Konu Başlığı: Mucize Talebine Cevap Verilmeyiş Nedenleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Mayıs 2011, 23:33:38 Mucize Talebine Cevap Verilmeyiş Nedenleri Rasulullah (s) döneminde inkarcılar birkaç konuda yoğunlaştırdıkları mucize taleplerine bir karşılık bulamamışlardı. Kur’an’ın bir kısım âyetleri de bunun nedenlerine ağırlık vermektedir. İstedikleri mucize gönderilmiş olsaydı, inanmayacaklar ve onlara kökten yok etme azabı gelecekti. Ancak bu ümmet üzerine bu türden azap gelmeyecekti. Allah onlardan ve çocuklarından iman edecekler olduğunu bildiği için onların muhteşem bir mucize istemelerine itibar etmedi. Taklit ettikleri kimseler, mucizeyi görünce iman etmediler ki bunlarla iman etsinler: [1323] “Bizi âyetler göndermekten alıkoyan şey evvelkilerin onları yalanlamış olmasıdır. Semud'a açık bir mucize olarak dişi deveyi verdik fakat onlar ona zulmettiler. Oysa biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.” [1324] Yani, “Bizi kavminin senden istediği mucizeleri göndermekten alıkoyan önceki ümmetlerin o mucizeleri yalanlamış olmalarıdır. İstedikleri mucizeleri kavmine gösterirsek, sonra da bu mucizeleri yalanlarlarsa önceki milletleri çabucak azaplandırdığımız gibi kavmine de azap ederiz.” [1325] Mucizelerin korkutmak için gelmesi demek, bir peygamber mucize gösterdiğinde üzerine düşünmeyen ve o peygamberin doğru söylediğine dair bir çıkarsamada bulunmayanların şiddetli bir azabı hak ettikleri bilgisinin de mucizeyle birlikte gönderilmesidir. [1326] Ola ki, mucizelerin korkutma amacıyla gelişi nedeniyle, sapıklıklarını ve şaşkınlıklarını terk edip doğru yola gelirler. [1327] Kureyş'in istediği mucize Safa'nın altına çevrilmesi ve ölülerin diriltilmesi türündendi. Toplumlar hakkındaki ilahî yasa şudur: Hangisi mucize isterse, istekleri kabul edilir. İnanmazlarsa yok etme azabı onlara çabucak ulaşır. Fakat mucize öncekilerin yalanlaması nedeniyle Hz. Muhammed'in toplumuna gönderilmiyor. Gönderilse, öncekiler gibi yalanlayacaklar ve “O apaçık bir sihirdir.” diyecekler. O durumda da kökten yok etme azabı başlarına gelecek. [1328] “Âyetleri sadece korkutmak için göndeririz.” ifadesindeki âyetten kasıt, mucizeler ise mucizeler azabın inişinin habercisi olur. Ona inanmazlarsa azap başlarına gelir. Kuran âyetleri kastediliyorsa, “Kur'an'daki âyetleri ahiret azabıyla korkutmak ve uyarmak için gönderiyoruz.” anlamına gelir. [1329] Allah'ın âyetleri gönderip de Hz. Muhammed'in toplumunun isteğine karşılık vermesi kolaydır. Ancak daha önce de bazı şeyler istedikten sonra yalanlayanlar olmuştur. Onlar ve benzerleri hakkındaki ilahî sünnet, istedikleri şey indikten sonra, yine yalanlarlarsa başlarma gelecek azap bir daha ertelenmez.' şeklindedir. [1330] Apaçık mucizeleri reddeden Semud gibi toplumların tamamen helak edildiğini tarihte görmek mümkündür. Yani mucizeler iş olsun diye gösterilmez. Bunlar insanları Peygamber'in Allah'tan yardım gördüğü ve isyanları sonucunda karşılaşacakları azabın farkına varmaları konusunda uyarmak için gösterilir. [1331] Önceki nesiller, ayetlere ve “Hayır ile şerri bildiren” kimselere karşı aşağılayıcı ve isyankâr bir tavır alıyorlardı. [1332] Allah karşı konulamaz mucizelerini göndermiş ancak insanoğlu inkarcılığında ısrar edip önceki ümmetlere uygulanan ilahî yasa gereği yok etme azabını hak etmiştir. [1333] Bir nesilden sonra diğer bir nesle ilahî âyetlerin mütemadiyen gönderilmesine engel olabilecek neden, birinci neslin bunu reddetmesidir. Bununla beraber ilahî âyetler, daha sonraki nesillere gönderilmiştir. “Âyetlerin korkutmak için gönderilmesi” ise âyetlerin gönderilmeye devam edildiğini gösterir. [1334] Kur'an-ı Kerim daha da ileri giderek bize çok önemli bir psikoloji yasasını açıklıyor. İman, aklî kanaat ve psikolojik huzur; hiçbir zaman mucize, harikulade olaylar gibi durumlardan kaynaklanmaz. Mucizeler, korkutma amacıyla kullanılırlar. Korkutma neticesinde ise, acıdan ve azaptan korunmak için kör bir teslimiyet oluşur. Ama ikna olma ve akla yatma asla söz konusu olamaz. İnanmayanlar, inatlarından Rasulullah (s)'a indirilen âyetleri hesaba katmayıp Musa ve İsa'ya verilen türden yılana dönüşen asâ, ölülerin diriltilmesi gibi âyetler istediler. Onlar, ona indirilen âyetleri inkâr ediyor ve karşı çıkıyorlardı: [1335] “Kâfirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya! (Halbuki) sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir rehberi vardır.” [1336] Yani onun gerçekten kendisine Allah tarafından vahyedilen bir peygamber olduğunu kanıtlayan bir işaret, bir delil istiyorlardı. [1337] Onun yaptığı sadece, şirkleri nedeniyle üzerlerine hak olan Allah'ın azabıyla uyarıp korkutmaktı. [1338] Âyette, inkarcıların öncelikle ahireti sonra da kökten yok etme azabına dair yaptığı uyarıların doğruluğunu kabul etmeyişleri ardından da ondan mucize ve apaçık delili isteyerek onun peygamberliğine karşı çıkmaları anlatılıyor. [1339] Meydan okuyuşlarının nedeni, Kur'an'ın mucize oluşunu inkârlarıydı. Allah'ın istedikleri türden mucize göndermeyişinin nedeni, istedikleri türden bir mucizenin bile o “Hakkı inkâra eğilimli” olanları ikna edemeyeceği gerçeğiydi. [1340] İstedikleri mucizelerin gelişinin ardından Allah'ın, onların inatlarını sürdüreceklerini ve o mucizeleri görmenin onlara bir faydası olmayacağını bilmesindendi. Mucize gelmesi durumunda inkârları nedeniyle, kökten yok etme azabı onlara ulaşırdı. [1341] Mekke'deki inkarcılar, Kur'an-ı Kerim'in önceki rasullerin getirdiği olağanüstülükler gibi olmayıp sıradan bir kitap olduğunu zannederek mucize, istediler. İlahî yasa, mucizeleri talep edenlerin inanmamaları halinde günahları nedeniyle yok edilmelerini gerektirir. Fakat Allah onları yok etmeyi dilememişti. [1342] Önceki peygamberler gibi Rasulullah (s) da âyetler getirmişti ancak yine onlar gibi salt boş merakları tatmin etmeyi reddetmişti. [1343] Bizzat Hz. Peygamber'in uyarması,öğüt vermesi ve Kur'an-ı Kerim'i getirmesi ve getirdiği yol gösterici Kitab'ın Allah'tan evrensel bir rehber oluşu da mucizeydi. [1344] Niyetleri çirkin olan, hak ve hakikate meyilleri olmayanlar ne kadar açık delil ve mucize görseler de iman etmeyeceklerdir. Eğer herhangi bir âyetin olması gerekiyorsa ortada onlara okunan ve onların istediklerine tamamen yeterli olan Kur'an-ı Kerim vardır. İslâm, kâfirlerin mucize isteklerini yerine getirmek için olağanüstü olaylar üzerine bina edilmeyip, akla ve kalbe hitap etmek, kainatta var olan eşsizlik, nizam ve büyüklüğe dikkat çekmek, bu davetin içinde yer alan, hak, hayır, iyilik, iyiliği emredip kötülükten alıkoyma, güzel şeylerin helal kılınıp açık ve gizli günahların haram kılınışı, dayanışma ve yardımlaşmaya teşvik, istila ve yağmanın ise yasaklanması, insanların hak ve sorumluluklar karşısında eşit ve birbirine destek olmaları gibi prensipler üzerine kurulmuştur. [1345] Hz. Muhammed'den Hz. Musa gibi [1346] yerden su fışkırtmasını istediler. Aksi takdirde ona inanmayacaklardı. [1347] Kur'an'ın icazı ortaya çıktıktan ve o mucizeleri ve apaçık delilleri ihtiva ettikten sonra yine de onlara bir hüccet gerekti ve mucize talebinde bulundular. [1348] Bu istekleriyle inatçı ve ısrarcı bir tavır sergilemiş oluyorlardı. Halbuki Allah'ın peygamberi muttali kıldığının ötesinde onun mucize getirmeye gücü yetmez. Mucize peygambere değil Allah'a atfedilmelidir. [1349] Müşrikler, “Muhammed'e kendisinin söylediklerinin gerçek olduğunu bilmemiz için bir mucize indirilmeli değil miydi?” diyorlardı: “(Allah'a ortak koşanlar) Rabbinden Muhammed'e bir âyet (mucize) indirilse ne olur, derler. Onlara de ki: Gaybı bilmek Allah'a mahsustur. Bekleyin, doğrusu ben de sizinle birlikte beklemekteyim.” [1350] Âyet hem Allah'ın huzuruna çıkarılacaklarına inanası gelmeyen tanrıtanımaz ya da bilinemezci (agnostik), hem de Allah'a inanmamakla birlikte “O'na ortak yakıştıran”, birilerini onun yanında şefaatçi ya da aracı olarak benimseyen inkarcıları kastetmektedir. [1351] Mucize indirilmesi ancak Allah'ın bileceği yani O'na bağlı bir meseleydi, inkarcıların, bâtıl yolda bulunanları çabucak azaplandırması için Allah'ın hükmünü beklemeleri gerekiyordu. Peygamber de onlarla birlikte beklemedeydi. [1352] Görünen şu ki, kâfirler, kendilerini tatmin etmek, peygamberi aciz bırakmak ve Rasulullah (s) karşısında düştükleri yeniklikten kurtulmak için çıkış yolunu bu tür mucizeleri istemekte buluyorlardı. [1353] Hz. Muhammed'den, kendisinin Allah'ın mesajını taşıyan biri olduğunu kanıtlayan mucizevî bir burhan [1354] istediler. Aslında mucize olarak Kur'an gelmişti ama onlar, “Getirdiğin Kur'an, kelimelerden oluşan bir kitap. Kitap mucize olamaz. Musa ve İsa'nın kitaplarının mucize olmadığını bilmiyor musun? Aksine onların peygamberliğini gösteren kitabın dışında mucizeleri vardı.” diyorlardı. Halbuki o, bu sözleri sarf edenlerin arasında yetişmişti ve onun bir kitap okumadığını bir üstadının da olmadığını biliyorlardı. Kırk yıl aralarında yaşadı. Bir düşünce tarzı ya da öğrenim ile meşgul olmadı. Ardından ona bir anda bu yüce Kur'an geldi. Böyle bir kitabın böyle bir kimseden ortaya çıkmasının öğrenme ile bir ilişkisi kurulamaz. Sadece vahiy ile gelir. Bu gerçek, Kur'an'ın muhteşem ve açık bir mucize oluşuna dair apaçık bir delildi. Artık Kur'an'ın dışında bir mucize talebi, onun peygamberliğinin ispatı için gerekliliği olmayan bir istekti. [1355] Mucize istediler ancak Rasulullah (s)'a daha önceki nebilere verilmemiş olan büyük ve sayıca çok âyetler geldiğinde onlara hiç önem vermediler. Halbuki Kur'an mucize olarak tek başına yeterliydi. Onların tek bir mucize inmesi şeklindeki talepleri inatlarındaki aşırılığı ile isyan ve sapıklığa olan düşkünlüklerindeki ısrarı göstermektedir. [1356] Bu inatçı kâfirler, Nuh'a, Şuayb'a, Hud'a verilenlerden ya da Semud toplumuna verilen mucize deve türünden veya Safa tepesinin kendileri için altına çevrilmesi ya da Mekke dağlarının kendilerinden uzaklaştırılıp yerlerine bahçeler ve nehirler konulması cinsinden Allah'ın kadir olduğu mucizeleri Hz. Peygamber'den istemişlerdi. [1357] Müşriklerin istediği mucize, bir bakıma azap mûcizesiydi. [1358] Allah da onları şüpheleri içinde öylece bıraktı. Mucize taleplerine dair sorular cevap vermeye değmeyen sorulardı. İstedikleri cevap verilse, onların günah ve fesatlarının çokluğundan inat ve azgınlıklarına devam etmelerine engel olmayacaktı. [1359] Zaten mucize talebi samimiyetten uzaktır. Tüm tabiat ve vahiy onlara karşı konulamaz mucizeler sunar. İstedikleri elle tutulabilir bir kitabın yaprakları şeklinde önlerine açılmış gaybi bir kitaptı. [1360] Görünen şu ki, kâfirler, kendilerini tatmin etmek, peygamberi aciz bırakmak ve Rasulullah (s) karşısında düştükleri yenilgiden kurtulmak için çıkış yolunu bu tür mucizeleri istemekte buluyorlardı. [1361] İnkarcılara göre, o rasulse, Allah katından mucize türü ne istedilerse duraklamadan getirmesi gerekirdi. [1362] Oysa ki, Allah'ın zamanını belirlemesi ve kullarının yararına olacağına hükmetmesi hariç, peygamberin inkarcıların mucize isteklerine cevap vermesi mümkün değildi: “Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme imkânı yoktur. Her müddetin (yazıldığı) bir kitap vardır.” [1363] İbret almak isteyene imkânlar sunan âyetler gelmişti. Talep edilen mucizeler Allah'ın bildiği zamanlar bir hikmete binaen gelir. Fakat tüm zamanlar için insanların hayrına olan hükümleri içeren âyetleri göndermişti. [1364] Dağları yürütmek, bir bölgeyi bir yerden başka bir yere nakletmek ve ölüleri diriltmek gibi mucizeleri Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber gösteremez, [1365] uygun gördü ya da insanlar talep etti diye istediği gibi mucize getiremezdi. [1366] Allah'ın dilemesi aslında, bir kabilenin, milletin ya da bir çağın ya da ülkenin çıkarına göre şekillenmeyen çok hikmetli evrensel bir plandır. Tarihte ve günümüzde en büyük mucize Kur'an'dır. Ortak tabiat bilgimizin ve Allah'ın yaratmasına dair ilmimizin daha da artmasına rağmen, bugün onun güzelliğini ve büyüklüğünü ancak Hz. Muhammed'in dönemindekiler kadar anlayabiliyoruz. [1367] Allah, önceki ümmetlerin bir kısmının haberlerini Rasulullah (s)'a anlatmış, bir kısmının haberlerini anlatmamıştı. Ondan önce de gönderdiği peygamberlerden hiçbiri kendi toplumuna, O'nun izni olmaksızın ayırıcı bir âyet getirememişti. Allah'ın emri geldiği zaman, adaletle hükmeder. Allah, peygamberlerini ve onlarla birlikte iman etmiş olanları kurtarır. Allah'a karşı iftira ederek amellerini iptal edenler de işte o zaman mahvolurlar: [1368] “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir mucizeyi kendiliğinden getiremez. Allah'ın emri gelince de hak uygulanır ve o zaman bâtılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır.” [1369] Peygamberlerden hiçbirinin Allah'ın izni olmadan mucize gösterememesi aslında peygamberlerin doğruluğunu gösterir. [1370] Hakikati inkâr edenleri genelde mucize olarak bilinen araçlar yoluyla ikna etmek, Allah'ın istediği şey değildir. [1371] Allah'ın âyetleri her yerde vardır ve idrak etmeye çalışan gözlerce her zaman görülebilir. Ama Allah'ın emriyle mucize gelirse, mucize talep edenlerin inkârı durumunda onlar hakkında hüküm de verilmiş, kalma süreleri bitmiş, adalet rahmetin yerini almış ve şerrin dönemi kapanmış demektir. [1372] Müşrikler, Hz. Muhammed, Allah katından harikulade bir alamet ve mucize getirmediği zaman, “Bu mucizeyi de kendin uydursaydın ya!” diyorlardı. O ancak Allah'ın kuluydu. Rabbinin, Hz. Peygamber'e vahyettiklerine tâbiydi. Bu Kur'an, Rableri katından onlara gelen hüccet ve bir açıklamaydı. Tasdik edip gereğince amel eden müminleri doğru yola ileten bir hidayet rehberi ve Allah'ın kulları için bir rahmetti. Bu Kitap'la Allah onları helak ve sapıklıktan kurtarmıştı: [1373] “Onlara bir mucize getirmediğin zaman, (ötekiler gibi) onu da derleyip getirseydin ya, derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu (Kur'an), Rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır); inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir.” [1374] Yani inkarcılar, “İrticalen, hazırlanmadan kendin yapsaydın ya! [1375] Doğru söylüyorsan, Allah duanı kabul edecek ve mucize talebine cevap verecektir.” diyorlardı. Hz. Peygamber onlara, “Rabbime bir şey emretmem mümkün değildir. Sadece vahiy göndermesini beklerim” dedi. [1376] Onlar inatlarından belli âyetler, özel mucizeler istiyorlardı. [1377] İstenilen bu mucizelerin gönderilmeyişi amacı etkilemiyordu. Çünkü Kur'an, Rasulullah (s)'ın davetiyle uyum içinde ve çarpıcı bir dille gelmişti. Bu tek mucize ortaya çıktığında onun peygamberliğini doğrulamakta yeterli oldu. Fazlasını istemek inatçılıktan kaynaklanmaktaydı. [1378] Âyet, en geniş anlamıyla, peygamberliğin tek makul ispatım mesajın kendisinde değil, peygamberin sergileyebileceği mucizelerde arayan dar kafalılığı, ilkel düşünce tarzını işaretlemektedir. [1379] Müşriklere Muhammed'in dininin gerçekliğini gösteren Allah katından bir hüccet gelince, “Peygamberlere verilen mucizenin aynısı bize de verilmedikçe inanmayız.” dediler. Allah kimin peygamber olmaya layık olduğunu daha iyi bilir ve onu peygamber kılar: [1380] “Böylece biz, her kasabada, oralarda bozgunculuk yapmaları için, günahkârlarını liderler yaptık. Onlar yalnız kendilerini aldatırlar, ama farkında olmazlar. Onlara bir âyet geldiğinde, 'Allah'ın elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız.' dediler. Allah, peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azap erişecektir.” [1381] Muhammed (s)'ın peygamberliğine dair ne zaman muhteşem bir mucize ortaya çıksa, inanmayacaklarını söylemeleri, hasetlerinin vardığı noktayı gösteriyordu. Onlar bu tavırlarıyla inkârda ısrarlı olduklarını yoksa hüccet ve delillerin peşinde olmadıklarını gösterdiler. Peygambere verilenin aynısını istemeleri, o topluluğun Hz. Muhammed'e verilen peygamberlik gibi kendilerinin de rasul olmasını, tâbi olan değil olunan, hizmet eden değil edilen kimseler olmak istediklerine işaret eder. [1382] Eğer peygamberlik bilincin bir çağrısı olarak ortaya çıksaydı, böyle bir bilince sahip olduğundan herkes peygamber olabilirdi. Ancak Allah bu görevi kendi belirlediği kimselere has kılmıştır. [1383] Müşrikler, Allah'ın haram kıldığı şeyleri, süslü sözler kullanarak güzel göstermeye çalışıyor ve bu sayede müminleri O'nun yolundan alıkoymak için mücadele ediyorlardı. Onlar, peygamberin tevhid ve doğru yol konusunda getirdiği şeyin doğruluğunu gösteren Kur'anî bir âyet geldiğinde, Allah'ın onu desteklediğini gösteren Musa'nın denizi yarması ya da İsa'nın ölüleri diriltmesi gibi kevnî bir mucize istediler. [1384] Halbuki mucizeler peygamberlere verilir, putları Rablerine denk tutanlara değil. Yani Allah, onların arzularına göre hareket etmek durumunda değildir. Hz. Muhammed, Allah katından bir risaletle kendilerine geldiğinde: “Musa'ya verilen (mucizeler) gibi ona da verilmeli değil miydi? dediler. Peki, daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi?” [1385] Yani, “Musa'ya verildiği gibi Muhammed'e bir kitap verilmesi gerekmez miydi?” Sanki Yahudiler Hz. Peygamber'den önce Musa'ya verilen kitabı inkâr etmemişler miydi? [1386] Mucize istekleri inatlarındandı. [1387] Hak, mucize olan kitap ve diğer mucizelerle desteklenmiş ve onların mazeretleri kalmamış, delil bulma yolları kapanmıştı. Azgınlıkları üzerine kurulu teklifleriyle geldiler. “Onunla beraber Musa'ya verildiği gibi asanın yılana dönüşmesi ve denizin yarılması, bir hazine ya da melek ya da bu çeşit bir şey gelseydi.” türünden şeyler söylediler. [1388] Mekke'den kâfir olanlar, önceki peygamberlere verildiği gibi Muhammed'e de göğün üzerlerine düşmesi, Safa Tepesi'nin altına dönüşmesi gibi mucizeler verilmesini istedi. Allah, rasulünden doğru yolu bulmanın ya da sapıtmanın tümünün Allah'ın elinde olduğunu ve her ikisinde de mucizelerin bir dahlinin olmadığını açıklamasını istiyordu: “Kâfir olanlar diyorlar ki: Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi? De ki: Kuşkusuz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de hidayete erdirir.” [1389] Yani, “İnkârınızda ne kadar da inatçısınız! Ne kadar da kararlısınız! [1390] Halbuki istediğiniz âyet ya da mucize harici değil, zihninizde, kalbinizde ya da ruhunuzda olan dahili bir şeydir ve iç manevî tecrübenize bağlıdır. Allah'a yönelirseniz bu tecrübeyi yaşarsınız. Aksini yaparsanız O sizi zorlamayacaktır. [1391] Allah doğru yolu bulmanızı dilememiş ise mucizelerin inişinin size bir faydası yoktur. Ancak O'na boyun eğmenizin ve O'ndan hidayet istemenizin bir yararı söz konusudur.” [1392] Saptırma ve doğru yola iletme Allah'ın elindedir. Allah'tan mucize değil hidayet talep etmeleri gerekirdi. [1393] Allah dilediğini inkârlarının cezası olarak rahmetinden ve mükafatından uzaklaştırır. [1394] İnkarcıların sözleri gerçekten şaşırtıcıydı. Rasulullah (s)'a verilen Kur'an tek başına mucize olarak yeterdi. Ama onlar o âyeti inkâr etmekte, hesaba katmamakta ve sanki ona bir mucize inmemiş gibi davranmaktaydılar. Söz konusu kimselerin Allah'ın varlığını ve kendilerinin O'nun yol gösterici rahmetine olan ihtiyaçlarını idrak etmelerine yarayan derunî ve fıtrî yeteneklerini, bu dünyanın geçici nazlarına kendilerini kaptırmış olmalarından ötürü tepmiş olmaları, Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen mesajdaki ilahî tadı almalarını imkânsız hale getiriyordu. Bu yüzden böyleleri, gözle görülebilir haricî bir mucize ile desteklenmedikçe hakkı kabule yanaşmıyorlardı. [1395] Allah, pişman olarak O'na dönen kimseye yardım eder ama doğru yoldan uzaklaşmak için, O'nu hatırlamak ve O'na hamd etmekten kaynaklanan merhametine ve verdiği huzura kasten gözlerini ve kalbini kapayan kimseleri ise terk eder. Her türlü âyet inse de onların iman etmeleri mümkün değildir. İnanmayanlar, Rasulden sağlam bir mucize istediler. Gelirse de iman edeceklerine yemin ettiler. Yemin etseler de Allah iman etmeyeceklerini biliyordu. Bu nedenle taleplerine yanıt vermenin gereği yoktu: [1396] “Eğer kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklar diye olanca güçleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: 'Mucizeler ancak Allah'ın yanındadır.' Hem bilir misiniz o (mucize) gelmiş olsa da yine inanmazlar. Biz onların kalplerini ve gözlerini çeviririz de, onlar, ilkin iman etmedikleri gibi, yine de iman etmezler. Biz de onları taşkınlıkları içerisinde kör ve şaşkın bırakırız. Biz onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikten sonra yine inanmazlardı fakat çokları bilmezler.” [1397] İstedikleri muhteşem mucizeler geldiğinde ve onun peygamberin doğruluğuna işaret ettiğini anladıklarında Allah onların kalplerini ve gözlerini çevirdi ve inkârların sürdürdüler. Mucizelerden bir fayda sağlamadı. Allah kalplerini mucizeleri görmelerinin ardından görmedikleri zamanki haline çevirdi de inanmadılar. [1398] Doğru yolu bulmak niyetinde değillerdi. İnkâr ve inatlarından mucize istiyorlardı. Allah, mucizelerin kaynağıdır. Dilerse mucize talebine cevap verir dilerse vermez. [1399] Tüm güçleriyle yemin eden müşrikler hak konusunda tereddüt ediyorlar ve doğru yolu tutmuyorlar ve doğru algılayamıyorlardı. Kendi hallerine bırakıldılar ve şeytan onlara hakim oldu. [1400] Güya, Rasulullah (s), onların inanması için kevnî mucizelerden birisini getirse onun Allah katından bir elçi, getirmiş olduğu dinin de gerçek olduğunu tasdik edeceklerine olanca güçleriyle yemin ettiler. Halbuki, mucizeleri onlara göstermeye muktedir olan, sadece Allah'tı. [1401] Yukarıdaki ayette, yeminlerinde büyüklenmenin ve inadın son noktasına vardıklarına dair bir ima vardır. Çünkü onlar gördükleri mucizelere inanmıyorlardı. Amaçları mucize talep ederek peygamber üzerinde tahakküm kurmaktı. Allah, mucizeyi kime verip vermeyeceği konusunda kendi bildiği hikmeti ve hüküm vermesiyle yetki sahibidir. [1402] Allah onlara mucize vermiş olsaydı bile o muhatapların akıllarına iman etme duygusu gelmeyecek, öncekilerde olduğu gibi kalpleri katılaşacak, gözleri körleşecek sonra taşkınlıkları üzerinde kalıp böbürlenmeye devam edeceklerdi. [1403] Hakikati kabul etmekteki isteksizlikleri sonucunda ona karşı kör kaldıkları sürece bu, Allah'ın yarattıkları üzerine koyduğu “İnkârda ısrarın kalpleri katılaştırması” şeklindeki sebep sonuç yasası ile uyumlu bir durumdur. [1404] Müminlerin de mucizenin inanmayanların hidayetine yardımcı olacağını düşünmemeleri gerekir. Mucizeler o inkarcılara gösterilecek olsa bile belki de tasdik etmezler, dolayısıyla ilahi azap ve intikam onlara çabucak gelir. [1405] inanmayanlar Rasulullah (s)'tan inanmak arzusuyla mucize istemiyorlardı. Maksatları peygambere düşmanlıktı. Eski inançlarına inatçılıkla o kadar bağlıydılar ki, tekrar tekrar mucize görseler inanmayacaklardı. [1406] Allah, müşriklerin açıkça görebilecekleri şekilde melekleri indirse, Hz. Peygamber, peygamberliğini ispatlamak için ölüleri diriltse de ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi karşılarına toplasa Allah dilemedikçe onu tasdik etmezlerdi. [1407] Hz. Muhammed'in peygamberliğini ispatlayıcı bir hüccet ve delil gördüklerinde onu alaya alıyorlardı. [1408] “(Müşrikler) Bir mucize görseler alay eder, [1409] hemen yüz çevirirler.” [1410] İnanmayanlar olağandışı bir görünüm ile karşılaşınca onu büyü olarak kabul ediyorlar, bu tavırları yüzünden gördüklerinden manevî bir ders çıkaramıyorlardı. [1411] Bir âyet, delil, hüccet ve burhan görseler, ona boyun eğmek yerine yüz çeviriyor ve sırtlarını dönüyor ve “Gördüğümüz şu hüccetler bizim büyülenmiş olduğumuz süregelen bir büyüdür.” diyorlardı. [1412] İnatçı ve yalanlayıcı müşriklere ne zaman Allah'ın birliğini ve peygamberlerin doğruluğunu gösteren delillerden bir işaret, mucize ve hüccet gelse, yüz çeviriyor, düşünmüyor ve anlamaya çalışmıyorlardı: [1413] “Onlara Rab'lerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler.” [1414] Rablerini putlarına ve ilahlarına denk tutan inkarcılara Rablerinin birliğine, Hz. Peygamber'in nübüvvetinin ve Allah katından onlara getirdiğinin doğruluğuna dair delalet ve alametlerinden birisi gelmez ki onlardan yani mucizeden yüz çevirmesinler, onun kabul edilmesini engellemeye çalışmasınlar. [1415] Kur'an, onların bir mucize istemelerine cevap olarak küfür ve isyanda ısrar etmenin akıbetinin helak olduğunu ihtar ederek bu akıbetten kaçınmaya çağırıyordu: [1416] “Onlar: 'Hayır, bunlar karışık rüyalardır; yok, onu kendisi uydurdu, yok o bir şairdir. Böyle değilse önceki peygamberler gibi, o da bize bir mucize getirsin' dediler. Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi. Şimdi bunlar mı iman edecekler?” [1417] Okudukları mucizeler önceki inkarcıları ikna etmediyse, o türden mucize gelse bu inkarcılar da inanmayacaktı. [1418] Hz. Peygamber, inanmayanlara her çeşit öğüt ve ibret getirmiş olsa bile, acı azabı gözleri ile görünceye kadar iman etmediler. Nitekim Firavun ve kavmi, can yakıcı azabı görünceye kadar iman etmemişti. O, onlara Musa'nın getirdiği gibi kevnî âyet de getirse, Kur'an-ı Kerim'in sahip olduğu indirilen mucize oluşuyla birlikte Allah'tan geldiğine dair aklî göstergelere sahip ve onunla insanları İslâm'a davet ettiği ve Allah'ın azabıyla korkuttuğu âyetleri de ulaştırsa, acı bir azabı görmeden ve tatmadan yine de inanmayacaklardı. [1419] Azabı tattıkları zaman da imanları onlara yarar sağlamayacaktı. O durumda artık onları arıtacak bir amel de gerekmiyordu. [1420] Rasuller, çağrılarının doğruluğunu gösteren mucizelerle geldiler. Fakat tevhide ve yalnızca Allah'a ibadete davet eden ve O'na karşı gelmekten ve şirkten uzak durmaya çağıran apaçık deliller geldikten sonra da başlangıçtaki tavırları yine değişmedi: [1421] “İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller (mucizeler) getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları şeye iman edecek değillerdi. İşte o kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.” [1422] Peygamberler gelmeden önce Allah'ın âyetlerini ya da ahireti yalanladıkları gibi peygamber apaçık delillerle geldiğinde yine inanmadılar. Peygamber gelmesine rağmen ölene kadar yalanlamayı sürdürdüler. [1423] Onlar mucizeleri gördükten sonra görmeden önce inkâr ettikleri şeye inanacak değillerdi. [1424] “Önceden yalanladıkları şeye” ifadesi olumlu ya da olumsuz önceden alıştığı fikir ve görüşleri terk etmek konusunda çoğu insanın taşıdığı içsel, insiyakı isteksizliği ima etmekteydi. [1425] Açık belgelerin kendilerine gösterilmediği sırada yalanladıklarına belgeleri gördükten sonra da inanmadılar. Zaten açık belgeler, yalanlayıcıları imana iletecek değildi. Çünkü onların inanmalarını engelleyen sebep, delil yetersizliği değildi. Onları imandan alıkoyan asıl neden, açık bir kalbe, keskin bir duyarlılığa ve doğru yola yönelme arzusuna sahip olmamalarıydı. Her şeye rağmen onlar, kalplerini doğru yolun imajlarına ve imanın belgelerine yöneltemediklerinden, yüce Allah onların kalplerini mühürledi. Vicdanlarına kilit vurdu. Bundan böyle onlar ilahi mesajı almaya, gerçeğe doğru atılımda bulunmaya ve onu kabullenmeye yanaşmayacaklardı. [1426] Allah'ın âyetlerini, açık delil ve hidayetini yalanlayan kimseden daha zalim kimse olamaz. Allah, ayetlerden yüz çevirmeleri nedeniyle inkarcıları azabın en kötüsüyle cezalandıracaktır. [1427] Peygamber aracılığıyla, inanç, ahlak ve insanların, işlerini aralarında güzel bir şekilde görmelerine yarayacak hükümler, delillerle ve burhanlarla gelmiştir. O Kitap, üzerinde düşünene ve gereği gibi okuyana yol gösterir. Çünkü onun belagatı, beyanı onu inceleyenlerin kalplerini etkiler. [1428] Eğer Allah inkarcılara melekleri indirseydi, ölüler de kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydi, Allah'ın diledikleri hariç, yine de inanacak değillerdi fakat çokları bunu bilmezler. Allah böylece, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yapmıştır. Bunlar birbirini aldatmak için süslü sözlerle vesvese verirler. [1429] Hz. Peygamber döneminde olanlar, tüm peygamberler döneminde de vuku bulmuş olan şeylerdi. Şeytan her zaman aktif ve çok süslü ifadeler, makul mazeretler ve itirazlar aracılığıyla hilelerini uygulamaya koymak için bağlılarını kullanır. Allah bu tür şeylere izin vererek bunları planına dahil etmiştir. Bu, inananlar için şikayet konusu olamaz. Çünkü imanları test edilir ve sıkı durmaları beklenir. [1430] İnkarcılar hakka işaret eden bir âyet gördüklerinde ondan faydalanıp da iman etmezler: [1431] “Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimizi anlamaktan uzak tutacağım. Onlar ki, bütün âyetlerimizi görseler de onlara iman etmezler. Doğru yolu görseler de o yolu tutup gitmezler. Eğer sapıklık yolunu görürlerse tutar onu izlerler. Çünkü onlar âyetlerimizi inkâr etmeyi âdet edinmişler ve onlardan hep gafil olagelmişlerdir.” [1432] Allah'ın âyetleri her yerdedir. Fakat insanlar küçümseme ve dini değerlere saygısızlık göstererek inkâr ederlerse, Allah rahmetini onlardan uzaklaştıracak, günah da kalplerini katılaştıracak ve hakikate kapalı hale getirecektir. İnançsızlık manevî gerçeklere bir tür körlük, en iyimizin bile O'nun rahmetine muhtaç olacağı Hesap Günü'ne dair uyarılara da bir çeşit sağırlık üretecektir. [1433] Allah'ın âyetleri hakkında kâfirler mücadele ediyorlardı. Onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları müminler için aldatıcı olmamalıydı. [1434] Hakkı yalanlamalarından ötürü inkarcılara, tehdit ve şiddetli bir ceza vaadi söz konusuydu. Onlara yalanladıkları şeyin haberi, onun sonucunu görmeleri ve inkârlarının vebalini tatmaları için mutlaka gelecekti: [1435] “Hak, kendilerine gelince onu yalanladılar. Alaya aldıkları şeyin haberi yakında kendilerine gelecektir.” [1436] Hakkı yani onlara geldiğinde peygamberi ve nübüvvetini [1437] ya da son peygamberin inanç, ibadet, muamelat, ahlâka dair bilgiler ihtiva eden getirdiği Allah'ın dinini [1438] inkâr ettiler. Allah onlara onu yalanlamaları ve peygamberliğini inkâr etmeleri nedeniyle azap vaadinde bulundu. Ayetteki haber ise, Allah'ın peygamberlerine yardımı ve dinini galip getirmesi, düşmanlarını dünyada yardımsız bırakması, ahirette de azap etmesidir. Onlar Allah'ın indirdiği Kur'an âyetlerinin anlamı üzerine düşünmüyor ve işaret ettiklerine de bakmıyorlardı. Hak geldiğinde yüz çevirmelerinin nedeni, onun üzerine kafa yormamalarıydı. Çünkü kendilerini ilim yolundan alıkoymuşlardı. [1439] Halbuki o, dünya ve ahiret hayatında insanın mutluluğu için gelmişti. Yalanlamalarının sonucunda dünyevi azabı hak edecekler, Allah'ın peygambere verdiği yardım sözü gerçekleşecek ve dini tüm dinlere üstün gelecekti. Nitekim Hz. Peygamber dönemindeki yalanlayanlar kuraklık, Bedir'de yardımsız kalmak ve sonunda da fetih ile karşı karşıya kalmışlardı. Allah onları azabın gelişiyle tehdit ettikten sonra bunun, yalanlayan önceki toplumlara uygulanan bir yasanın yürürlüğe girmesi olduğunu ifade etmiştir. [1440] Ölümden sonraki hayatın varlığı ve genel olarak Kur'an mesajı hakkında bilgi onlara ulaşacaktır. [1441] Bilinçli bir şekilde Allah'ın birliğini ve Hz. Muhammed'in nübüvvetini inkâr eden ve O'nun Kitabı'nın âyetlerini inkâr eden kimselerin yeri cehennem ateşidir: [1442] “İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar da cehennem ehlidir.” [1443] Âyetleri bilinçli bir şekilde inkâr eden ve Allah'ın âyetlerine muhalefet edenler cehennem halkıdır ve oraya gireceklerdir. [1444] Peygamberlere karşı tavırları şematik olarak gösterecek olursak aşağıdaki tablo konuyu özetlemektedir. [1445] [1323] Râzî, VII, 359. [1324] İsra: 17/59. [1325] Taberî, IX/l, 134. [1326] Râzî, VII, 360. [1327] Derveze, et-Tefsiru'1-Hadis, II, 358. [1328] Zemahşerî, II, 647. [1329] A.g.e., II, 648. [1330] İbnu Kesîr, V, 88. [1331] Mevdudî, Tefhîmu'l-Kur'an, III, 110-111. [1332] Ali, a.g.e., s. 710. [1333] Meraği, a.g.e., XV, 65. [1334] Doğrul, a.g.e., s. 427. Bu yorumda gönderilen âyetler afakî ve enfüsî âyetler olmalıdır. Yoksa şeriat bildiren vahiy anlamında ayet gelmesi Hz. Peygamber (s)'den sonra söz konusu değildir. [1335] Zemahşerî, II, 495. [1336] Rad: l3/7. [1337] Esed, a.g.e., s. 486. [1338] Taberî, VIII/1, 139. [1339] Râzî, VII, 12. [1340] Enam: 6/7-111. Yunus: 10/96-97. Rad: 13/31. [1341] Râzî, VII, 13. [1342] Meraği, a.g.e., XIII, 72. [1343] Ali, a.g.e., s. 604. [1344] A.g.e., 605. [1345] Derveze,et-Tefsiru'l-Hadîs, I, 116 [1346] Bakara: 2/60. [1347] İsra: 17/90. [1348] Zemahşerî, II, 665. [1349] A.g.e., II, 666. [1350] Yunus: 10/20. [1351] Esed, a.g.e., s. 395-396. [1352] Taberî, VII/l, 130. [1353] Derveze, et-Tefsiru'l-Hadîs, II, 403. [1354] Yukarıdaki âyet, aynı surenin 1-2 ve 15-17. âyetlerinde işlenen temayı özetleyen şüpheci birer itiraz ifadeleridir. [1355] Râzî, VI, 230 [1356] Zemahşerî, II, 325. [1357] İbnu Kesir, IV, 193. [1358] Doğrul, a.g.e., s. 304, [1359] İbnu Kesîr, IV, 194. [1360] Ali, a.g.e., s. 489. [1361] Derveze, et-Tefsiru'l-Hadîs, II, 403. [1362] Râzî, VII, 49. [1363] Rad: 13/38. [1364] Meraği, a.g.e., XIII, 114. [1365] Taberi, VIII/l, 216. [1366] Zemahşerî, II, 513. [1367] Ali, a.g.e., s. 616. [1368] Taberî, XII/3, 109 [1369] Mümin: 40/78. [1370] İbnu Kesîr, VII, 148. [1371] Esed, a.g.e., s. 968 [1372] Ali, a.g.e., s. 1283. [1373] Taberî, VI/1, 215. [1374] Araf: 7/203. [1375] Mücahid bkz.: Taberî, VI/1, 214; İbnu Kesîr, III, 540. [1376] Meraği, a.g.e., IX, 153. [1377] Râzî, V, 438. [1378] A.g.e., V, 439. [1379] Esed, a.g.e., s. 306. [1380] Taberî, V/2, 34. [1381] Enam: 6/123-124. [1382] Râzî, V, 135-136. [1383] Tabatabaî, Seyyid Muhammed Hüseyin, İslâm'da Kur'an, (çev.: Ahmet Erdinç), Bir Yay., İstanbul, 1988, s. 88. [1384] Meraği, a.g.e., VIII, 22. [1385] Kasas: 28/48. [1386] Taberî, XI/2, 102. [1387] Râzî, VIII, 605. [1388] Zemahşerî, III, 405-406. [1389] Rad: 13/27. [1390] Zemahşerî, II, 508. [1391] Ali, a.g.e., s. 612. [1392] Meraği, a.g.e., XIII, 99. [1393] Râzî, VII, 39. [1394] Ebu Ali el-Cubaî'den naklen bkz.: Râzî, VII, 39. [1395] Esed, a.g.e., s. 491. [1396] Râzî, V, 114. [1397] Enam: 6/109-111. [1398] Râzî, V, 114-115. [1399] Îbnu Kesir, III, 309. [1400] Taberî, V/l, 411. [1401] A.g.e., V/l, 405-406. [1402] Meraği, a.g.e., VIII, 215. [1403] Derveze, et-Tefsir'ul-Hadîs, III, 84-85. [1404] Esed, a.g.e., s. 248. [1405] Taberî, V/l, 409. [1406] Bahçeci, a.g.e., s. 232. [1407] Taberî, V/2, 3. [1408] A.g.e., XII/2, 45. [1409] Saffat: 37/14-16. [1410] Kamer: 54/2. [1411] Ali, a.g.e., s. 1454. [1412] İbnu Kesir, VII, 450. [1413] A.g.e., III, 235. [1414] Enam: 6/4. [1415] Taberî, V/l, 197. [1416] Doğrul, a.g.e., s. 480 [1417] Enbiya: 21/6. [1418] Ali, a.g.e., s. 823. [1419] Yunus: 10/97. [1420] Meraği, a.g.e., XI, 156. [1421] A.g.e., IX, 19. [1422] Araf: 7/101. [1423] Zemahşerî, II, 131. [1424] Zeccac bkz.: Râzî, V, 324. [1425] Esed, a.g.e., s. 292. [1426] Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'an, IV, 373. [1427] Enam: 6/157. [1428] Meraği, a.g.e., VIII, 79. [1429] Enam: 6/111-112. [1430] Ali, a.g.e., s. 323. [1431] Meraği, a.g.e., IX, 65. [1432] Araf: 7/146. [1433] Ali, a.g.e., s. 384. [1434] Mümin: 40/4. [1435] İbnu Kesîr, III, 236. [1436] Enam: 6/5. [1437] Taberî, V/l, 198. [1438] Meraği, a.g.e., VII, 73. [1439] A.g.e., VII, 74. [1440] “Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik. Onlara gökten bol bol yağmur indirmiş, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından dolayı helak ettik. Ve kendilerinden sonra başka bir nesil yarattık.” Enam: 6/6. [1441] Esed, a.g.e., s. 224. [1442] Taberî, V/l, 12; Meraği, a.g.e., VII, 9. [1443] Maide: 5/86. [1444] İbnu Kesîr, III, 159. [1445] Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 208-228. |