๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 17 Şubat 2011, 13:00:35



Konu Başlığı: Sefh Bezr İsraf
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 17 Şubat 2011, 13:00:35
Sefh - Bezr - İsraf

 'Sefh' 'Se-Fi-He' fiilinden masdardır; sözcük anla­mı 'bedende hafiflik'tir. 'Zimâmün sefih', (kopu kopuveren yular'; 'sevbün sefih', 'ince ve gevşek dokunmuş elbise' demektir. Bu anlamlarda 'sefh' hafiflik, eksiklik gevşeklik’ anlamından Kur'an'da kavramlaşarak 'her türlü işte aklın hafifliği, düşüncesizlik, önem verme­me, akıl ve din eksikliği, akla ve dine aykırı hareket­lerde bulunma' anlamlarını da ifade eder olmuştur. [261]

Münafıklar kendilerini çok üstün akıllı görerek mü'minleri 'sefihler-süfeha olarak görürken, Kur'an asıl 'süfeha'nın münafıklar ve kâfirler olduğunu, çün­kü gerçek sefh'in gerçekliği apaçık meydanda olduğu halde İslâm'ı kabul edememekten öte bir anlam ifade etmediği belirtmektedir (Bakara: 13; 142).

İbrahim'in milleti'nden yüz çevirenler ancak ve ancak nefisleri hafif, ciddiyetten ve ciddî düşünceden yoksun, aklı ermez kişiler olabilir (Bakara: 130). Çocuk­larını da, rızkın vericisinin Allah olduğunu bilmeden, gerek rızk gerekse daha başka cahili endişelerle öldü­renler de akıl ve dinî inançtan yoksun, doğru düşünemeyen kimselerdir (En'am: 140).

Gerek ömürlerini, gerekse mallarını gerektiği yer­de kullanamayanlar (eğriyi doğrudan ayıramayanlar da 'sefiht'tirler; Kur'an böylelerine mal verilip devre­dilmesini yasaklar (Nisa:  5).

İslâm kişinin gerek nefesini, gerek ömrünü, ge­rekse malını rastgele kullanmasına izin vermez; bu şekilde bir kullanım ancak 'sefihlerin yapacağı bir iş­tir. Bu bakımdan, kişi sahip olduğu nimetlerin hepsini yerinde ve ölçülü bir biçimde kullanmasını bilmelidir. Gerek ferdî, gerekse sosyal ve ekonomik yönleriyle toplumsal hayatın sağlıklı olmasında en büyük etken 'vak­tin ve mal'ın ölçülü kullanımıdır.

İnsanın sahip olduğu her şey Allah'ındır ve insan için bir emanettir.  Bu emaneti sefihçe  kullanmayan nıü'min gerek kendisi, gerekse ailesi ve gerekse baş­kaları için harcamada bulunurken  (nafaka ve infak) 'vasat' olmayı unutmaz. Bu harcamanın özellikle mal yönünden haddi aşmasına Kur'an'da 'tebzîr denilir. Bu kelime 'Be-Ze-Ra' fiilinden gelir; fiilin anlamı 'tohum ekmek, dağıtmak, ölçüsüz dağıtmak'tır. 'Bezr' 'tohum, nesil' demektir. Fiil 'tefîr babına nakledildiğinde mey­dana gelen 'tebzir' nasdarı 'tohumu gereken yere at­mamak ve böylece onu kaybetmek, karşılığında bir şey alamamak' manasınadır. Bu sözcük anlamından 'malı saçıp savurmak, sefihçe harcamak, gerektiği yere sarfetmemek, az da olsa yararlı yerde değil de, yok olup gideceği yerde harcamak' anlamları çıkmıştır. Bu ba­kımdan, sözgelimi  hak etmeyen kimseye  az da olsa mal vermek,  infakta bulunulmaması gereken  yerlere infakta bulunmak, kısaca malı gerektiği yerde ve şe­kilde harcamamak 'tebzir’ kavramının, içine girer. [262] “Yakınlığı olana hakkını ver, miskine ve yolcuya da ve gereksiz yere harcama (tebzir); muhakkak ki gereksiz yere harcayanlar Şeytan'ın kardeşleri­dir; Şeytan'sa Rabbine karşı çok nankördür” (İsra: 26-27).

Ayette de açık olduğu üzere 'tebzir' Allah'a karşı bir nankörlüktür, nimete küfürdür ve bu noktada Şeytan'ın kardeşi olmaktır.

Kur'an'ın dilinde 'vasat' oluşu aşan ve sınır tanı­mayan eylemlerden biri de 'israf kelimesiyle ifade edi­lir. 'İsraf her eylemde, her harekette sınırı aşmak, ge­rek nicelik gerek nitelik olarak vasat olanı geçmek' demektir. Kelime 'Se-Ri-Fe' fiilinin ‘if’âl' babından masdardır.

'İsrafta, başkalarının haklarına el uzatma anlamı açık olmadan, her ne şekilde olursa olsun 'ölçüyü ta­şırmak, aşırılıkta bulunmak' anlamları vardır. Önce­likle, ölçüsüz biçimde harcamada bulunmak, yemek-içmekle ilgili olarak kullanılır; bu noktada 'tehzille aşa­ğı yukarı eş anlamlıdır:

“Odur çardaklı ve çardaksız bahçeleri, yemişleri çeşit çeşit hurma ve ekinleri birbirine benzer ve benzemez zeytin ve narı meydana getiren. Meyve verdiğinde meyvesinden yiyin ve hasadı zamanın­da hakkını verin ve israf etmeyin. Doğrusu, O is­raf edenleri sevmez (En'am: 141).”

“..Yiyin, için ve israf etmeyin, doğrusu, O israf edenleri sevmez (A'raf: 31).”

Gerek miktar, gerekse nitelik olarak ölçüyü kaçır­mak, gereğinden fazla yemek, içmek ve harcamak, ay­nen 'tebzir'de olduğu gibi gereksiz yere az da olsa har­camada ve hattâ “infakta bulunmak, işte bütün bunlar israf kavramının içindedir. Kur'an'da mü'minlerden söz edilirken ‘infak ettiklerinde, israf etmezler ve kısmaz­lar da (Furkan: 67)” buyurulmaktadır. Gerekli olma­yan bir yere yapılan harcama, Allah'a ibadetin gerek­liliklerini yerine getirmeyi sağlayacak bedenî gıdayı almanın ötesinde yiyip içme, yerine göre hoş. yemek gibi 'güzel olan harcamalar'ın dışında yapılan masraf­lar, ne hacet ne de güzel(husn) olmayan yararsız, boş yere ve gayr-ı meşru harcamalar ve ihtiyacın ötesinde ve hakkı olmayan alanlara akıtılan nimetler israfa gi­rer. [263]

İsraf, yukarıda belirttiğimiz gibi yalnızca malı harcamalardaki aşırılığı değil, bütün eylemlerde vasat sı­nırı aşmayı da ifade etmektedir. Sözgelimi, Kur'an'da Lût kavmi 'müsrif bir kavim olarak nitelendirilir. Bu­nun nedeni de, fıtrî bir ihtiyaç olarak şehvetlerini gi­derme yolunda Allah erkekler için kadınları yarattığı ve onları nikâhla 'tohum atılan bir tarla' kıldığı halde Lût Kavmi'nin bu sınırı aşarak, meşru ve fıtrî olma­yan yollara yönelmiş olmasıdır.

“Lût'u da (gönderdik). O zaman kavmine dedi: “Sizden önce alemlerde kimsenin yapmadığı fuh­şu mu yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvet­le erkeklere gidiyorsunuz. Evet, siz israfçı (müsrif) bir kavimsiniz (A'raf: 80-81).” Kur'an gerek Firavun'u, gerekse Salih (a)'in kavmindeki zorbaları da 'müsrif olarak niteler. Firavun ve bu zorbalar Allah-a kul olmaları ve O'nun hükümleri doğrultusunda davranmaları gerektiği halde, kendile­rine çizilen şuurları aşıp hem Allah'a şirk koşuyor, hem insanlara zulmediyor, haksız yere yeryüzünde büyüklenip Allah'ın Yolu'nda gitmek isteyenleri bu yoldan alıkoyuyor ve yeryüzünde fesat çıkarıyorlardı (Taha: 33, Şuara: 151).

Kur'an kısasta “öldürmede israfta bulunulmamasını” emreder (İsra: 33). Cahiliyye devrinde bir kabile­den bir kişi öldürüldüğünde karşılığında o kabile o in­sanı değil de, mensup olduğu kabilenin kendi ölçülerince daha şerefli bir ferdini öldürür veya bir kişi yerine bir kaç kişiyi öldürürler, kan davaları çıkar, kısaca kı­sasta tam bir karşılık esas olduğu halde öc duygusuy­la bu karşılık ilkesine uyulmazdı. İşte, bu tür bir dav­ranış da 'israftır; sözgelimi, köleye karşı bir hür veya bir kişiye karşı iki veya üç kişi öldürülürse bu 'israf olur.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi 'israf hemen her öl­çüsüz ve aşırı eylem için kullanılır. “Rabbimiz! Günah­larımızı ve işimizdeki israfımızı bağışla (A.. îmran: 147)” ayetinde bu durum açıktır.

Ölçü tanımamak küfre kadar varan bir eylemdir; bu bakımdan israfın Kur'an'da müşrikler ve kâfirle­rin tabiî nitelikleri olarak kullanıldığını görmek de mümkündür:

“İnsana zarar dokunduğunda yan üstü, oturarak veya ayakta bize dua eder; kendinden zararım kal­dırdığımızda ise sanki kendine dokunan bir zarar­dan dolayı bize dua etmemiş gibi geçer gider. Müs­rif ler'in yaptıkları işte böyle süslenip püslenir (Yu­nus: 12).”

İişte böyle” dedi, “sana ayetlerimiz geldi de sen onları unuttun; bugün de böyle unutulursun. İsraf eden'i ve Rabbi'nin ayetlerine inanmayanı işte böy­le cezalandırırız. Elbette Ahiret azabı daha çetin ve daha kalıcıdır (Taha: 126-127).”

 “... Şüphesiz Allah müsrif ve alabildiğine yalancıyı yola iletmez (Mü'min: 28).”

“Siz beni Allah'a küfretmeğe ve hakkında yanım­da ilim olmayan şeyle O'na şirk koşmaya çağırıyor­sunuz; bense sizi aziz ve çok bağışlayıcı olana ça­ğırıyorum... Dönüşümüz muhakkak Allah'adır ve doğrusu müsrifler ateş halkı olanlardır (Mü'min: 42-3).” [264]


[261] Müfredat, 233-4; Hak Dini Kuran Dili, I, 234.

[262] Müfredat, 40; Y. Kamus, BZR md.

[263] Müfredat, 231-2.

[264] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 342-346.