Konu Başlığı: Mucize Olarak Kuranı Yeterli Görmeyen Tavır Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Mayıs 2011, 23:37:48 Mucize Olarak Kur'an'ı Yeterli Görmeyen Tavır Kuran-ı Kerim'de kâfirlerin meydan okumaları ve mucize taleplerini gösteren birçok tablo sunulmuştur. Bu meydan okuma hareketlerinin iniş sırasına göre mucize ile ilişkili olan ilkini şu âyet teşkil etmektedir: “Hayır, onlardan her kişi kendisine açılmış sayfalar verilmesini istiyor.” [1231] Peygamber'in çağrısı, bazı olağanüstü desteklere muhtaç olmayıp ancak tefekkür, iyi niyet, temiz kalp ile hak, hayır ve hidayete yönelip, inat ve husumetten uzak durmak temeli üzere kuruludur. Kendilerine özel Kitap gelmesi talebinde bulunanlar ahiretten korkmuyorlardı. Kur'an kuşkusuz bir öğüttür. Dileyen onu düşünür. Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. inkarcılar, her ne kadar âyetleri, delaletleri, açık hüccetleri görseler de inananmayacaklardı. Onlarda ne anlayış ne insaf vardı: [1232] “Onlardan seni (okuduğun Kur'an'ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: 'Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir,' diyerek seninle tartışırlar.” [1233] Aklını kullanan ve kavrayışı kuvvetli insanlar için Allah'ın birliğine, Hz. Peygamber'in sözünün doğruluğuna ve onun peygamberliğinin gerçekliğine işaret eden hüccet ve alametleri inkarcılar görseler, yine doğrulamaz ve hakkı teslim etmekten uzak dururlardı. [1234] Çünkü kalpleri perdelidir. Bunlar Hz. Peygamber'i ziyaret ediyorlardı fakat amaçları onu dinlemek, söyledikleri üzerine düşünmek değil, aksine onunla mücadele etmekti. Perdeler bu yüzden onların kalplerine gerildi. [1235] Nübüvvetinin şahinliğini, davetinin doğruluğunu gösteren Allah'ın âyetlerinden birisini görseler inanmazlardı. Çünkü onlar akletmiyorlardı. [1236] Daha önceki kutsal kitaplarda ve kendisine indirilmiş olan Kur'an'ı Kerim'de peygamberimizin sıfatları belirtildiği gibi, ona inen inanç sisteminin ana ilkeleri de belirtilmişti: “Beni İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil mi?” [1237] Allah bu Kur'an'ı Arapça bilmeyen birine indirseydi ve o onu kavminin kâfirlerine okumuş olsaydı yine de iman ermezlerdi. Yani, “İsrailoğullarının alimleri, Kur'an'ın öğretilerinin önceki kitaplarınkiyle aynı olduğunu bilirler. Her ne kadar Mekkeliler, Kitab'ın bilgisiyle tanışmamışlarsa da, Kur'an'ın Abdullah'ın oğlu Muhammed (s) tarafından ilk kez sunulan yeni bir mesaj getirmediğini, tersine onun getirdiği haberin, binlerce yıldır birbiri ardı sıra Allah'ın rasullerinin getirip tebliğ ettiği mesajın aynısı olduğunu bilen bölgelerde yerleşmiş Hz. İsmail'in torunları arasında pek çok alim vardı. Kur'an'ın, önceki kitapları gönderen aynı alemlerin Rabbi tarafından indirildiğine inandırıcı bir delil değil miydi bu?” [1238] Azgınlıktaki adetleri üzere onun peygamberliğine dair bir mucize istediler. Onlara mucizelerin anası ve icaz açısından en büyüğü olan Kur'an ulaşmadı mı? [1239] “Onlar: (Muhammed) bize Rabbinden bir mucize getirmeli değil miydi? dediler. Önce gelen kitaplardakinin apaçık delili (Kur'an) onlara gelmedi mi?” [1240] Müşrikler, Hz. Muhammed'in de Rabbinden Hz. Salih'e verilen deve, Hz. İsa'ya verilen ölüleri diriltme, cüzamlıları ve körleri iyileştirme türünden bir mucize getirmesinin gerekli olduğunu düşünüyorlardı. Oysa, önceki ümmetler mucize istediklerinde kendilerine verileni inkâr ettiklerinden dolayı helake uğramışlar, mahvolmuşlardı. [1241] İnkarcıların sorusu ya da itirazı samimiyetten uzaktı. Bu vahiyle birçok âyet gelmişti. Ne var ki, istedikleri âyet, önceki vahiylere inanan kimselerin kitaplarında olan, onlara hitap etmesi ve onları ikna etmesi gereken bir mucizeydi. [1242] Ayetteki müşriklere cevap verilirken kullanılan soru üslubu önceki kitaplarda Hz. Muhammed'in gelişini önceden haber veren işaretlere ilişkin bir ima da taşımaktadır. [1243] Rasulullah (s)'a yapılan ithamlar üs üste yığılıyordu. Kimisi anlamıyoruz anlamında büyüdür diyor, kimisi, “O karma karışık rüyalar gören birisidir.” diyor. Birisi, “O, bunu kendisi uydurabilecek kadar zekidir.” derken, başka birisi de, “O bir şairdir. Böyle şeyler icat edebilir ve güzel kelimelerle ifade edebilir.” diyordu. Başka birisi de araya girerek, “Önceki peygamber kıssalarında okuduğumuz gibi mucizeler görmemiz gerekir itirazında bulunuyordu: [1244] “Hayır, dediler, (bunlar) saçma sapan rüyalardır; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şairdir. (Eğer Öyle değilse) bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bîr âyet getirsin.” [1245] Böyle diyenlerin kibirleri, peygamberlerinden mucize isteyen ve geldiğinde iman edeceklerini söyleyenlerden daha ileridir. Öncekiler mucize gelince sözlerini bozdular ve muhalefet ettiler. Allah da onları yok etti. Allah, onlara da istedikleri türden mucize verseydi, sözlerini bozmakta daha ileri giderlerdi. [1246] Mucize isteyip de gelince yalanlayanlar hakkındaki ilahî hüküm, kökten yok etme azabının inişidir. Ve Allah bu tür azabın Muhammed ümmetine inmesini dilemediğinden onların istediği türden mucize göndermemiştir. [1247] Bugünkü Hıristiyan eleştirmenler nasıl Kur'an karşısında şaşırıyorlarsa Kureyşliler de onun karşısında şaşırmışlar, Kur'an'ı neye benzeteceklerini bilememişler, onun için önce sihir demişlerdi. Çünkü Kur'an'a karşı geldikleri halde Kur'an onları çekiyordu. Sonra Kur'an birçok ilahî müjdeleri ihtiva ediyordu. Kureyşliler bu müjdeler karşısında donup kalıyor ve onlara “Rüya saçmalamaları” diyorlardı. İş bu kadarla da kalmamaktaydı. Kur'an, Hz. Peygamber'in başarılı olacağını, düşmanların yenileceğini bildiriyordu. Müşrikler bunun karşısında da afallıyor ve bunların uydurma olduğunu ileri sürüyorlardı. Sonunda müşrikler, Hz. Peygamberin nübüvvetini reddetmek için onun bir şair olduğunu söyleyerek onun da önceki peygamberler gibi bir mucize getirmesini, yani kendisi muzaffer ve onlar da mağlup olacaklarsa bunu bir an önce yapmasını istiyorlardı. [1248] Toplumlarını sadece Allah'a kulluğa davet eden bütün peygamberler, cahiliye mensuplarının mucize talebi ile karşılaşmışlardır. Bu nedenle mucize isteği, cahiliyenin geleneksel bir isteği haline gelmiştir. [1249] İnkarcılar, ister kendi istekleri doğrultusunda isterse de başka şekilde olan herhangi bir âyet, bir mucize görseler ona inanmayacak ve onun bir büyü ve bâtıl şey olduğuna söyleyeceklerdi: [1250] “Andolsun ki biz, bu Kur'an'da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir. Şayet onlara bir mucize getirsen inkarcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atmaktasınız.” [1251] Yani, “Ey Muhammed! Sen kendi söylediğin sözlerin gerçekliğine dair delilleri onlara getirsen de, senin peygamberliğini inkâr edenler derler ki: Ey Muhammed'i tasdik edenler! Yanlış yoldasınız.” [1252] Ciddi bir şekilde hakikatin peşinde koşan kimseye çok ikna edici gelen bir açıklamada, hakikate kasten sırtını dönen bir kimseye göre hiç ikna edici bir yön bulunmayabilir. Onlara göre açıklamalar salt “Boş konuşmalar” ya da yanlış argümanlardır. Hakikate karşı inatçı bir direniş benimsenirse bunun tabiî sonucu olarak, ilahî yasa gereği kalp ve zihin her kastı yalanlama eylemiyle daha da katılaşır. Mühürlendikten sonra zarfın içine bir mektup ya da mesaj konamaması gibi, hakikati kabul etmek daha da imkânsız hale gelir. [1253] İnkarcılar, yeniden dirilmeyi inkâr etmeye, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın azabıyla uyarısını hafife almaya, Hz. Peygamber (s)'den mucize veya azabı hemen getirmesini istemeye devam etmişlerdir: “Ehl-i Kitap senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Musa'dan bundan dâ fazlasını istemişlerdi. 'Allah'ı bize apaçık göster' demişlerdi. Zulümlerinden dolayı derhal onları yıldırım yakalamıştı. Sonra kendilerine açık deliller gelmişken buzağıyı mabut edinmişlerdi. Bundan sonra bile onları affettik. Musa'ya apaçık bir emir verdik.” [1254] Allah Hz. Peygamber eliyle mucize göstermemiş, çünkü Allah, geçmiş milletlerde olduğu gibi kâfirlerin de inanmayacaklarını bilmiştir. Mucize geldikten sonra ise Allah'ın kanun gereği o milletlerin yaşadıkları bölgeler yerle bir olmuşlardı. Bu yüzden Allah'ın hikmeti icabı Hz. Muhammed dönemindeki inkarcıların kevnî mucize talebi yerine getirilmemişti. Bu sayede onlar üzerine azap hemen gelmemedi. Hz. Peygamber'in ve Kur'an-ı Kerim'in doğruluğuna dair kâfirleri ikna için mucize göstermeye gerek görülmemişti. Çünkü davet, ancak Allah'ın birliğine olup dünya ve ahiret saadetinin garantisi olan üstün değerler bütününe ve ahlaka sarılmak, günah, kötülük, taşkınlık ve şirkten sakınmak yönündeydi [1255] ve bu cihet ön plana çıkmaktaydı. Bu çağrının temel ilkelerini oluşturan Kur'an-ı Kerim, Allah'ın en büyük ve yeterli bir mûcizesiydi. Bunların doğruluğunun veya yanlışlığının ispatı için mucizeye gerek yoktu. Kur'an-ı Kerim'de çok âyet bu anlamı destekler: “Dediler ki: 'Ona Rabbi'nden âyetler (mucizeler) indirilmeli değil miydi? De ki: âyetler (mucizeler) Allah'ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” “Kendilerine okunan kitabı sana indirmemiz, onlara yetmedi mi? Şüphesiz inanan bir toplum için bunda bir rahmet ve öğüt vardır.” [1256] Kendi divane zihinlerine uygun âyet ya da mucize istiyorlardı. Allah için her şey mümkündür. Ancak Allah onların keyfine göre hareket etmeyecek ve ikiyüzlü taleplerine aldırmayacaktır. O, âyetlerini net bir şekilde ortaya koysun ve inkârın sonuçları konusunda onları uyarsın diye bir elçi göndermişti. Elçi tarafından Allah'ın tabiattaki âyetlerini dikkate alırlar ve insanların kalplerine hitap eder şekilde ayrıntılı bir biçimde açıklanan apaçık Kur'an'a itibar etseler gördükleri deliller hepsine yeterdi. Kur'an, belli belirsiz bir şekilde daha fazlasını istemeye karşı bir muhalefetti. [1257] Tevhide çağrının temel ilkelerini oluşturan Kur'an-ı Kerim, Allah'ın en büyük ve yeterli bir mûcizesiydi: “Dediler ki: 'Ona Rabbi'nden âyetler (mucizeler) indirilmeli değil miydi? De ki: âyetler (mucizeler) Allah'ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.' Kendilerine okunan kitabı sana indirmemiz, onlara yetmedi mi? Şüphesiz inanan bir toplum için bunda bir rahmet ve öğüt vardır.” [1258] Âyetleri başkası getiremez. Allah'ın indindedir. Allah'ın bu Kur'an'ı kendilerine okunan bir kitap olarak Hz. Peygamber (s)'e indirmiş olması müşrikler tarafından yeterli görülmüyordu. [1259] Müşrikler inatla Hz. Peygamber'den Hz. Salih'in mucize olarak deveyi getirdiği gibi kendilerini Hz. Allah'ın elçisi olduğuna inandırıp ikna edecek âyetler [1260] ve İsa'ya indirilen sofra türünden bir mucize getirmesini istediler. Allah dileseydi talep ettiklerini yerine getirirdi. [1261] Kur'an'da Hz. Muhammed'in önceki peygamberlerin sözlü mesajlarını desteklemek veya pekiştirmek için gösterdiği türden mucizeler gösterme gücüyle donatılmadığı belirtilmiştir. Denilebilir ki, onun tek mucizesi, açıklığıyla, ahlakî kapsam ve mahiyetiyle kusursuz, insanlık tarihinin her çağına, her gelişim safhasına uyan, insanların hem duygularına hem akıllarına hitap eden, hangi ırktan, hangi toplumsal katmandan gelirse gelsin her insana açık olan ve hem lafzıyla, hem de muhtevasıyla Kıyamet Günü'ne kadar değişmeden kalacak olan Kur'an'ın kendisiydi.[1262] [1231] Müddessir: 74/52. [1232] İbnu Kesîr, 242. [1233] Enam: 6/25. [1234] Taberi, V/l, 225. [1235] Doğrul, a.g.e., s. 188. [1236] Meragi, a.g.e., VII, 99. [1237] Şuara: 26/197. [1238] Mevdudî, Tefhimu'l-Kur'an, IV, 59. [1239] Zemahşerî, III, 96. [1240] Taha: 20/133. [1241] Taberî, IX/2, 294. [1242] Ali, a.g.e., s. 819. [1243] Esed, a.g.e., s. 644; bu imaya kaynaklık teşkil edecek Kitab-ı Mukaddes pasajları için bkz.: Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, XVIII/15, 18; Yuhanna, XIV/16, XV/26, XVI/7. [1244] Ali, a.g.e., s. 823. [1245] Enbiya: 21/5. [1246] Râzî, VIII, 122. [1247] Hasan ('ul-Basri) bkz.: Râzî, VIII, 122. [1248] Doğrul, a.g.e., s. 480. [1249] Hakim, Said, Rabbani Yol ve Sünnetullah, 6 baskı, İnsan Dergisi Yay., İzmir, 1993, s. 137. [1250] İbnu Kesîr, VI, 331-332. [1251] Rum: 30/58. [1252] Taberî, XI/3, 70. [1253] Ali, a.g.e., s. 1068. [1254] Nisa: 4/153. [1255] Derveze, İzzet, et-Tefsiru'l-Hadis, (çev.: Vahdettin İnce ve diğerleri), 7 c., Ekin Yay., İstanbul, 1997, II, 358-359. [1256] Ankebut: 29/50-51. [1257] Ali, a.g.e., s. 1043. [1258] Ankebut: 29/50-51. [1259] Taberi, XI/3, 9-10. [1260] İbnu Kesir, VI, 296. [1261] Zemahşerî, III, 444. [1262] Esed, a.g.e., s. 571-572. Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 191-197. |