๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 12 Mayıs 2011, 12:01:02



Konu Başlığı: Peygamberlere Karşı Tavırlar
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 12 Mayıs 2011, 12:01:02
PEYGAMBERLERE KARŞI TAVIRLAR

A. Atacı Tavır
 
Kur'an, peygamberlere karşı çıkanların muhalefet nedenlerin­den birisi olan “Atalara bağlılık” itirazını işlerken (e-b-v) kökünden türeyen ve baba, ata anlamına gelen kelimenin çoğul formunu kullanır. Arapça'da bir şeyi icat veya ıslah eden ya da ortaya çıkaran kimse için de baba kelimesi kullanılır. [149] Arapça'da baba kelimesi amcayı da kapsadığı gibi, [150] teyze de anne sözcüğü­nün kapsamına girmektedir. [151]

Atalar bir toplumun kültürel geçmişini anlatan bir mecaz ola­rak görülebilir. [152] Atalara bağlılık, fıtratına tevhidin yerleştirildiği insanın karşı karşıya olduğu imtihan türlerinden birisidir. Tevhid inancının fıtrata yerleştirilmiş oluşu, kıyamet gününde, “Ondan haberimiz yoktu” denmemesi içindir. Allah Ademoğullarının, bel­lerinden zürriyetlerini çıkarmış, onları kendilerine şahit tutmuş ve onlara

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuş ve onlar bu soruya evet cevabını vermişlerdir. Allah bunu, “Daha önce babaları Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helak edecek misin?” [153] dememeleri için böyle yapmıştır. Yani Allah, “Onların yöntemlerine tâbi olduk. Bizi Allah'a ortak koşan atalarımızın şirki ve hakkı bilmeyişimiz nedeniyle onların yolunu takip ettiğimiz için yok eder misin?” [154] şeklinde itiraz etmesinler diye böyle bir tercihte bu­lunmuştur. Atalarının şirk konusunda bir özrü olmadığı gibi, onların da Allah'tan yüz çevirmelerinde ve atalarını taklide kendilerini adamalarında bir özürleri yoktur. [155] Allah'ın ahit alması, inkarcıların atalarının şirk koşmaları nedeniyle Allah'a ortak koştuklarını ve şirkte onları taklit ettikleri mazeretini ileri sürmemeleri içindir. [156] Şu halde insanlar babalarının taahhüdünden değil, bizzat kendi taah­hütlerinden ve kendi suçlarından sorumlu olacaklardır.

Toplumların gerek ahlakî, kültürel ve sosyal gelişimlerinde, gerek birbirleriyle olan ilişkilerinde en büyük engellerden birisi geleneğe körü körüne bağlılık ve atacılıktır. Toplum içinde birey ve grupların birbirleriyle iyi ilişkiler kurmasında, sosyal katman­larda homojenliğin sağlanmasında, hiyerarşik yapının adalet teme­linde kurulmasında, farklı ve daha kâmil düşüncelerin ortaya çık­masında, meselelerin tartışılıp müzakere edilmesinde, düşünce ve inanç özgürlüğünde, belki de atacılıktan daha büyük bir handikap yoktur. Atacılık, tevhide ve Allah'ın âyetlerini kabul etmeye mani olduğu gibi yeni düşünce ve görüşlere açık olmaya da engeldir. [157] Çünkü atacılık önyargı, geniş düşünmemek, başka fikirlere saygı­sızlık, kibir, gurur ve büyüklenme gibi olumsuz tutumları bünye­sinde barındırır.

Kur'an-ı Kerim, önceden yaşamış toplumların inanç ve uy­gulamalarından yanlış olanlarına düşünmeksizin tâbi olanları eleştirir ve onları “Atalarının izinden” bilinçsizce gitmelerinden dolayı kınar. Allah'ın büyüklüğü hakkındaki bilgisizlikleriyle Allah'ın birliği konusunda tartışan bu tür kimselere, “Allah'ın, rasulüne indirdiğine tâbi olun, onu onaylayın.” denildiğinde on­lar din konusunda atalarına uyduklarını söylerler. Şunu hiç düşünmezler:

“Ya şeytan onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse! Yine de aynı yolu izleyecekler mi?” [158] Ya şeytan, onlara kötü amelleri ve sapkınlıkları konusunda kendisine tâbi olmalarını ve Allah'ı inkâr etmelerini, peygamberine indirdiği Kitaba tâbi olmayı terk etmelerini süsleyerek azaba çağırıyorsa? [159] Aslında bu itiraz baha­neden öte bir şey değildir. Zira amaçları, atalar dininden daha doğru olmasına rağmen vahyi inkârdır. [160] Onlar, peygamber daha iyisini de getirmiş olsa ona tâbi olmak niyetini taşımadıklarını, aksine atalarının dininde sabit olduklarını söylemek istemekte­dirler. [161]

Önceki nesillerin inanç ve uygulamalarını her şeyden üstün tutan anlayışa göre, geçmişte olan her şey, haklı, doğru ve yol gös­tericidir. Bu bencil çıkarları ile statüko koruyucularının vazettikleri ve kullandıkları mantıktır. Aslında hak ve iyilik ölçüsü, ne eski, ne yeni, ne bilgisizlik ne de arzudur. Ancak Allah'ın emrine ve delile dayanan ilim gerçektir. Eski olsun, yeni olsun Allah'ın indirdiği delillere bakmayıp da ataları, yalnız ata olduklarından dolayı taklit etmek, onları Allah'a eş tutmak ve hakkı bırakıp hayal ve kuruntu­lara, şeytanın emirlerine uymak ve onun izinden gitmek tutucu­luktur.

Kur'an-ı Kerim tutucuların bu tepkisini şöyle dile getirir:

“On­lara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, 'Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız' dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyse?” [162] Onlar ataları hangi vasfa sahip ve hal üzere bulunuyorlarsa ve bir şey bilmeseler, doğru yol üzere olmasalar da her halükarda atalarını takip et­mektedirler. [163] Allah ise, inanç konusunda taklitçi olmayı, düşünce­den ve bilinçten yoksun nakilciliği ağır bir dille kınamaktadır. [164] On­lar, atalarının dinin inanç ve ibadetlerinden bir şey anlamayan ve bu konuda her türlü delilden uzak duran kimseler olmalarına rağmen yine atalarına uyacaklar mı? [165] Âyet ayrıca içtihat yapabilen kimsenin taklide başvuramayacağını gösterir. İnsanların hakkı ta­nımaya en yakın olanları iyi niyetle delilleri inceleyen araştırmacı­lardır. Onlar bir gün yanılırlarsa başka bir gün isabet ederler. İn­sanların hakka en uzak olanları taklitçilerdir. Çünkü onlar, nefisle­rine karşı ilmin yolunu kesmiş ve akletmemeyi tercih etmişlerdir. Şeytanın adımlarını izleyen ve bir ilim ve burhanı olmadan Allah hakkında bir şeyler uyduranlar vahye davet edildiklerinde, “Al­lah'ın indirdiğini bilmiyoruz. Büyüklerimize, alimlerimizin önde gelenlerine uyuyoruz.” derler. “Ya ataları bir şey anlamamış, doğ­ruyu da bulamamış idiyseler?” şeklindeki soru aslında zıddı öne sürülemeyecek kadar aklî bir delildir. [166]

Allah hangi ülkeye bir peygamber gönderdiyse, onun hal­kını yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmıştır. Ama sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik getirdi­ğinde ve sonunda çoğaldıklarında, “Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu.” [167] demişler ve Allah da onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın cezalandırmıştır. Onlara göre ya­şamda atalarının başına gelen rahatlık da felaket de onların ba­şına gelmektedir. [168] Yani bunu olayların olağan akışı olarak gör­mekte ve öncekilerin başına gelenden bir ders çıkarmamaktadır­lar. [169]

Risalete karşı “Atalar dini”ne tâbi olarak vahye karşı durma anlayışını genel olarak değerlendirdikten sonra, bu tavrı vahyi ve­riler ışığında dönem dönem ele almak bize daha somut bilgiler verecektir. [170]


[149] Rağıb, a.g.e., s. 7.

[150] Bakara: 2/133. Bu âyette kullanılan e-b kelimesinin çoğulu, Hz. Yakub'un oğulla­rının amcası durumundaki Hz. İsmail'i de kapsamaktadır; baba kelimesinin am­cayı da kapsadığına dair ayrıca bkz.: Nahhas'tan naklen Kurtubî, 1/2,130.

[151] Zemahşerî, I, 782-783.

[152] Esed, a.g.e., s. 897.

[153] Araf: 7/172-173.

[154] Taberî, VI/l, 159.

[155] Zemahşerî, II, 170.

[156] Razi, V, 402.

[157] Okumuş, Ejder, Kur'an'da Toplumsal Çöküş, İnsan Yay., İstanbul, 1995, s. 128.

[158] Lokman: 31/21.

[159] Taberî, XI/3, 95.

[160] Zuhruf: 43/24.

[161] Zemahşerî, IV, 239.

[162] Bakara: 2/170.

[163] Tabatabaî, es-Seyyîd Muhammed Hüseyin, el-Mîzân fİ Tefsîri'l-Kur'ân, Daru'l-Kütübi'l İslamiye, Tahran, ts., I, 427.

[164] Kutub, Seyyid, Fi Zilâli'l-Kur'an, (çev.: Mehmet Yolcu ve diğerleri), 10 c., Dünya Yay., İstanbul, 1991, 1, 239.

[165] Merâğî, Ahmed Mustafa, Tefsiru'l-Merâğî, 3. baskı, Mısır, 1963, II, 44.

[166] Rıza, a.g.e., II, 91.

[167] Araf: 7/95.

[168] Taberî, VI/l, 12-13.

[169] Esed, a.g.e., s. 290.

[170] Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 37-41.