun, ben de seni mahvolmuş görüyorum." [231]

"Dediler ki: Onu ve kardeşini eğle, kentlere toplayıcılar gönder. Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler." [232] "Firavun: Bana bütün bilgili büyücüleri getirin, dedi.” [233]

"Biz de mutlaka sana o (se)nin (büyün) gibi bir büyü getireceğiz. Sen şimdi seninle bizim aramızda bir buluşma zamanı ve yeri tayin et! Ne senin ne de bizim caymayaca­ğımız uygun bir yer olsun."

"(Musa): Buluşma zamanımız, Süs (bayram) günü ve insanların toplandığı kuşluk vakti olsun."

"Firavun dönüp gitti. Hilesini (büyücüleri ve aletlerini) topladı. Sonra belirtilen yere geldi."

"Musa onlara: Yazık size, dedi. Allah'a yalan uydurmayın. Sonra (o) bir azapla kökünüzü keser. Doğrusu iftira eden perişan olmuştur."

"(Firavunun topladığı büyücüler) işlerini kendi aralarında tartış­tılar ve gizli konuştular. Dediler ki: Bunlar iki büyücü, başka bir şey değil. Büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu (üstün dininizi) gidermek istiyorlar. Onun için siz hilenizi toplayın, sonra sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen başarmıştır.” [234]

"Büyücüler Firavun'a gelip: Eğer üstün gelen biz olursak elbet bize mükafat var değil mi?, dediler. (Firavun): Evet, dedi, hem de siz (benim) yakınlar(ım)dan (olacak)sınız. Dediler ki:

“Ey Musa, sen mi (önce hünerini ortaya) atacaksın, yoksa (önce) atanlar biz mi olalım?" [235]

"(Musa): Hayır, siz atın!, dedi.” [236]

"İplerini ve değneklerini attılar ve Firavun'un şerefine biz, elbette biz galip geleceğiz, dediler.” [237]

"(Musa) bir de ne görsün: Büyülerinden ötürü onların ipleri ve sopaları gerçekten koşuyor gibi görünüyor. Bu yüzden Musa, içinde bir korku duydu. (Biz kendisine): Korkma, dedik, üstün gelecek sen­sin, sen! Sağ elindekini at! Onların yaptıklarını yutsun. Çünkü onların yaptıkları, bir büyücünün hilesidir. Büyücü de nereye varsa iflah ol­maz!" [238]

"Onlar (iplerini ve değneklerini) atınca Musa: Sizin getirdiğiniz şey, büyüdür, dedi. Allah onu mutlaka boşa çıkaracaktır.” [239]

“Çünkü Allah, bozguncuların işini düzeltmez. Ve suçlular istemese de Allah, sözleriyle gerçeği ortaya çıkaracaktır. Musa da asasını attı. Birden o, onların uydurduklarını yutmaya başladı." [240]

"Gerçek ortaya çıktı ve onların bütün yaptıkları batıl oldu. Orada yenildiler, küçük düştüler. Ve büyücüler secdeye kapandılar. Alemle­rin Rabb'ine inandık!, dediler. Musa ve Harun'un Rabb'ine." [241]

"(Firavun): Ben size izin vermeden ona inandınız ha? O, size bü­yü öğreten büyüğünüzdür." [242]

“Bu bir tuzaktır. Şehirde bu tuzağı kur­dunuz ki halkını oradan çıkaracaksınız. Ama yakında başınıza gele­cekleri bileceksiniz! [243]" 

"Ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha çetin ve sürekli bileceksiniz!, dedi."

"Dediler ki: Biz seni, bize gelen açık delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Yapacağını yap, sen ancak bu dünya hayatında iste­diğini yapabilirsin. Biz Rabb'imize inandık ki (O) bizim günahlarımızı ve senin bizi yapmaya zorladığın büyüyü bağışlasın. (Elbette) Allah daha hayırlı ve (O'nun mükafatı ve cezası) daha süreklidir.” [244]

"Zara­rı yok, dediler. (Nasıl olsa)biz Rabb'imize döneceğiz.” [245]

"Rabb'imizin bize gelmiş olan ayetlerine inandığımız için bizden öç alıyorsun.” [246]

"Biz ilk inananlar olduğumuz için Rabb'imizin hatala­rımızı bağışlayacağını umarız." [247]

"(Ey) Rabb'imiz, üzerimize sabır boşalt ve bizi müslümanlar olarak öldür!"

"Firavun kavminden ileri gelen bir topluluk dedi ki: Musa'yı ve kavmini bırakıyorsun ki, seni ve tanrılarını terk edip, yeryüzünde boz­gunculuk mu yapsınlar? (Firavun): Biz onların oğullarını öldüreceğiz kadınlarını sağ bırakacağız. Biz daima onların üstünde ezici olacağız!, dedi.” [248]

"Musa, kavmine: Allah'tan yardım isteyin, sabredin!, dedi. Yer­yüzü Allah'ındır, onu kullarından dilediğine verir. Sonuç korunanla­rındır. (Ey Musa), sen bize gelmezden önce de, sen bize geldikten sonra da bize işkence edildi, dediler. (Musa) dedi:

“Umulur ki Rabb'iniz düşmanınızı yok eder ve onların yerine sizi yeryüzüne ha­kim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar."[249]

"Firavun dedi: Bırakın Musa'yı öldüreyim de, Rabb'ine yalvarsın (bakalım O Musa'yı kurtaracak mı?). Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.” [250]

"Firavun ailesinden imanını gizleyen mü'min bir adam (şöyle) dedi: Rabb'im Allah'tır dediği için bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o size Rabb'inizden kanıtlar getirmiştir. Eğer yalancı ise yalanı kendi zararınadır. Ve eğer doğru söylüyorsa size vadettiklerinin bir kısmı başmıza gelir." [251]

"İnanan adam dedi ki: Ey kavmim, ben üzeri­nize önceki toplulukların günü gibi bir günün gelmesinden korkuyorum: Nuh kavminin, Ad ve Semud'un ve onlardan sonrakilerin duru­mu gibi (bir durumla karşılaşmanızdan kaygı duyuyorum)." [252]

"Daha önce Yusuf da size açık kanıtlar getirmişti. Onun getirdiklerinden de kuşkulanıp duruyordunuz. Nihayet o ölünce: Allah ondan sonra elçi göndermez dediniz." [253]

"Allah onu, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu." [254]

"Andolsun biz, Firavun ailesini tuttuk, öğüt alsınlar diye yıllarca kıtlıkla, ürünleri azaltmakla sıktık. Onlara bir iyilik geldiği zaman: Bu bizimdir (kendi bilgi ve davranışımızla bunu elde ettik) derler. Ken­dilerine bir kötülük ulaşırsa, Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlar (onların yüzünden belaya uğradıklarını sanırlar)dı. İyi bilin ki onların uğursuzluğu Allah'ın katındadır. Fakat çokları bilmezler. Ve dediler ki: Bizi büyülemek için ne kadar mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz! Biz de onların üzerine ayrı ayrı mucizeler ola­rak su baskını, çekirge, kımıl (haşerat), kurbağalar ve kan gönderdik; ama yine büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular." [255]

"Onlara gösterdiğimiz her mucize, ötekinden büyüktü. Belki dö­nerler diye onları azap ile cezalandırdık.” [256] "Üzerlerine azap çökünce: Ey Musa, dediler, sana verdiği söz uyarınca bizim için Rabb'ine dua et! Eğer bizden azabı kaldırırsan, muhakkak sana inanacağız ve mut­laka İsrailoğullarını seninle beraber göndereceğiz!" [257] "Fakat biz on­lardan azabı kaldırınca sözlerinden dönmeye başladılar. Firavun kav­minin içinde bağırıp dedi: Ey kavmim! Mısır mülkü ve şu altımda akıp giden ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz? Yahut ben, şu aşağılık, neredeyse söz anlatamayacak durumda olan adamdan [258] daha iyi durumda değil miyim? (Eğer o doğru söylüyorsa) üzerine altın bilezikler atılmalı yahut yanında (kendisine yardım eden, onu doğru­layan) melekler de gelmeli değil miydi? Kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler."[259]

"Firavun ve adamlarının kendilerine kötülük yapmasından kork­tukları için kavminin içinde Musa'ya küçük bir gruptan başkası inan­madı. Çünkü Firavun, yeryüzünde çok ululanan ve çok aşırı gidenler­den idi. Musa dedi ki: Ey kavmim, eğer Allah'a inandıysanız, gerçek­ten müslüman insanlar iseniz O'na dayanın. Dediler ki: Allah'a dayandık. Rabbimiz bizi o zulmeden kavme fitne yapma (bizi onların işkencesiyle deneme)! Acımanla bizi o inkarcı toplumdan kurtar!" [260]

"Musa'ya: Kullarımı geceleyin (Mısır'dan çıkar) yürüt! Siz takip edileceksiniz, diye vahyettik. Firavun, (İsrailoğullarının gittiğini du­yunca) kentlere (asker) toplayıcılar gönderdi. Şunlar, (şu İsrailoğulları), az bir topluluktur, dedi. Bizi kızdırmaktadırlar. Biz ihtiyatlı, koca bir cemaatız, Böylece biz onları çıkardık: bahçeler(in)den, çeşmeler(in)den, hazineler(in)den ve o güzel yerler(in)den. Böylece bunları İsrailoğullarına miras yaptık. (Firavun ve adamları), güneş doğarken onların ardına düştüler. İki topluluk (yaklaşıp) birbiri­ni görünce Musa'nın adamları: İşte yakalandık, dediler."[261]

"(Musa): Hayır, dedi, Rabb'im benimle beraberdir. Bana yol gösterecektir. Musa'ya: Değneğinle denize vur, diye vahyettik. (Vu­runca deniz) yarıldı, (on iki yol açıldı). Her bölüm, kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve beraberinde olanları tamamen kurtardık. Sonra ötekilerini boğduk."[262]

"Nihayet boğulma kendisini yakalayınca (Firavun): Gerçekten İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım, dedi. Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun? (denildi). Bugün senin sadece bedenini kurtaracağız ki, senden sonra gelecek olanlar için (uyarıcı) bir işaret olsun."[263]

"Hor görülüp ezilmekte olan toplumu da içini bereketlerle do­nattığımız yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabb'inin İsrailoğullarına verdiği söz, sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi. Firavun'un ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükselmekte oldukları sarayları (ve bahçeleri) de yıktık."[264]

"O ve askerleri orada haksız yere büyüklük tasladılar ve kendile­rinin bize döndürülmeyeceklerini sandılar."[265]

"Onlara ne yer, ne de gök ağlamadı."[266]

'Görmedin mi Rabb'in ne yaptı."[267]

"Kazıklar sahibi Firavun'a"  [268]

“O orduların haberi sana gelmedi mi?"[269]

 Sonuç

 Kur’an'da geçmiş toplumlarla ilgili olaylar anlatılmaktadır. Bundan amaç daha sonra gelenlerin, öncekilerin başından geçenler­den ders ve ibret alarak onların yaptıkları hatalara düşmemeleridir. Allah'ın Yasası (Sünnetullah) da denilen bu öğütleri Kur'an'dan tespit etmeli ve diğer ilimler gibi bir ilim haline getirmeliyiz.

İnsan toplumsal bir varlıktır. O varlığını ancak toplum içinde de­vam ettirebilir. İnsanların bir araya gelmesinden oluşan toplum, hayati bir yapıya sahiptir. Doğarlar, büyürler ve sonunda ölürler. Onlar için de belirli yasalar vardır. Toplumsal düzen bu yasalarla gerçekleşir. Gelecekleri bu yasalar karşısındaki tutumlarına bağlıdır. Bu yasaların değişmesi düşünülemez. Her toplumun belirli bir eceli vardır. Eceli gelince ne ileri, ne geri alınabilir. Fakat toplumlar içinde bulundukları durumu değiştirme gücüne sahiptirler. Çünkü gelecekleri kendi yapa­cakları davranışlara göre düzenlenir.

Allah her topluma elçi göndermiştir. Elçiler ilâhî yasaları top­lumlara anlatarak, sünnetullahla uyarmışlardır. Ancak toplumlar elçiye olumsuz karşılık verdiklerinde, Allah'ın yasası gereği helak edilmiş­lerdir. Elçi gönderilmeyen toplumlara ise azap edilmez. Çünkü Allah zulmedici değildir.

Toplumların helak edilmelerinde o toplumun önderlerinin büyük payı vardır. Manevî önderler olan din adamları da aynı şekilde so­rumludurlar. Manevî yöne hiç önem vermeyip, maddî yönü ön plana alan toplumlar ise Allah'ın yasası gereği çözülme, dağılma ve yıkıl­maya maruz kalacaklardır.

Allah mü'min toplumlarla beraberdir ve onlara yardım eder. Bu­nun sonucunda yeryüzü hakimiyeti mü'minlerin eline geçer. Ancak bunlar, Allah'ın dininin yaşanması ve yayılması için çalışan mümin­lerdir. Allah yolunda samimi olup olmadıklarının anlaşılması için çeşitli belalarla imtihan edileceklerdir. Gerekirse dinleri uğruna hicret edip, başka diyarlara yerleşeceklerdir. İşte Allah, kâfir toplumları helak ederken böyle müminleri kendinden rahmetle kurtarır.

Kâfir toplumlar ise, varlıklarını ilelebed sürdüremeyeceklerdir. Ancak Allah onları hemen helak etmez. Belki inanıp Allah yoluna dönerler diye önce sıkıntılarla, sonra da bol nimetlerle onları dener. Vazgeçerlerse, Allah da onları affeder ve belirli bir süreye kadar ya­şatır. Yok eğer vazgeçmezlerse onlara yok edici bir azap gelir ve kökleri kesilir. Azap geldikten sonra inanmaları da bir fayda sağlamaz. Hiç şüphesiz başlarına gelen bu felaketlerin özünde atalarını körü körüne taklit etmeleri bulunmaktadır.

Kur'an Allah'ın yasasına uygun olarak yok edilen pek çok top­lumun hayatını anlatır. Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut, Şuayb, Sebe, Tubba, Ress ve Firavun kavimleri hep bu yasa uyarınca helak edil­mişlerdir.

Mü'minlere düşen, bu toplumların hayat hikayelerini Kur'an'dan okuyarak, onları helake götüren nedenleri tespit etmektir. Onlar hak­kında geçerli olan ilâhî yasalar sayesinde, işlerin tesadüfi değil, belirli yasalar çerçevesinde olduğunu kavrarlar. Yasaların bütün toplumlar için geçerli olduğunu öğrenmeleri, onlara ayaklarını yere sağlam bas­malarını kazandırır. Yasaları uygulayarak kendilerini garanti altına alıp, geleceklerine ümitle bakabilirler.

İnkarcılara ise ikaz ve tehdittir bu yasalar. Onlara bakıp düşüne­rek, yanlışlarından vazgeçmelidirler. Yok eğer vazgeçmezlerse, önce­kilere uygulanan yasalar bunlara da uygulanacaktır.

Bunların gerçekleşmesi ise, yasaları, insanlar için rehber, öğüt ve ışık olan kitaptan çıkarabilme gücüne sahip kişilerin varlığına bağlıdır. Peygamberler, gönderildikleri toplumları bu yasalarla uyarmışlardır. Son elçi Hz. Muhammed (s.a.v.) de Kur'an aracılığıyla bu yasaları toplumuna duyurmuştur. Onun vefatından sonra bu görevi, onun mira­sını sahiplenen ümmetin alimleri sürdüreceklerdir. Bu nedenle bu yasalar üzerinde düşünüp, onları keşfetmek mubah değil zorunlu bir iştir.[270]

Kur'an insanoğlunun yeryüzünde gerçekleştirmekle yü­kümlü olduğu yüce ideallerden söz eder. Bu idealler insan­lığın iyiliğini ve yararını içerdiği için, esasen insanın kendi başına karar verdiği takdirde benimseyeceği türden hedef­lerdir. Ne var ki, insan ile bu idealler arasına giren sonsuz sayıda fakörler vardır. Kur'an, insanoğlunu bu engellerin hepsini aşmaya kabiliyetli ve yeterli görür, işte insanın gö­revlendirilmesinin gerisinde bu yeterlilik yer almaktadır. İn­sanoğlu doğru olanı bulma konusunda kendine yeterli oldu­ğu halde, tarih içerisinde başgösteren her yozlaşmada Allah ona yardım elini uzatmış ve doğru olanı "vahiy yoluyla hatırlatmıştır.. Dolayısıyla vahiy kurumu insanlığın tarihi ka­dar eski ve köklüdür. Kendisini bu kurumun son temsilcisi olarak tanıtan Kur'an da aynı misyonu üstlenmektedir. Ge­rek iki kapağı arasında kalan metni, gerekse yirmi yılı aşkın oluşum süreci incelendiğinde, gerçekten de onun tek hede­finin, öncelikle ilk hitap çevresini ve buna bağlı olarak bü­tün insanlığı özüne döndürmek olduğu görülür. Amacı sa­dece gerçeği gözler önüne sermekten ibaret olmayan Kur'an, muhataplarını bu gerçek doğrultusunda harekete geçirmek için özel bir ifade tarzı kullanmıştır. Bu bağlamda Aşkın'ı dışlayan bir tarih tasavvuruna sahip olan Araplar'a hitap ederken Kur'an'ın, tarihin içerisinde insanın karşısına Allah'ı yerleştirmiş olması da bu bağlamda değerlendirilme­lidir, insanın olumsuz davranışlarının doğurduğu olumsuz­luklar, sadece zorunlu birer sonuç değildir artık... Aynı zamanda Allah'ın bu olumsuz davranışlara verdiği bir cevap, bir karşı tavırdır. Olumlu davranışlar için de durum aynıdır.

Bütün amacı insanlığın tarih içerisinde görevini yerine getirmesinde ona yardım etmek olan Kur'an ifadeleri, zamanla tersine çevrilerek insanı tarih içinde sorumsuz kıla­cak, anlamsız bir teslimiyet ve şahsiyetsizliğin kucağına ite­cek yorumlara maruz kalabilmiştir. Kur'an'ın insanlığa ver­mek istediği tarih bilincinde merkezi bir konumu bulunan Allah'ın tarîh içindeki davranış tarzı (sunnetullah) fikri de, Kur’an’ın anlaşılmasındaki bu yozlaşmaya bağlı olarak yıpranmış, dahası tamamen ilgisiz bir fikre yerini terkederek tabiat kanunlarının Kur'an'daki ismi olarak algılanır hale gelebilmiştir. Bizim görebildiğimiz kadarıyla, bu süreçte sunnetullah ifadesinin Kur'an’dışı islamî literatürde kavramlaştınlması önemli bir rol oynamıştır. Aynı durum pek çok Kur'an ifadesinin de ortak kaderi olmuştur. Dolayısıyla, Kur'an'ı anlama çabasında ilk adım, Kur'an ifadelerinin yerli yerine oturtulması olmak durumundadır.

Sunnetullah ifadesinin tabiat kanunları olarak değerlen­dirilmesi, bir bakıma da; Kur'an'ın bütün çabasını gözardı etme pahasına, onu tek' hedefi insanlığı bilimin faziletli ışığına ulaştırmak olan bir kitap gibi görmek isteyen gele­neksel yanılgının bir yansımasıdır. Oysa ki, Kur'an insan'ın tabiatı algılamasını ve kullanmasını; gerek insanın, gerekse tabiatın bu iş için elverişli yaratılmış olmasından hareketle muazzam bir iş olarak görmemektedir. Onun nazarında insan ile tabiat arasında böyle bir ilişki, en azından insanın varlığını sürdürebilmesi için kaçınılmazdır. İnsan tabiatı az ya da çok, ama mutlaka anlayacak ve kullanacaktır. Bu konuda Kur'an'ın ilgilendiği tek nokta, insanın tabiata dair bil­gisini ve tabiatı nasıl ve ne için kullanacağıdır, insanoğlu bilgisini yararlı işler için kullanmadıkça, ürettiklerinin bir ka­lıcılığı yoktur, üretilen teknoloji başdöndürücü mükemmel­likte de olsa, görünürde başarıdır ve Kur'an nazarında bir değeri yoktur. Kur'an'ın tabiatı öğretme konusunda ilgisiz kalmasının sebebi budur.

Sonuç olarak Kur'an, insanlığın yeryüzünde insan onuru­na yaraşır bir hayat sürmesini istemekte ve bu amacı gerçekleştirmenin yollarını göstermektedir. Kanaatimiz o ki, Kur'an'ın insan için öngördüğü bu hayat tarzında dekorlar ve kostümlerden daha önemli olan "öykü"dür. Çünkü dekor ve kostümler insanlığa hazır olarak verilmiştir, insana düşen sadece bunlara biçim vermektir. Öykü, yani tarih ise tama­men insana bırakılmıştır ve insanlık, kendi tarihini ya­şayarak yazacaktır. Kur'an'ın bütün gayreti insanlığın iyi bîr senaryo ortaya koyabilmesine yardımcı olmaktır. [271]


[179] Mevdûdî, a.g.e., II, 63-64.

[180] Hûd: 11/84; el-A’râf: 7/85

[181] el-Ankebüt: 29/36

[182] Hûd: 11/84

[183] el-A'râf: 7/85-86

[184] Peygamberin onların inançlarına işarette bulunması göstermektedir ki, onlar kendilerinin inananlar olduklarını itiraf ediyorlardı.

[185] Hûd: 11/85-88.

[186] el-A'râf: 7/90; "Bu cümleyi üstün körü geçmemeli; bilakis içerdiği anlamları derinli­ğine düşünmeliyiz. Medayin'in ileri gelenleri ve şefleri şöyle söyleyerek halkı bu hu­susta kandırmak istediler: Dürüstlük, doğruluk, ahlâk ve iyilik gibi hususları temel il­keler kabul eder ve uygularsak, biz o zaman tümüyle mahvoluruz. Biz ticaret ve alış ve­rişimizde doğruluk ve dürüstlüğe uyar ve mesleğimizi bunlara göre sürdürürsek, ticare­timiz kesinlikle büyüyemez, serpilemez. Bunun yanında en önemli kervanların güzer­gahlarının kesiştiği bölgede yer alan şu coğrafi konumumuzdan yaralanamaz, bu yöre­nin uslu vatandaşları olur ve kervanların geçip gitmelerine bir şey yapmadan seyirci ka­lırsak işte o zaman bu stratejik durumun sağlamakta olduğu bütün siyasî ve ticari avan­tajlarımız bitti demektir. Bu da, komşu ülkelere karşı olan hakimiyetimiz ve etkinliği­mizin de bir sonu demektir. İşte bu mahvolma korkusu sadece Hz. Şuayb'ın kavmine özgü bir olay değildir. Sefih toplumlar hak, doğruluk ve dürüstlük hakkında her zaman aynı tedirginliği duymuşlardır. Yalan, üçkağıtçılık ve ahlâksızlığa başvurmaksızın tica­ret, siyaset ve diğer dünyevi işlerin yürütülmesinin imkansız olduğu düşüncesi tarih bo­yunca bütün iflas etmiş toplumların görüşü olagelmiştir. Bundan dolayı da hak davete her zaman yapılan en büyük itiraz; hep o bilinen dalavereli yollar bırakılır ve doğru yola uyulursa ilerleme sağlanamayacağı ve toplumun yıkılacağı konusundadır." Mevdûdî, a.g.e., II, 68.

[187] el-A’râf: 7/56-87

[188] Hûd: 11/89-92

[189] el-A’râf: 7/88-89

[190] Hûd: 11/93.

[191] el-A’râf: 7/89

[192] el-A’râf: 7/91

[193] Hûd: 11/94

[194] el-A’râf: 7/92

[195] Hûd: 11/95

[196] Hûd: 11/94

[197] el-A’râf: 7/93

[198] et-Tevbe: 9/70

[199] el-A'râf: 7/85

[200] Mevdûdî, a.g.e., IV, 64-65

[201] eş-Şuarâ: 26/177-189; "Söz konusu gölge gününün azabı hakkında İbu Kesir şu açıklamayı yapmıştır: Başlarına gökten bir parçanın düşürülmesini istemişlerdi ki, azap onların istedikleri cinsten olmuştur. Allah Teala önce yedi gün süreyle onlara şiddetli bir sıcak gönderdi.   Onları gölgeleyip koruyacak hiçbir şey yoktu. Sonra onları gölge­leyecek bir bulut kendilerine yöneldi. Sıcaktan gölgesine sığınmak üzere ona doğru git­meye başladılar. Hepsi bulutun altında toplandıklarında Allah Teala onların üzerine buluttan, ateşten bir kıvılcım ve alev gönderdi. Yer onları sarstı ve onları öyle bir haykı­rış yakaladı ki canları çıktı." İbn Kesîr, a.g.e.,Vl, 170.

[202] el-Hicr: 15/79

[203] eş-Şuarâ: 26/190. Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 113-118.

[204] Mevdûdî, a.g.e., IV, 105; Sebelilerin tarihiyle ilgili geniş bilgi için bkz. Mevdûdî, a.g.e., IV, 521-524

[205] Sebe: 34/15-21 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 118-119.

[206] İbn Kesir, a.g.e.,VII.244.

[207] ed-Duhan: 44/37.

[208] Kaf: 50/14.

[209] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 119.

[210] Mevdûdî, a.g.e., V, 475

[211] Kâf: 50/12

[212] Kâf: 50/14.

[213] el-Furkân: 25/38-39 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 120.

[214] el-Kasas: 28/3.

[215] Yûnus: 10/ 75.

[216] Tâ-Hâ: 20/4344

[217] İbrâhîm: 14/5

[218] Tâ-Hâ: 20/4546

[219] el-Kasas: 28/35

[220] Tâ-Hâ: 20/47-48

[221] en-Nâziât: 79/18-19.

[222] el-A'râf: 7/104-105

[223] Musa, Firavun'un sarayında yaşadığı yıllarda İsrailoğullarından birisini zorbaca döven Mısırlıya yumruk atmış ve adam ölmüştü

[224] eş-Şuarâ: 26/18-26

[225] Tâ-Ha: 20/50-54

[226] Yûnus: 10/ 78

[227] el-Mü’minûn: 23/47

[228] el-Kasas: 28/38

[229] eş-Şuarâ: 26/27-35

[230] Yûnus: 10/ 77

[231] el-İsra: 17/102.

[232] eş-Şuarâ: 26/36-37

[233] Yûnus: 10/ 79

[234] Tâ-Hâ: 20/58-64.

[235] el-A’râf: 7/113-115

[236] Tâ-Hâ: 20/ 66.

[237] eş-Şuarâ: 26/44.

[238] Tâ-Hâ: 20/66-69.

[239] Yûnus: 10/ 81-82

[240] eş-Şuara: 26/45

[241] el-A’râf: 7/118-122.

[242] Tâ-Hâ: 20/71; Firavun, büyücüleri Musa (a.s.) ile işbirliğine gitmekle suçluyor

[243] el-A’râf: 7/123

[244] Tâ-Hâ: 20/71-74

[245] eş-Şuarâ: 26/50

[246] el-A’râf: 7/126

[247] eş-Şuarâ: 26/51

[248] el-A’râf: 7/126-127

[249] el-A’râf: 7/128-129

[250] el-Mü’min: 40/26

[251] el-Mü'min: 40/28

[252] el-Mü’min: 40/30-31

[253] el-Mü'mm: 40/34

[254] el-Mü’min: 40/45

[255] el-A’râf: 7/130-133

[256] ez-Zuhruf: 43/48.

[257] el-A’râf: 7/134

[258] "Bu ifadeyle onun güzel ve akıcı konuşma yeteneğinden yoksun olduğu ima ediliyor olabilir." Esed, a.g.e., II,

[259] ez-Zuhruf: 43/50-54

[260] Yûnus: 10/ 83-86

[261] eş-Şuarâ: 26/52-61.

[262] eş-Şuarâ: 26/62-66

[263] Yûnus: 10/ 90-92

[264] el-A’râf: 7/137

[265] el-Kasas: 28/39

[266] Duhân: 44/29

[267] el-Fecr: 89/6.

[268] el-Fecr: 89/10.

[269] el-Burüc: 85/17 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 120-128.

[270] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 129-130.

[271] Dr. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Yayınları: 183-185.