๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 19 Şubat 2011, 23:02:21



Konu Başlığı: Rabb ve Rubûbiyyet
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 19 Şubat 2011, 23:02:21
Rabb ve  Rubûbiyyet

 Bütün bu anlatılanlardan, Cenab-ı Allah'ın rubûbiyyetiyle kullarını imtihanı arasında mühim bir bağ olduğunu söyleyebiliriz. Bilindiği gibi, Al­lah Teala'nın isimlerinden bir tanesi de “Rabb” ismidir. Hemen Kur'ân'ın başında “Allah” has ismin­den sonra bu isme rastlarız [1173] Kur'ân gel­mezden önce, Arapça'da “iteat olunan efendi, her­hangi bir durumu düzelten kimse, bir şeyin mâliki” manalarına gelen bu kelime, Kur'ân'da daha dol­gun bir mefhum kazanarak, “benzeri olmayan efendi, verdiği nimetleriyle mahlûkâtın durumlarını düzelten, yaratma ve emretmenin gerçek sahibi” demek olmuştur.[1174] Bu kelimenin bizi alâkadar eden bir diğer anlamı daha vardır; terbiye eden, idare eden, kemâle erdiren...[1175] “Rabb” aslın­da, terbiye manasına bir masdar olduğu halde, mübalağa kasdıyla, “mürebbî”ye ıtlak edilmiştir. İşte bu mübalağalı manasından dolayı “rabb” sa­de mürebbî müradifi değil, aynı terbiye gibi olan ve binaenaleyh, istilâ, inayet, tedbir, zabt ve tasarruf, telkin ve irşad, teklif, emretme ve nehyetme, tergîb ve terhîb, taltif, tekdir gibi terbiyenin bütün unsurlarına sahib, kuvvetli ve en mükemmel bir mürebbî demek olur.[1176] Rabb kelimesinin, ter­biye manası, diğer manalarından meşhurdur.[1177]

“Rabb” ismi, “Allah” isminden sonra, Kur'an'da ulûhiyyeti belirtmek için en çok kullanılan (970 defa) bir isimdir.[1178] Kur'ân'ın nüzulünden ev­vel müşrikler, hernekadar Allah'ı tanıyorlarsa da O'nun yanısıra, şefaatçiler olarak birçok rabler edinmişler ve ulübiyyetin muhtevasını, büyük öl­çüde Allah'dan gasbederek, rablerine dağıtmışlar­dı. Halbuki “rabb” vasfı, taşıdığı asıl mana itiba­rıyla, ancak Allah'a ıtlak edilmeliydi. Allah mefhu­mu, gerçek rubûbiyyet olmaksızın, kalsa kalsa çok uzaklarda, fonksiyonlarını yitirmiş, uzak bir hatı­ra şeklinde kalabilirdi.[1179] Bundan dolayı, Kur'ân, “rabb” ismini “Allah” isminden sonra, çok kulla­narak, “rubûbiyyet”in, “ulûhiyyet” mefhumunda çok bir veçheyi oluşturduğunu göstermiştir. Bunu yaparken de balangıçta “Allah” isminden ziyade “rabb” ismini kullanmıştır.[1180] O, “rabb” vasfı­nı gerçek ulûhiyyet mefhumunun dışındaki saha­lardan alıp yerine yükseltirken, ulûhiyyet mefhu­mu, rubûbiyyetin zengin aktivitesiyle, insanlar nezdinde değer kazanıyor, bu iki kavram aynîleşiyor, “Ancak rab olan Allah olabilir, Allah olan rab olabilir.” gibi bir neticeye varılıyor.[1181]

Görüyoruz ki, rubûbiyyetin Kur'ân'da müstes­na bir yeri vardır. Ulûhiyyetin mühim veçhelerin­den olan “Rubûbiyyet”in elbette dünyada ve bil­hassa insanın hayatında tezahürlerini göreceğiz, "İnsanın şerlerle denenerek ve fitnelere tâbi tutula­rak kemâle erdirilmesinde, “âbidlerin nefislerinin te'yîd ile, tâliblerin kalblerinin tasdik ile, ariflerin ruhlarının tevhid ile, hayallerin (eşbâh'ın) varlık nimeti ile, ruhların kerem şuhûdu ile terbiyesinde”[1182] , rubûbiyyetin tezahürlerini görürüz. “İnsanın şerler ve hayırlarla imtihanı, âdeta, rubûbiy­yetin ayrılmaz bir lâzımesi oluyor. Teşbihte hata olmasın, ebeveynin evladını, gah takdirlerle, gâh tekdirlerle, tecziyelerle ve şefkat tokatlarıyla, mukteza-yı hale göre terbiye etmesi nasıl onun babalı­ğının ayrılmaz vasfı ise[1183] ve hiç kimse bu yüz­den babaları ayıplamaz ise, hatta böyle yapmayan babaları, iktidarsız ve kaabiliyetsiz kabul eder ise; kullarına en yangın   anadan daha şefkatli olan Allah'ın, onları, en güzel şekilde terbiye etmesi, bir problem olarak görülmemelidir.[1184] İslâm, Allah hakkında “insanların babası” tabirini kullanmaz, “Rabbü'l-'Alemîn” unvanını kullanır. Çünkü Rabb, mertebece babadan çok daha ulvîdir. Zira babay­la oğul arsındaki rabıta hem arızîdir, hem fânidir. Rab ile terbiye ettiği arasındaki münasebet ise sa­bittir ve daimîdir. Çünkü bu alâka ve nisbet onun doğumundan ölümüne kadar devam edip gider ve her an tazelenir. Allah, vedûd, ra'üf, rahmi, rah­man, rahman sıfatlarıyla muttasıf olduğu için mahlukâtına rahmet nazarıyla bakar. İnsanlarda evlada karşı bu derece bir sevgi bulunamaz. Baba evladına ne kadar acısa ana çocuğuna ne kadar şefkatli olsa, yine de Allah'ın rahmetiyle kâbil-i kıyas olamazlar.[1185] Allah'a “ana” veya “baba” tabirleri ıtlak edilirse bu, rahmet ve merhametin sınırlandırılması olur. Bütün bu manalara göre, O'nun, kullarını terbiyesinde “rahman” ve “rahim” sıfatlarının yakın alâkası vardır.[1186] İnsanların teklife tabî tutulmaları ve onlardan ibadet isten­mesi hep terbiye için ve Allah'ın rahmetinin ne­ticesidir.[1187] Bir insanın, o yüksek ruhunu inbisat ettiren, kaabiliyetlerini geliştiren, meyillerini temizleyen, emellerini tahakkuk ettiren, fikirlerini genişletip intizama sokan, şehvet ve gazabına gem vuran, zahiri ve batını uzuvlarını kirleten tabiat paslarını izâle eden, insanı mukadder kemâlâtma yükselten ibadettir.[1188] Allah'ın kullarını iba­detle mükellef tutması, efendinin hizmetkârlarını ve işçilerini çalıştırıp, onların hizmetlerinden fay­da sağlaması gibi değildir, onları maddî ve manevî murdarlıklardan temizlemek, ruhlarına musallat olan nefsî hastalıklarını gidermek içindir.[1189] Mutezilenin iddia ettiği gibi, insanlara sırf, amel­lerine göre sevap veya ıkâb için değildir.[1190]

Şer ile imtihanı biz bu manalar çerçevesinde anlıyoruz. Bundan dolayı şerrin imtihanda bir un­sur olarak kullanılan çeşidi bizim için bir problem olamaz.


[1173] Fatiha: 1/1.

[1174] Taberî, 1/47-48.

[1175] RM., 1/77.

[1176] Elmalılı, 1/63.

[1177] RM.,1/77.

[1178] S. Yıldırım, 84.

[1179] a. g. e-, 85.

[1180] a. g. e.  87.

[1181] a. g. e., 88, krş. Ayasbeyoğlu, 17

[1182] Kuşeyrî, Letâif, 1/58.

[1183] Çocuğun ukubetle terbiyesinin lüzumu hakkında bkn., M. Kutub, 266-268

[1184] Musibetle terbiyenin daha müessir olduğu hakkında bkn., a. g. e., 201 -292.

[1185] Nedvî, 212.

[1186] RM., 1/82.

[1187] İbn Kayyım,  1/96-97; RM., 1/374

[1188] S. Nursî, İşârâtü'l-i'câz, 85 - 87, 169.

[1189] R. Isfahanı, Mutluluğun Kazanılması, 155 -158.

[1190] Kadı Abdülcebbâr, Muğni, 11/134-139; Şerhu'l-Usûli'l-Hamse, 511; İbn Kayyım, 1/92.