๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 18 Şubat 2011, 17:56:44



Konu Başlığı: Nasih ve Mensuh
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 18 Şubat 2011, 17:56:44
Nasih-Mensuh

 Nesh, 'Ne-Se-Ha' fiil kökünden gelir, masdardır’. Sözcük olarak, 'yok etmek, gidermek, değiştirmek' gibi anlamlar içermektedir. Günlük konuşmada, 'güneş gölgeyi neshetti (giderdi), ihtiyarlık gençliği neshetti(gider­di) 'gibi konuşmalarda da geçer. Ruhların bir bedenden diğerine geçişi anlamında kullanılan 'tenasüh'(geçiş­mek) ile, bir kitabı çoğaltmak, kopyesini çıkarmak an­lamında 'istinsah’ ve bir kitaptan istinsah edilmiş su­retler için kullanılan 'nüsha' kelimeleri de 'nesh'den tü­remedir. [92] Kur'an'da, “Allah şeytan'ın attığını iptal eder, giderir (nesheder), sonra, kendi ayetlerini, güçlendi­rir” (Hacc: 52) buyurulmakta ve vahyde ve Kur'an'da şeytanın hiç bir şekilde elinin olmadığı belirtilmektedir. Bir diğer ayette, “Muhakkak sizin işlediklerinizi yazı­yorduk (istinsah ediyorduk)” (Casiye: 29) buyurulmaktadır. Bu ayet, Kitabı anlama yönünden de hayli an­lamlıdır. İnsanların dünyadayken işledikleri ameller bir kitabın kelimeleri halinde ortaya çıkmakta ve Allah'ın melekleri bu kelimeleri yazarak, insana Ahiret'te veri­lecek kitabını hazırlamaktadırlar. Bir diğer ayette, “Ne zaman kî Musa'nın öfkesi yatıştı, o zaman levhaları aldı; onların nüshasında Rabb'lerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardır” (A'raf: 154) buyurulmaktadır. Buradaki nüsha kelimesi 'yazı' olarak da çevrilmiş­tir; ne ki, rahmet ve hidayetin yazıya özgü kılınmasının anlamı izah edilmemektedir. Burada nüsha, levhalar çoğul olduğundan her biri için veya levhalar Kitab'ın Anası'nın nüshaları olduğu için kullanılmış da olabilir.

Nesh, terim olarak, 'bir nass'ın hükmünü sonra ge­len bir nass'la kaldırmaktır, şer'î bir delil ile şer'î bir hükmü kaldırmaktır'[93] şekillerinde tanımlanmıştır.

Nesh'in terim anlamiyla Kur'an'da, “Biz benzerini veya daha iyisini getirmeden bir ayeti neshetmez veya unutturmayız” (Bakara: 106) ayetinde ve bunu açık­layıcı olarak da, “Biz bir ayetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz zaman, Allah ne indirdiğini bilirken, sen iftira ediyorsun” derler. Hayır, çokları bilmiyorlar. De ki: “İman edenleri sağlamlaştırmak ve müslümanlar için de hidayet ve müjde olmak üzere onu Ruh-ül-Kuds Rabb'inden hakkla indiriyor” (Nahl: 101-102) ayetinde geçtiği ileri sürülmektedir. Fakat, bu ikinci ayette 'nesh' değil, 'bir ayetin yerini bir başka ayetle değiştirmek' an­lamında 'tebdil' kullanılır.

Kur'an'da 'nesh'in yanısıra, 'unutturmak' da söz konusu edilmektedir. Nitekim, Bakara Suresi'nin 106'ncı ayetinde 'nesheder ya da unutturursak’ denmektedir. Şu kadar ki, bu ayette geçen ve 'unutturursak' anlamı veri­len 'nünsihâ' kelimesi, Ömer, İ. Abbas, Nehaî, Ata, Mücahid, Abîd bin Umeyr, İ. Kesir ve Ebu Am'r tarafından 'nense' hâ' şeklinde okunmuştur ki, 'ertelersek' demek­tir. [94] Alışverişte, 'veresiye, geri bırakılmış borç' an­lamlarına gelen 'nesîe' ve Cahiliyet döneminde müşrik Araplar'ın Haram ayların yerlerini değiştirmelerini, Muharrem'in haramlığını Sefer ayma ertelemelerini ifade eden 'nesi’ kelimeleri de bu kelimeyle bağlantılıdır. Fa­kat, Kur'an-ı Kerim'de 'unutturma' kelimesi bir diğer yerde daha geçmektedir: “Sana okutacağız da unutma­yacaksın, ancak Allah'ın dilediği dışında” (A'lâ: 6-7). Şu halde 'nesh'le birlikte, 'unutturma' da söz konusu­dur.

Kur'an'da Ebu Müslim el-İsfaharü'ye kadar bilgin­ler çoğunlukla üç türlü neshin olduğunu kabul ediyor­lardı:

1. Hükmü neshedildiği halde, lâfzı kalan ayetler. “Her nereye yönelirseniz, Allah'ın vechi orasıdır (Baka­ra: 215) ayetini, “yüzünü Mesdd-i Haram tarafına çevir” (Bakara: 144) ayetinin neshetmesi gibi. (Fakat, bu­rada nesh olayını kabul etmek zordur. Çünkü, her taraf­ta Allah'ın vechinin bulunuşu, namazda Kıble tarafı­na dönmeğe aykırı değildir. Fakat ayetin namazda dö­nülecek yerle ilgili olarak ifade ettiği anlam ve ortaya koyduğu hükümde kuşkusuz Nesh vardır)

2. Lâfzı neshedilen, ama hükmü geçerli kalan ayet­ler. Hz. Ömer tarafından rivayet edilen recin ayeti bu­na delil gösterilmektedir.

3. Hem hükmü, hem de metni neshedilen ayetler: “Ademoğlu'nun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsü­nü de ister. Ademoğlu'nun iç boşluğunu topraktan baş­ka bir şey doldurmaz. Ancak tevbe edenin tevbesini Al­lah kabul eder” şeklinde bir ayet buna örnek gösteril­miştir.

Müfessirler ilk dönemde, mensuh ayetlerin sayısını 260'e çıkarıyorlardı. H. 322 yılında vefat etmiş bulunan Ebu Müslim el-İsfahanî, Kur'anda neshin olmadığını iddia etti. Fakat, Suphi es-salih'in de yerinde bir tesbitle belirttiği gibi, neshi kabul eden veya etmeyen müfessirlerin çoğu Kur'an ayetlerinin birbirlerini ve Sünnet'in ayetlerin hükümlerini genelleştirmesi, özelleştir­mesi, açıklaması (ta'mîm, tahsis, tafsil) ve kayıtlama­sı (takyit) gibi önemli noktaları karıştırmakla yanılgı­lara düşmüş olmalıdırlar.

Celâlettin es-Suyutî Kur'an'daki mensuh ayetlerin sayısını 20'ye indirdi; Şah Veliyyullah Dehlevî bu sayıyı 5'e, Türkiye'de Ömer Rıza Doğrul ise sıfıra indiriverdi. Ömer Rıza Doğrul. “Tanrı Buyruğu'nda Müslim'in bazı hadislerini mevzu, Süyutî'yi de pek zayıf ilân ettikten sonra, bütün hadis kitaplarını karıştırdığı halde, nesh hakkında tek bir rivayet bulamadığını belirtir ve Kur'an'da nesh olmadığını ileri sürer. “Sana okutturacağız da unutmayacaksın” ayetini kendine delil olarak alır ve hemen sonraki, “ancak Allah'ın dilediği dışından aye­tini görmez. [95] Gerçi, bir takım müfesirler Elmalılı Hamdi Yazır'ın da belirttiği gibi, buradaki istisnanın az­lık ifade ettiğini veya bütünüyle olumsuzluk ifade etti­ğini, yani, 'Peygamber'e okutulanın hiç bir şekilde unutturulmadığını' belirtirler. [96] Ama, gerek Nahl Suresi'ndeki, gerekse, Bakara Suresi'ndeki yukarıya aldığımız ayetler bir nesh gerçeğine işaret etmektedir. Nesh'i ka­bul etmeyenler ise, buradaki nesh'i, Kur'an'ın önceki şeriatları nesh ettiği şeklinde yorumlarlar.

Burada, bu görüşleri verdikten sonra, İmam Mu­hammed el-Bakır'ın şu sözünü aktarmayı gerekli görü­yoruz:

“Muhakkak insanlar bu Kur'an hakkında ilimleri olmadan konuşuyorlar. Allah şöyle diyor oysa: “O ki size kitabı indirdi; onda muhkem ayetler vardır., diğer­leri müteşabihtir..” Mensuhlar müteşabihlerdendir. Muh­kemler neshedenlerden. Allah azze ve celi Nuh'u kav­mine şu mesajla gönderdi:

“Allah'a ibadet edin, O'ndan korkun ve bana itaat edin.” Nuh kavmini 'Allah'a, birliğine, O'na ibadet etmeye ve hiç bir şekilde şirk koş­mamaya' çağırdı. Sonra Allah bu kural üzere Muham­med (S.A.V.)'e varıncaya değin peygamberleri gönderdi. Muhammed de insanları Allah'a ibadet etmeye ve O'na hiç bir şekilde şirk koşmamaya çağırdı ve Allah şöyle buyurdu:

“O size, Nuh'a tavsiye ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim, Musa ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi, dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye dinden bir şeriat kıldı. Kendilerini çağırdığın şey müşriklere ağır geldi. Allah Kendisi'ne dilediğini seçer ve yöneleni Kendisi'ne iletir.” (Şura: 13). Allah peygamberleri ka­vimlerine 'Allah'tan başka ilâh yoktur' şehadetiyle ve kendi katından gelenin kabul edilmesi için gönderdi. Kim, buna içten gelerek inandı ve bu inanç üzere öldüyse, Allah onu Cennet'e kor. Çünkü, Allah kullarına za­lim değildir; çünkü Allah, işleyene işlediğinden dolayı ateşi vacip kıldığı günahlara ve öldürmelere dalmadıkça bir kula azap edecek değildir. Ne zaman ki, her pey­gambere kavminden uyanlar uydu, o zaman Allah her peygamber için bir şeriat ve yol kıldı; Şeriat ve yol Allah'ın yolu ve sünnettir, Allah Muhammed (S.A.V.) 'e dedi:

“Muhakkak, Nuh'a ve ondan sonraki nebilere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.” (Nisa: 163). Ve, Al­lah her nebiye yola ve sünnete tutunmasını emretti ve Allah'ın Musa'ya emrettiği yol ve sünnette yedinci gün vardı ve Allah o günün haramlığını tanıyıp, bu günde çalışmayı helâl kılmayanı Cennet'e kor; kim de onun hakkını küçümseyip, Allah'ın işlemeği haram kıldığını işleyerek helâl ettiyse, onu da ateşe kor. Yedinci günde yiyip, avlanmayı helâl kılanlara Allah, Rahman'a şirk koşmadıkları ve Musa'nın getirdiğinde şüpheye düş­medikleri halde, gazap etti ve “Muhakkak sizden yedin­ci günde haddi aşanları bildiniz ve onlara 'aşağılık may­munlar olun' dedik” (Bakara: 65) buyurdu.,. Sonra Al­lah Muhammed (S.A.V.) 'i gönderdi ve o Mekke'de 10 yıl davette bulundu ve bu on yılda Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın rasûlü oldu­ğuna şehadet eden herkesi ikran ve tasdikinden dolayı Allah Cennet'e kor. Allah, bu şehadet üzere Muhammed'e tabî olanları, Rahman'a şirk koşmadıkça ceza­landırmaz. Allah Benû İsrail (İsra) Suresi'nde, “Rabbin ancak kendisine ibadet etmenize ve anne-babaya iyiliğe hükmetti... muhakkak O, kullarına karşı her şeyden haberdardır, görendir” buyurdu. Bu aradaki (23-30) ayetlerde öğüt, terbiye, hafif yasak vardır, va'd ve ce­zalandırma tehdidi yoktur, sakındırma söz konusudur: Sonra şöylededi:

“Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öl­dürmeyin. Sizi de onları da biz besliyoruz, onları öldürmek büyük hatadır” (31); Zinaya yaklaşmayınt çünkü o açık bir kötülüktür, ne kötü bir yoldur (32); Allah'ın ha­ram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin; kim zulmen öldürülürse velisine yetki veririz{3Z); Ergenlik çağına eriyinceye kadar en güzel olanın dışında yetimin malına yaklaşmayın; ahdi de yerine getirin, çünkü ahd sorum­luluk getirir(34); Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın; bu daha iyidir, sonu daha gü­zeldir(35); Hakkında ilim sahibi olmadığın bir şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve gönül hepsi ondan sorumludur(36); Yeryüzünde kabara kabara yürüme, çünkü ne yeri delebilirsin, ne de dağların boyuna erişe­bilirsin (37); Bunlar hepsi kötü olan, Rabbi'nin katında hoş görülmeyen şeylerdir; bunlar Rabbi'nin sana vahyettiği hikmettendir; Allah'tan başka bir diğer ilâh da­ha edinme, sonra, kınanmış, uzaklaştırılmış olarak Ce­hennem'e atılırsın (38-9).

Allah bütün bu ayetlerde hiç bir ceza veya mükâfat vadinde bulunmadı. Yalnız son ayette ve yine Mekke' de inip, azapla tehdit ettiği ayetlerde hep müşrik olan­lara seslendi, müşriklerin Cehennem'e gireceğini bildir­di. Vaktaki Allah Muhammed'e Mekke'den Medine'ye gitme izni verdi ve İslâm'ı beş şey üzerine kurdu: Al­lah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in O' nun kulu ve rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Allah'ın Evi'ne haccetmek ve Ra­mazan orucunu tutmak. Allah ayrıca ona hadleri, farz­ların kısımlarını indirdi, işleyenlere ateşi vacip kıldığı günahları bildirdi ve katil hakkında “Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalmak üzere ce­hennemdir; Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve ken­disi için büyük bir azap hazırlamıştım hükmünü indirdi” (Nisa: 93) Allah mü'mini lanetlemez, şöyle buyurur O:

“Allah kâfirlere lanet etti ve onlara Seîr'i hazırladı (Ahzab: 64). Yetim malını zulmen yiyenler hakkında, “Yetimlerin mallarım zulmen yiyenler, muhakkak karınla­rına ateş yerler ve Seir'e gireceklerdim (Nisa; 10) hükmünü indirdi.. Tartı hakkında, “Ölçüde tartıda hile ya­panların vay haline” (Mütaffifîn: 1) hükmünü indirdi; Allah yalnız kâfirler için 'vay haline' tehdidini kulla­nır, şöyle buyurur O:

 “Artık büyük bir günü görmekten ötürü vay kâfirlerin haline.” (Meryem: 37) Ahd hak­kında şunu indirdi: “Allah'a verdikleri ahdi ve yemin­lerini az bir pahaya satanlar var ya, onların Ahirette hiç bir payları yoktur; “Allah Kıyamet Günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Acı bir azap vardır onlar için.” (A. İmran: 77). Ahiret'te payı, nasibi olmayan insan neyle Cennet'e girsin. Allah Medine'de şu hükmü de indirdi: “Zi­na eden erkek zina eden kadın veya müşrik kadından başkasıyla evlenmez; zina eden kadın da zina eden er­kek veya müşrik erkekden başkasıyla evlenmez; bu müz­minlere haram kılınmıştır.” (Nur: 3). Allah zina edene mü'min adı vermedi ve Rasûlullah da şöyle buyurdu:

“İlim ehli bunda şüphe etmedi” “Zina eden zina etti­ğinde mü'min olarak zina etmez; çalan çaldığında mü'­min olarak çalmaz; bunu yaptığında iman üzerinden gömleğin çıktığı gibi çıkar.” Allah Medine'de yine şu hükmü indirdi: “Namuslu kadınlara iftira atıp da, dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık on­ların şahitliğini asla kabûl etmeyin. Onlar fasıkların ta kendileridir.”  (Nur: 4). Allah iftiracıyı imanla adlan­dırmaz; O şöyle buyurur:

“Mü'min kimse fasık kimse gibi midir, bir değillerdir onlar.” Ve, Allah fasığı müna­fık kıldı: “Muhakkak münafıklar, işte onlar fasıklardır.” (Tevbe: 67). Ve, Allah fasıkları İblisin adamların­dan saydı: “İblis hariç, o cindendi ve Rabbi'nin emrin­den fısk etti”; ve Allah onları lanetledi: “Namuslu, bir şeyden habersiz mü'min kadınlara zina iftirası atanlar dünyada da Ahiret'te de lanetlenmiştir; onlar için bü­yük bir azap vardır...” (Nur: 23).[97] (Yanlış anla­mamalar için bk. Küfr, Fısk, Nifak.)

İmam Muhammed el-Bakır'ın özetleyerek alıntıla­dığımız bu sözü gerek neshin, gerekse iman, islâm, fasık ve münafığın anlaşılması bakımından önemli bir ger­çeği ortaya koymaktadır. Bir kez, İslâm öncelikle Tevhid'e dayalı inanç sistemi üzerine oturur ve tüm pey­gamberler öncelikle bu inanç sistemini kabul.ettirmeğe çalışmışlardır. Bu inanç sistemini kabul etmiş bir ce­mâat oluştuğunda ise, Allah hükümleri, yani bir hü­kümet olmanın gerektirdiği ahkâmı indirmiştir. Bu, Hz. Musa'nın hayatında da çok belirgin olup, Tevrat Mısır' dan çıktıktan yıllarca sonra inmiş, ama, Hz. Musa dağ­dayken kavmi buzağıya tapınmaya başladığı için, Hz. Musa Tevrat'taki hükümleri uygulamayı, Tevhidi sap­mayı düzeltinceye kadar ertelemiş [98] ve bu sapmayı önledikten sonra, Tevrat'ın hükümlerine kuvvetle tu­tunma emrini almıştır. Aynı şey Muhammed ümmeti için de söz konusu olmuştur. Dikkat edilirse, İsra süre­sindeki ayetlerde herhangi bir tehdit veya azap söz ko­nusu edilmezken, aynı eylemler karşılığında Medine'de şiddetli azap tehdidinde bulunulmaktadır. İslâm'ı anla­mak için, hükümleri, neshi iyice anlamak için bu Mekke-Medine ayırımını çok iyi bilmek ve her zaman göz önünde bulundurmak gereklidir. Yoksa, İslâm'da her­hangi bir şey anlamak mümkün olmaz.

Sorunu  bu açıdan ele aldığımızda, Kur'an'da nesh hem vardır, hem hiç yoktur diyebiliriz. Kur'an 23 yıl­da inmiştir ve Kıyamet'e değin her müslümanın, her müslüman toplumun her çağda, her dönemde ve her yerde sorunlarına cevap verecek niteliktedir. Kur'an İs­lâm'ın hem yönetim dini olmadığı Mekki dönemi, hem de yönetim dini olduğu Medenî dönemi içermekte ve her iki dönem için de kurallarını sergilemektedir. Sözge­limi, inanmayan, imanın gerçeğini bilmeyen bir insa­na “içki içme, kumar oynama, çalma” demek abes olur. İslâm'ın Tevhidi düzlemde hakim olmadığı, İslâm'ın ya­sakladığı bir siyasal ve ekonomik düzenin egemen ol­duğu yerde de, Şeriat'ın haddlerini uygulamaya kalk­mak, hırsızlık yapanların elini kesmek, zina edenleri öldürmek İslâm adına en büyük zulmü işlemektir. O hal­de nesh konusu oldukça önemlidir ve çok iyi kavran­mak durumundadır.

Kur'an'da nesh olmadığını, hattâ Sünnet'in Kur'an'ı nesh edemeyeceğini iddia edenler, Hz. Ömer'in ayetle sabit olan zekâtın müellefe-i kulûb’a. da verilme hükmü­nü ortadan kaldırdığını nasıl kabul ederler. [99] Oy­sa, müellefe-i kulûb konusunda Hz. Ömer'in tavrı açık­tır. O, Hz. Peygamber (S.A.V.) zamanında müellefe-i Ku­lûb (kalpleri İslâm'a ısındırılacak kişiler) payından ze­kât alan iki kişiye müslümanların güçlendiğini ileri sü­rerek zekât vermemiştir. Hz. Ömer'in bu tavrı hiçbir zaman müellefe-i kulûbu ortadan kaldırmaz; nesh ola­yını ortaya kor. Şu anda, acaba müslümanlar Hz. Peygamber'den sonraki dönemi mi yaşıyorlar, yeryüzünün en güçlü bir yönetimini mi kurmuş durumdalar da, mü­ellefe-i kulûb ebediyyen ortadan kalkmış olsun. Neden Allah Mekke'de herhangi bir ceza tehdidinde bulunmu­yor da, Medine'de aynı eylemleri işleyenleri kâfir, mü­nafık ve fasık sayıyor? Bu özellikler iyice kavranrnadıkça, nesh olayı gerçek yönüyle yerli yerine oturtulmadıkça, İslâm'ın kavranması da zor olacaktır.

İslâm, eskilerin deyimiyle 'efradını camî, ağyarını manî' olarak bir daire çizer. Bu dairenin çevresi 'Allah'ın haddleridir.' Bu haddlerin içinde kalındıkça, yani çem­berin dışına çıkılmadıkça, biraz daha ihtiyatlı davranarak çembere yaklaşılmadıkça dairenin içinde müslü­manların yaşadıkları duruma ve şartlara göre, İslâm'ı çevreleyen şartlara göre nesh olayı sürekli cereyan et­mek durumundadır. Bunun için de, Allah tarafından seçilmiş masum insanlar olmadığı zamanda adil, müttakî ve zamanın şartlarını iyi bilen müctehidlere ihti­yaç vardır. Bu söylediklerimizden, modernist bir tavır içinde olduğumuz sanılmasın. İslâm'dan en ufak bir taviz verilemez ve İslâm zamana uydurulamaz, aksine zamana hükmeder. Fakat, fıkh konusunda da anlata­cağımız gibi, İslâm önce Tevhidi bir inanç sistemine da­yalı bir toplumun oluşmasını, ondan sonra da hükümle­rinin uygulanmasını ister. Hükümler de, uygulanacağı şartlar ortaya çıkınca uygulanır; zaten nesh olayı Tevhid'de, inanç sisteminde değil, hükümlerde meydana gelir. Bu gerçeği de kavrayamayanlar, İslâm'ın bütün önceki dinleri neshettiğini öne sürerler. Oysa, İslâm, Hz. Adem'den bu yana insanların çağrıldığı tek ger­çek dindir; İbrahim de bu dinle gelmiştir, Musa da, İsa da; Kur'an'ın Mekkede indirdiği ayetler ve İsra Suresi'nde geçen ve İmam Muhammed el-Bakır'ın andığı ayetler önceki peygamberler tarafından da tebliğ edil­miştir. Bunlar, Allah'ın dini'nin, yani İslâm'ın teme­lini oluştururlar. İşte, bu temele dayalı bir yönetim oluş­tuğunda, Medine kurulduğunda 'ahkâm' inmeğe baş­lar ve bu yönüyle İslâm önceki peygamberlerin getirdiği ahkâmın bazısını neshetmiştir. Bu ahkâm da, tenzil ola­yının içeriğinde de var olduğu gibi, belli bir tedricîlik gözeterek gelmiştir. Basit bir örnek olarak, zina eden kadınların Alah'ın haklarında bir yol açmasına değin, evlerde hapsedilmesi emredilmiş, sonra, bunlara  100 değnek vurulması hükmü indirilerek, haklarındaki yol açılmıştır. Evli olduğu halde zina eden kadın ve erkek­leri ise Hz. Peygamber recmetmiştir ki, bu bir nesh değil, bir tafsildir ve Sünnet'in elbette bu yetkisi vardır ve hiç bir zaman burada Kur'an'a aykırılık söz konusu değildir. Çünkü, Kur'an'ın evde hapsedilmesini emret­tikleri zina eden ve zina ettiği dört şahitle tesbit olunan kadınlardır; Kur'an burada erkekleri söz konusu etme­mekte ve kadınların evli mi, bekâr mı, hürr mü, cariye 'mi olduğunu da açıklığa kavuşturmamaktadır. (Nisa: 15). Bundan sonra inen Nur Suresi'nde ise 'zina eden erkek ve kadınlara yüz değnek vurulması' emredilmektedir; ama, yine erkek ve kadının bekâr mı, evli mi, köle veya cariye mi, hürr mü olduğu açıklanmamaktadır. İş­te, bu ayırımı Sünnet yapmış, hür ve bekâr olanlara yüz değnek vurma, hür ve evli olanları da recmetme hük­münü getirmiştir. Cariye ve kölelerin cezası daha bir ayrıdır. Bu olayda, Hz. Peygamber'in dönemi ile ilgili olarak bir nesh vardır; fakat bu nesh peygamber'in dö­nemindeki İslâm'ın gerçek uygulanma şartları sürdük­çe elbette bakîdir; ama İslâm yurdunun irtidad-şirk-harp yurduna dönüştüğü durumlarda da geçerli olabilir mi? İşte bu önemli bir konudur. Hüküm olarak geçerli­liğini kıyamet'e değin korumakla birlikte, uygulanma gereği olarak şartların değiştiğinde de koruması, Kur'an'ın bütünüyle muhkem olmasına da ters düşmeyecek mi? Çünkü bu durumda Kur'an'ın bazı ayetlerini Kıya­met'e değin hükümsüz saymak gerekecektir. Konuya bir de şu açıdan bakalım.

Şu üç ayete bakalım: “Size gece ve gündüzü iki ayet yaptık. Gecenin ayetini sildik, gündüzün ayetini aydınlatıcı kıldık..” (İsra: 12). “Allah batılı siler, hak­kı kelimeleriyle yerine getirir.” (Şura: 24). “Allah si­ler dilediğini ve dilediğini yerinde tutar; Kitab'ın Ana­sı O'nun yanındadır.” (Ra'd: 39).

Birinci ayette, gece ve gündüzün ayeti aydınlık ve karanlık olabileceği gibi, İ. Abbas'ın yorumu üzerine, biri ay, biri güneş de olabilir. Buradan, ayın bir zaman­lar güneş gibi olduğu fikri doğmuştur. Aynı şekilde, bîr zamanlar gece ve gündüzün olmayıp, yalnızca geceden, veya gündüzden birinin olduğu da anlaşılabilir. Ama, sonradan bu iki ayetten biri silinmiş, karartılmış, diğe­ri ışıklı yapılmıştır ki, “Rabbimiz'den bir lûtf arayalım ve yuların sayısıyla hesabı bilelim diye.” İkinci ayette batılın silindiği, hakkın yerine getirildiği belirtilmekte­dir; bu ayetle birinci ayetin bir bakıma bağlantısı da vardır; gece batılı, gündüz hakkı temsil edebilir. Tarih­te zaman zaman batıl hakim olduysa da, her defasında Allah onu silmiş ve yerine hakkı getirmiştir. Demek ki, bu bir defaya özgü değil, aynen gece gündüz gibidir ve; “o günler ki, biz onu insanlar arasında döndürür duyururuz” ayetinde de ifade olunduğu üzere bir devr-i da­im göstermektedir. Üçüncü ayette, gerek gece gibi, gerek batıl gibi, gerekse daha başka şeyler gibi, Allah'ın dile­diğini sildiği, ortadan kaldırdığı, dilediğini de yerinde tuttuğu, ama, insanlarda olduğu gibi deneme-yanılma yoluyla değil de, bunların hepsini ezelî bilgisinde sak­ladığı ve bu bilginin kelime olması gerekince ortaya çık­tığı anlaşılmaktadır. “Sadakanın ömrü uzattığını” ifa­de eden hadis bu çerçevede değerlendirilmelidir.

İşte, nesh olayı aynen yukarıya aldığımız üç ayet­te açıklandığı şekildedir. Bu, Allah'ın koymuş olduğu bir kanundur ve hem kâinatta, hem de insan hayatın­da ve dolayısıyle İslâm'da cereyan etmektedir.

Nesh'i bütünüyle reddetmek kadar, Kur'an'da mensuh ayetler, hükümler bulunduğunu kabul etmek de İs­lâm'ı belli bir zamana ve yere mahkûm etmek anlamına geleceği gibi, İslâm'ın dinamizmini de kavramamak anlamına gelir. Aslında, nesh konusu Kur'an'da olduk­ça açıktır. Yukarıda yaptığımız açıklamaları güçlendiren şu noktalar da, nesh konusunu açıklıkla ortaya koyucu niteliktedir.

Cihad, İslâm'ı yaşayıp, yaşatma mücadelesine veri­len addır. Cihad, gerektiğinde salt sözle olur, gerektiğin­de kalple olur gerektiğinde elle olur. Elle, kılıçla yapı­lan Cihad'ın adı 'kıtâl'dir. Kur'an, Medine'de 'kıtâl'e izin vermiş, belirli durumlarda bu izni 'farz' hale getir­miştir. Ama, bu ayetler, bir yandan, Mekkede 'kıtâl'in yasak oluş hükmünü 'nesh’ ettiği gibi, bir yandan da, sözlü Cihad'ın gerektirdiği durumlarda, yeni bir Mek­ke'de veya 'kıtâl'in gerekmediği durumlarda sözlü Cihad'ı şart koşar ve 'kıtâl'in yasak olduğunu ortaya kor. Zamanı gelir, 'kıtal' gerekir; öyle bir zaman da gelir ki, 'kıtal' zulüm olur. Aynı şekilde, Kur'an, “kâfirler üze­rinde ezici bir üstünlük sağlayıncaya kadar, özel olaraksâ, savaşta onları iyice perişan edinceye kadar esir al­mayı yasaklar (bk. Enfal: 67). Ama, kâfirler karşısın­da ezici üstünlük sağlandığında bu yasak kalkar ve esir alma izni doğar. Bütün bunlar, İslâm'ın hüküm­lerinin her zaman ve şartlardaki uygulanabilirliğini ve dinaminizmini ortaya koymaktadır. Nesh gerçeğinin iyi kavranmaması, islâm'ı en açık ve bilinmesi en gerekli yanlarından birinden yoksun bırakmak olacaktır.

Burada Nasih-Mensuh’u açıklamamız İslâm'ın dina­mizmi açısından olmuştur. Bunun yanısıra, İslâm ahkâ­mının uygulanma aşamasına gelindiğinde, sözgelimi iç­ki yeniden aşamalı olarak haram kılınacak, zina eden­lere bir süre celde cezası, sonra recm uygulanacak diye bir şey olmaz. Ahkâmdaki neshte son hüküm artık bakî olan hükümdür. Fakat, bu hükümlerin uygulanma­sı için sözünü ettiğimiz tedricî bir yoldan ve oluşum safhalarından geçilecektir. [100]


[92] Müfredat, 490.

[93] S. Yıldırım, a.g.e. s:  102.

[94] Hak Dini Kur'an Dili, I, 462.

[95] Tanrı Buyruğu, s. LXXXVIII.

[96] Hak Dini Kur'an Dili, VIII:  5760.

[97] Üsul-i Kâfi, III;  HN:   1510.

[98] Hak Dini Kur'an Dili,  IV:  2287.

[99] İmam-ı Şafiî gibi bir mezhep imamı, ayeti sünnetin bi­le neshini kabul etmezken. Peygamber olmayan bir zata ne kadar yüce bir zat da olsa ayetin hükmünü neshettirmek kar­şısında şaşmamak elden gelmiyor.

[100] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 90-102.