Konu Başlığı: Melek veya Allahı Görme Talebi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Mayıs 2011, 23:35:46 Melek veya Allah'ı Görme Talebi İnkarcılar doğru yolu bulmak için değil, azgınlıklarından dolayı mucizeler istiyorlardı. Öyle olmasaydı doğru yolu bulabilmeleri için tek mucize yeterli olurdu. Onlar Kur'an'ı ve diğer apaçık delilleri küçümsüyorlardı: [1263] “Şimdi belki sen, 'Ona bir hazine indirilse, ya da beraberince bir melek gezip dolaşsa ya!' diyorlar diye sana vahyolunan vahyin bir kısmını terk edecek olursun ve bundan dolayı da göğsün daralır. Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir.” [1264] Yani, “ Her şeye gücü yettiğini ve senin yanında itibarlı olduğunu söylediğin ilahın rasulü olduğunu iddia ederken haklıysan, O sana faydalanacağın ve çalışmanıza gerek kalmadan, senin ve arkadaşlarının ihtiyaçlarını karşılayacak sana sözünün doğruluğuna şahitlik edecek, amacını gerçekleştirmek için sana yardım edecek bir melek indirmeli değil mi? ki bu sayede gündeme getirdiğin konuda şüpheler ortadan kalksın. İlahın bunu yapmıyorsa, doğru söylemiyorsun.” [1265] Âyet ile Allah, peygamberi hakkında müşriklerin söylemiş oldukları sözler ve inatlaşmaları hususunda elçisini teselli ediyordu. [1266] Ona ancak kendisine indirilenle korkutmak ve tebliğ ile görevlendirildiği vahiyle tebliğde bulunmak emredilmişti. İnanmayanların reddetmesi ya da küçümsemesi onun meselesi değildi. [1267] Her Müslüman, sadece muhalefetle karşılaşınca değil, gerçekten sahtekarlıkla ve karşı çıktığı şer ile suçlandığı zaman insanî zaafıyla kendisine, “Şu küçük kısmı çıkarsam, acaba ilahî hakikat daha kolay benimsenir mi?” diye sorabilir. Ya da “İnsanların dikkatini çekecek bir şekilde mücadeleyi organize etmek için daha fazla imkânım olsaydı, mesela bir melekle birlikte tebliğimi yapsaydım, mesajımı ne kadar da rahatça güçlendirmiş olurdum.” şeklinde düşünebilir. Ancak Rasulullah (s)'a, insanlara hakikatin bazı kısımları hoş gelmese de onu geldiği gibi anlatması gerektiği söylenmişti. Vurgulanan nokta ile insanların dikkatini çekmek için verilen kaynaklar ve diğer araçlar birliktedir. O, sadece bu kaynakları ve fırsatları daha önce olduğu gibi kullanmalı ve gerisini Allah'a bırakmalıdır. [1268] İnanmayanların istedikleri diğer bir mucize türü de melekleri istemelerinin yanında, “Hz. Peygamber'in hurma ağaçlarıyla, asmalarla dolu bir bahçesi olmadıkça ve onların arasında çağıl çağıl dereler akıtmadıkça [1269] inanmayacakları” şeklindeydi. İstedikleri, Hicaz toprağında bir gözeydi ve bu Allah'a kolaydı. Dilerse onu yapar ve onların istediklerine cevap verirdi. Ama Allah, buna rağmen onların doğru yola dönmeyeceklerini bilmekteydi. [1270] Çölde yolculuk yapan susuz kalmış bîr kimsenin Musa'nın kıssasında olduğu gibi su kaynağı bulması ya da Zemzem membaının bulunması iyi birer mucizeydi. İyi sulanan harika bir bahçe mutluluğun sembolüydü. Fakat bir şüpheci, Allah'a onu kendi zevki için yaratmasını emredemezdi. Aynısı daha materyalist sembol olan, altınla kaplı bir ev talebi hakkında da söylenebilir. Göğün düşmesi, Allah'ı yüz yüze görmek, merdivenle gökyüzüne tırmanmak ya da insanların elle tutabilecekleri parşömenle kaplı bir kitabı indirmek, maddi ve manevî şeyler arasında hiçbir ayırım gözetmeyen taleplerdi. [1271] Ancak o, onlara “Bizzat kendisi tek başına bir mucize olan Kur'an'ı” getirmişti. Onların talepleri inat ve despotluklarındandı. O Allah'ın kuluydu ve O'na bir şey emredemezdi. [1272] Onlara göre, Hz. Muhammed, tehdit edip durduğu gibi, [1273] göğü başlarına parça parça düşürmedikçe veya Allah'ı ve melekleri söylediğine şahit getirmedikçe [1274] iman etmek mümkün değildi. Yani, “Bizi Kıyamet Günü göğün parçalanıp düşeceğini ve etrafa yayılacağını söyleyerek tehdit ediyorsun. Öyleyse bunu dünyada acele olarak yap ve parça parça göğü üzerimize indir. [1275] diyorlardı. Allah'ın elçisi ise, inkarcıların samimiyetten uzak saçma arzularına ve hayallerine değil, Allah'ın buyruklarına göre hareket ediyordu. Kur'an, çağlar boyu sürecek daimi bir mucizedir. İnanmamalarının nedeni, iblisinki gibi kinleri ve kıskançlıklarıydı. Allah, Mekke'de söz sahibi olanların bu taleplerinin ardından doğru yolu tutmayacaklarını biliyordu. [1276] Ahireti inkâr, edenler, “Allah niçin Muhammed'in davetinde hak üzere olduğunu bilmemiz için melek indirmiyor ve o melek onun peygamber olarak gönderildiğini bize bildirmiyor?” diyorlardı: “Bununla beraber, bize kavuşmayı ummayanlar, 'Bize ya melekler indirilmeliydi, ya da Rabbimizi görmeliydik.' dediler. Andolsun ki, doğrusu nefislerinde kendilerini büyük gördüler ve büyük azgınlık ettiler.” [1277] Onun doğruluğuna şahitlik edecek bir meleğin inmesi şüphesiz hidayete hizmet edecek daha sağlam ve iyi bir yoldu. Allah Hz. Muhammedi doğrulamayı isteseydi, bunu yapardı. Ama O, bunu dilemedi. [1278] Kur'an'ın mucize oluşu ortaya çıktıktan sonra Hz. Peygamber (s)'in nübüvveti kesinleşmiş oldu. Artık âyet istemek salt kibir ve inatlarından, [1279] imanlarını mucizeye bağlamaları da dik başlılıklanndandı ve alay türü bir istekti. [1280] Kâfirlerin, Hz. Peygamber'den melekleri getirme mucizesini istemeleri onların Allah'la ilişkilerinin bulunduğuna da delildir. Ehl-i Kitap da Hz. Muhammed'den mucize talebinde bulundu. Onu aciz bırakma çabaları, atalarının Hz. Musa'ya karşı geliştirdikleri tavırlarıyla büyük bir benzerlik gösteriyordu: “Ehl-i kitap senden kendilerine gökten bir Kitap indirmeni istiyorlar. Musa'dan bundan da fazlasını istemişlerdi. 'Allah'ı bize apaçık göster.' demişlerdi. Zulümlerinden dolayı derhal onları yıldırım yakalamıştı. Sonra kendilerine açık deliller gelmişken buzağıyı mabut edinmişlerdi. Bundan sonra bile onları affettik. Musa'ya apaçık bir emir verdik.” [1281] Âyet, Yahudilerin cahillik türlerinden birisini dile getirmektedir. Dediler ki: “Allah katından bir rasulsen, levhalar halinde Musa'ya geldiği gibi bize gökten bütün bir kitap getir.” Bu taleplerini azgınlıklarından dile getirdiler. Musa gökten onlara bir kitap indirdiğinde onunla yetinmediler. Aksine Allah'ı görmeyi istediler. Bu da kendilerine gökten bir kitabın indirilmesini isteyenlerin doğru yolu bulmak için değil, salt inatlarından dolayı [1282] ve inkâr amacıyla söylediklerini göstermektedir. [1283] Yahudiler onun doğru söylediğini ispatlayıcı bir mucize olarak kendilerine gökten bir kitap indirmesi için Rabbinden dilekte bulunmasını istiyorlardı. Onun zamanındaki Yahudilerin ataları Hz. Musa'dan daha büyük şeyler istemişler: “Allah'ı bize göster”demişlerdi. Azgınlık ve taşkınlıkları nedeniyle yıldırım çarpması sonucunda ölmüşler ve Hz. Musa'nın duasıyla Allah onları diriltmişti. Bu âyet Hz. Muhammed'e zorluk çıkaran Yahudileri kınıyor ve kendisine de onların eziyetlerinden dolayı tesellide bulunuyordu. [1284] Kureyş de Hz. Peygamber'den bunun bir benzerini istemişti. [1285] Hz. Muhammed'in doğru söylediğine dair onları bilgilendirecek bir meleğin Allah tarafından indirilmesini talep ettiler ki bu sayede kendileri de onu doğrulasınlar. Ya da Allah'ı açıkça görsünler de onlara Rasulullah (s)'ı doğrulamalarını ve ona itaat etmelerini emretsin. Bilmediler mi ki, Allah peygamberlerden başkasına melek göndermez. İmanlarını, olmayacak şeye bağladılar: [1286] “Bununla beraber, bize kavuşmayı ummayanlar, 'Bize ya melekler indirilmeliydi, ya da Rabbimizi görmeliydik' dediler. Andolsun ki, doğrusu nefislerinde kendilerini büyük gördüler ve büyük azgınlık ettiler.” [1287] Kıyamete ve sonuç olarak Allah'ın ahiretteki yargılamasına inanmayan, [1288] tümden imanı terk eden ve ahirete gülüp geçen inkarcılara göre hiçbir şey kutsal değildir. Kibirleri ve saygısızlıkları bütün sınırların ötesindedir. Onlar, kendileri için hayırlı olmayan bir günde melekleri görebilecekler ve günde ise onlar için müjde yoktur. [1289] Hz. Musa dönemindeki İsrailoğulları da Allah'ı görmek istedi. Gök gürültüsü ve şimşekle sersemlediler. Öylece baka kaldılar. Allah'ın rahmeti olmamış olsaydı, o an gerçekten ölüm onların akıbeti olmuş olacaktı. [1290] Allah ve O'nun azameti hakkında bilgisi olmayan Hıristiyanlar dediler ki: “Rabbimiz, elçileriyle konuştuğu gibi bizimle de konuşmalı ya da bize âyet gelmeli değil miydi?” Onların cahillerinin söylediklerini, kendilerinden önce de Yahudilerin cahilleri söylemişlerdi. Allah'ın, kendini açıkça onlara göstermesini, onlara mucizeler izhar etmesini istemişlerdi. Allah'a karşı âsi olmakta peygamberlerine karşı cüretkar davranmakta söyledikleri sözler birbirine benzediği gibi, Yahudi ve Hıristiyanların kalpleri Allah'ı inkâr ve yalanda da birbirine benzedi. [1291] Söylediği gibi peygamberse Allah'a söylemeli ve O da onlarla konuşmalı onlar da O'nun sözünü işitmeliydi. [1292] Peygamberleri aciz bırakmaya çalışanların kalpleri birbirine benziyordu. Ortak amaçları inkârdı: “Bilmeyenler, 'Ne olur Allah bizimle konuşsa veya bize bir âyet gelse' dediler. Onlardan evvelkiler de tıpkı onların söyledikleri gibi söylemişlerdi. Çünkü doğru yoldan sapanların hepsinin kalpleri birbirine benzer. Hakkı iyice bilmek isteyenlere âyetlerimizi apaçık gösterdik.” [1293] “Ne olur Allah bizimle konuşsa veya bize bir âyet gelse?” sorusunu Ehl-i Kitap sormuştu [1294] ve onların Kur'an'ın mesajına karşı yaptıkları itirazlar ile ilişkiliydi. [1295] Hıristiyanların cahillerinin söylediğini Yahudilerin cahilleri de söylemişti. [1296] Tabiî soru soranlar için bilmeyenler denilmesi bu kimselerin aslında müşrikler olduğunu akla getirmektedir ama Ehl-i Kitap da tevhidi ve peygamberliği gereği gibi bilmediklerinden bu kapsama dahil edilebilir. Onların mucize istemesi, Kur'an'ın bir mucize oluşuna karşı çıktıkları içindi. Aksi takdirde mucize istemeleri hayal bile edilemezdi. Mucize isteği azgınlıktan kaynaklandığı için onların talep ettikleri türden mucize talepleri kabul görmedi. Tek delil ortaya çıktığında delil talep edenin isteği yerine gelmiş olur. Amaç hakkı talep etmek ise bu delalet onun için yeterlidir. Yetinmediği zaman onun talebinin inat babından olduğunu biliriz. Mucize geldiğinde inanacak olsalardı Allah onu indirirdi. Ancak istediklerini verse bu onların sadece inatlarını artıracaktı. [1297] Allah'ın kendileriyle konuşmasını bekleyen ya da herhangi bir mucize beklentisi içinde olanlar, kendilerine peygamberler tarafından iletilen mesajlarda mündemiç olan hakikati idrak edemeyen ama bu haberlerin gerçekten Allah'tan geldiğini teyit edecek mucizevî bir tezahür üzerinde ısrar eden ve böylece o mesajlardan nasiplenmeyi başaramayan insanlardı. [1298] Bu kimseler, Allah'ın kendini açıkça onlara göstermesini, onlara mucizeler izhar etmesini istemiş ve diğer bazı temennilerde bulunmuşlardı. Allah'a karşı asi olmakta, peygamberlere karşı cüretkâr davranmakta söyledikleri sözler birbirine benzediği gibi Yahudi ve Hıristiyanların kalpleri de birbirine benzedi. Onlar Allah'ın bizzat yanlarına gelip: “İşte bu benim kitabım, işte sizin izleyeceğiniz talimatlarım” demesini veya Hz. Muhammed gerçekten Allah'ın resulü, okuduklarının ise Allah'tan geldiğini ispatlayacak bir işaret göstermesini istiyorlardı. Allah'ın bizzat konuşmasının istenmesi o kadar saçma idi ki, bu isteğe cevap bile verilmemiştir. Diğer isteğe, yani Allah'tan bir âyet göstermesinin istenmesine ise, Allah'ın, birçok açık âyetler gösterdiği fakat inanmaya eğilimli olmayanların bunları göremeyecekleri söylenerek cevap verilmiştir. [1299] Bugün hakka karşı çıkanların öne sürdükleri fikirler ve istekler yeni değildir. Bunlar doğru yoldan sapanlar tarafından her zaman öne sürülen sebeplerin aynısıdır. Çünkü her çağdaki sapık kimseler aynı şekilde düşünüp, aynı iddialarda bulunurlar. Yukarıdaki âyette [1300] geçen bilmeyenler kelimesinden kastın müşrikler olduğunu kabul ettiğimizde de şunları söyleyebiliriz: Peygamberleri yalanlayanların kalplerinin birbirine benzemesi, söz ve fiillerinin birbirine benzemesi anlamındadır. Musa'nın kavmi sürekli azgınlık içindeydi ve bâtıl şeyleri talep ediyordu. Benzer şekilde müşrikler de sürekli inat içinde bâtılı arzuluyorlardı. [1301] Arap müşriklerinin küfür, isyan, inat ettiğine ve gereksiz yere sorular sorduklarına delalet eden birçok âyet vardır. Onları, Ehl-i Kitab'ın söyledikleri türden sözler sarf etmeye iten şey, inatlaşmaları ve inkarcı tavırlarıydı. Arap müşriklerin kalpleri küfürde, inatta ve isyanda kendilerinden önce yaşamış kavimlerin kalplerine benzemekteydi. Allah peygamberin doğruluğunu gösteren delilleri açıklamıştı. Artık yakînen inanan, doğrulayan ve peygamberlere tâbi olanlar için o delillerin yanı sıra daha başka delile gerek yoktu. Onlar Allah katından gelenleri anlayıp kabul edecek durumdaydılar. Onlardan önce kendilerine peygamber gönderilen inkarcılar da kendilerinden ayrı olarak vahyin rasullere has kılınmasını reddettiler. Peygamberlerden inatla kaba bir şekilde mucize istediler. [1302] İnanmayanların, kalplerinde azgınlık birbirlerine vasiyet etmişlercesine denk hale geldi. Bilmeyen kimseler kendilerine kitap ulaşmamış, peygamberlerden birine tâbi olmamış olan kişiler, “Allah bizimle konuşup senin gerçekten O'nun elçisi olduğunu söylesin. Ya da bize bu bilgiyi getirecek bir melek göndersin.” diyorlardı. Bu karşı çıkışlarından amaçladıkları şey, onun içlerinde en iyisi olmadığını göstermekti. O zaman akıllara şu soru gelecek: “Bu nimet niçin ona verilsin?” Sorulan sorulardan anlaşılan niyet, hakikatten uzaklaşmaktı. Bu sözleri önceki inkarcı toplumlar da sarf ermişti. Sözleri arasındaki benzerlik, kalplerinin birbirine benzemesindendi. Hak birdir ve ona karşı çıkış da sapıklık olup yolları ve görünümleri farklı da olsa o da birdir. Allah, elçisini âyetsiz bırakacak değildi. Aksine hakkı arayanlar için şüpheye yer bırakmayacak kadar âyetleri onun aracılığıyla açıklamıştı. Nitekim sahabenin ileri gelenleri apaçık hakkın bilgisini, kendilerine bir mucize sunulmadan kabul etmişlerdi. [1303] Cahiliyenin meseleye yaklaşım mantığı açıktır. Daveti gündeme getiren peygambere: “Madem ki peygamber olduğunu iddia ediyorsun, peygamberliğini ispat et.” diyorlardı. Bu sorunun ve bu isteğin mahiyetinde peygambere iman etmeyi inkâr vardı. Cahiliye mensupları peygambere iman etmek değil, peygamberin peygamber olduğunu müşahhas olarak görmek istiyorlardı. Bunlar inanmaktan ziyade bilmek istemekte ve imandan yüz çevirmekteydiler. Zamanımızdaki bazı cahiliye mensuplarında bulunan “Görmediğime inanmam.” mantığı da, aynı cahili mantığın bir uzantısıdır. İnanmayanların Kitap kaynaklı hiçbir bilgisi yoktu. Sık sık Hz. Peygamber'in karşısına dikilerek yüce Allah'ın kendileri ile doğrudan konuşmasını ya da kendilerine somut birer mucizenin gösterilmesini istiyorlardı. Onların bu sözlerinin burada hatırlatılmasının nedeni, kendilerinden öncekilerin yani Yahudiler ile diğer Ehl-i Kitap mensuplarının da vaktiyle kendi peygamberlerinden aynı isteklerde bulunmuş oldukları gerçeğini vurgulamaktı. Bilindiği gibi Hz. Musa'nın toplumu yüce Allah'ı açıktan açığa görmeyi istemiş, ayrıca kendilerine mucize gösterilmesinde ısrar etmişlerdi. Demek oluyor ki, bunlar ile onlar arasında karakter, zihniyet ve sapıklık bakımından benzerlik vardı. [1304] Kalplerinde kesin iman bulunanlar ise, yüce Allah'ın âyetlerinde imanlarını doğrulayan ve vicdanlarını tatmin eden gerekçeleri bulurlar. Allah inkarcıların isteğini yerine getirseydi ve bir melek indirmiş olsaydı bu onların ecellerinin tamamlanması ve Allah'ın onlar üzerindeki emrinin uygulanması anlamına gelecekti: “Ona bir melek indirilmeli değil miydi, dediler. Bir melek indirseydik, iş bitirilmiş olurdu, artık kendilerine hiç göz açtırılmazdı. Eğer onu melek yapsaydık, yine bir iman yapardık ve onları yine düştükleri kuşkuya düşürürdük.” [1305] Böylece onlara artık mühlet verilmemiş ve onlar da felakete duçar olmuş olurdu. [1306] Allah'ın hikmeti melek göndermeyi gerektirseydi onlara meleği insan şeklinde gönderirdi ki bu durumda da sorun çözülmüş olmazdı. Çünkü meseleyi birbirine karıştırırlardı ve istedikleri şeyi insan şeklinde görünce onun hakikatini yine anlayamazlardı. Allah, melekleri ancak peygamberine risaletle ve kendilerine azap etmek istediği kimselere de azap ile gönderir. İstedikleri şeyi gönderip de sonra onlar küfre saparlarsa, süre tanımaz ve azabı ertelemez. Aksine kendilerinden önceki ümmetlere olduğu gibi azabı acilen indirir. [1307] Allah, melekleri bir hikmet ve yarar söz konusuysa indirir. Gökten onların inişini insanların seyrinde bir fayda söz konusu değildir. Çünkü yüce Allah melekleri ancak ilminde gerçek olan belli bir söz geldiği zaman indirir. [1308] Onlar ancak hak ile yani hakikat, adalet ve hikmetin ihtiyacına göre ve ihtiyaç hissedildiğinde hak ve hakikat düşmanlarının cezasını vermek üzere indikleri zaman hakikat düşmanlarına mühlet vermeyerek cezaya çarptırırlar. [1309] Aslında inkarcıların yaptığı salt alaydır. Maddi şeyler hariç ne tanrıya ne meleklere ne vahye ne de herhangi bir şeye inanırlar. Onların ciddiye alınabileceğini sanmak komiktir. [1310] Melek beşer görünümünde Hz. İbrahim'e Hz. Lut'a ve Hz. Meryem'e görünmüştü. Melek aslî yapısıyla görüldüğünde ise, inanıp inanmama konusunda tercih ortadan kalkar ve bu da imtihan için sorumluluk yüklenmenin tabiatına aykırıdır. [1311] Kur'an'da “Meleğin gelmesi” veya inmesinden kasıt, Hakka karşı gelenlerin azaba uğramalarıdır. İnsanlara melek gönderilseydi yine insan kılığında görünmesi gerekirdi. Çünkü insan gözü meleği göremez ve insanlara ancak bir insan örnek olabilir. [1312] Melekleri görmenin onlara bir faydası olmayacak, görmeleri halinde ışığın karanlığı yok ettiği gibi yok edileceklerdir. Bir melek onların duyularına görünür hale gelse sadece insan görünümünde olacak. O durumda manevî alem ile ilgili karışık fikirleri daha da karışık hale gelecek ve şöyle diyeceklerdir: “Bir melek görmek istedik ama sadece bir insan gördük.” [1313] Allah, insan görünümlü bir melek gönderseydi, yine onun beşer olduğuna inanırlardı çünkü onun sadece görünümünü ve insani özelliklerini idrak edebilirlerdi. O zaman da inkarcı niyetleriyle peygamberlerin beşer oluşunda olduğu gibi yine şüpheye düşerlerdi. [1314] İnkarcıların itirazları, insanoğlunun aklen, ahlak ve terbiye açısından en ileri olan rasullerinin yiyen içen beşerler oldukları için Allah ile kulları arasındaki bir görev konusunda ehil olmadıkları üzerine kuruluydu. Melek indirilmiş olsaydı hesap günü de gelmiş olurdu. Çünkü yalnızca o zaman, melek olarak tanımlanan güçler kendilerini insanlara gerçek şekilleriyle gösterecekler ve onun kavrayış alanı içine gireceklerdir. [1315] İnsanlar kendilerinden öncekilerin izledikleri yolun nereye vardığını görürler de yine aynı yolu tutup giderler. Onların başına gelenlerin kendilerinin de başına gelebileceğini hiç düşünmezler. Allah'ın yasasının belirlenmiş bir ilkeye uygun biçimde işlediğini, sebeplerin aynı sonuçları doğurduğunu, her eylemin mutlaka karşılık bulacağını, Allah'ın yasasının kendilerini kayırmayacağını, sıra kendilerine geldiğinde de bu yasanın durmayacağını ve onlara da mutlaka uygulanacağını anlamıyorlar: “Ancak kendilerine, ruhlarını alacak meleklerin gelmesini veya Rabbinin azap emrinin (kıyametin) gelip çatmasını bekliyorlar! Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdi.” [1316] Yani, “Kur'an için 'eskilerin masalları' diyen Mekkeli inkarcılar, ruhlarını alacak meleklerin gelmesini bekliyorlardı. Veyahut kendilerinden önceki inkarcılara yaptığı gibi yıldırımlar gönderip onları yerin dibine geçirmesini ya da azabın hiç farkına varmadıkları bir yerden gelmesi türünden dünyevi azabı göndermesini istiyorlardı. Âyetteki tehdit bâtılda istikrarlı tavırları ve dünyaya aldanmaları nedeniyle idi. Bu âyette Allah'a ve rasulüne imana ve kendilerind'en önce rasulleri yalanlayan önceki toplumların başına gelen azap gelmeden önce hakka yönelmeye teşvik vardır. [1317] Onlara göre, Hz. Peygamber iddiasında samimiyse, risaletine şahitlik edecek bir melek getirmesi gerekiyordu: [1318] “Doğru söyleyenlerden isen, bize melekleri getirmeliydin.” [1319] Getirmediğine göre, onun nebi olmadığını (!) öğrenmiş oldular. Belki de Rasulullah (s), onları inanmadıkları takdirde azaba uğrayacaklarını söyleyerek korkutuyordu, onlar da azabın çabucak inmesini istediler. Azap olmaksızın melekler inseydi de inkarcılar inkârlarını sürdüreceklerdi. Bu nedenle de onların inişi abesle iştigal olmuş olacaktı. Melekler inseydi azap için inecekti. Muhammed ümmeti için de Allah bunu takdir etmedi. Bazılarının ileride iman edeceğini ve azap etmediği için ölmeyen inkarcıların çocuklarının inananlardan olacağını bildiği için melekleri indirmedi. [1320] Getirdiğinin doğruluğuna tanıklık etmeleri için onlara melekleri getirmesinin gerekli olduğunu düşünüyorlardı. [1321] İddia ettiği doğruysa, Allah'ın onu desteklemesi O'ndan peygamberliğinin doğruluğuna tanıklık edecek melekleri gökten indirmesini istemesi gerekirdi. [1322] [1263] Zemahşerî, II, 367. [1264] Hud: 11/12. [1265] Râzî, VI, 324. [1266] İbnu Kesîr, IV, 243. [1267] Zemahşerî, II, 368. [1268] Ali, a.g.e., s. 516. [1269] İsra 17/91. [1270] İbnu Kesîr, V, 117. [1271] Ali, a.g.e., s. 720. [1272] Râzî, VII, 409-410. [1273] Bu tehdidin, bu sureden bir süre önce vahyolunan Sebe: 34/9. ayetinde ifade edilen tehdide yönelik bir atıf olması mümkündür. [1274] İsra: 17/92. [1275] İbnu Kesîr, V, 118. Hz. Şuayb'tan istenilen benzer bir talep Kur'an-ı Kerim'de şöyle zikredilir: “Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver.” Şuara: 26/187. [1276] Meraği, a.g.e., XV, 95. [1277] Furkan: 25/21. [1278] Râzî, VIII, 447. [1279] A.g.e., VIII, 448. [1280] A.g.e., VIII, 449. [1281] Nisa: 4/153. [1282] Râzî, IV, 256. [1283] İbnu Kesîr, II, 398. [1284] Taberî, IV/2, 11-12. [1285] Kâfirler şöyle dediler: “Sen, bizim için yerden suyu kesilmeyen bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız.” İsra: 17/90. [1286] Zemahşerî, III, 265. [1287] Furkan: 25/21. [1288] Esed, a.g.e., s. 731. [1289] İbnu Kesîr, VI, 109. [1290] Ali, a.g.e., s. 931. [1291] Taberî, I, 717. [1292] İbnu Abbas bkz.: İbnu Kesîr, I, 232. [1293] Bakara: 2/118. [1294] Bu soruyu Ehl-i Kitab'ın sorduğuna delil olabilecek âyet şöyledir: “Kitap ehli, senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişler ve “Allah 'ı bize açıkça göster.” demişlerdi. Haksızlıkları sebebiyle onları yıldırım çarptı. Sonra kendilerine açık deliller geldiği halde buzağıyı (tanrı) edindiler. Onları yine de affettik. Ve Musa'ya açık bir delil (yetki) verdik.” Nisa: 4/153. [1295] Bakara: 2/108. [1296] Mücahid gibi Taberî de bilmeyenlerin Hıristiyan, öncekilerin de Yahudiler olduğu kanaatindeyken; Katade bilmeyenlerin Arapların kâfir olanları, öncekilerin de Yahudi ve Hıristiyanlar olduğu kanaatindedir bkz.: Taberî, I, 715, 717. [1297] Râzî, II, 27. [1298] Esed, a.g.e., s. 33. [1299] Mevdudî, Tefhîmu'l-Kur'an, I, 95. [1300] Bakara: 2/118. [1301] Râzî, II, 28. [1302] Rıza, a.g.e., I, 440. [1303] Meragi, a.g.e., I, 201-202. [1304] Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'an, I, 165 [1305] Enam: 6/8-9. [1306] Derveze, et-Tefsiru'l-Hadîs, III, 29. [1307] Taberî, V/l, 201. [1308] Meraği, a.g.e., XIV, 9. [1309] Doğrul, a.g.e., s. 379. [1310] Ali, a.g.e., s. 638. [1311] Râzî, IV, 486-487. [1312] Doğrul, a.g.e., s. 186. [1313] Ali, a.g.e., s. 291. [1314] Meraği, a.g.e., VII, 80. [1315] Esed, a.g.e., s. 224. [1316] Nahl: 16/33. [1317] Meraği, a.g.e., XIV, 77. [1318] Râzî, VII, 121. [1319] Hicr: l5/7. [1320] Râzî, VII, 122. [1321] İbnu Kesîr, IV, 444. [1322] Meraği, a.g.e., XIV, 8. Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 197-208. |