Konu Başlığı: Nefs Ruh İlişkisi Gönderen: müzzemmil üzerinde 18 Eylül 2011, 14:01:21 Nefs-Ruh İlişkisi Sözlük'te "Nefs'e hayat veren şey, Nefs, Kur'an, vahiy, Rûhu'1-Emîn ve Rûhu'1-Kuds: Cebrail (a.s.)" gibi anlamlara gelen [287] ve eski Arap şiirinde de "hafif esinti ve rüzgâr" gibi mânâlar ifade eden [288] Ruh ile Nefs terimlerinin aynı mı, yoksa farklı şeyler mi olduğu hususu üzerinde tartışılan konulardan biridir. "Dilcilerden, Nefs ile Ruh'u aynı kabul edenler vardır. Bunlar, Nefs'in müennes, Ruh'un da müzekker oluşundan başka, aralarında bir fark görmezler. Bunların dışındaki Dil bilginleri de şöyle derler: "Ruh hayatın kendisine bağlı olduğu şey, Nefs de aklın bağlı olduğu şeydir. Kişi uyuduğunda onun nefsi alınır ama ruhu alınmaz. Ruh ölüm anından başka bir zamanda alınmaz." [289] "Hayatın nefsi ruhtur, insanın hareket etmesi ve büyüyüp gelişmesi de onunla gerçekleşir." [290] diyenler de vardır. Sadece gözüyle gördüğü ve beş duyu ile kavrayabildiğinden başka herhangi bir varlık tanımadıklarını söyleyen ve fizikötesi varlıkları tümüyle reddeden Materyalistler (Dehriyyûn) Allah'ı ve ruhu, deney alanına girmediği için inkâr ederler. [291] Bunlar, insanı yalnızca maddî bir varlık olarak ele alır, herşeyi maddî sebeplerle açıklamaya çalışırlar. Maddeci görüşü benimsemiş olanlara göre bu âlem sadece maddeden ibaret olup, burada ruha yer yoktur. Yani ruh diye birşey yoktur. [292] Ruhu yok sayanları bir kenara bırakacak olursak, ruhun varlığını kabul edenlerin de birbirinden çok farklı gruplara ayrıldıklarını görürüz. Bunlardan bir bölümü, ruhun var olabilmesi ve varlığını hissettirmesi için bedenin varlığını zorunlu görerek, bedenin ölümünden sonra ruhun varlığını ve yaşantısını sürdüremeyeceğini savunmaktadırlar. Ruhun "kokma ve çürümeden uzak saf kan" ve "tabiî sıcaklık" olduğunu ileri sürerek ruhu hayattan ibaret sayan Tabiatçılar (Natüralistler) [293], doğrudan doğruya deneyle elde edilemeyen her türlü bilgiyi teolojik veya metafizik, hayal mahsulü sayan hemen hemen tüm Pozitivistler [294] ve bunların etkisi altında kalan düşünürler ruhun bekâsını kabul etmemişlerdir. Ölümle herşeyin bittiğine inanan bu fikir sahiplerine göre ölümden sonrası sırf yokluktur.[295] Ruhun hakikatinin ve mâhiyetinin ne olduğu konusunda görüş bildiren bilginleri, temelde, ruhun tecerrûdünü (soyut bir varlık olduğunu) kabul etmeyip somut olduğunu söyleyenler ve ruhun soyut bir varlık olduğunu söyleyenler olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Ruhun tecerrûdünü (soyutluğunu) kabul etmeyip, onun somut olduğunu savunanlardan, ruhun bir "atom" olduğunu; "bedende dolaşan, ayrışmayan ve bozulmayan cisimlerden" [296] ibaret olduğunu; onun kalpte, dimağda ve ciğerde olmak üzere üç kuvvet" [297] olduğunu; ruhun "rûh-u hayvanı, rûh-u tabiî ve rüh-u insanîden oluşan bir toplam" olduğunu; "İnsanın sadece bedenden ibaret olup bunun ötesinde birşey olmadığını", dolayısıyla ruhun bedenden ibaret olduğunu; ruhun "sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluktan oluşan dört unsurun dengeli bir şekilde bileşiminden" ibaret olduğunu; onun "saf kan" olduğunu; ruhun "havadan, yani soluktan" ibarei olduğunu ileri sürenler olmakla birlikte ruha ilişkin söylenenlerin en iyisi olan görüş şudur: "Ruh mâhiyet itibariyle beden denen özel cesede benzemeyen ve gülsuyunun gülde, zeytinyağının zeytin tanesinde ve ateşin köz halindeki kömürde yayıldığı gibi, bedene yayılan ve hayatla bizzat vasıflanan, nurânî, ulvî, hareket ettirici, latîf ve şeffaf bir cisimden ibarettir. Çözülme ve parçalara ayrılmayı kabul etmez. Beden ruhla birleşmeye elverişli olduğu sürece onunla birleşir, ona hayat verir. Bu denge bozulduğu zaman da hayat kesilir ve ölüm meydana gelir, yani ruh bedeni terk eder." [298] Ruhun soyut bir kavram olduğunu söyleyenler ise, onun doğrudan doğruya kalple ve kalp aracılığıyla da bedenle ilgisinin olduğunu söylemektedirler. [299] İlk dönem İslâm âlimleri, ruhu, insan şeklinde, cismânî bir varlık olarak düşünmüşlerdir. Örneğin Abdullah b. Abbas'ın (V. 68 H./687 M.)' "Ruh, şekilleri insanoğlunun şeklinde olan, Allah'ın yarattığı mahlûklardan biridir. Gökten inen her melek mutlaka beraberinde bir ruhla iner" [300] dediği rivayet edilmiştir. Ebu Salih: "Ruh, insanlardan olmadığı halde, insan şeklinde olan bir varlıktır" demiştir. [301] Mücâhid (V. 100 H./718 M,) ise: Ruh, meleklerden olmadığı halde, insan şeklinde, eli, ayağı ve başı bulunan, yemek yiyen bir yaratıktır" demiştir.[302] Gazzâlî ise Aristo gibi [303] ruhun soyut olduğuna, cismânî olmadığına, araz olmayıp manevî bir cevher ve a'yan olduğuna kanaat getirmiştir. [304] Gazzâlî'ye göre ruh iki ayrı mânâya gelir: Birincisi: Kaynağı, cismânî kalbin boşluğunda bulunan latîf bir cisimdir ve damarlar aracılığıyla bedenin her yanına yayılır. Görmek, koku almak, işitmek, v.b. duyularla hayat nurunun organlara akması, odanın köşelerinde dolaştırılan lâmbadaki ışığın o köşeleri aydınlatmasına benzer. Tıp bilginleri "ruh" dedikleri zaman bu mânâyı kastederler ki; kalp hararetinin yaktığı latîf bir "buhar" demektir. İkinci mânâ: Ruh, insanın görülmeyan, idrak edici ve bilici olan bir parçasıdır. Gazzâlfnin "ruh" sözcüğüyle kastettiği asıl mânâ, bu ikinci mânâdır. [305] Gazzâlî'ye göre ruh kadîm, ezelî değil; hadis, sonradan olma; mahlûk (yaratılmış) ve ölümsüzdür. [306] Sûfîlerden Ebu Saîd Harrâz'a da (V 297 H./892 M.): "Ruh mahlûk mudur?" diye sorulduğunda: "Evet, mahlûktur. Eğer öyle olmasaydı, "Elest Bezmi'nde kendisine yöneltilen Allah'ın Rab oluşunu kabul etmezdi. Kaldı ki; bedenlerin kendisiyle ayakta durduğu ve hayat ismini almaya hak kazandığı ruh, "Belâ (Evet)! Sen bizim Rabb'imizsin" [307] demiştir" cevabım vermiştir. [308] “ İslâm inancına göre, mahlûk olan ruh, bedenden önce yaratılmıştır. Bu konuda İbn Abdullah İskenderî şöyle der: , "Allâh’ü Teâlâ, ruhları cesetlerden önce yaratmıştır. Cenâb-ı Hakk'ın: "Sizi (ruhlarınızı) yarattık, sonra da size şekil verdik (cesetlerinizi yarattık)" [309] âyet-i celîlesindeki ifadesi buna işaret etmektedir. [310] Kur'ân-ı Kerîm'de insanoğluna ruh bilgisinden çok az birşey verildiği [311], dolayısıyla da ruhun varlığı bilinmekle birlikte hakikatinin kavranamayacağı bildirilmektedir. Kur'an'ın 20 kadar yerinde geçen ruh [312] kelimesi, "Rûh, Rûhu'l-Kuds ve er-Rûh" biçiminde ve daima tekil olarak yer alır, Ruh'un çoğul kullanılışına rastlanmaz. Kur'ân-ı Kerîm'de ruh, "kalplere hayat veren vahiy ve Allah'ın öğrettiği hikmet" [313]; "Kuvvet, sebat, dayanma gücü" [314]; "Meryem'e çocuk üflemek üzere gönderilen melek (Cebrail)" [315]; "Hz. Peygamber'e vahiy getiren melek (Cebrail)"[316]; "Yahudiler'in, Hz. Peygamber'den sordukları, Allah'ın emir âleminden olduğu bildirilen ve mâhiyeti kavranamayan ruh" [317] ve "Allâhü Teâlâ'nın melek aracılığıyla üflediği hayat soluğu" [318] gibi anlamlara gelmektedir. Kur'an'daki ruhun manevî bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. Beden yaratılınca, kendisinden bedene üflenen ve "Rûhu'l Kuds"ün vahiy getiren melek olduğu dikkate alınınca, ruhun Allah ile insan arasında "var olmak ve bilmek” açısından aracı bir melek olduğu anlaşılmaktadır. Kur'an'daki "Rûh" kelimesi, asla Tanrı ve insan yerine geçmemektedir. Kur'ân-ı Kerîm'in indirilişinden sonra "Ruh" ile "Nefs" kelimelerinin aynı mânâyı aldıkları ve her ikisinin de "insan ruhu, melek ve cinleri" ifade etmeye başladığı görülmektedir. [319] İbn Hazm (V. 456 H./1063 M.); "Nefs ve Ruh, tek birşeye verilen eş anlamlı iki isimdir ve o ikisinin mânâsı aynıdır" demiştir. [320] Bazı âlimler de: "Ruh, bedene hayat veren hoş bir rüzgâr (nefes, soluk); Nefs ise hareket, sakinlik ve arzuların kaynağı olan sıcak bir rüzgârdır" demişlerdir. [321] Elmalılı (1924 M.) da; "İnsan nefsi, hisseden ve hissedilen her iki özelliğiyle "ben" dediği zât ve hakikatidir. Yalnız idrak etmesi özelliğiyle ruha da denilir" demektedir. [322] Hadisçiler, Fıkıhçılar ve Tasavvufçular'ın az bir bölümü, Ruh'un "Nefs" olmadığını ileri sürmüştür. [323] Ruh ve Nefs'in birbirinden farklı şeyler olduğunu savunan âlimler, Ruh ve Nefs'in ne olduğu konusunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir: Bazıları Nefs'in ateşli çamurdan, Ruh'un ise ruhanî nurdan ibaret olduğunu belirtmişlerdir. Bir bölümü de "Ruh ilâhî bir varlıktır. Nefs ise insanî bir varlıktır. İnsanlar nefsleriyle denenirler" demiştir. Nakilciler ise şöyle demişlerdir: "Ruh Nefs, Nefs de Ruh değildir. Nefs'in kıvamı Ruh'a bağlıdır. Nefs kulun sureti, görüntüsüdür. Nefs'in yapısına hevâ, şehvet ve kötülüğe eğilim karışmıştır, insanoğluna nefsinden daha düşman birşey yoktur. Nefs dünyadan başkasını istemez. Dünya da, yalnızca Nefs'i arzular. Şeytan da Nefs'e ve hevâya uyar. Melek, akıl ve Ruh ile birliktedir. Yüce Allah, ilham ve yardımla, akıl ve Ruh'u korur." [324] Görülüyor ki; Nefs ile Ruh'un birbirinden ayrı şeyler olduğunu söyleyenler bile bu farklılığı hep sıfatlar yönünden açıklayabilmektedirler. Öyleyse Nefs ile Ruh arasındaki fark, zâtla ilgili olmayıp, sadece sıfat ve özellikler yönündendir. Aslında Nefs ile Ruh aynı varlıklardır. Nitekim Tehânevî (V 1158 H./1745 M.), cesetle tayy-i mekân[325], gaybı bümek, v.b. gibi ruhî izler ortaya çıkınca, Nefs'e "Ruh" adının verildiğini[326] bildiriyor. Aslına bakılırsa ruha bazen Nefs adının verilmesinin nedeni, ruhun bedene taalluk etmesi ve bedenin örtüleriyle bürünmesi itibariyle-dir.[327] ^ îslam âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre Nefs ve Ruh aynı şeylerT dir.[328] Nitekim "Insan-ı Kâmil" adlı eserin sahibi Azîzüddîn Nesefî (V 681 H./1282 M.) de, Nefs'in hakikatinin Ruh'tan başka birşey olmadığını söyler.[329] Tasavvuf ehli sûfîler, ruhta ilahî bir mâhiyet aramışlardır. İlahî cevher olan ruh sayesinde insan yeryüzünde Allah'ın halifesi olmaya hak kazanmıştır. Sûfîlerin büyük çoğunluğu, "Ruh, bedene hayat veren bir mânâdır" diye görüş birliğine varmışlardır.[330] Ebu Abdullah Nebâcî: "Ruh, duyu organlarıyla bilinemeyecek kadar latîf ve dokunulamayacak kadar üstün bir cisimdir. "Ruh vardır" demekten başka bu konuda birşey söylenemez" demiş[331] ve bu nedenle de ruhun zât ve hakikati konusunda fikir ileri sürmek Tasavvuf çevrelerinde pek hoş karşılanmamıştır. Nitekim Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) (V 297 H./909 M.) der ki: "Ruh, mahiyeti ve hakikati hakkında bilgiyi Allahü Teâlâ'nın kendine has kıldığı bir konudur, Bu hususta verilen bilgilerin dışında konuşmak ve birşeyler söylemek doğru olmaz."[332] Buna rağmen yine de Ruh'un mâhiyeti hakkında görüş bildiren mutasavvıflar vardır. Ama onlar, Nefs'in zât ve hakikatinden çok, onun sıfat ve özelliklerinden sözetmişlerdir. Sûfîlere göre Nefs, şu beden kalıbına verilmiş olan ve kötü huyların yeri olan bir latîfe (sır)dir. Nitekim Ruh da şu b eden kalıbına verilen ve güzel huyların yeri olan bir latîfe (sır, manevî cevher)dir. Şekil ve görüntü (suret) bakımından Nefs ve Ruh'un latîf cisimlerden oluşu, melek ve şeytanın latîf oluş özelliklerine benzer.[333] "Nasıl ki, âlemde şeytan-melek, Cehennem-Cennet varsa, (ve bunlar gözlerimizle görülüp duyu organlarımızla hissedilemiyprsa); tıpkı o şekilde Nefs ile Ruh'un her ikisi de kalıba ve bedene verilmiş latifelerdendir. Ama biri (Nefs) şer mahalli, öbürü (Ruh) hayır mahallidir. Aynen gözün görme, kulağın duyma ve dilin de tadma mahalli olduğu gibi... İnsan bedenine verilmiş bulunan diğer ayn (varlık) ve özellikler için de durum böyledir."[334] ^ "Ehl-i hakikate göre en kâmil insanın bileşimi, üç mânâdan oluşur: Birincisi Ruh, ikincisi Nefs ve üçüncüsü de bedendir. Bunlardan her ayn ve varlık için bir sıfat var olup, bu sıfat onunla kâim olur. Ruhun akıl, Nefs'in hevâ, bedenin de his sıfatı vardır. Letafet bakımından Ruh, Cennet makamında; helake ve sıkıntıya neden olma yönünden Nefs, Cehennem yerinde ve beden de (bu ikisinin arasında bulunan) Arasat mahallindedir. Mü'minin ruhu ma'rifet nurundan, nefsi de dalâlet perdesindendir. Kul, dünyada Nefs'ten kurtulup temeli ruh olan iradenin gerçekleştirilmesine ulaşamazsa, hiç kuşkusuz ki; o ma'rifet ve kurbetin (Allah'a yakın olma) hakikatine ulaşamaz."[335] Nefs-Ruh ilişkisi konusunda Mevlânâ Celaleddin Rûmî (V. 673 H./1273 M.) ilginç bir yaklaşım sergilemekte ve şöyle demektedir: "Nefs başka, Ruh başkadır. Görmez misin ki; Nefs uykuda nerelere gider; oysa Ruh tendedir. Ama Nefs döner, başka birşey olur. Bu nedenle İmam Ali (k.v.): "Nefsini bilen Rabb'ini bilir" sözünü o Nefs için söyledi; Ruh için söylemedi."[336] Yaşar Nuri Öztürk de konuyla ilgili olarak şu yorumu yapmaktadır: . "Kur'an, insandan söz ederken iki ifade kullanmaktadır: İnsan topraktan yaratılmıştır ve insan Allah'tan bir nefha (üfleme) taşımaktadır. Sûfîlerin Nefs anlayışlarıyla Kur'an'm bu insan anlayışım birlikte düşünürsek; Ruh'a, insanın Allah'tan kaynaklanan yönlerinin bütünü, Nefs'e de toprak kaynaklı vasıflarının tümü. demek mümkün olur kanaatinde- yiz."[337] Nefs ve Ruh arasındaki ayırımın zât, mahiyet ve hakikat açısından değil, sadece sıfat ve özellikler yönünden yapıldığı anlaşılıyor. Yani Nefs ile Ruh aynı cevherdir. Ancak Nefs kötü huy, davranış ve özelliklerin, Ruh da güzel ve övülmüş vasıfların yeridir. Bu itibarla, Ruh terbiye edilmiş Nefs, Nefs ise terbiye edilmemiş Ruh'tur, denilebilir. Nefs'in kalp, akıl, şeytan ve ruh ile olan ilişkisini böyle'ce ortaya koyduktan sonra, konunun daha iyi anlaşılması açısından Mutasavvıflar'a göre insanda bulunan dört türlü Nefs'e işaret edip; Tasavvufî anlamdaki Nefs'in sıfat ve özelliklerine geçmek uygun olacaktır. Tasavvufçular'a göre insanda dört türlü Nefs vardır: 1- Nefs-i Tabiî: İnsan vücudunun parçalarını bir arada tutan ve birbirinden ayrılmasına engel olan kuvvet. 2- Nefs-i Nebatî: İnsanın bedenen büyümesi, beslenmesi ve gelişmesini sağlayan bitkisel kuvvet. 3- Nefs-i Hayvanı: insanın iradesiyle his ve hareket etmesini sağlayan bir kuvvet olup, zahirî ve bâtınî bütün duyu organlarının hepsi bu kuvvetin hizmetçileri durumundadır. Görme, işitme, tadma, şehvet, v.b. gibi. 4- Nefs-i insanî: Nefs-i Natıka, Ruh ve madde bileşiminden oluşan soyut bir cevherdir. Bedende esas hâkim güç olan insanî Nefs, Hayvanı Nefs'in destek ve yardımıyla vücut organları üzerinde etkinlik kurar. İnsanî Nefs, Hayvanı Nefs'e üstün geldiği sürece insan, kemâl sahibi olgun bir kişi olur. Tasavvufta ana amaç, ilk üç tür nefsin egemenliğinden kurtularak onları denetim altına alıp, Ruh adı da verilen bu son Nefs çeşidine ulaşmaktır. Demek ki; Tasavvufî düşüncede Nefs, bedende his, hareket, hayat ve irade gücünü taşıyan, latîf ve uçucu bir cevherdir. Buna Rûh-i Hayvanî de denir. [338] [287] el-Mu'cemü'l-Vasît, s. 380. [288] Calverley, İslam Ans., c. IX, s. 178. [289] İbn Manzûr, Lisânül-Arab, c. VI, s. 235. [290] A.e., Aynı yer. [291] Gazzâlî bunlara "zındıklar" adını verir. Bkz.: Gazzâlî, el-Munkızu mine'd-Dalâl, Terc: Ahmet Subhi Furat, s. 48, Şamil Yayınevi, İst., 1978. [292] Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, s. 215. [293] İbn Kayyim, er-Rûn, s. 176. [294] Geniş bilgi için bkz.: S. Hayri Bolay, Felsefî Doktrinler Sözlüğü, s. 213-217. [295] Süleyman Toprak, A.g.e., s. 215. [296] Mu'tezile mezhebinin önde gelen Kelâmcı'larından İibrahim en-Nazzâm "Ruh cisimdir ve o Nefs'tir" der. Yine aynı mezhepten Cübbâî'nin görüşü de bu yöndedir. Bkz.: İbn Kayyim, er-Rük, s. 175. [297] Bu görüşün sahibi olan Ebubekir Bâkıllânî ve diğer Eş'ariler'in ruh hakkındaki görüşleri: "Ruh bir arazdır, yani hayattır. Ruh Nefs'ten ayrı bir şeydir" seklindedir. Bkz.: İbn Kayyim, er-Rüh, s. 177. [298] Süleyman Toprak, A.g.e., s. 220-226. [299] A.e.,s.220. [300] Sühreverdî, Avârifül-Meârif, s. 557. [301] A.e., Aynı yer. [302] A.e., Aynı yer. [303] İbn Kayyim, er-Rüli, s. 176. [304] Kelâbâzî, Terc: Süleyman Uludağ, Doğuş Devrinde Tasavvuf, s. 100, "52" numaralı dipnot. [305] Gazzâlî, İhya, c. III, s. 4-5; Gazzâlî, Meâricû'l-Kuds, s. 21. [306] Gazzâlî, Mearicü'l-Kuds,s. 124. [307] Bkz.: Araf: 7/172. [308] Sühreverdî, Avârifü'l-Meârif, s. 558. [309] A'râf: 7/11. [310] Sühreverdî, Avârifû'I-Meârif, s. 556. [311] İsrâ: 17/85. [312] Bkz.: Muhammed Fuâd Abdülbâkî, el-Mu'cemü'1-Mûfehres li-Elfâzıl-Kur'âni'l-Kerîm, s. 413-414, II. baskı, Dâru'1-Fikr, Beyrut, 1991. [313] Mû'min: 40/15; Şûra: 42/52. [314] Mücâdele: 58/22. [315] Meryem: 19/17. [316] Şuarâ: 26/193. [317] Meâric: 70/4; Nebe’, 78/38; Kadr, 97/4. [318] Enbiyâ: 21/91. [319] Calverley, İslam Ans., c. IX, s. 178. [320] Râzî, el-Mebâhisü'l-Meşrikiyye, c. II, s. 237. [321] Kelâbâzî, Taarruf, s. 68. [322] Elmalılı, Hak Dîni Kur'an Dili, c. IX, s. 202. [323] İbn Kayyim, er-rûh, s. 218. [324] A.e.,s.219. [325] Çok kısa bir sürede çok uzak yerlere ulaşıp, az zamanda olağanüstü şekilde yer katetmek. [326] Tehânevî, Keşşaf, c, II, s. 1402. [327] Mehmed Ali Ayni, "Nefs Kelimesinin Manaları", s. 47. [328] İbn Kayyim, er-Rûh, s. 177. [329] Bkz:: Aziz b. Muhammed Nesefî, însan-ı Kâmil, Tere: Mehmet Kanar (Tasavvufta İnsan Meselesi), s. 44-45, Dergâh Yay., ist., 1990. [330] Kelâbâzî, Taarruf s. 68. [331] A.e., s. 67; Sühreverdî, A.g.e., s. 557-558. [332] Sühreverdî, A.g.e., s. 556. [333] Kuşeyrî, Risale, s. 87. [334] Hucvirî, Keşfü'l-Mahcûb, s. 309. [335] A.e.,s. 312. [336] Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ FîJı, Tere: Ahmed Avni Konuk, Yayına Hazırlayan: Selçuk Eraydm, s. 54, İz Yay., ist., 1994. [337] Yaşar Nuri Öztûrk, Kuşadah İbrahim Halveti, s. 72, Fatih Yayınevi Matb., İst.,1982. [338] İrfan Gündüz, Gümüşhanevî Ahmed Ziyâilâdin (K.S.) ve Hâlidiyye Tarikatı, s. 20.1, Seha Neşriyat. İst., 1984. Ahmet Ögke, Kur'an'da Nefs Kavramı, İnsan Yayınları: 61-67. Konu Başlığı: Ynt: Nefs Ruh İlişkisi Gönderen: Kaan Han üzerinde 27 Nisan 2015, 21:31:00 Sözlük'te "Nefs'e hayat veren şey, Nefs, Kur'an, vahiy, Rûhu'1-Emîn ve Rûhu'1-Kuds: Cebrail (a.s.)" gibi anlamlara gelen [287] ve eski Arap şiirinde de "hafif esinti ve rüzgâr" gibi mânâlar ifade eden [288] Ruh ile Nefs terimlerinin aynı mı, yoksa farklı şeyler mi olduğu hususu üzerinde tartışılan konulardan biridir.
"Dilcilerden, Nefs ile Ruh'u aynı kabul edenler vardır. Bunlar, Nefs'in müennes, Ruh'un da müzekker oluşundan başka, aralarında bir fark görmezler. Konu Başlığı: Ynt: Nefs Ruh İlişkisi Gönderen: Ceren üzerinde 27 Ocak 2019, 20:54:28 Esselamu aleykum. Kur anın ışığında yaşayan nefsini islam yolunda terbiye eden ve kurtuluşa erişen kullardan olalim inşallah. ..
Konu Başlığı: Ynt: Nefs Ruh İlişkisi Gönderen: Sevgi. üzerinde 01 Şubat 2019, 01:04:05 Aleyküm Selam Rabbim bizlere herzaman Kur'anı kerimi kendine rehber edinip her zaman doğru yoldan ilerlemeyi nasip etsin inşaAllah
Konu Başlığı: Ynt: Nefs Ruh İlişkisi Gönderen: Mehmed. üzerinde 01 Şubat 2019, 18:11:49 Ve Aleykümüsselam Rabbim bizleri doğru yoldan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun
|