๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 22 Mart 2011, 00:05:39



Konu Başlığı: Kurana Göre Tarihin İşleyiş Tarzı 1
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 22 Mart 2011, 00:05:39
KURAN'A GÖRE TÂRİHİN (SÜNNETULLAH’IN) İŞLEYİŞ TARZI 1

 1- Kur’an’ın Bazı İfade Özellikleri
 
Kur'an, toplumların doğuşunu, ayakta kalış süreçlerini ve yok oluş sebeplerini kendine has ifade tarzı ile anlatır. Kur'an'ın tarihe bakışını anlayabilmek için, söz konusu ifade özelliklerinin iyi tahlil edilmesi kaçınılmazdır. Bu özelliği onun bir sosyoloji veya tarih felsefesi kitabı olmayışından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla ilk önce toplumsal kavram­ların Kur'an'da nasıl ele alındığını bilme zarureti vardır.

Misal olarak, bir sosyal birim olan qavm in Kur'an'da na­sıl ele alındığını kısaca belirlemeye çalışalım. Esasen erkek­lerden oluşan topluluğa verilen bu ismin [1] Kur'an'da her zaman bu şekilde kullanılmadığını biliyoruz [2]. Bizim genel­likle 'toplum' olarak çevirdiğimiz qavm kelimesi, Kur'an'da 'medeniyet' anlamına gelebilecek şekilde de kullanılmak­tadır. [3] Aynı toplum içerisindeki, farklı değer yargıları etra­fında öbeklenen grupları da qavm olarak isimlendiren Kur'­an [4] buna bağlı olarak, hâkim kadronun-zihniyetin değişmesiyle oluşan durumu da yeni bir kavmin getirilmesi ola­rak nitelemektedir. [5]

Kuşkusuz, Kur'an'ın değerleri her şeyin üstünde tutma­sından kaynaklanan bu durum, onun tarihe bakışının kategorik yönü hakkında önemli bir ipucu vermektedir. Buna göre, aynı toplumu oluşturan insanlar arasında benimsenen değerler planında bir farklılaşma belirdiğinde, çekişen farklı güçler doğmuş demektedir. İnsanları hareket birliği içeri­sinde tutan bu ortak değerler sisteminde; ırk, renk, dil ve sınıf gibi görünür birlikteliklerin mutlak bir rolü yoktur. Bu görünür müşterekler, değerlerde birleşme yönündeki etkile­ri nisbetinde önem kazanmaktadır. Kur'an, temelde bu fak­törlerin yapıcı rolünü kabul etmekte [6] fakat inanç birliğinin söz konusu olmadığı durumlarda, tabiî kan bağının dahi bir­leştirici fonksiyonunu yitireceğini vurgulamakta [7] hatta yeri­ne göre bu görünür bağın aldatıcı olabileceğini belirtmekte­dir [8].

Kur'an'ın bu tutumu, topluma karşı ferde öncelik tanıyan bakış açısından kaynaklanmaktadır. Yani, fert olarak insan, toplum tarafından üretilmemekte; tam aksine, bireyi çok de­ğişik şekillerde etkilemekle kalmayıp zaman zaman sınırla­yan bir gerçeklik olarak toplum, bizzat münferit insanlar ta­rafından üretilmektedir. Bu, şu anlama gelir ki, insanın kendi iradesinin payı olmaksızın içine doğduğu çevre gerçe­ğinden önce, evrensel nitelikli bir fıtrat gerçeği vardır [9]. Bire­yin hangi toplumun, ırkın, sınıfın üyesi olarak doğarsa doğ­sun, çevresini ıslah etmekle yükümlü olması, başka türlü izah edilemez. Kur'an, böylelikle, insanın yeryüzünde ger­çek fonksiyonunu icra edebilmesi için muhtaç olduğu gücü, fıtratından alabileceğini belirtmektedir. Nitekim Kur'an'da çevresine rağmen fıtratına dönebilen insanların varlığı ör­neklendirilir. [10] Sonuç olarak, toplumsal birimlerde tek ger­çek birliktelik olarak, en temel müşterek olan fıtratın ölçüt alınıp yabancı unsurların ayıklanmasıyla ulaşılan değerlerde birliktelik karşımıza çıkmaktadır.

Kur'an'ın sosyal birimlere bakışını qavm kelimesiyle ör­neklemeye çalıştığımız yukarıdaki açıklamalardan sonra, Kur'an'ın tarihe bakışındaki en orijinal özellik kendini ele vermektedir. Öyle ki, tarihe kur'anî yaklaşımla bakıldığında, tarihçilerin çok önemli değişmeler olarak kaydettikleri bir­takım olaylar Kur'an açısından hiç bir değer ifade etmeyebi­leceği gibi, tarihçilerin bir süreklilik kabul ettikleri bazı du­rumların da Kur'an açısından çok ciddi sosyal değişimler içerebileceği görülür.

Kur'an'ın tarihin işleyişinde etken kabul ettiği faktörlerin tespit edilebilmesi için göz önünde bulundurulması gereken bu ilk noktadan sonra, Kur'an'ın bir diğer ifade özelliğine geçebiliriz.

Kur'an'ın tarihi ele alışında en çok ağırlık verilen konu, toplumların yok oluşları (helâk) ve bu yok oluşu hazırlayan faktörlerdir. Söz konusu faktörler Kur'an'da çoğunlukla is­raf [11] curm [12] fesâd [13] zulm[14] vs. gibi ahlâkî terimlerle ifade edildiği gibi, zaman zaman aynı etkenlerin kufr [15] ism [16], zenb [17] tekzip,[18] fısq [19] vs. gibi dinî terimlerle isimlendirilmiş olduğunu görmek de mümkündür. Aslında Kur'an'da kulla­nılan hiç bir terimi dinî muhtevadan tamamen bağımsız ele alma imkanı yoktur. Mesela, iktisadî bir ahlâksızlık olan israf, Kur’an’ın kullanışında aynı zamanda günahtır ve Allah israf edenleri sevmez. Benzer bir şekilde, hukuka aykırı işlenen fiileri ifade eden curm, aynı zamanda ilâhî iradeye karşı olumsuz tavır alışı da anlatmaktadır.

Bu durum bütün ahlâkî terimler için geçerlidir. Dinî-ahlâkî terimler arasındaki bu ahenk, ters yönde de vâkîdir. Bilfiil, Allah'ın gönderdiği risâleti yalanlamak demek olan tekzîb, aynı zamanda bir ahlâksızlık olarak karşımıza çık­maktadır. Çünkü Kur'an'a göre risâletin mesajı haktır ve hakikati yalanlamak veya yalan saymak ahlâka mugayir bir davranıştır. Kufr ve îmân da dinî niteliklerinin yanında ahlâ­kî değeri de hâizdirler. [20]

Kur'an'ın bu anlatım özelliğini göz önünde bulundurma­dan onun ifadelerinden nesnel sonuçlar elde etmenin imka­nı yoktur. Fizik alanla ilgili Kur'an ifadelerinin tahlilinde belli bir noktaya kadar gösterilen başarı, sosyal alanla ilgili ifadelerin tahlilinde her zaman aynı ölçüde sergilenememiştir. Örneğin Kur'an'ın yağmuru "Allah'ın rahmeti" olarak isimlendirmesi ve yağmurun Allah tarafından indirildiğini ifade etmesi, belki yağmurun oluşumuyla ilgili Tanrı-biçimsel (theomorphic) bir anlayışa yol açmamıştır. Ama mesalâ ekonomik gücün, "Allah'ın ni'meti" [21] veya "Allah'ın fadlı"  [22] olarak isimlendirilmesi, âdeta insanın rolünü kü­çümseyen bir bakış açısıyla yorumlanabilmiştir. [23] Bunun se­bebi sosyal olaylara nisbetle, fizik olaylarda işleyiş tarzının gözleme daha elverişli oluşudur. Sosyal alanda etken unsur­ların belirlenmesi ise çok yoğun bir çaba gerektirmektedir. Bu çaba olmayınca, mekanizmada açıklanamayan boşluklar gaybî veya lahutî unsurlarla doldurulmuştur.

Ne var ki, düşülen hata yalnızca Kur'an'ı yanlış anlamak­la sınırlı kalmamış, buna bağlı olarak olgunun da olduğu gibi algılanamamasına neden olmuştur. Bu ise, olayların geri­sindeki gerçek dinamikleri görmeyi engellediği için, Kur'an'a dayalı sosyal politikalar üretilmesi mümkün olmamıştır.

Başa dönüp, örneklendirmeye çalıştığımız ifade özelliği­ne bakacak olursak, bunun tasvir edici (descrptive) değil, âdeta olaylara ve nesnelere anlam kazandırıcı (signijîcative) bir karakter taşıdığını görürüz. Yani Kur'an hiç bir zaman yağmurun oluşumu ile ilgili, bilime aykırı bir açıklama getirmemektedir. Ama onun için yağmur sadece, buharlaşan suyun soğuk hava tabakasına çarpıp geri dönmesinden ibaret kuru bir fizik olayı olamaz. O, yeryüzünün ve yeryüzündekilerin ona olan sonsuz ihtiyaçları düşünüldüğünde, yağmurun oluşumuna imkan verecek bir düzen kuran Allah'ın bütün yeryüzü halkına rahmetinin bir hediyesidir. [24] Kur'an, işin bu yönüyle ilgilenmekte ve âdeta fizik olayları bile değer alanına çekip anlam kazandırmak is­temektedir. .

Kur'an'ın tarihe bakışını anlayabilmek için göz önünde bulundurulması gereken bir diğer ifade özelliği de, Kur'an'da kullanılan üslûbun Allah-merkezlî (theosentric) oluşu­dur. Kur'an'ın anlatışında bütün olayların gerisinde mutlak irade ve güç sahibi Allah vardır. Makro ve mikro boyutuyla fizik âlemin bütün olaylarında fail güç odur. Yıldızları sevk ve idare eden o olduğu gibi [25] spermanın teşekkülünden yu­murta hücresiyle birleşip yeni bir yaratığa dönüşmesine kadar geçen bütün safhalarda [26] yine o vardır. Tarih alanında da durum bundan farklı değildir. Toplumları varlık sahnesi­ne çıkaran, halden hale geçiren, ilerleten, gerileten ve niha­yet yok eden odur. [27] Bu üslûp neticesinde, Kur'an'da Al­lah'ın iktidarın timsâli olarak bir krala (.melik) benzetilmekte olduğu, gözden kaçmayacak bir noktadır. Kur'an'ı bütü­nüyle gözden geçirdiğimizde onda bu benzetmenin bütün unsurlannı buluruz:

O meliktir [28] tahtı vardır [29] mülkünde ortağı yoktur [30] kendisine mutlak itaat göstercn görevlileri vardır [31] evreni bu görevlileri aracılığıyla ve verdiği emirlerle idare etmektedir.

Kısaca işaret etmeye çalıştığımız bu ifade / anlatım özel­liklerinin, Kur'an'ın tarihe bakışını anlamadaki gözardı edi­lemez yerini bir örnek üzerinde daha belirgin hale getirdik­ten sonra, asıl konumuz olan, tarihin işleyişinde etken unsurların Kur'an'da nasıl sergilendiğine geçeceğiz.

Ele alacağımız örnek, Kur'an'ın anlattığı tarihsel olaylar arasında zaman bakımından yakın bir dönemde cerayan et­miş olması itibarıyla, tarihî kaynaklardan da bilgi edinme imkanı bulunan Arim seli hadisesidir. Olay Kur'an'da şöyle anlatılmaktadır:

“Sebe’ (halkı) için oturdukları bölgede bir ayet vardı. "Rabbinizin rızkından yiyin ve ona şükredin, işte temiz bir yurt ve bağışlayıcı bir Rabb" (diyen) sağlı sollu iki bahçe... Ama onlar yüz çevirdiler, bu yüzden biz de üzerlerine Arim selini gönderdik ... [32]

Sebe', Yemen'in en verimli toprağa sahip bölgelerinden birisidir. [33] Yemen'in doğusu daha çok yağmur alır ve bu yağmur suları kuzey ve güneyden gelen sularla birleşerek tek kol halinde tekrar doğuya doğru akar, bu büyük su kütlesi dağın içindeki bir vadiden geçerek derinliğin 390 m, genişliğin 230 m olduğu boğazdan yerleşim merkezine akar­dı. [34] Sebe'liler, hem sellerin önünü alabilmek, hem de sel sularını kullanıma uygun hale getirebilmek için, vadinin bit­tiği bu boğaza bir set çekmişlerdi. Seddin yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. [35] E. Glaser'in verdiği bilgiye göre, set birçok kez çatlamalara maruz kalmış ve bir keresinde yıkılmıştır. Şurahbil b. Ya'fûr zamanında seddin yeniden bi­na edildiği söylenir [36].

Kur'an'da anlatılan sel felaketinin ne zaman cereyan etti­ği konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ancak Kur'an'da selden sonra Sebe'lilerin göçlerinden söz edildiğini göz önünde bulunduracak olursak [37] bunun Şurahbil zama­nında vuku bulan sel olduğu söylenebilir. Zira meşhur Arap göçleri bu felaketten sonra başlamıştır[38].

Tarihçiler seddin yıkılışıyla ilgili pek çok sebep sayarlar; o yıl fazla yağmur yağması, seddin onarımının sağlıklı yürütülmemesi, deprem, yıldırım gibi haricî bir faktörün söz konusu olması vb. gibi. [39] Bu arada Cevâd Ali, seddin yıkılmasını o dönemin sosyal ve siyasî durumuyla bağlantılı olarak ele almaktadır. MS. IV-VI. yüzyıl dönemine ait ya­zıtlardan hareketle getirdiği açıklamaya göre, önce Habeşliler'in sonra Ferslerin bölgeye nüfuz etmesinin do­ğurduğu karışıklık ortamında seddin mûtad onarımı ihmal edilmiş ve seddin yıkılmasına bu ihmal sebep olmuştur. [40]

Bu olay tefsirlerde ise genellikle gaybî faktörlerle izah edilmeye çalışılmış ve seddin yıkılmasının arkasında hep bir ilâhî müdahale görülmek istenmiştir. [41] Bunun sebebinin ola­yın Kur'an'da "...üzerlerine Arim selini gönderdik..." şeklin­de anlatılması olduğunu tahmin etmek güç değildir.

Yanlışlık, daha "Rabbinizin rızkından yiyin ve ona şükre­din..." uyarısına getirilen yorumda kendisini göstermektedir. Sebe'nin içinde bulunduğu nimetin haykırdığı bu hatır­latma, devreye bir peygamber sokulmak suretiyle vahiyle yapılan bir uyarıya dönüştürülmüştür. [42] Oysa ki, Kur'an'ın anlam kazandırıcı üslûbu, Sebe'nin sağlı sollu iki bahçesini tasvir ederken bunları bir âyet olarak nitelemektedir. Kur’an'a göre bu nimetlerin bizzat varlığı, söz konusu uyarının kendisidir. Tıpkı Kureyş'i ayakta tutan ticarî yolculukların [43] Allah'ın kendilerine bir lutfu kabul edilip, bundan dolayı Kabe'nin Rabbine kulluk etmelerinin beklendiği gibi.  [44]

Ayette, devamla Sebe' halkının bu uyarıya kulak asma­dıkları anlatılmaktadır. Doğal uyarı bir peygamber uyarısına dönüşünce bu yüz çevirme (i'râd) de salt dinî bir terim ola­rak algılanmış ve peygamberin tebliğine karşı koyuşun ifa­desi kabul edilmiştir. [45] Oysa ki, burada anlatılan, Sebe'nin içinde bulunduğu ahlâkî olumsuzluğun ulaştığı boyuttur. Şükrün ahlâkî boyutunu da düşündüğümüzde, eldeki imka­nın devamı için gerekeni yapmanın şükürden farklı bir şey gibi ele alınmasını anlamak güçtür. Üstelik Sebe' bu lâ­kaytlıkta ilk değildir:

“İnsana bir nimet verdiğimiz zaman yüz çevirip (i'râd) yan çizer ....” [46]

Kur'an'ın, tarihin işleyişinde gerçek birer etken kabul et­tiği faktörleri belirlemek, açıklamaya çalıştığımız ifade özel­liklerinin göz önünde bulundurulmasıyla mümkün olacak­tır. Zira uzunca yer verdiğimiz örnekte de görüldüğü gibi, Kur'an'ın ifadelerinden, olayın oluşum biçimi ile ilgili fikir edinme imkanı yoktur. Herhangi bir olayın rasyonel olarak açıklanabilir bir seyir içerisinde oluşum göstermesi veya ilâhî bir müdahaleyle gerçekleşmesi, Kur'an açısından pek önemli görünmemektedir. Kur'an'ın ifadesine göre nasıl ki İbrahim'in atıldığı ateş onu Allah'ın emriyle yakmamışsa, aynı şekilde her gün doğup batan güneş de O'nun emriyle hareket etmektedir. Bu nedenle, Kur'an'da anlatılan olayla­rın nasıl oluşum gösterdiğini belirleyebilmek, büyük ölçüde Kur'an dışı incelemelere bakan bir konudur.

Kur'an'ın bu tür ifadelerini zahirî bakış açısıyla yorumla­yan lahutî (theomorphic) yaklaşımın yanında, rasyonalist bir yaklaşım tarzı da yer alagelmiştir. Hz. Peygamber'i yalan­layanlara yönelik helak tehditlerinden biri şöyledir:

"De ki: "Onun (Allah'ın) üstünüzden ve altınızdan size azap göndermeye de, sizi parçalara bölüp bir bölümü­nüzün kötülüğünü diğer bir bölümünüze tattırmaya da gücü yeter" [47]

Bu ayete lafzî (literat) bir yorum getirmek gerekirse yu­karıdan gelen azabı yıldırım, fırtına ve her türlü yağmur ola­rak, aşağıdan gelen azabı ise deprem, kıtlık vb. olaylar şek­linde tefsir etmek mümkündür [48]. Ancak İkrime'den gelen bir haberde yukarıdaki Kur'an ifadeleri tamamen mecazî (figurative) olarak değerlendirilmiş ve getirilen yorumla helak olayı sosyal bir boyut kazanmıştır. Söz konusu haberde yu­karıdan gelen azap, toplumun üst kesiminin yol açtığı bo­zulmalarla, aşağıdan gelen azap ise, alt tabakanın neden ol­duğu bozulmalarla açıklanmaktadır. [49]

Biz burada iki tefsir tarzı arasında bir tercihte bulunacak değiliz. Bu örnekle göstermek istediğimiz, Kur'an'ın bu tür ifadelerinin anlaşılmasında yaklaşım tarzının ne denli önem arzettiğidir. Sadece ilgili ayetten hareketle farklı yorumları doğrulamak mümkündür. Ama bu yorumlardan her biri Kur'an bütünlüğü ölçüt alınarak değerlendirildiğinde bu bütünlüğe ters düşenleri çıkacaktır. Yukarıdaki örnekler için de aynı durum geçerlidir.

Sonuç olarak, Kur'an'ın Allah-merkezli ve anlam kazan­dırıcı üslûbunun, bir ifade özelliği olarak görülmedikçe, lahutî düşüncelere yol açabileceğini düşünüyoruz. Kanaati­mizce bu da, insanın tarih içindeki rolünün zayıflatılması ile aynı anlama gelmektedir. [50]

 2- Tarihin (Sünnetullahın) İşleyişinde Etken Unsurlar

 Çağdaş tarih felsefelerinde dinamik tarihi, ırk, çevre, eko­nomi, din, kahramanlar vb. gibi haricî faktörlerle açıklama­ya yönelik geleneksel bir temayül vardır [51]. Bu eğilimin so­nucu olarak söz konusu felsefelere göre, insanın tarih içinde mutlak bir rolü yoktur. Çünkü insan egosu zaman ve meka­nın tehdidi altında olup, haricî faktörler tarafından belirlen­mektedir. [52] İnsanı çevrenin eline veren bu açıklamaların, ideallerin ve değerlerin rolünü inkâr etmekte olduğu, ayrıca belirtmeye gerek duyurmayacak açıklıktadır. Kur'an ise, daha önce de ifade edildiği gibi, insan davranışlarının belir­lenmesinde gerek dahili, gerekse haricî faktörlerin rolünü inkâr etmemekle birlikte, insanı etkileyen bu faktörlerin biz­zat insan tarafından üretildiğini söylemektedir. Böylece Kur'an'ın, tarihin direksiyonunu insanın eline vermiş oldu­ğunu söyleyebiliriz.

Buna göre, toplumsal hareketlilikte her ne kadar etkili olsa da, hür iradenin belirlemediği olaylar, tarihte doğrudan birer faktör değildir. [53] Örneğin Kur'an ölüm olayının fizik bir gerçeklik olarak önüne geçilemeyeceğini [54] bundan pey­gamberlerin bile muaf olmadığını [55] hatırlattıktan sonra; âde­ta Hz. Peygamber'in ölümünün bile mutlak bir felaket sebe­bi olmaması gerektiğini, ayakta kalabilmenin şartları yerine getirildiği takdirde, toplumun sağlıklı bir şekilde yaşamaya devam edeceğini öğretir [56].

Bir liderin ölümü hâdisesinin tarih içinde oynayacağı ro­lü, toplumun olay karşısındaki tavrı belirleyecektir. Bu olay toplumu ümitsizliğe ve başıboşluğa itecek olursa, bunun olumsuz gelişmelere yol açacağı muhakkaktır. Ama toplu­mun bu olayı soğukkanlılıkla karşılayıp, kaybedilen liderin fonksiyonunu deruhte yoluna giderek akışı lehine çevirmesi gücü dahilindedir. Şayet söz konusu toplum böyle bir güç ortaya koyamıyorsa, uğrayacağı felaketin sebebini liderin ölümünde değil, toplumun bu yetersizliğinde aramak gere­kir. Nitekim geri kalmış ülkelerde lider veya şahıslar hâlâ ön planda iken, daha gelişmiş toplumlarda şahıslar değişse de sistemin kendini devam ettirme kabiliyetine sahip olduğunu müşahede etmekteyiz. Bir kahramının ölümü, sosyal hare­kette gerçek bir faktör gibi görünse de; sonuçta tarihin sey­rini belirleyen, bu önemli olay karşısında alınacak iradî ta­vırlar olma durumundadır. Bunu söylemekle söz konusu ölüm olayının etkisi inkâr edilmiş değildir. Burada sorun, neyin tarihsel etken olduğunun tespitidir. Şu halde toplu­mun önemli bir ferdini yitirmesi, tabiî bir etken olarak tarih­sel etkenin ortaya çıkmasına neden olmanın ötesinde bir et­kiye sahip değildir. Kur'an benzer olayların mutlak etkisini kabul etseydi, aynı zamanda birer 'sınama' olduklarını söy­lemezdi. Mukadder bir değişmeye neden olacağı önceden bilinen bir olayla denemek, her halde anlamsız bir aldatma­ca olurdu. Oysa ki Kur'an ölüm, yoksulluk, sıkıntı vb. olay­ları birer 'sınama' olarak nitelemekte, ama projektörü bu gayr-ı iradî olayların imkan tanıdığı iradî değişmelere tut­maktadır [57]. Kur'an'ın tarihi ahlâkla temellendirmesinin sonu­cu olan bu nokta, onun tarihe bakışının en özgün yön­lerinden birini teşkil etmektedir. Özellikle modern tarih felsefelerindeki şuursuz tarih anlayışına bakarak, Kur'an'ın yorumu tarihe böylelikle bir şahsiyet kazandırmaktadır. [58]

Kur'an'ın tarihin işleyişiyle ilgili açıklamalarında üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da, bir öncekine bağlı olarak Kur'an'ın organizmacı tarih anlayışıyla uzlaşmamasıdır. İbn Haldun'dan Spengler'e kadar bütün organizmacılar, toplumlar için mukadder değişmelerden söz etmekte­dirler. Hatta bunlar arasında toplumlara ve medeniyetlere belli bir ömür biçenler bile vardır [59].

Kur'an ise, tarihte olaylar arasındaki determine ilişkilere dikkat çekmekle kalmayıp, bu determinasyonu sunnetullah'ın değişmezliği ilkesiyle teyit etmiş olmasına rağmen, olay­ların akışı için önceden belirlenmiş bir seyir anlayışına ke­sinlikle yer vermez. Kur'an'ın teyit ettiği, belli bir sosyal de­ğişme için gereken şartlar oluştuğunda, bunun sonucu olan değişmenin mutlaka gerçekleşeceğidir. Ama değişmeyi be­lirleyen sebeplerin faili, hür irade sahibi fertlerden oluşan toplum olduğu için, hiç bir sosyal değişme önceden belir­lenmiş olamaz [60]

“Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onla­rın durumunu değiştirmez.” [61]

Kur'an'ın tarih anlayışında bu tür bir determinist yasa ola­rak, sadece "kötünün iyi, bâtılın hak, zararlının yararlı kar­şısında kalıcı olmadığı" ilkesi yer alır [62]. Ancak, öyle sanı­yoruz ki, bunun A. Comte'daki "insanlığın sürekli iyiye doğ­ru ilerlediği" fikriyle bir ilgisi yoktur.[63] Zira Kur'an’ın kabul ettiği bu ilke, tek yönlü bir ilerlemeden değil, iyinin ve kötünün doğasından söz etmektedir. ‘İyi' veya 'Hak' insan­lar tarafından benimsenip uğrunda mücadele verilmedikçe -beşerî bir pay olmaksızın- ancak potansiyel olarak güçlü kalabilir. Kur'an'ın bu konuda savunduğu, tek yönlü bir iler­leme kuramından çok, olsa olsa kötülüğe bakarak iyiliğin insanlar tarafından benimsenme şansının daha fazla olduğu ve bir kez benimsendiğinde gelişmeye daha elverişli oldu­ğudur.

Benzer şekilde, Kur'an'da çoğu kez imanın toplumsal de­ğişmenin temelinde yatan gerçek bir faktör gibi ön plana çıkarılmakta olduğu da gözden kaçmayacak bir husustur. Bu durumu, Kur'an'ın inanç ve eylemi birbirinden farklı ama ayrılmaz iki unsur olarak değerlendiren bakış açısından soyutlayarak ele alacak olursak, tarihi insanların derûnundaki soyut inançların şekillendirmekte olduğu gibi bir kabu­lü Kur'an'a mal etmiş oluruz. Oysa şurası açıktır ki, Kur'an için önemli olan inancın davranışa yanısıma biçimidir [64]. Tari­hin oluşumunda inancın ön plana çıkarılması ise, Kur'an'ın madde-madde ötesi ikileminde, her ikisini de nesnel birer gerçeklik olarak kabul etmekle birlikte, önceliği (ahlâkî ba­kımdan) bu ikincisine vermesinin sonucudur. Kur'an bu öncelik tanımanın rasyonel gerekçelerini muhtelif vesileler­le dile getirmektedir. [65] Kur'an'da mücadelelerine yer verilen bütün peygamberlerin tarihsel görevlerine inanç nokta­sından başlayıp, sosyal problemleri bu zemin üzerinde ele almış olmaları da, inancın sahip olduğu söz konusu önce­liğe bağlanabilir.

Ancak, Kur'an'ın bu tavrını, inanç ile eylem arasında mutlak bir tetâbukun kabulü olarak değerlendirmek de yanlış olur. Zira Kur'an temelde, inançsız bir ferdin ahlaken olumlu davranışlar sergilemesini mümkün görür. Buna bağlı olarak inançsız bir toplumun da belli bir süre ayakta kalabil­mesi Kur'an'a göre imkân dahilindedir. Ne var ki inkârın bizzat kendisi de bir tür ahlâksızlık olduğu için, davranışa yansıma biçimi sonsuza dek ahlâkî olma şansından mahrumdur [66]. Bu da inançsız bir toplumun ikbâlinin geçici ol­ması anlamına gelir: Bu yüzden inkarcı toplumların ayakta kalmaları Kur'an dilinde erteleme [67] olarak isimlendirilir.

Dolayısıyla Kur'an'ın inancı önplana çıkaran ifadeleri, imân-ahlâk ilişkisi çerçevesinde düşünüldüğünde püridealist bir tarih anlayışını Kur'an'a mal etme imkânı bulun­madığı görülür.

Sonuç olarak Kur'an'ın tarihte doğrudan doğruya etken olarak sadece insan fiillerini kabul ettiği, bununla birlikte di­ğer haricî etkenlerin rolünü de tamamen inkâr etmediği söylenebilir. Bu da şu anlama gelir: Kur'an'a göre tarihe şekil veren insanlıktır. [68]

 3- Sünnetullah'ın Değişmezliği Sorunu

 Kur'an'ın, sünnetullah’ın değişmeyeceği yönündeki açık beyanlarına rağmen, bu husus zaman zaman problem hali­ne gelebilmiştir. Bu problematiğin başta gelen sebeplerin­den birisi, sünnetullah'ın tabiat kanunlarının Kur'an'daki is­mi olarak kabul edilmesidir. Sunnetullah’a böyle bir anlam yüklenince tabiat kanunlarına aykırı oluşum gösteren muci­ze olgusu ile değişmezlik ilkesi arasında mantıkî bir çelişki doğması kaçınılmaz olmaktadır. Farkedilmesi güç olmayan bu çelişki karşısında sunnet-i âmme (Kur'an'ın değişmez­liğini vurguladığı yasalar) ve sünnet-i hasse (mucizenin do­ğurduğu değişme esnasında carî olan yasalar) ayırımına gi­denler olduğu gibi [69] sünnetullahın sadece geçici olarak değiştiğini düşünenler de olmuştur [70]. Ancak bu girişimler içerisinde en ilginç olanı; sünnetullah'ın değişmeyeceğini vurgulayan Kur'an ifadelerinin tevili yoluna gidilmesidir. Yapılan tevile göre, "sünnetullah’da bir değişme bulamaz­sın" ifadesi, sunnetullah'ın değişmeyeceğini değil, sunnetullah'daki değişmeyi insanların farkedemeyeceğini vurgulamaktadır. [71] Sunnetullah'ın konusu ile ilgili temel yanılgı­dan kaynaklandığı açık olan bu problem üzerinde daha faz­la durmayı düşünmüyoruz. Bu bölümde, Kur'an'ın iç bütün­lüğünden kaynaklanan bazı sorunlar çerçevesinde sunne­tullah'ın evrenselliğinin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durmaya çalışacağız.

Kur'an sunnetullah'ın değişmezliğinden dört ayrı yerde söz etmektedir. Nefyedilen değişme olgusu tebdil [72] veya tahvil [73] kelimesiyle ifade edilir. Sadece bir yerde bu iki keli­me aynı ayet içerisinde bir arada kullanılmıştır. [74] Her iki ke­lime de aralarındaki nüansa rağmen, Kur'an'da aynı gayeyi gerçekleştirmek için kullanılmıştır. İkisi de hem dikey düz­lemde (zamana bağlı) hem de yatay düzlemde (mekâna bağlı) değişme anlamlarına gelebilmektedir. Kur'an'daki bü­tün kullanımlarında durum aynıdır [75]

Sunnetullah'ın değişmezliğinden neyin anlaşılması ge­rektiği sorusunu cevaplayabilmek için başvuracağımız ilk yer, Kur'an'ın bu ilkeyi vurgulamasına neden olan zemin olacaktır. İlgili ayetler dikkatlice ele alındığında, Kur'an'ın sunnetullah'ın değişmeyeceğini vurgulamasının arka-planında; insanlardaki, tarihin kendilerine ayrıcalık tanıması beklentisinin yer aldığı görülür.

...Onlar, öncekilerle ilgili uygulama biçiminden başkasını mı beklerler? Oysa ki, Allah'ın davranış tarzında bir değişikük (tebdil) bulamazsın. Allah'ın davranışında bir baş­kalaşma {tahvil) bulamazsın. Yeryüzünde gezip, kendile­rinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Kaldı ki onlar bunlardan daha güçlü idiler..[76].

Sunnetullah'ın evrenselliği ilkesinin ortaya konuş biçimi ve arkaplanı gösteriyor ki, Kur'an'ın bu ilkeyle vermek iste­diği, -insanların sunnetullah'ın değiştiremeyeceğini de içer­mekle birlikte, daha çok- Allah'ın kimsenin hatırı için davra­nış tarzını değiştirmeyeceği fikridir. Bunun bir anlamı da; ta­rihin, işleyişinde objektif oluşudur.

Kur'an bir taraftan nesnel bir tarih anlayışını telkin eder­ken; bir taraftan da Allah'ın kullarının dualarına karşılık ver­mesinden, inananlara yardımından ve inkarcıları yok etme­sinden söz etmektedir. Kanaatimizce, esasen bu fikirler Kur'an bütünlüğü içerisinde birbiriyle çelişmez bir uyum içerisindedirler. Ancak ortak yönleri, literal olarak bir ilâhî müdahale fikrini içermeleri olan bu ikinci grup Kur'an ifade­leri, zaman içerisinde sunnetullah’ın değişmezliği ilkesiyle bağdaşmayan anlayışlara yol açabilmiştir. Şimdi bu konula­rı, sunnetullah’ın değişmezliği ilkesi çerçevesinde sırayla, kısa kısa ele almak istiyoruz.

1. Kur'an kul ile yaratanı arasında hiç bir aracıya yer ver­meyen bir sistem getirmiştir. Bunun bir uzantısı da kul ile Allah arasında vasıtasız diyalog demek olan dua kurumu­dur. Kur'an Allah'ın dua edenin isteğine cevap vereceğini vaadetmekle [77] kalmayıp, O'nun kullarının dualarına icabet ettiğinin örneklerini de verir [78] burada, de'â fiilî ve türev­lerinin Kur'an'da sadece "bir talepte bulunma" anlamında değil, aynı zamanda "ibadet etme" anlamında da kul­lanıldığını hatırlayalım. Ancak Kur'an'a göre Allah'ın -talep anlamındaki- duaları kabul etme vaadi, O'nun her istenileni yapması anlamına gelmemelidir. Nasıl ki herhangi bir merciden, ilkelerine ters düşecek bir talebe cevap vermesi beklenemezse, Allah'ın da davranış tarzına (sunnetullah) aykırı davranması beklenemez. Bu konuda talep sahibinin kimliği hiç önemli değildir.

“Nuh seslendi: "Rabbim!" dedi. "Oğlum benim ailemdendir, senin sözün elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin". Allah: "Ey Nuh! o senin ailenden değildir [79], yap­tığı da iyi bir iş değildir, bilmediğin şeyi benden isteme, sana cahillerden olmamanı öğütlerim...!' dedi [80]

Hz. İbrahim'in Lut kavminin helak edilmemesi yönünde­ki talebinin geri çevrilmesi [81] örneği de hatırlanacak olursa sunnetullah’ın carî olduğu alanda duanın gerçek bir faktör olmadığı görülür. Nitekim Nuh'un duasının kabul edilmedi­ğini anlatan ayetlerden hemen sonra, müşriklere karşı Al­lah'tan yardım beklentisi içerisinde bulunan mü'minlere, sabretmeleri telkin edilirken, âdeta tarihin kendilerine ay­rıcalık tanımasını beklememeleri gerektiği öğretilmektedir.

“Bunlar sana vahyettiğimiz gaybın haberleridir, nitekim sen de milletin de daha önce bunları bilmezdiniz. Sabret!.. Sonuç Allah'tan sakınanlarındır.” [82]

2. Sunnetullah'ın evrenselliği çerçevesinde anlaşılması zor görünen meselelerden birisi de, Kur'an'ın Allah'ın mü'minlere yardım edeceği vaadinin, sunnetullah'ın evren­selliğini zedelemeden nasıl tahakkuk edeceğidir. inananlara yardım vaadeden ayetler, burada yer veremeyeceğimiz ka­dar çoktur. [83] Ancak bu ayetler Kur'an bütünlüğü gözardı edilerek tek başına değerlendirildiğinde, kullarına farklı dav­ranan bir Allah telâkkisinin doğmasına sebep olacağı gibi, inananları da yersiz bir gevşekliğe iteceği açıktır. Oysa Kur'an, Allah'ın kendilerine yardım edeceğini vaadettiği mü'minlere aynı zamanda rasyonel bir hayat önermekte­dir. [84] Başarılı olmak için gereken şartlar yerine getirilmedik­çe, sadece haklı olmak yeterli değildir. Uhud yenilgisi Müslümanlara bu gerçeği öğreten acı bir tecrübe olmuştur [85].

Esasen Kur'an'ın dünya hayatıyla ilgili temel öğreti­lerinden birisi, nesnel gerçeklikler karşısında bütün insanla­rın eşitliği ilkesidir [86]. Kur'an bu ilke gereği, dünya hayatında başarılı olmanın şartları arasında fiziksel donanımdan başka, inanç ve moral güce de rasyonel birer etken olarak yer verir. [87] Ancak Kur'an'ın kendine özgü ifade biçiminde inanç ve moral güce sahip tarafın başarısı Allah'ın yardımı ola­rak vasıflandırılır. Bu niteleme İslâm kültüründe öylesine et­kili olmuştur ki, başarı çoğu kez nusret (Allah'ın yardımı) veya muzafferiyyet (Allah'ın zafer vermesi) şeklinde ifade edilir.

Tarih içerisinde inanç ve ahlâkın olumlu rolü, dogmatik bir yapıya büründürülmeden nesnel bir gerçekliğin ifadesi olarak kabul edildiğinde, inanan tarafın başarılı olması bir İlâhî müdahalenin sonucu olmaktan çıkar ve tarihsel bir ger­çeklik olarak gerçek yerini bulur.

“Peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz {kelime) geçmiştir: Mutlaka kendilerine yardım edilecektir ve galib gelecek olanlar bizim ordumuzdur. [88]

Bu ve benzeri Kur'an ifadelerinde yer alan tarihin seçmeci özelliği, müdahalelerle gerçekleşen bir özellik değil, yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı gibi, tarih mekanizma­sının kuruluşundan kaynaklanan bir özelliktir. Yani Kur’an'ın sözünü ettiği yardım, her seferinde Allah'ın olaylara müdahale edip, akışı inananların lehine çevirmesi suretiyle gerçekleşmemektedir. Allah tarihin kanunlarını koyarken, iyi ve insanlığa yararlı olana ilerleme şansı vermiş, buna mu­kabil kötü ve insanlığa zararlı olan ise yok olmaya mahkûm edilmiştir.

“Hak geldi, bâtıl yok oluverdi, zira bâtıl yok olucudur.” [89]

3. Sunnetullah’ın evrenselliği ilkesiyle bağdaşmayacak yorumlardan bir kısmı da toplumların helâkiyle ilgilidir. Kur'an'da pek çok eski kavmin yok oluş hikayesine yer veri­lir. Tarihten seçilen bu örneklerin çoğunda yok oluş 'azâb ile gerçekleşmektedir. Azap ile yok etmenin çeşitli örnek­lerine yer verilir Kur'an'da; (racfe) 'titreme [90]  (sayha) 'çığ­lık [91]  (tâğiye) 'sarsıntı [92]  (rîh sarsar 'âtiye) "önünde durul­maz dondurucu bir rüzgar [93] gibi... Kur'an'ın anlatışından, mahiyetleri belli olmasa da, bu olayların insanların ölümüne yol açan âfetler şeklinde cereyan ettikleri anlaşılmaktadır. [94] Kur'an bir taraftan eski toplumlara verilen bu cezalardan söz ederken, öbür taraftan Hz. Peygamber'in muhataplarının -bütün azgınlıklarına rağmen- benzer bir âfete uğramamış olmaları, Hz. Peygamber'le birlikte helak sünnetinin değiştiği gibi bir yoruma yol açmıştır.

Böyle bir yorumu ortaya çıkaran, azabı tek yok oluş bi­çimi olarak gören bir bakış açısıdır. Oysa ki, -örnek olarak- Mekke'nin fethiyle müşrik toplumun ortadan kalkması, Kur'an'ın helak kavramının dışında değerlendirilemez. Dolayısıyla, helak kesintisiz bir süreçtir. Helak'ın bir çeşidi olan ve Kur'an'daki örneklerinin -Kur'an'ın ifade özellikleri ve tarihsel gerçeklik açısından- incelenmesi gereken 'azâb olgusuna gelince: Kur'anî verilerden hareket edecek olur­sak, Hz. Peygamber sonrası insanlık âlemi için zaten azap ile yok oluş söz konusu olamaz. Kur'an'da azap ile yok edil­diği anlatılan toplumlar gözden geçirilecek olursa, hepsinin peygamberli toplumlar oldukları ve azaba, genellikle pey­gamberle ilişkilerinde ortaya çıkan sıkıntıların yol açtığı görülür. Bu örneklerde açık olan bir diğer nokta da, azap inecek toplum içindeki inanan kesimin azap bölgesinden çıkarılmak suretiyle kurtarılmasıdır. [95] Azabın ceza niteliğinin bir gereği olan bu kurtarma işi, peygambere azabı bildirmekle gerçekleştirilmektedir [96]. Peygambersiz bir toplumda ise bunlardan hiç biri söz konusu olamaz.

Bununla birlikte sözde sunnetullah'ın değişmezliği ilke­sinden hareketle her doğal âfeti ilâhî bir cezalandırma olarak nitelemek de Kur'an açısından doğru bir değerlendirme olmasa gerektir. Her âfete maruz kalan bölgede ahlâkî olumsuzluk bulunduğunu söylemek bir zorlama olur. Doğal afetlerde masum insanların da helak oldukları gerçeği bir yana bırakılsa bile, toplumdaki ahlâkî bozulma ile başlarına gelen doğal âfet arasındaki determinasyonu izah etmek güçtür. [97]


[1] bkz.: el-Mufredât, s. 418-419.

[2] bkz.: el-Fîrûzâbâdî, Muhammed b. Yarqûb, Basâ'ir Zevî't-Temyîz fi Latâ'ifi'l-Kitâbi'l-'Azîz (tahk.: M. 'Alî en-Neccâr), Beyrut, t.y., IV. 307-313

[3] krş.; Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur'an, s. 79

[4] Sâffât: 37/30

[5] Hûd: 11/57

[6] Bakara: 2/83; Nisâ: 4/36;.En'âm: 6/151; İsrâ: 17/23; Ankebût: 29/8; Lokmân: 31/14; Ahkâf: 46/15 vd

[7] Hûd: 11/46;

[8] Nisâ:/135; Tevbe: 9/24

[9] “Sen yüzünü bir hanif gibi/olarak (hak) dine çevir; Allah'ın insanları yaratışına uygun olan doğal hâl (budur). Allah'ın yaratması değiştirilmez. Doğru din işte budur, ama insanların çoğu bilmezler..” Rûm: 30/30

[10] Firavun'un mü'mine eşi Tahrîm: 66/11, Ashâb-ı Kehf Kehf: 18/10-26 ve Antakya'lı mü'min Yâ-sîn 36/20-27 örneklerini burada zikredebiliriz

[11] Enbiyâ: 21/9vb

[12] Duhân: 44/37 vb

[13] Hûd: 11/118 vb

[14] Â1-i İmrân: 3/117;  En'âm: 6/47; Yûnus: 10/13; İbrahim: 14/l 3; Hacc: 22/45; Kasas: 28/59 vb

[15] Enbiyâ: 21/6; Mülk 67/28 vb

[16] Bakara: 2/85, 188; Mâide: 5/62 vb

[17] En'âm: 6/6 vb

[18] Enfâl: 8/54; Şuarâ: 26/139; Mü’minûn: 23/48 vb.

[19] İsrâ: 17/l6; Ahkâf: 46/35 vb

[20] İmân'ın ahlâkî değeri ile ilgili geniş açıklama için bkz.: Güler, İlhami, Kur'an'a Göre Allah ve Ahiret İnancının Ahlâkla İlişkisi (basılmamış doktora tezi), Ankara 1990

[21] İsrâ: 17/83.

[22] Nûr: 24/32, 38

[23] Allah'ın rızık vermesinden söz eden ayetler yorumlanırken bu ola­yın nasıl oluştuğu üzerinde durulmamış, sadece rızkı Allah'ın verdi­ği tekrarlanmıştır; msl. bkz.: Hâzin, IV. 403; Fîrûzâbâdî, IV. 403

[24] A’râf: 7/57; Furkân: 25/48; Neml: 27/63; Rûm: 30/46; Şûrâ: 42/28 vb

[25] A'râf: 7/54; Nahl: 18/12 vb

[26] Mü’minûn: 23/12-l4 vb

[27] A'râf: 7/137; Duhân: 44/28

[28] Tâ-hâ: 20/ll4; Mü'minûn: 23/116; Haşr: 59/23; Cum’a: 62/l; Nâs: 114/2.

[29]  A’râf: 7/54; Yûnus: 10/3; Ra'd :13/2; Tâ-hâ: 20/5; Mü'min: 40/15

[30] İsrâ: 17/111; Furkân: 25/2

[31] Nahl: 16/50; Tahrîm: 66/6

[32] Sebe: 34/l5-l6.

[33] Mehrân, Dirâsât, I. 311; Araplar arasında Sebe' toprağının verimlili­ği darb ımesel konusu olmuştur, bkz.: age., I. 329

[34] bkz.: age., I. 338.

[35] bkz.; age., 1.317

[36] Glaser, Eduard, "Zwei Inschriften über den Dammbruch vor Mârib", MVG, 1897, s. 372; Dr. S.A. Salim de seddin Şurahbil zamanında onarıldığına dair bir yazıttan söz etmektedir, bkz.: Dirâsât Târîhi'l-Arab, İskenderiyye 1968,1. 181

[37] Sebe: 34/18vd

[38] bkz.: Glaser, a.g.m., s.387

[39] bkz.: Mehrân, I. 340

[40] bkz.: Cevâd 'Alî, I. 246; Mehrân, I. 351

[41] bkz.: el-Udfuvî, Ebû Bekr Muhammed (ö:h.388), el-Istiğnâ fi-Tefsir (yazma), Hafız Ahmed Paşa- 4, v. 46 b:   Bir diğer rivayete göre seddi yıkması için Allah bir fare bi­le göndermiştir, bkz.: age., v. 47-a

[42] bkz.; Mekkî, v. 320-b:

[43] Kureyş'in ticari seferleri için bkz.; 'Abdul'azîz Kâmil, Medhal Coğrâfi, s. 292; Dr. 'A. Salim, I. 602-3.

[44] Kureyş: 106/l-4

[45] 41. dipnotla verilen metinde bu durum açıkça görülmektedir

[46] İsrâ: 17/83; aynca bkz.: Fussilet: 41/51

[47] En'âm: 6/65.

[48] msl. bkz.: Râzî, XIII.22

[49] ö bkz.: a.y

[50] Şeriatı de aynı şeye "aşırı dinci dünya görüşü" adını vermekte ve so­nuçlarını tartışmaktadır, bkz.: Şeriatı, Ali, Yarının Tarihine Bakış (terc: Orhan Bekin), İstanbul 1987, s. 22. Dr. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Yayınları: 139-150.

[51] Çoğu kez "mekanist görüş" olarak anılan bu yaklaşım tarzı, XVII. yüzyılda fizik bilimlerin son derece ilerlemesi sonucunda, sosyal olayların da fizik olaylar gibi incelenebileceği düşüncesiyle kendisi­ni gösterdi. Bu yönüyle "sosyal fizik" adını da alan bu yaklaşıma göre, bütün tabiî olaylarda olduğu gibi, sosyal olayların sebepleri de tabiî olaylardır. Mekanist görüş veya sosyal fizik anlayışı hakkın­da geniş bilgi için bkz.: Kösemihal, N. Şazı, Sosyoloji Tarihi, İstan­bul 1974, s.36vd

[52] bkz.: Abdulhamid Siddiqui, "An Islamic Concept of History", Social and Natural Sciences (ed.: I.R. al-Faruqî and A.O. Naseef), Cidde 1981, s. 43-44. Çağdaş Tarih Felsefelerinin Kur'an'ın tarih yorumu açısından değerlendirme denemeleri olarak bkz.: Sıddıkî, Mazharuddin, Kur'an'da Tarih Kavramı (terc. Süleyman Kalkan), İstan­bul, 1982, s. 193 vd.; Sıddıkî, Abdulhamid, Tarihin Yorumu (terc. M. Beşir Eryarsoy), İstanbul, 1978; s. 19-107; 'İmâduddîn Halîl, et-Tefsiru'l-İslâmî li't-Târîh, Beyrut 1983, s. 21-95

[53] Bu noktada Weber'in, sosyal değişmenin gerçek sebebinin tespiti için önerdiği şemaya dikkat çekmek yerinde olacak. Weber, önce nedenlerinin bulunduğu öne sürülen tarihsel özgünlüğün kurulma­sını ve daha sonra söz konusu olgunun öğelerinin belirlenip bu öğelerden birinin olmadığı varsayarımdan hareketle "tarihsel neden­sellik" sorununun çözülebileceğini önerir. Bu yöntem ile, Kur'an'ın "A fiilini işlemeselerdi B sonucu oluşmazdı" türündeki ifadeleri karşılaştırılabilir

[54] Âl-i İmrân: 3/185; Enbiyâ 21/35; Ankebût 29/57

[55] Enbiyâ: 21/34

[56] Â1-i İmrân: 3/144

[57] Mülk: 67/2

[58] krş.: Siddiqui, a.g.m., s. 42

[59] Mesela İbn Haldun toplumlar için 120 senelik bir ömür biçmektedir, bkz.: Mukaddimeler, S. Uludağ, İstanbul, 1982,1. 505-508

[60] Popper da tarihselciliğe yönelttiği tenkitlerde, toplum için mukadder bir gelecekten söz etmeyi 'kehanet' olarak niteler ve evrensel nite­likli sosyal kanunların ancak birbirini izleyen dönemleri yekdi­ğerine bağlayan kanunlar olabileceğini savunur; bkz.: Popper, Karl R., Tarihselciliğin Sefaleti (terc. Sabri Orman), İstanbul, 1985, s. 70; Popper, K.R., 'Toplum Bilimlerinde Öndeyi ve Kehanet", Karl Popper'in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Bryan Magee (terc. Mete Tuncay), İstanbul 1982, s. 140

[61] Ra'd: 13/ll

[62] İsrâ: 17/81; Ra'd: 13/17.

[63] Comte, uzun dönemli yönelişin, insanın çevresini denetlemesi, zi­hinsel ve ahlâkî kabiliyetlerinin gelişmesi gibi konular açısından, sürekli daha iyiye doğru gittiğini düşünmektedir; bkz.: Appelbaum, Toplumsal Değişim Kuramları, s. 18-20

[64] Nitekim daha sonraları İslâm teolojisinde önemli bir problem olarak tartışılan iman-amel münasebeti, Kur'an'da son derece pragmatik bir tarzda ele alınmıştır. Kur'an incelendiğinde, onda inanan fakat salih amel işlemeyen bir insan tipinin yer almadığı görülür. Bu tav­rıyla Kur'an, âdeta böylesine birbirinden kopuk iman ve amel ilişkisini tanımamaktadır. Aynı zamanda Kur'an'daki îmân ve 'amel kavramlarını tanımlayan bu tavra göre, Kur'an eylemden söz etti­ğinde mutlaka inancın rengini taşıyan bir eylemden söz ediyor de­mektir

[65] krş.: Mutahharî, Murtaza, Tarih ve Toplum (terc. Cengiz Şişman), İstanbul, 1989, 174 vd

[66] A'râf: 7/147; Tevbe: 9/17.

[67] İbrahim: 14/41; Nahl 16/6l.

[68] Dr. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Yayınları: 151-157.

[69] bkz.: Karadeniz, Osman, Mucize Problemi (basılmamış doktora tezi), İzmir 1989, s. 28

[70] bkz.:Ertuğrul, İsmail Fenni, Lugatçe-i Fetsefe, İstanbul 1341,s.424-427

[71] bkz.: Ahmed Naim, Ahlâk-ı İslâmiyye Esâsları, s. 37-38.

[72] Feth: 48/23; Ahzâb: 33/62

[73] İsrâ: 17/77.

[74] Fâtır: 35/43.

[75] bkz.: En’âm: 6/34; Yûnus: 10/64; İsrâ: 17/56; Rûm: 30/30 vd bkz.: En’âm: 6/34; Yûnus: 10/64; İsrâ 17/56; Rûm: 30/30 vd

[76] Fâtır: 35/43-44)

[77] Bakara: 2/186

[78] Hûd: 11/71-72;  Neml 27/62;  Kamer 54/l0 vd

[79] Ayette Nuh'un duasının kabul edilmeyişini açıklayan "o senin ailen­den değildir" ifadesini, Nuh'un kurtarılması için dua ettiği oğlunun, aslında karısının gayrı meşru çocuğu olduğu şeklinde yorumlayan­lar olmuştur. Böyle bir tefsir tarzının buradaki mesajı alt-üst ettiği açıktır; bkz.: Taberî, XII. 49 vd

[80] Hûd: 11/ 45-46.

[81] Hûd: 11/74-76

[82] Hûd: 11/49.

[83] Nisa: 4/141; Enfâl: 8/19; Mü'min (Gâfır): 40/51 v.b

[84] Enfâl: 8/60

[85] krş.: Reşîd Rıdâ,  Tefsîru'l-Qur'âni'l-Hakîm (Tefsîru'l-Menâr), IV. 144-145

[86] İsrâ: 17/20; Necm: 53/39

[87] Enfâl: 8/65-66; bu ayetin tefsiri için bkz.: Taberî, X. 38-39

[88] Sâffât: 37/171-173.

[89] İsrâ: 17/8l.

[90] A'râf: 7/78, 91,155; Ankebût: 29/37.

[91] Hûd: 11/67, 94; Hicr: 15/73, 83; Mü'minûn: 23/4l; Ankebût: 29/40 ; Yâ-sîn: 36/29, 49, 53; 38.Sâd: 38/15 vb

[92] Hâkka: 69/5

[93] Hâkka: 69/6. 84

[94] bkz,:Hâkka: 69/6-9

[95] Hûd: 11/58, 94; Yûnus: 10/103

[96] Hûd: 11/81

[97] Dr. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Yayınları: 159-166


Konu Başlığı: Ynt: Kurana Göre Tarihin İşleyiş Tarzı 1
Gönderen: Rukiye Çekici üzerinde 21 Mart 2015, 15:07:02
Kur'an çok önemlidir dinimizin çok önemli olmazsa olmazıdır...


Konu Başlığı: Ynt: Kurana Göre Tarihin İşleyiş Tarzı 1
Gönderen: kadir 8D üzerinde 25 Mart 2015, 17:58:12
Kur'an, toplumların doğuşunu, ayakta kalış süreçlerini ve yok oluş sebeplerini kendine has ifade tarzı ile anlatır. Kur'an'ın tarihe bakışını anlayabilmek için, söz konusu ifade özelliklerinin iyi tahlil edilmesi kaçınılmazdır. Bu özelliği onun bir sosyoloji veya tarih felsefesi kitabı olmayışından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla ilk önce toplumsal kavram­ların Kur'an'da nasıl ele alındığını bilme zarureti vardır.