Konu Başlığı: Rahmet Rızk Nimet Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 16 Şubat 2011, 15:37:55 Rahmet Rızk Ni'met Kur'an'da birbiriyle son derece ilgili ve yakın anlamlarda kullanılan üç kavram Rahmet, Rızk ve Ni'mettir. Cenab-ı Allah (C.C.) rahim bir Rabb'dır, yani bütünüyle rahmet sahibidir. Rahmet, acıma, şefkat, rikkat sahibi olup, bütün bunlar da rahmet olunana ihsan-ı ve in'am'ı gerektirir. Bir olan Rabb Tealâ isimlerinin cilvegâhı olan kâinatta alem-i emr veya ğayb'da mücerred ruhlar şeklinde, alem-i şehadette ise madde ile cisim giydirdiği ruh ve cisimden mürekkep yarattığı kullarının hayatı için gerekli her şeyi Kendi üzerine almıştır. Bütün yaratıklarına karşı bir acıma, şefkat ve rikkat sahibidir O; bu bakımdan onlara sürekli ihsan'da bulunur; işte bu rahmet'tir. Yaratma, rızklandırma ve nimetlendirme rahmet'tir, O'nun Rahman ve Rahim oluşunun sonucudur: “Kendi üzerine rahmet'i yazdın (En'am: 12). “Her şeyi rahmet ve ilim yönüyle kuşattın” (Mü’min: 7). “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır” (A'raf: 156.) Kâinattaki her yaratılış, meydana gelen her olay, her şey rahmetin eseridir. Bu bakımdan, öncelikle esas olan rahmet'tir. Allah tüm kâinatta rahmet'iyle tecellî halindedir. Bu rahmet her varlığı, kâfir-mü'min her insanı, cin-şeytan-melek her yaratığı kapsar. Rahmet'in gereği yaratmadır, rızklandırma, nimetlendirme, yaşatma, güç-kuvvet, beceri göz-kulak vs. verme’dir. Bu Allah'ın Rahman oluşudur. Bu yüzden, O'ndan başka hiç bir varlık için rahman sıfatı kullanılmaz. Kâinat'ta olup biten ne varsa her şey Allah'ın yaratığı olarak güzeldir (Her şeyin yaratılışını güzel yaptı (Secde: 7), mutlak olarak hayr'dır (Allah'ın yanındaki hayr'dır(Kasas: 60); bütün bunlar da rahmetin, gereğidir; O'nun rahmetinin her şeyi kuşatmış olmasının sonucudur. Bu şekilde tekvini düzlemden teşriî düzleme, sebepler alemine, emir-yasaklar dünyasına indiğimizde rahmet özel bir konum kazanır. Allah bazı şeyleri yasaklar, bazı şeyleri de emreder; yasak ve emirler irade sahibi varlıklar, yani insanlar ve cinler içindir. Bu düzlemde rahmet adalet elbisesi giyer ve herkes yaptığının karşılığını alır, kimseye en uf ak bir biçimde zulmedilmez. Kâfirler de yine rahmetten yararlanır, hiç bir zaman rızktan mahrum kalmazlar ve yaptıklarının karşılığını alırken, mü'minler de dünyada yaptıklarının karşılığını görürler; yani rahmet adalet, adalet rahmet' tir. Şu kadar ki, hayat yalnızca dünya hayatı olmayıp, dünya hayatı gerçek hayat olan Ahiret'in bir ekim zamanından ibarettir ve asıl hayat Ahiret hayatıdır. Bu bakımdan, Allah insanları iman ve îslâm fıtratı üzere yarattığı ve onlara akıl, kalp, muhakeme gücü, düşünme, tefekkür gibi melekeler verdiği halde, Ahiret hayatları azap hayatı olmasın diye elçiler gönderir, kitaplar indirir ve bazılarını tevfikiyle ve bu bazılarını dilemesi, iradesiyle imana muvaffak kılar; bu da hem rahmet, aynı zamanda da adalettir: “Sana Kitabı her şeyi açıklayıcı ve hidayet ve rahmet olarak ve müslümanlara müjde olarak(-müslümanlara hidayet, rahmet ve müjde olarak) indirdik”(Nahl: 89). “Bu(Kur'an) Rabbini'den basiretler ve iman eden bir topluluk için hidayet ve rahmettir” (A'raf: 203). Kitap gibi nübüvvet de bir rahmet'tir; İslâm da bir rahmettir: “Ey kavmim” dedi, “Görmez misiniz, ya ben Rabb' imden bir beyyine üzerinde isem ve bana katından bir rahmet vermiş de o size görünmez olmuşsa,.” (Hud: 28). “İşte size Raobiniz'den bir beyyine ve hidayet ve rahmet geldi” (En'am: 157). Allah'ın rahmet olarak gönderdiği kitaba iman edip, Allah'a ve Rasûl'üne itaat edenlere amellerinin karşılığı adaletin gereği dünyada verileceği gibi, Ahiret'te de verilecektir. Bu ise bütünüyle Alah'ın rahmetindendir. Allah onları imana muvaffak kılmış olup, günahlarını bağışlayacak ve Ahiret'te rahmetiyiz muamele edecektir. Kâfirlere ise dünyada rahmetin ve adaletin gereği yaptıklarının karşılığı verilir, mü'minlere Allah fazlından fazlasını da ihsan eder; mü'minlere olduğu gibi kâfirlere de Ahiret'te dünyada yaptıklarının karşılığı ödenir. Bu bakımdan, azap da, mükâfat da rahmet'e bürünmüş adaletin veya adalete bürünmüş rahmetin bir sonucudur; fakat, Allah'ın mü'minlere yaptıklarının karşılığını fazlasıyla ödemesi mahza rahmettir ve O'nun fazlindandır: “Eğer bizi 'bağışlamaz ve bize rahmet etmezsen kaybedenlerden oluruz” (A'raf 23). “Allah'a ve Rasûl'e itaat edin, umulur ki rahmet olunursunuz” (A. İmran: 132). “Allah'ın rahmeti muhsinlere yakındır” (A'raf: 56). İslâm hakimlerinin belirttiği gibi “Sen olmasaydın sen, ben alemleri yaratmazdım” kudsî hadisinin de ifade ettiği üzere, kâinat ağacının hem çekirdeği ve hem de meyvesi, gayesi 'Hakikat-ı Muhammedi' veya 'Nur-ı Muhammedi'dir. Bu bakımdan, Allah'ın gerek tüm yaratıkları kapsayan Rahman isminin, gerekse yalnız mü'minlere has olan ve tevfik-i İlâhî ile iman ve İslâm üzere yürüyen Rahim isminin ana tecelligâhı Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)'dır. Bu bakımdan, Hakk Tealâ “Seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya: 107) buyurmuştur. Eğer onun rahmet oluşu yalnızca risaleti dolayısıyle mü'minlere has olsaydı “alemler” lâfzı kullanılmazdı; çünkü, alemler içinde günahsız olan meleklerin de bulunması ihtimal dahilindedir. Şu halde onun rahmet oluşu Rahman isminin tecellî merkezi olarak bütün kâinat içindir ve her varlık O yaratıldığı için onun nurundan yaratılmış ve her varlık onun yüzü suyu hürmetine rızklanmakta ve nimetlenmektedir. O rahim isminin de ana tecellî merkezi olup, Adem yaratılmadan önce peygamberdi, peygamberlikte hem baş, hem son, hem çekirdek, hem meyvedir o. Onunla da insanlar iman etmiş, İslâm'a girmiş ve kurtuluşa ermiştir, bu bakımdan, Ahiret'te her peygamber ümmeti üzerinde şehîd olacakken, o bütün peygamberler üzerinde şehid olacaktır. Kadının döl yatağına rahm denilir. Bir hadis-i şerifte “Allah rahm'i yarattığında ona “ben Rahman'ım’sen rahm'sin, senin ismini ismimden türettim, kim sana sılada bulunursa, Ben de ona bulunurum, kim bulunmazsa ben de onunla aramı keserim” buyurulmuştur.(l) Aynı rahmden çıkanlar arasındaki yakınlığı ifade için ruhm kullanılır (ruhm yönünden daha yakın-Kehf: 81). Sıla-i rahm Kur'an'da şiddetle emredilmiştir. Gerek anne-baba, gerekse aynı rahmden çıkanlara karşı rahmetle davranmak, rahim olmak gerekir. Ülü'l-er ham', yani rahm yönünden birbirlerine yakın olanlar Allah'ın kitabında birbirleri üzerinde hak sahibidirler: “Rahm sahipleri Allah'ın Kitabı'nda birbirlerine daha lâyıktır” (Enfal: 75). Rızk, 'dünyada ve Ahiret'te verilen şey, nasib' anlamındadır. Verilen bir şeyin rızk olması için 'ele mutlaka ulaşması ve kendisiyle yararlanılması şarttır'; bu bakımdan, kendisinden fiilen yararlanılmayan ve ele ulaşmayan şeylere rızk denmez. Rızk vermek öncelikle Allah için söz konusudur; çünkü, rızkın sahibi O'dur her şey O'ndandır; (Muhakkak Allah, O razzak olandır- Zariyat: 58). Fakat, nasıl mülk ve izzet aslında Allah için olduğu halde O'nun vermesiyle insan için de olabilir, aynı şekilde Allah'ın verdiği rızkın sahibi olanların başkalarına faydalanma için verdikleri de rızk'tır; dolayısıyle, Allah'tan başkaları için de 'rızk veren'(şu kadar ki, razzak değil, razik) deyimi kullanılabilir (Allah rızk verenlerin hayırlısıdır-Cum'a: 11; O(mal)lardan onları rızklandırın ve onları giydirin) (Nisa: 5). Rızk öncelikle 'yiyecek' için kullanılırken (Annelerin ma'ruf üzere rızkı ve giydirilmesi baba üzerinedir”-Bakara: 233), geneleştirilip kendisinden faydalanılan her şey- giyecek, mal, mevki, ilim, yiyecek-içecek, nübüvvet, marifet vb.- için kullanılır olmuştur (“Ey kavmim” dedi, görmüyor musunuz ya ben Rabb'imden bir beyyine üzere isem ve beni Kendi'nden güzel bir rızk'ta rızklandırmışsa” (Hud: 88). “Gökten su indirdi ve onunla sizin için rızk olarak meyvelerden çıkardı” (Bakara: 22). “Allah'ın gökten rızk'tan indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesinde,., akleden bir kavm için ayetler vardır” (Casiye: 5). “Gökten mübarek bir su indirdik de, onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik; birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları da. Kullar için rızk olarak..” (Kaf: 9-11). Ahiret'te mü'minlere verilecek nimetlere, onların faydalanacağı şeylere de rızk denilir: “Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma, diridir onlar, Rabbleri katında rızklanmaktalar” (A. İmran: 169). “Orada rızkları vardır sabah ve aksam” (Meryem: 62). Her şey Alah'ın mahlûku ve O'nun katındandır, hazineleri O'nun yanındadır (Herhangi bir şey bulunmasın ki, hazineleri katımızda olmasın(Hicr: 21). Allah'ın katında bulunan her şey ise hayr'dır. (Allah'ın katındaki hayrdır (Kasas: 60). Alemdeki her şey Allah'tandır ve hayr'dır, güzeldirler şeyin yaratılışını güzel yaptı(Secde: 7). İlâhî vergilerden bazılarının şerr olması nisbîdir ve kesbe oranladır; başkalarına, illetlerine ve nizamdaki sebeplerine oranla yine hayrdır. Allah'ın yaratıklarına hayrdan verdiği ve kendisiyle faydalanılan her hayr rızktır. {Rabbi'nin rızkı hayr'du (hayırlıdır) Taha: 131). Bu şekilde bir bakıma rızk, hayr ve halk birleşmektedir. Her.rızk hayr ve maklûktur, her halk rızk ve hayrdır. Aradaki fark, rızk'ın faydalanan bir rızklandırılana ihtiyaç göstermesi, hayrın seçene muhtaç olması, halkın ise meydana gelmesi açısından herhangi bir şeye ihtiyaç duymamasıdır. Rızk hayrla birleşen İlâhî bir atıyye olduğunda rahmettir. Rahmet, yukarda da belirttiğimiz gibi kâfir, mü'min, insan ve başkası bütün yaartıklar İçine alan genel rahmet ve iman, takva, saadet gibi saadet yoluyla gelen özel rahmet olarak ikiye ayrılır ki, bu ikinciye {hususî rızk), birinciyeyse {umumî rızk) da denilebilir. Rahmet'te haramlık söz konusu olmadığı halde, rızk'ta. Allah'a nisbet edilmemek şartıyla insanın masiyete sebep olarak faydalandığı şeyler teşriî düzlemde haram olur; bu bakımdan, teşriî açıdan bu şekilde rızk olmayan tekvini açıdan rızktır. Fir'avn'a, Nemrud'a, Karun'a verilen mal ve mülk Allah'ın izniyledir, imtihan ve haklarındaki delilin tamamlanması içindir. Tekvini vergi herkesedir, Allah'tandır, veren de alan da O'dur. Teşriî vergi ise itaat gerektiren bir hükümdür. Allah Fir'avn'a mülk verdiği gibi, Davud ve Süleyman'a da verir ve böylece onları imtihan eder; fakat alışta kulların kesbi vardır; gerek bu kesb, gerekse kullanım açısından kullar sevap veya günah kazanırlar. Rızk da rahmet de takdir edilmiştir, yazılmıştır {Allah her şeyi yarattı ve onu tam olarak takdir etti- Furkan: 2). Hususî rahmet ve rızk da takdir edilmiş ve mü'min olsun, kâfir olsun herkes için teşri kılınmıştır. Bunun için de kitaplar indirilir, peygamberler gönderilir. Allah'ın aslında gerek mal, gerek mülk gibi başkalarına verdiği rızk’ı daha başkaları gasp edebilir; sözgelimi, birinin elbisesini bir diğeri çalabilir veya zorla alabilir. Bunun çalması yine Allah'ın takdirinde ve kazasında vardır, fakat teşriinde yoktur, Allah çalmayı yasaklamıştır. Çalmak burada kulun kesbidir ve bundan dolayı sorguya çekilecektir; fakat Allah'ın kazasının dışında değildir. İşte, teşriî düzlemdeki rızklanma bu şekillerde olur. Ni'met, insanın kendisinden lezzet aldığı hal, yani güzel haldir ki, buna saadet zevki denilir. Buradan kalkılarak, bu lezzet ve saadete neden olan şeylere nimet denilmiştir. Aslı, yumuşaklık anlamına gelen 'nüumet' ile ilgilidir. İşte, Allah'ın kullarını gerek dünyevî gerek uhrevî, gerek maddî, gerek manevî lezzetlerle lezzetlendirmesi ve bunun için onlara 'rızk' göndermesi nimetlendirme'dir(in'am). Rızk insan ve insanın dışındaki her varlık için kullanılırken, ni'met yalnız insanlar için söz konusudur; sözgelimi, 'falan atına nimet verdi' denmez. Ni'met maddî ve manevî olarak, hem vücut, vücudun organları, güç, başarı vs.yi içine alır, hem de akıl, zekâ, fikr, ruh verilmesi vs.yi içine alır. Bunlardan ayrı olarak nübüvvet, iman, saadet, din hepsi Allah'ın nimetleridir ki, Kur'an'da öncelikle bu anlamlarda kullanılır: “Kim Allah'ın nimetini kendisine geldikten sonra değiştirirse, muhakkak Allah cezalandırması şiddetli olandır” (Bakara: 211). Peygamberler, sıddîkler, şehîdler ve salihler Allah'ın ni'met verdiği kişiler olmakla, buradaki ni'met de iman ve islâm nimetidir ve mü'minlerin onların yolunda olmalar için dua etmeleri gerekir (Bizi Doğru Yola hidayet et, kendilerine ni'met verdiklerinin yoluna- Fatiha 7). İman ve İslâm ni'meti Cahiliyet'in ayırdığı kalplerin birleşmesi (A. İmran: 103), zarar için uzanan düşman elerin kesilmesi ve kâfir-münafık kavmler üzerinde üstünlük sağlanması (Bakara: 2...) gibi nt'metlere kapı açar. İşte, ni'met'in aslı öncelikle Allah'ın dini üzere olmak ve bu dinde sabr ve sebat ehli olarak sonunda başkaları üzerinde de her bakımdan üstün duruma geçmektir. Allah bunun için peygamberler gönderip, kitaplar indirmiş, emir ve yasaklar koymuştur. Bunların amacı ni'met'in tamamlanması(Maide: 6) ve kâfirlerin artık bir daha üstün duruma geçmekten ümit kesmeleridir ki, bu nokta ni'met'in tamamlanma noktası ve dinin kemale erme noktasıdır. Cahiliyet'teyken bu şekilde kendilerini imanla değiştiren insanlar Allah'ın çeşitli ni'metleriyle, yani yukarıda da belirttiğimiz gibi kardeş olmak, meskenet ve zelillikten kurtulmak, gerçek saadete ulaşmak ve düşmanları üzerinde üstünlük sağlamak, ilim-irfan sahasında gelişmek gibi ni'metlerle ni'metlenir ve her ni'met'in karşılığında olduğu gibi, özellikle ni'met tamamlandığında kuldan şükr istenir; bu da Allah'ın yolundan ayrılmamak, takva sahibi olmaktır. Ama, eğer bu şekilde ni'metlenenler şükretmez ve ni'met'e küfr ederlerse sonunda Allah durumlarını yine değiştirir ve hem saadetleri şekavete, mutlulukları mutsuzluğa, başarıları başarısızlığa ve üstünlükleri mezellete dönüşür. Kur'an bu durumu “Allah bir kavme in'am ettiği nimet'i onlar nefslerindekini değiştirmedikçe değiştirecek değildir” (Enfal: 53) ayetiyle ifade etmektedir. Neam 'deve' demektir, çoğulu 'en'am'dır. Araplar için en kıymetli şey 'deve' olduğundan, deve onlar için büyük bir ni'met'ti. Bu yüzden, neam ile 'ni'met' arasında böylesi bir yakınlık vardır. Yani, Araplar için deve ne kadar önemli ve vazgeçilmezse, iman ve islâm da insanlar için o derece önemli ve vazgeçilmez olup, en büyük ni'met'tir. Yalnız, Kur'an'da 'en'am kelimesi deve başta olmak üzere sığır ve davarı da içine alacak şekilde kulanılır; ama eğer sözü edilen hayvanlar içinde deve olmazsa 'en'am' denmez, 'en'am' dendiğinde kasdolunanlann içinde mutlaka deve de var demektir.[356] Demek oluyor ki, başta deve olmak üzere, koyun, sığır gibi hayvanlar insanlar için ni'met'tir: “O bütün çiftleri yarattı ve sizin için gemi ve en'am dan bindiğiniz şeyler var etti” (Zuhruf: 12). “En'amdan kimi yük taşır,. kiminin yününden döşek yapılır” (En'am: 142). Allah'ın rahmetleri o kadar çoktur ki, sayılamaz: “Ve size her istediğinizden verdi; eğer Allah'ın ni'metini sayacak olsanız sayamazsınız!” (İbrahim: 34). Ni'me övmek için kullanılan bir edattır, öfse'nin zıddıdır; 'ne güzel' şeklinde Türkçe'ye çevrilebilir. Şu kadar ki, buradaki güzelik de ni'metle ilgilidir, bir hoşluk, tatlılık, yumuşaklık ve fayda ifade eder: “Ne güzel (ni'me,) Mevlâ ve ne güzel (ni'me) yardımcı!” (Enfal: 40).. “Amel edenlerin ecri ne güzel(ni’me)dir!”(A. İmran: 136). “Ne güzel(ni'me) kul”(Sad: 30).[357] [356] Müfredat, 191. [357] Müfredat, 191-2, 194, 499-500; Hak Dini Kur'an Dili, I, 192, I, 127, 538, VIII, 5267, II, 1006, III. 1886. IV, 2296; el-Mizan, III, 146-151. Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 479-488. |