๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 07 Mayıs 2011, 23:30:04



Konu Başlığı: Peygamberlere Karşı Tavırların Sonuçları
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Mayıs 2011, 23:30:04
PEYGAMBERLERE KARŞI TAVIRLARIN SONUÇLARI

Birinci Bölüm'de görüldüğü gibi, peygamberlere verilen risalet, inkarcılar tarafından büyük tepkiyle karşılanmıştır. Ele al­dığımız “Karşı tavırlar”ın tümü aslında yalanlamanın değişik teza­hürleridir. Bu nedenle bu bölümde yalanlama kavramını ele al­mak, aynı zamanda nübüvvet karşıtı çabaların sonuçlarını görme­miz anlamına gelecektir. (k - z - b) fiil kökünden türeyen yalanlama, yalan ha­ber verdi anlamına gelir. [1446] Sıdkın yani doğruluğun zıddıdır. Doğ­runun zıddı anlamında hata da yalana benzer. Araplar kizb kelimesi yerine hata kelimesini kullanır. Ancak yalan söyleyen, söylediğinin doğru olmadığını bilirken, hata ya­pan bilmez. [1447]

Hz. Nuh'un toplumu kibirli bir şekilde Hz. Nuh'u aşağılıyor ve kötü sözler sarfediyorlardı. O da onlarla mütevazı bir şekilde tartışıyordu. Ama onlar onun kötü ruhların etkisinde deli birisi olduğunu söylüyor ve onu küçümsemek için de gülüşüyorlardı: [1448]

“Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve 'cinlenmiştir' dediler. Ve (Nuh davetten vazgeçmeye) zorlandı.” [1449] İnkarcıların bu olumsuz tavırlarının ardından sel geldi. Hz. Nuh'un gemisi emniyet içinde yüzerken, kötüler yok oldu. Bu aynı zamanda, Allah'ın Mekke halkına ve Hz. Muhammed'in elçi olarak gönderildiği diğer kimselere yalanlamalarının sonucu hakkında bir tehditti. Yalanlamayı bırakmazlarsa kıssalardaki helak ve azaba dair anlatılanlar onların da başına gelecekti. Ve O, ilahî öfkenin artık gerekli olduğu toplumlarda rasulleri ve onlara tâbi olanları kurtardığı gibi rasulü ve inananları da kurtaracaktı. Yani, “Ey Muhammed! Toplumundan seni yalanlayan kimseler­den önce de yalanlayanlar olmuştu. Onlar bir âyet gördüklerinde “Devam edegelen bir sihir deyip” yüz çevirdiler. Katımızdan hak geldiğinde yalanlayan Kureyş gibi, kulumuz Nuh'u da kavmi yalanladı.” [1450]

Kur'an-ı Kerim, insanlığın ilk dönemlerinden itibaren toplum­ların peygamberlere karşı gösterdikleri menfi tavırların sonuçlarını aktarmaya başlar:

“O'nu (Nuh'u) yalanladılar, biz de O'nu ve O'nunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları boğ­duk! Çünkü onlar, kalp gözleri körleşmiş bir kavim idiler.” [1451] Çoğu yalan­ladılar ve bunu ısrarla sürdürdüler ve Rablerinin emrine karşı gel­diler. Ayetleri yalanlamaları nedeniyle tufanda boğulup gittiler. Yalanlamaları onların basiret körlüğüne yol açtı. Bu nedenle Al­lah'ın birliğini, peygamber göndermesini ve bundaki hikmeti, Ceza Günündeki Ödül ve azabı anlayamadılar. [1452] Allah rasulünün getir­diğinden faydalanmayan, ona gönderilene uymayan ve Allah'ın âyetlerine uymaktan yüz çevirenden daha zalim kimdir? [1453]

Hz. Nuh döneminden başlayan yalanlama, onun ve sonraki peygamberlerin toplumları tarafından kesintisiz sürdürüldü:

“Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonra gelen kollar da yalan­ladı. Her millet, peygamberlerini yakalamaya yeltendi. Bâtılı hakkın yerine koymak için mücadele etmişlerdi. Bu yüzden onları yakaladım. (Bak işte) azabım nasıl oldu?” [1454] Allah, âyetlerini yalanlayan ka­vimden öcünü almıştır. Şüphesiz Hz. Nuh'un toplumu kötü bir kavimdi. Allah da hepsini suda boğdu. [1455] Onun ardından gelen rasulleri ise toplumları, yakalayıp öldürmek istedi. Allah onları yok edip onlardan sonrakiler için onları bir ibret kıldı. [1456] Allah, Hz. Peygamber'i toplumundan yalanlayanlara karşı peygamberi teselli ederek onun için kendinden önce geçen peygamberlerde güzel bir örnek olduğunu bildirdi. Şüphesiz önceki peygamber­lerin ümmetleri de onları yalanlamış ve onlara muhalefet etmiş­lerdi. Az bir kısmı hariç iman etmemişti. [1457] Kötülüğe hizmet eden insanların tümü tarihten alınıp bir araya getirilseler, ilahî haki­kate, hakikati getiren elçiye ya da tüm yarattıkları için uygun gördüğü kutsal ilahî plana karşı hiçbir güçleri yoktur. Ne za­man büyük ya da hayati bir gerçek duyurulsa ve yinelense, her zaman ona itiraz eden sığ zihinler var olmuştur. Bu şekilde ha­kikati gözden düşürebileceklerini, mahkûm edebileceklerini ya da etkisiz hale getirebileceklerini düşünmektedirler. Fakat yanılıyorlar. Bir dönem başarılı oluyor görünseler bile, o sadece bir imtihandır. İnkarcılar, Allah rasulüne karşı bir plan ve tuzak kurmaya çalışıyordu. Fakat planları uzun vadede başarısız ola­cak ve kendi tuzaklarına kendileri düşecekti. Sonra ne kötü bir cezaya uğrayacaklardı. [1458]

Kur'an'da Hz. Nuh'un soydaşlarını izleyen yeni bir yok ediliş tablosu da Âd toplumununkidir. Onlar da Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler:

“Âd (kavmi) da yalanladı, azabım ve uyarılarım nasıl oldu?” [1459] Kureyş'in elçiyi yalanlaması gibi Âd da nebileri Hud'u Nuh top­lumu örneğinde görüldüğü gibi Allah'tan getirdiği şey konusunda yalanladı. Allah'ın cezası, Allah'ı inkâr etmeleri ve elçileri Hud'u yalanlamaları nedeniyle onlara geldi. [1460] O Peygamber, Allah'tan onu yalanlamalarına karşı yardım istedi. [1461] Kavminden onu yalanlayan­lar pişman olacaklar ancak ilahî öfke üzerlerine indiğinde pişman­lıkları fayda vermeyecekti. [1462]

Hz. Hud dönemindeki yalanlayanlar, Rasul'e itaati hüsran olarak görürken, putlara tapmayı bir kayıp olarak addetmediler.

“Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı yalanlayan ve dünya ha­yatında kendilerine refah verdiğimiz kodaman güruh dedi ki: “Bu dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer.” [1463] Öncelikle ölümden sonra dirilişe, daha sonra ise Hz. Hud'un peygamberliğine karşı çıktılar. [1464] Allah ile ahirette buluşmalarının vuku bulacağına inanmadılar. [1465]

Hicr halkı da selefleri gibi peygamberleri Hz. Salih'i yalanla­mıştı:

“Şüphesiz ki, Hicr halkı da peygamberleri yalanladı.” [1466] Hicr Semud toplumunun ülkesiydi. [1467] Bir peygamberi yalanlamak, inkar­cıların değişmeyen tevhid ve genel ilkelere karşı fikir birliğine sa­hip olmaları nedeniyle hepsini yalanlamaları gibidir. [1468] Peygamberleri sözünden Salih ve inananlar kast edilmiş olabilir. [1469] Böylece, za­man, mekân, şahıs ve toplum farklılıkları bir yana bırakılarak, tarihin tüm çağlarındaki, yeryüzünün her köşesindeki peygamberler, peygamberlik kurumu ve onları yalanlayanlar birlikte değerlendi­rilmektedir.

Hz. Salih fakirlere zulmeden ve onların sulama hakkını ve sı­ğırlarını otlatma hakkını yadsıyan kibirli halkıyla mücadele etmek zorundaydı.[1470] Fakat halkının tavrı olumsuzdu:

“Semud, azgınlığıyla Hakk'ı yalanladı.” [1471] Semud toplumu Salih'in kendilerine vaat ettiği azabı azgın tavırlarıyla yalanladı. Azap da onların üzerine taştı. [1472] Allah, Semud toplumuna da açık bir mucize olarak dişi deve­yi vermişti fakat onlar ona zulmettiler. [1473] Mucize devenin Allah'tan geldiğini bilinçli bir şekilde inkâr ettiler. [1474] İnkâr edip âyetleri yalan­layanlar, [1475] cehennem ehlidir. [1476]

Semud toplumundan sonra gönderilen toplumlara da ne za­man bir elçi gelse, Allah katından getirdiği hakkı inkâr ettiler:

“Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümme­te peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladı­lar; biz de onları birbiri ardından (yokluğa) yuvarladık ve onları efsâne yaptık. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme!” [1477] Allah, onları birbiri ardınca yok oluşa sürükledi. Onlar insanlar arasında konu­şulan sözler haline geldiler. Şerde örnek gösterilir hale geldiler. Al­lah'a inanmayan ve elçilerini doğrulamayan kimseler ilahî rahmet­ten uzak olsun! [1478]

Hz. Şuayb dönemindeki inkarcılar da inananların hüsrana uğ­rayacağını zannediyorlardı. [1479] ama zararlı çıktılar: “Şuayb'ı yalanla­yanlar, sanki yurtlarında hiç şenlik tutmamış gibi oldular. Şuayb'ı yalanlayanlar var ya işte ziyana uğrayanlar, onlar oldular.” [1480] Hak sahiplerine rağmen, o bölgede yönetimi ele alıp orada baskı rejimi uygulamak konusunda hırslı davranan kimseler oradan ebediyen çıkarılmıştı. [1481] Allah orada yaşamış olanların durumunu değer olarak sanki ya­şamamış kimseler gibi görmektedir. Onlara gelen azap, yalanlayıcılara hastı. İnananlar ile inkarcılar aynı beldede olmalarına rağ­men büyük bir mucize olarak azap, yalanlayanları yakalamıştı. “Şuayb'ı yalanlayanlar ziyana uğrayanlar oldu.” ifadesi, “Şuayb'a uymayı ziyan” olarak görenleri aşağılamanın, cahilliklerinin karşı­lığı olarak hak ettiklerinin büyüklüğünü göstermek içindi. Araplar bir şeyin azametini göstermek için tekrar ederler. [1482] Allah da asıl ziyana uğrayanların, peygambere karşı tavır alanlar olduğunu ifa­de etmektedir.

Allah, geçmiş nesillerin peygamberleri yalanlamaları ve on­lara muhalefet etmeleri yüzünden başına gelen azap, ceza ve mu­sibetleri şöyle haber verir: [1483]

“Onlardan önce de Nuh kavmi, Âd top­lumu ve sarsılmaz bir saltanat sahibi Firavun da yalanlamıştı. Semud toplumu, Lut toplumu ve Eyke halkı da yalanlamıştı. İşte bunlar da peygamberlerine karşı birleşen kabilelerdir. Hepsi peygamberleri yalan­ladılar da azabın hak ettiler.” [1484] Zikredilen toplumların her biri tüm rasulleri inkâr etmiştir. Çünkü birini yalanlamakla hepsini yalan­lamış oluyorlardı. [1485]

Firavun Musa'yı ve getirdiği mucizeyi yalanladı. Hz. Musa, Rabbine itaat etmesini emrettiğinde o, isyan etti: [1486] “Fakat Firavun yalanladı, karşı geldi.” [1487] O ve çevresi, bu yüzden helak edilenlerden oldu. [1488] Firavun ve ileri gelenleri Musa ve Harun'u yalanladılar. On­lardan önce elçilerini yalanlayan toplumların başına geldiği gibi onlar da helake uğradılar. [1489] Hz. Peygamber'e ve onun getirdiğine muhalefet eden ve yalanlayan kimseler de onunla aynı akıbeti pay­laşacaktır. [1490]

Bedir'de öldürülen müşrikler Rablerinin nimet olarak gön­derdiği doğru yola çağıran Hz. Peygamber'i yalanlayarak ve ona karşı savaşarak onu gereği gibi takdir edemediler:

“Tıpkı Firavun'un izinden gidenlerle onlardan öncekilerin gidişi gibi, Rablerinin âyetlerini yalanladılar. Biz de onları günahları yüzünden helak ettik. Fi­ravun ile arkasından gidenleri suda boğduk. Hepsi de zalim idiler.” [1491] Hz. Muhammed (s) dönemindeki inkarcılar Allah'ın elçisi Musa'yı ya­lanlayan ve savaşmak için karşısına dikilen Firavun ve çevresinin sünneti ve peygamberlerini yalanlayan önceki toplumların adeti üzere hareket ettiler. [1492] Tavırları Firavun'unki gibiydi. [1493] İlahî kanıtla­rı inkâr ettiler. Nimetin değerini bilmemenin helakin gelişinde etkisi büyüktür. [1494] Allah, peygamber yalanlayıcılarının söylediklerini işitir. Getirdiklerini ve bıraktıklarını bilir. Dediklerinin ve yaptıkla­rının karşılığını hayır ise ancak hayır, şer ise şer olarak verir. Onlar kendilerini değiştirmedikleri sürece Firavun'un izinden gidenlerin onlar da kendilerinden önce yalanlayanların başına gelenle kar­şılaşmış kimselerdi gördüğü azabı göreceklerdi. [1495] Firavun ve ha­nedanı Allah'ın âyetlerini yalanladıklarında onlara ve benzerlerine yaptığı gibi günahları sebebiyle helak etmiş onlara vermiş olduğu bahçeler, kaynaklar, ekinler, hazineler, şerefli makamlar ve içinde zevk ve sefa sürmekte oldukları benzeri nimetleri geriye almıştı. Allah bunu yapmakla onlara zulmetmiş değildi. Asıl zalimler kendileriydi. [1496] Başlarına gelenler de yaptıkları haksızlıkların sonucuy­du.

Hz. İlyas'ı kavmi yalanladı. Onlar Allah'ın azabında hazır bu­lunacaklar ve o azaba bizzat şahitlik olacaklar. [1497] “Fakat onlar, onu yalanladılar. Bu yüzden onlar mutlaka (cehennemde) hazır bulunduru­lacaklardır.” [1498] Ona zulmettiler. O da canını kurtarmak için kaçtı. So­nunda gizemli bir şekilde kayboldu. [1499] Onları bekleyen cezadan sa­dece Hz. İlyas'ı yalanlamayan kimseler kurtulacaklardır. O Allah da bu kurtulanlara hidayet nasip etmişti.

Allah müşriklerin eziyetiyle ilgili olarak Hz. Peygamber'i özellikle sövgülerine ve yalanlamalarına karşı sabretmesi ko­nusunda teselli etmekteydi:

“(Resulüm!) Eğer onlar (inkarcılar) seni yalanlıyorlarsa, (şunu bil ki) onlardan önce Nuh'un kavmi, Ad, Semûd (kavimleri de kendi peygamberlerini) yalanladı. İbra­him'in kavmi de, Lût'un kavmi de (peygamberlerini) yalanladı. (Şuayb'ın kavmi olan) Medyen halkı da (Şûayb'ı) yalanladı. Musa da yalanlanmıştı. İşte ben o kâfirlere süre tanıdım, sonra onları yaka­ladım. Nasıl oldu benim onları reddedip (cezalandırmam)!” [1500] Yani, “Getirdiğin hak ve burhan ve inkârları nedeniyle vaat ettiğin azap konusunda seni yalanlıyorlarsa bu, rasulleri yalanlayan ve Allah'a ortak koşan önceki toplumlardan yoldaşlarının uy­gulaması ve yöntemidir. Alçaltıcı azap, kendilerinden önce be­lirlenen süreye ulaşan toplumlara azabın gelmesi gibi onların ve yardımını da sana ve sana tâbi olanlaradır onların ar­dından gelecek olanların peşindedir. [1501] Rasulullah (s) yalanlanma konusunda tek olmadığı hususunda teselli ediliyordu. Önceki peygamberler de toplumları tarafından yalanlandı. On­ların durumu örnek olarak yeterliydi. Allah'ın onları reddetmesi, onların nimetini imtihana, yaşamını helake ve yapılarını harabeye dönüştürmesiydi.

Hz. Muhammed'in yalancılıkla suçlanması yeni değildi. Bü­tün çağlarda peygamberlere bu suçlama yapılmıştı. [1502] Hz. Musa kendi halkı tarafından değil de Firavun ve yandaşları tarafından yalanlanmıştı. Çünkü kendi halkı, günahkârca davranışlarına rağmen onun Allah'ın elçisi olduğunu kabul etmişti. [1503] Peygamber­lerini reddeden bazı toplamların misalleri, Mekkeli müşriklere, kendilerine azaptan önce bir mühlet verildiğini vurgulamak için anlatılmıştı. Yani, “Ey Mekkeliler, cezalandırılmanızdaki gecikme sizi yanıltmasın. Size verilen süre sona erdiğinden, verilen müddet içinde gidişatınızı düzeltmemişseniz, önceki topluluklar gibi siz de cezalandırılacaksınız. [1504]

Allah'a ortak koşan ve Rasulullah (s)'ın getirdiği hakkı bilinçli bir şekilde inkâr edenler, “O yiyor, sokaklarda yürüyor.” diye de­ğil, aksine ahirete inanmadıklarından, ödül ve cezayı doğrulamadıklarından, Kıyamet Günü'nü ve Allah'ın ölüleri diriltmesini in­kâr ediyorlardı: [1505]

“Fakat onlar o saati (kıyameti) yalanladılar. Biz ise o saati yalanlayanlara çılgın alevli bir ateş hazırladık.” [1506] Onlar mucize talepleri içeren sözlerini hakkı görmek ve olgunluğa, doğruya erişmek için değil sırf bir yalanlama ve inat olarak söylemişlerdi. Hatta onların Kıyamet Günü'nü yalanlamaları onları, söyledikleri bu tür sözlere sürüklemişti. [1507] Kıyamet Saati'ni yalanlamak adaletin ve hakikatin zafer elde edecek gücü olduğunu inkâr, şerrin de ha­kimi olduğunu iddia etmekti. Fakat realitenin kendisi, yalanlayan­ları cezalandıracaktı. Onlar cehennem ateşi uzak bir mesafeden kendilerine görününce, onun bir hışımlanmasını (kaynamasını) ve uğultusunu işitirler.” [1508]

İnkarcılar yalanlamalarının sonucunda dünyevi azabı hak edecekler, Allah'ın peygambere verdiği yardım sözü gerçekleşecek ve dini tüm dinlere üstün gelecekti:

“Hak, kendilerine gelince onu yalanladılar. Alaya aldıkları şeyin haberi yakında kendilerine gelecektir.” [1509] Nitekim yalanlayanlar kuraklıkla, Bedir'de yardım bulamamakla ve sonunda da aleyhlerinde bir fetih ile karşı karşıya kalmışlardı. Haberden kastın Allah'ın azabı olması mümkündür. [1510]

Allah ile kavuşmayı yalanlayarak inkâr edip küfrü imana ter­cih edenler yok oldular:

“Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. Kıyamet Günü ansızın gelince onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak şöyle derler: 'Dünyada yaptığı­mız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!' Bakın yüklendikleri günah ne kötüdür!” [1511] Yani ölümden sonra dirilişi, ödül ve cezayı, cennet ve cehennem ateşini inkâr eden Kureyş müşrikleri ve onların yolunu tutanlar. [1512] Allah ile kavuşmayı yalanlayanlar ve dirilme ile kıyameti inkâr edenler apaçık kayba uğramışlardır. Çünkü bu tür kimsele­rin yalanlamaları kıyamet saatine kadar sürmüştür. [1513]

Allah Rasulullah (s)'ın kalbinden hüznü izale eder ve onu ya­lanlamanın, Allah'ı yalanlamakla aynı şey olduğunu [1514] ifade eder:

“Onların söylediklerinin seni üzdüğünü elbette biliyoruz. Onlar aslında seni yalanlamıyorlar, fakat, o zalimler Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar. Senden önce de peygamberler yalanlanmıştı. Kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyete sabrettiler. Allah'ın sözlerini değiştire­cek hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz ki sana, peygamberlerin haberlerinden bir kısmı gelmiştir.” [1515] Yani, “Senin yalan söylediğini hiç görmediler. Çün­kü onlar seni güvenilir bir kimse olarak biliyorlar. [1516] Seni gizli değil açıkça yalanlıyorlar, Kur'an'ı ve peygamberliğini bilinçli bir şekilde inkâr ediyorlar. O topluluk kalpleriyle seni değil, dilleriyle peygam­berliğini inkâr ediyorlar. [1517] Senin yalancı olduğunu söylemiyorlar. Çünkü onlar seni uzun süre test ettiler ve sende yalancılık görmedi­ler ve seni emin kimse olarak isimlendirdiler. Fakat risaleti'ni inkâr ediyorlar.” İnkarcılar Hz. Muhammed'de bir noksanlık olması ne­deniyle, onun kendisini rasul sandığını, yoksa diğer konularda yalan söylemediğini düşünüyorlardı. Davetiyle uyum içinde gör­kemli mucizeler ortaya çıktığında o toplum da yalanlamakta ısrar ederse, onlar Hz. Peygamber'i değil Allah'ı yalanlamış olacaklar­dı. [1518] İnanmayanların yalanlamaları Hz. Peygamber'e has değildi. Onlar mucizenin işaret ettiği doğru olanı inkâr ediyorlar ve sadece onu değil, tüm rasulleri yalanlıyorlardı. [1519]

Peygamberler Allah'ın yardımı, fetih ve zafer gelene kadar öncekilerin yalanlamalarına ve işkencelerine sabretti. [1520] Hz. Muhammed'in de yalanlayanlara karşı muzaffer olabilmesi için önce­ki peygamberler gibi sabretmesi gerekiyordu. [1521]

“Senden önce de pey­gamberler yalanlanmıştı. Kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalan­lanmaya ve eziyete sabrettiler. Allah'ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz ki sana, peygamberlerin haberlerinden bir kısmı gelmiş­tir.” [1522] Allah'ın önceki peygamberleri nasıl kurtardığı ve toplumları­nı da nasıl yok ettiğine dair haberler Kur'an'da mevcuttur. [1523]

Toplumların çoğu peygamberlerini yalanlamıştı. Buna karşılık peygamberler açık yardım gelene ve inkarcı düşmanlarının da kö­künü kesene kadar sabretmişlerdi. [1524] Yalanlamalarının kaynağı inat ve bilinçli inkârdı. Onlar Rasulullah (s)'a değil aslında hakka karşı çıkıyor, Hz. Peygamber'i yalancılıkla suçlamıyor aksine gaybı ve ceza gününü yalanlıyorlardı. Gerçekten yalanlama, sözü söyleyeni değil sözün kendisini hedeflemektedir. [1525] Şüphesiz onlar gizli ya da açık onu değil, Kur'an'ı ve nübüvveti inkâr ediyorlardı. Onlar Peygamberin davasını doğrulayan üstün mucizeleri görmelerine rağmen yalanladıklarında, yalanlamaları Allah'ın onu destekleyici âyetlerini ya da Allah'ı yalanlamış oluyorlardı. Gerçekte salt onu değil tüm peygamberleri yalanlıyorlardı.

Hz. Peygamber'e düşen yalanlanma konusunda sabreden ön­ceki peygamberleri taklit etmekti. Yukarıdaki âyette [1526] Hz. Muhammed'e rasuller ve toplumlar hakkındaki ilahî yasa gösteril­mekteydi. O da karşılaştıkları eziyete sabretmenin gerekli oluşuy­du. [1527] Allah yalanlayan zalimlere karşı peygamberini ve inananları galip getirecekti. [1528] O zalimler hakka karşı direniş gösteriyorlar ve onu göğüslerinden çıkarıp atıyorlardı. [1529] Önceki peygamberler için söylenen “Yalanlanmaya ve eziyete sabrettiler.” ifadesini Allah, yalanlayanlar konusunda Hz. Peygamber'i rahatlatmak ve teselli etmek için zikretmekteydi. Ona önceki ulu'l-azm peygamberleri gibi sabretmesini emretmekte, bunun ardından da o peygamberle­re yardım edildiği gibi ona da yardım edileceği ve toplumlarının yaptıkları bariz eziyetlerinin ve yalanlamalarının ardından güzel akıbetin peygamberlerin olacağına dair bir zafer müjdesi vaadinde bulundu. Yardım nasıl ahirette peygamberler içinse, dünyada da onlara ulaşmıştır. [1530]

Allah ile putları denk tutan ve Hz. Peygamber'i yalanlayan ve Allah katından getirdiği hakikati inkâr [1531] edenlere Allah, şöyle tav­siyede bulunur:

“De ki: “Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş, görün!” [1532] Peygamberlerini yalanlayan Allah'ın âyetlerini inkâr eden kendilerinden önceki toplumların yaşadıkları bölgeleri bir dolaşsınlar. [1533] Yani, “Kendinizi düşünün. Allah'ın elçilerini ya­lanlayıp onlara direnen geçmiş dönemlerdeki nesillere Allah'ın indirdiği azaba ve ahiretta onlar için biriktirip hazırlamış olduğu acıtıcı azap ile birlikte dünyadaki cezaya bakınız ve Allah elçilerini ve inananları nasıl kurtarmıştır görün. [1534]

Allah'ın âyetlerini, açık delil ve hidayetini yalanlayan kimse­den daha zalim kimse olamaz. Allah, ayetlerden yüz çevirmeleri nedeniyle onları azabın en kötüsüyle cezalandıracaktır. [1535] Açık deli­lin doğruluğunu bildikten sonra kim onu yalanlarsa ve insanları ondan uzaklaştırırsa bu kimseleri kötü bir azap beklemektedir. Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etme­yenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve (veya halat) iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyecek­lerdir. İşte Allah suçluları böyle cezalandırır. [1536] Önceki toplumlara peygamberleri apaçık deliller (mucizeler) getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman ede­cek değillerdi. İşte o kâfirlerin kalplerini Allah mühürlemişti. [1537] Onlar zaten mucizeleri gördükten sonra görmeden önce inkâr ettikleri gibi yine inanmamayı sürdüreceklerdi. [1538] Peygamberler gelmeden önce Allah'ın âyetlerini ya da ahireti yalanladıkları gibi peygamber apaçık delillerle geldiğinde yine inanmadılar. Yani peygamber gelmesine rağmen ölene kadar yalanlamayı sürdürdüler. [1539] Onlara ilk geldiğinde hakkı yalanlamış olmaları sebebiyle peygamberlerin getirdiklerine inanmamışlardı. [1540] Mesajı duyup reddedenler, gittikleri yoldan geriye dönmeyi zor bulur. Şer, Al­lah'ın rahmetinin onlara ulaşan yollarını tıkamıştır. Bu kötü du­rum, Allah ile ahitlerini bozmalarıyla başlar. Adım attıkça daha çok batarlar. [1541] Apaçık deliller gördükten sonra yalanlamalarının nedeni inatları ve taklitçiliklerindendir. Çünkü delillerin onlar açısından bir değeri yoktur. Onlar bilinçli olarak inkâr eden ve kanıt­lara karşı çıkan ilimden uzaklaşmış kimselerdir. Taklitçiler dü­şünmeye ve anlamaya karşı inatçıdırlar. [1542]

Allah, yalanlayan kimselerin akıbetini şöyle ifade eder:

“Âyet­lerimizi yalanlayanlara gelince, biz onları, bilemeyecekleri yönlerden de­rece derece düşüşe yuvarlayacağız.” [1543] “Âyetlerimizi yalanlayanlar” ifadesi tüm yalanlayıcıları kapsamaktadır. Allah onları helak edene yaklaştıracaktır. [1544] Günahta ve inkârda ısrarlarını artırdıkları zaman Allah onlara dünyada verdiği nimeti ve malı mülkü artırır. Al­lah'ın zikrinden yüz çevirmekte ısrar etmeleri ve Allah'a itaatten uzaklaşmaları nedeniyle dünyevi lezzetleri elde etme başarılarını artırır. Yaklaştırıldıkları şey ise azaptır. [1545]

Yalanlayanların yakasını dünyevi azap da bırakmaz:

“Andolsun ki, onlara içlerinden bir peygamber geldi de onu yalanladılar. Bunun üze­rine zulüm yaparlarken azap da onları yakalayıverdi.” [1546] Mekke halkına tanıdıkları, soyunu bildikleri bir peygamber geldi. Onların yalan­lamalarına karşın açlık azabı ulaştı. Nankörlükleri nedeniyle bu başlarına geldi, terk etselerdi afiyet bulacaklardı. [1547] Nimetlere şük­rün gerekliliğini vurgulayan peygamberi yalanladılar ve helak oldular. Burada küfür ve inatta gösterdikleri ısrara ve peygamberi yalanlamaları nedeniyle gelen azabın “Uyarıcı göndermeden” Al­lah'ın azap etmeyeceği şeklindeki yasasına bir ima vardır. [1548]

Dünyada Allah'ın âyetlerini inkâr ettikleri ve onlarla alay et­tikleri için yalanlayanların payına kötülük düştü: [1549] “Sonra o kötü­lük edenlerin sonu çok kötü oldu. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini ya­lan saydılar ve onlarla alay ediyorlardı.” [1550] Dünyada yok olma azabına uğradılar. Akıbetleri kötü oldu. Akıbetin en kötüsü de inkarcılar için hazırlanmış ahiretteki cehennem azabıdır. Kötülükten kaste­dilen kendi bünyelerinde somutlaştırdıkları yalanlama ve alaydır. [1551]

Ehl-i Kitap ya da Sebe halkı ve Âd, Semud; müşrik Kureyşlilerin sahip olduğunun on katı lütuf, güç ve servete sahip idi. İlahî ha­kikatten uzaklaştıklarından Allah da onları terk etti. Allah'ın rahmetini yitirdiklerinde üzerlerine kötü akıbet iniverdi: [1552]

“Onlar­dan öncekiler de (peygamberlerini) inkâr etmişlerdi. Bunlar, öncekile­re verdiklerimizin onda birine erişmemişlerdi. (Böyle iken), peygambe­rimi yalanladılar; ama benim karşılık olarak verdiğim nasıl olmuştu!” [1553] Yani, “Onlardan önce yaşamış olan toplumlar da peygamberleri­ni ve indirdiğimizi yalanladı. [1554] Kur'an gibi açık ve kapsamlı bir ilahî buyruğun kendilerine tebliğ edildiği inkarcıların durumu ise ne kötü olacaktı. [1555] Onların kazandığı şeyler, kendilerinden azabı uzaklaştıramadığı gibi geri de çevirememişti. Peygamberleri yalanladıklarında Allah onları yok etmişti. Allah'ın cezalandırması ve peygamberlerine yardımı nasıl oldu! [1556] Önceki toplumlar ve geçmiş nesillerin yalanlaması gibi onlar elçilerini yalanladıkla­rında onlara da yok etme, kökünü kesme şeklindeki ilahî azap geldi. [1557] İnkarcılar, Hz. Muhammed'i yalanlıyorlarsa, daha önceki milletler de apaçık delillerle, Kitaplarla ve hüccetlerle gelen pey­gamberlerini [1558] yalanlamışlardı. Oysa peygamberleri onlara açık kanıtlar, kutsal sayfalar ve ışık saçan kitaplar getirmişlerdi. [1559]

Kureyş müşriklerinden önce yaşamış olan toplumlar azabın Allah'tan geldiğinin bilincinde değillerdi: [1560] “Onlardan öncekiler de peygamberleri yalanlamışlardı da farkına varmadıkları yerden onlara bir azap çattı.” [1561] Onlar idrak edemedikleri bir bölgeden ya da yol­lardan cezalarını göreceklerdi. İnkâr ve isyanlarıyla büyük avan­tajlar elde ettiklerini düşünüyorlardı. Fakat artık çok geç olduğu bir vakitte aniden çok sevindikleri şeyin aslında yok olmalarının nedeni olduğunu öğrendiler. [1562] Geçmiş nesillere de helak, günahla­rı sebebiyle gelmişti. [1563] Hz. Muhammed'in nübüvvetini inkâr eden [1564] ve onlara muhalefet edenler cehennem halkıdır ve oraya girecek­lerdir. [1565] Allah Hz. Peygamber dönemindekilerin küfür, inat ve aslmda uzak olmayanı uzak görmelerinin sebebini şöyle ifade ediyor:

“Doğrusu hak kendilerine geldiği zaman yalanladılar da şimdi karmaka­rışık bir ıstırap içindeler.” [1566] Yalanladıkları hak Kur'an'dı. [1567] Haktan uzaklaşmış herkesin durumu böyledir. Artık ne söyleseler bâtıl şeyler söylerler. [1568] Onlar ölümden sonraki hayat düşüncesini peşi­nen reddettiklerinden dolayı bir şaşkınlık içindeydiler. İnsan haya­tına ilişkin yeterli cevap verememeleri, insanların kaderlerinin birbirinden farklı olması ve tabiatın görünürdeki duygusuz ve kör acımasızlığı, onları şaşırtıyordu. Bu problemler ancak bedenî ölümden sonra hayatın devam edeceğine ve böylece bütün yaratılı­şın gerisinde bir plan ve amacın yattığına inanmakla çözülebilir. [1569] Kendilerine apaçık ortaya konulan şeyleri inkâr ederlerse, bunun doğal sonucu olarak zihinleri karmakarışık olur. Bütün tabiat O'nun şanını ve iyiliğini gösterir. Vahiy bu hayatın eşitsizliklerini ve ahiretten nasıl karşılığının alınacağını açıklar. Bunu kabul et­meyenler, mantıklı hareket etmemiş olurlar. Bilinenle bilinmeyeni de uzlaştıramazlar. [1570]

İnanmayanlar, bilgisizlikleri ve beyinsizlikleri sebebiyle kendi hevâ ve heveslerine, arzularına ve kendi görüşlerine uygun hare­ket ederler: [1571]

“Yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Halbuki her iş yerini bulacaktır.” [1572] Âyette, son saatin ve Kıyamet Günü'nün ya­lanlanmasına işaret edilmektedir. Geçmiş zaman kipinin kullanıl­ması, bilinçli bir niyeti ve kararlılığı göstermektedir. [1573] Günahın hü­kümran olması ve hakikatin zulümle karşı karşıya oluşu mevcut durumu ifada edebilir, ancak sona ermelidir. [1574]

Allah, daha önceki zamanlarda hakikat inkarcılarının başına gelenler konusunda her dönemdeki insanları uyarmaktadır: [1575]

“Andolsun, onlardan öncekiler de yalanladılar. Ama beni inkâr nasıl ol­du?” [1576] Yani, “Geçmiş milletlerden ve eski nesillerden bazıları da yalanlamışlardı. Onların yalanlamasını Allah'ın inkârı [1577] ve cezalandırışı nasıl oldu? Onları cezalandırması ne kadar şiddetli, ne kadar acıklı ve ne büyük ceza idi. [1578]

“O gün yalanlayanların vay haline!” [1579] Yarın Allah'ın azabından başlarına gelecek Allah'ın azabından vay onlara! [1580] Yani, “Elçilerimi yalanlayan önceki toplumları, âyetlerimi inkâr eden Nuh, Ad ve Semud toplumlarını yok etmedik mi? Ardından Beni ve elçilerimi inkârda onların yolunu tutan İbrahim ve Lut'un toplumu ve Medyen halkı olan sonrakiler geldi. Onları, öncekiler örneğinde olduğu gibi yok ederiz. Öncekileri Allah'ı inkâr, peygamberleri yalanlamaları nedeniyle yok ettik.” İnkâra toplumlar hakkındaki ilahî yasa budur. Allah azgınlık gösterdiklerinde günahkârları günahlarıyla birlikte yok eder. [1581]

Görüldüğü gibi, peygamberler her dönemde içinde yaşadık­ları toplumların önde gelenleri tarafından muhalefetle karşılan­mıştır. Karşı çıkış biçimleri farklılık arz etse de muhteva olarak hepsi yalanlama kategorisine girer. Yalanlayanların da akıbeti dünyada veya ahirette ya da her ikisinde birden azaba uğramak­tır. [1582]

[1446] Lisanu'l-Arab, I, 705.

[1447] A.g.e., I, 709.

[1448] Ali, a.g.e., s. 1455.

[1449] Kamer: 54/9.

[1450] Taberî, XIII/3, 121.

[1451] Araf: 7/64.

[1452] Meraği, a.g.e., VIII, 191.

[1453] İbnu Kesir, III, 365.

[1454] Mümin: 40/5.

[1455] Enbiya: 21/77.

[1456] Taberî, XII/3, 54-55.

[1457] İbnu Kesir, VII, 119.

[1458] Ali, a.g.e., s. 1263.

[1459] Kamer: 54/18.

[1460] Taberî, XIII/3, 127.

[1461] Müminun: 23/39. Her ne kadar ayetteki peygamber ve toplumu hakkında bilgi verilmese de suredeki siyakı gereği Hud peygamber ve halkı Ad toplumu olma ihtimali yüksektir.

[1462] Taberî, X/2, 29.

[1463] Müminun: 23/33. Kur'an bu toplumun ismini vermese de Hz. Nuh'un ardından gelen bir nesil olması (Müminun: 23/31.) nedeniyle kastedilenin Ad toplumu ol­ma ihtimali yüksektir. Zemahşerî de bu toplumun Hz. Hud'un toplumu olduğu kanaatindedir, bkz.: Zemahşerî, III, 180.

[1464] Râzî, VIII, 275.

[1465] Taberî, X/2, 26.

[1466] Hicr: 15/80.

[1467] Hicr, şüphesiz coğrafi bir isim olup kayalık arazi demektir. Arabistan haritasında Medine'nin kuzeyinde Hicr olarak anılan bir bölge bulunur. Hicr dağı Medi­ne'nin yaklaşık 150 mil kuzeyindedir. Bölge Suriye'ye giden yol üzerindedir, bkz.: Ali, a.g.e., s. 651.

[1468] İbnu Kesîr, IV, 462; Meraği, a.g.e., XIV, 40.

[1469] Zemahşerî, II, 563.

[1470] Ali, a.g.e., s. 1743.

[1471] Şems: 91/11.

[1472] Taberî, XV, 268.

[1473] İsra: 17/59.

[1474] İbnu Kuteybe'den naklen bkz.: Râzî, VII, 359.

[1475] Maide: 5/86.

[1476] Maide: 5/86.

[1477] Müminun: 23/44.

[1478] Taberî, X/2, 32.

[1479] Araf: 7/90.

[1480] Araf: 7/92.

[1481] Meraği, a.g.e., IX, 10.

[1482] Râzî, V, 319-320. Tekrardan kasıt şudur: İnkarcılar risalete olumlu yaklaşanları “Ziyana uğrayan” kimseler olarak görürken (Araf: 7/90), Allah asıl ziyana uğra­yanların onlar olduğunu (Araf: 7/92) söylemektedir. Araplar anlamı kuvvetlen­dirmek için böyle bir üslubu kullanmaktadır.

[1483] İbnu Kesîr, VII, 48.

[1484] Sad: 38/12-14.

[1485] Zemahşerî, IV, 73.

[1486] Taberî, XV/l, 52.

[1487] Naziat: 79/21.

[1488] Müminun: 23/48.

[1489] Taberî, X/2, 33.

[1490] İbnu Kesîr, VIII, 338.

[1491] Enfal: 8/54.

[1492] Taberî, VI/2, 33.

[1493] Râzî, V, 495.

[1494] A.g.e, V, 496.

[1495] Meraği, a.g.e., X, 18.

[1496] İbnu Kesîr, IV, 21.

[1497] Taberî, XII/2, 113.

[1498] Saffat: 37/127.

[1499] Ali, a.g.e., s. 1208.

[1500] Hac: 22/42-44.

[1501] Taberî, X/l, 235; peygamberlerini yalanlayan toplumlardan bahsedilirken Hz. Musa'nın toplumundan bahsedilmeme nedeni, onu toplumunun değil öncelikle Mısırlıların yalanlanmasındandır, bkz.: Râzî, VIII, 231.

[1502] Ali, a.g.e., s. 863.

[1503] Esed, a.g.e., s. 679.

[1504] Mevdudî, Tefhimu'l-Kur'an, III, 341.

[1505] Taberî, X/2, 246-247.

[1506] Furkan: 25/11.

[1507] İbnu Kesîr, VI, 104.

[1508] Furkan: 25/12.

[1509] Enam: 6/5.

[1510] “Herhalde onun haberini bir zaman sonra bileceksiniz.” Sad: 38/88. Bu azap dünyevi olabileceği gibi ahîrettekî de olabilir, bkz.: Râzî, IV, 484.

[1511] Enam: 6/31.

[1512] Taberî, V/l, 235.

[1513] Râzî, IV, 513.

[1514] A.g.e., IV, 519.

[1515] Enam: 6/33-34.

[1516] Ebu Ali bkz.: Râzî, IV, 518.

[1517] Razi, IV, 518-519. Bu tür bir inkarcı tavır Hz. Musa'ya da takınılmıştır: “Ve vic­danları bunlara (mucizelerin doğruluğun) tam bir kanaat getirdiği halde (Firavun ve kavmi), zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. Bozguncuların sonu­nun nice olduğuna bir bak!” Neml: 27/14.

[1518] Râzî, IV, 519. Peygambere yönelik olumlu veya olumsuz bir tavrın aslında Al­lah'a gösterilmiş olduğuna dair şu âyet de örnek olarak verilebilir: “Herhalde sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerin­dedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” Feth: 48/10.

[1519] Râzî, IV, 519.

[1520] A.y.

[1521] “Allah: 'Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz.' diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlü­dür, galiptir.” Mücadele: 58/21.

[1522] Enam: 6/34.

[1523] Râzî, IV, 519.

[1524] Meraği, a.g.e., VII, 109.

[1525] A.g.e., VII, 110

[1526] Enam: 6/34.

[1527] Meraği, a.g.e., VII, 111.

[1528] A.g.e., VII, 112.

[1529] İbnu Kesîr, III, 245.

[1530] A.g.e., III, 247.

[1531] Taberî, V/l, 205.

[1532] Enam: 6/11.

[1533] Taberî, V/l, 205.

[1534] İbnu Kesîr, III, 237.

[1535] Enam: 6/157.

[1536] Araf: 7/40.

[1537] Araf: 7/101.

[1538] Zeccac bkz.: Râzî, V, 324.

[1539] Zemahşerî, II, 131.

[1540] İbnu Atiye'den naklen bkz.: İbnu Kesîr, III, 448.

[1541] Ali, a.g.e., s. 371.

[1542] Meraği, a.g.e., IX, 19.

[1543] Araf: 7/182.

[1544] Râzî, V, 418.

[1545] A.g.e., V, 419.

[1546] Nahl: 16/113.

[1547] Râzî, VII, 270.

[1548] Meraği, a.g.e., XIV, 150-151.

[1549] Taberi, XI/3, 32.

[1550] Rum: 30/10.

[1551] Zemahşerî, III, 455.

[1552] Ali, a.g.e., s. 1148.

[1553] Sebe: 34/45.

[1554] Taberî, XII/1, 125.

[1555] Esed, a.g.e., s. 882.

[1556] İbnu Kesîr, VI, 512.

[1557] Zemahşerî, III, 571.

[1558] Taberî, XII/1, 157.

[1559] Fatır: 35/25.

[1560] Taberî, XII/2, 251-252.

[1561] Zümer: 39/25.

[1562] Ali, a.g.e., s. 1245.

[1563] Îbnu Kesîr, VII, 86.

[1564] Meraği, a.g.e., VII, 9.

[1565] Îbnu Kesîr, III, 159.

[1566] Kaf: 50/5.

[1567] Taberî, XIII/2, 192.

[1568] İbnu Kesîr, VII, 373.

[1569] Esed, a.g.e., s. 1061.

[1570] Ali, a.g.e., s. 1410.

[1571] İbnu Kesîr, VII, 450.

[1572] Kamer: 54/3.

[1573] Esed, a.g.e., s. 1088.

[1574] Ali, a.g.e., s. 1454.

[1575] Esed, a.g.e., s. 1171.

[1576] Mülk: 67/18.

[1577] Taberî, XIV/2, 11.

[1578] İbnu Kesîr, VIII, 207.

[1579] Mürselat: 77/15-19.

[1580] İbnu Kesîr, VIII, 322.

[1581] Taberî, XIV/2, 291.

[1582] Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 229-246.




Konu Başlığı: Ynt: Peygamberlere Karşı Tavırların Sonuçları
Gönderen: Ceren üzerinde 18 Aralık 2017, 20:37:38
Esselanu aleykum.rabbim bizleri peygamber efendimizin yolunda giden ve ona layik ümmet olup sefaatine nail olan kullardan olalim inşallah. ..


Konu Başlığı: Ynt: Peygamberlere Karşı Tavırların Sonuçları
Gönderen: Sevgi. üzerinde 18 Aralık 2017, 21:09:06
Ve aleykümüsselam Peygamberlere inanmayan toplumların sonları felaket olmuştur onları inkar etmek Allah a inanmamaktır


Konu Başlığı: Ynt: Peygamberlere Karşı Tavırların Sonuçları
Gönderen: Mehmed. üzerinde 19 Aralık 2017, 11:18:58
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri son Peygamber olan Peygamberimiz in yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun