๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 19 Mart 2011, 16:39:51



Konu Başlığı: Kulların Rızkında Sünnetullah
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 19 Mart 2011, 16:39:51
KULLARIN RIZKINDA SÜNNETULLÂH (RIZIK KÂNUNU)

"Rızk"ın Anlamı:
 
Bu kelime;

A- Lisânul Arab'ta [1] (er-rızku), (R-K-2): fiilinin gerçek mastarıdır. (er-Rızk) ise, kendisinden istifâde, edilen şey demektir. Çoğulu gelir" şeklinde incelenmiştir.

(er-Rizku): Bağış Şu âyette olduğu gibi, yağmura da bâzan rızık denilir:

"Allah'ın gökten rızık indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesinde"  [2]

Rızıklar iki kısımdır: Beden için olan zahirî rızıklar; gıda ve zıklar gibi. Bâtınî rızıklar; ilim ve marifet gibi.

B- Mu'cemu'l Vasît'te [3] (er-Rezku), mastardır. (er-Rizku) ise, kendisinden istifâde edilen her şey. "Rızk", yenilen ve giyilen şeyler olarak kendisinden faydalanılan demektir. Ayrıca rızk, mideye ulaşan ve gıdalanılan şey demektir. Kur'ân-ı Kerîm'de de:

"Hangi yiyecek daha temiz ise ondan size bir azık getirsin" [4] şeklindedir. Rızık, yağmur anlamına da gelir, çünkü rızkın sebebidir. "Rızık", bağış, devamlı (câri) olan bağış (maaş) demektir. (Kem rizkuke fi'ş şehr) yâni, ayda kaç para alıyorsun? Yâni, maaşın ne kadar? sözü bu kabildendir. Çoğulu, (erzak) gelir" denilmiştir.

C- İbnu'l Esîr (606/1209)'in en-Nihâye'sinde [5] de, "Allah'ın isimlerinden biri de (er-Rezzâk) tır. Rızıkları yaratan, mahlûkatına rızıklarını veren ve ulaştıran demektir. Rızıklar iki çeşittir: Gıda ve azık gibi beden için olan zahirî rızık, ilim ve marifet gibi kalp ve nefis için olan bâtını (içsel) rızık" denilmiştir.

D- Râğıb'ın (502/1108) el-Müfredât'ında [6] (er-Rizk) kelimesi bâzan dünyevî olsun, uhrevî olsun devamlı bağış için, bâzan pay ve nasîb için, bâzan da mideye - ulaşan ve gıdalanılan şey için kullanılır. (Sultan askerin rızkını (maaşını) verdi) ve (ilimle rızıklandım), yâni bana ilim verildi, denilir. Ayette şöyle buyrulmuştur:

"Birinize ölüm gelip de: 'Rabb'im beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!' demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah) için harcayın."[7]       

Yâni, mal, mevki ve ilimden rızıklandırdığımız (şeylerden harcayın). Yine:

"Rızkınızı yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz" [8] buyrulmuştur. Yâni, nimetten nasibinizi yalana vesile yaparsınız. (Rızık), uhrevî bağşıta kullanılır, şu âyette olduğu gibi:

"Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma; hayır, (onlar) diridirler, Rabb'leri katında rızıklandırılırlar" [9]

Rızkı yaradana, rızkı verene ve rızkın gerçek sebebine (Müsebbib), "Rezzâk" denir ki O da Allah Teâlâ'dır. Rızkın ulaşmasına sebep olan insan için de bu isim kullanılır:

"Orada sizin için ve (aslında) sizin beslemediğiniz kimseler için geçimlikler meydana getirdik"  [10]

Yâni, rızkın sebebi siz değilsiniz. Bunda bir katkınız yoktur. (İrtezeka'l cund): yâni, asker maaşını aldı, denilir, bir defaya mahsûs verilen (maaş).[11]

 Araştırmamızda, (Rızık) tan Kasdedilen Mânâ:
 
Araştırmamızda, "Rızık" kavramından kasdedilen mânâ ister altın, gümüş, hayvan, zirâat mahsûlleri, meyveler, gayr-i menkûl, yenilen, giyilen, içilen, oturulan meskenler ve sair mallar gibi maddî zenginlik veya ilim marifet, derece, mevki, riyaset, akıl, zekâ, güzel ahlâk ve şâir gibi kendisinden istifâde edilen manevî zenginlik olsun, isterse anlattığımız gibi dünyâda kendisiyle faydalanılan veya Allah'ın rızası, sevabı, cennet nimeti ve bu gibi Allah'ın haber verdiği, âhirette kendisiyle istifâde edilen lütuflar olsun, bütün bunların hepsidir. [12]

 Rızık Veren, Sağlam Kuvvet Sahibi Allah'tır:
 
Rızkı yaratan, rızkı veren ve rızkın Müsebbibi Allah'tır. O'nun isimlerinden biri de (er-Rezzâk) tır. O ki, rızıkları yaratan, mahlûkatına rızıklarını veren ve ulaştırandır. [13] Kur'ân-ı Kerîm'de, anlattığımız şekliyle Allah'ın (Rezzâk) olduğunu beyân eden âyetler çoktur. İşte onlardan bir kaçı: [14]

 Allah'ın “Rezzâk” Olduğu Hakkında Ayetler:
 
A- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun durduğu ve emânet bırakıldığı yeri bilir.  Bunların hepsi apaçık bir Kitâb'tadır" [15]

(Dâbbe), her türlü hayvana verilen isimdir. Çünkü (Dâbbe), debelenen, yürüyen anlamına gelen "Debîb"ten alınmış bir isimdir. Erkek olsun, dişi olsun her canlı için kullanılır. Bu âyette geçenden (dâbbe)'den maksat, lügat itibariyle konulmuş asıl mânâsıdır, ki bütün hayvanlar bu kelimenin kapsamına girerler. Bu, müfessirler arasında ittifakla kabul edilen görüştür.

Âyetin  Mânâsı: Yeryüzünde yürüyen hiç bir hayvan'yoktur ki beslenmesi ve maişeti Allah'a ait "olmasın. Kendisinden bir lütuf ve ihsan olarak her canlıya rızık ulaştıracağına dair verdiği sözü (va'd) gereği, bu, O'na vacip gibidir. Allah yaratıklarının ikâmet ettikleri yerlerini, yuvalarını ve babalarının sulbünde, annelerinin rahminde ve yumurtalarda karar kılmadan önce iğreti durdukları yerlerini bilir. [16]

B- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Nice canlı var ki rızkını taşıyamaz, onları da, sîzi de Allah besler. O işiten, bilendir." [17]

Yâni, nice canlı var ki, zayıflıkları yüzünden azıklarını taşıyamaz veya toplayıp biriktiremezler. Yanlarında hiçbir şey olmadan sabahlarlar. Onları da, sizi de Allah (c.c.) rızıklandırıp besler. Bu zayıf, güçsüz canlıları ancak Allah rızıklandırır. Ey insanlar, rızkınızı taşımaya ve kazanmaya güç yetiremezseniz de, aynı şekilde sizi de rızıklandıran ancak Allah'tır. Çünkü O size güç vermese, kazanç yollarını göstermese, rızkını taşıyamayan hayvanlardan daha âciz kalırdınız. Allah, her şeyi sebeple besler. O, sebeplerin yegâne Müsebbib'i (vücûde getireni) dir. [18]

C- Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi olan ancak   Allah'tır." [19]

Her rızka ihtiyâcı olanı besleyen, Allah'tan başkası değildir. O (c.c), Güçlüdür. Sonsuz Kuvvet Sahibi'dir. Noksansız bir otoriteye sahip olup her şeye

Güç yetiren'dir. [20]

 Rızkı Allah'ın Yanında Arayın:
 
Allah (c.c), rızk veren Sağlam Kuvvet Sahibi olduğuna göre, mü'mine yaraşan, rızkı yalnız O'ndan istemesidir, başkasından değil.

"Siz rızkı Allah'ın yanında arayın" [21]

Buna göre mü'minin, rızkı elde etme konusunda (Azîz ve Celîl olan) Rabb'ine tevekkül etmesi, kendisine rızık sebeplerini kolaylaştırması, sebeplere bilfiil sarılması ve bu hususta ona yardımcı olması için duâ etmesi gerekir.[22]

 Allah'ın Kullarına Rızık Vermesindeki Sünneti:
 
Allah (c.c), canlıları hareket ve bir yerden bir yere intikâl ederek rızık kazanmanın sebeplerine sarılma yeteneği üzerine yaratmış, onları belli bir kaabiliyet ve bedeninde rızık kazanmasına yardımcı olacak organlarla azıklandırmıştır. Kullarına rızık verme hususunda Allah'ın Sünneti (İlâhî Kânunu), kendi seçimleriyle sarıldıkları sebepler sayesinde rızkın kullara ulaşması, Allah'ın, o sebepleri rızık kazanmaya götürücü vesîle ve o sebepleri onlara kolay kılması, çalışmak suretiyle onları rızık kazanmaya çağırması ve hatta bunu emretmesidir.[23]

 Rızık Kazanmak İçin Çalışmak:
 
Allah'ın, kullarını rızıklandırmadaki Sünneti'nin, kazanma sebeplerine tutunmalarıyla bu rızkı onlara ulaştırması ve bu sebeplere yapışmayı onlara emretmesi tarzında olduğunu söylemiştik. Yeryüzünün çeşitli bölgelerine gitmek te bu sebeplerdendir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"O size yeri boyun eğer yaptı. Haydi onun omuzlarında yürüyün ve Allah 'ın rızkından yiyin" [24]

Yâni, yeryüzünün dilediğiniz değişik cihetlerine göç ediniz ve yolculuğa çıkınız. Ticaret ve kazanç konularında çeşitli iklim ve bölgelerini dolaşınız. Allah, yeryüzünü yumuşak yaratmıştır. Öyle ki onda yürüyüşünüz çok kolay olmaktadır. {Ve Allah'ın rızkından yiyin), yâni, Allah'ın sizi nimetlendirdiği şeylerle istifâde edin. Rızık kazanmada sebeplere tutunmanın hoş karşılandığına (müstehap) bu âyette delîl getirilmiştir. Hadîs-i Şerifte de    şöyle buyrulmuştur:

"Gerçekten Allah, çalışıp kazanan mü'min kulunu sever . [25]

 Odun Toplamak Ve İnsanlardan İstememek:
 
Çalışmak, rızık kazanmak ve rızkın insanlara ulaşması için alışılagelen bir yoldur. Çalışmak, odun toplamak gibi, her ne kadar zorlu bir gayret olsa da, müslümânın çalışmaya gücü oldukça, insanlardan sadaka istemesinden hayırlıdır.

Buhârî, Zübeyr b. Avvâm'dan gelen bir hadîste Resûlüllâh (a.s.)'ın şöyle dediğini rivayet eder:

"Sizden birinin ipini alarak odun demetini sırtlanıp onu salıvermesi -Allah onu dilencilikten korusun- versinler vermesinler dilenmesinden hayırlıdır. [26]

İbn-i Hacer (773/1371), bu hadîsin şerhinde şöyle der:

"Hadîste, kişi kendisini rızık konusunda sıkıntıya soksa da, istemekten sakınmaya ve uzak kalmaya teşvik vardır.[27]

 Rızık Kazanmak İçin Çalışmak, Tevekküle Aykırı Değildir:
 
Rızık kazanmak için çalışmak ve sebeplerine sarılmak tevekküle aykırı değildir. İmâm Ahmed'in Ömer b. Hattâb (r.a.)'dan rivayetinde şöyle denilmektedir: "Resûlüllâh (a.s.)'ı şöyle derken işittim:

Eğer hakkıyla Allah'a tevekkül etmiş olsaydınız, aç çıkan, tok dönen kuşlar gibi rızıklandınlırdınız".

İmâm İbn-i Kesîr (774/1373), Tefsîri'nde bu hadîsi zikrettikten sonra şöyle demektedir:

"Hakîm-i Tirmizî der ki, 'Ömer b. Hattâb (r.a.) bir topluluğa uğradı ve onlara 'siz kimsiniz?' diye sordu. Onlar da: Biz tevekkül edici (mütevekkil)'leriz, dediler. O da: (Hayır) siz yiyicilersiniz. Mütevekkil, tohumunu saçan ve sonucunu Rabb'ine havale eden insandır, buyurdu." [28]

İmâm Ahmed, evinde veya mescitte oturup "Ben çalışmam, (nasıl olsa) rızkım geliyor" diyen adamdan sorulunca şöyle demişti:

"O, ilimden yoksun câhil adamdır; Oysa Resûlüllâh (a.s.) 'Allah rızkımı mızrağımın ucunda yaratmıştır' buyurdu [29] .

 Helâl Kazanç, Cihâd Derecesindedir:
 
Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Rabb'in, senin gecenin üçte ikisinde, yansında ve üçte birinde kalktığını biliyor. Seninle beraber bulunanlardan bir topluluk da (böyle yapıyor). Geceyi ve gündüzü, Allah takdir etmektedir. O sizin hesâb edemeyeceğinizi bildiği için sizi affetti. O halde Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah'ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar bulunacağını bilmektedir. Onun için Kur'ân'dan kolayınıza geldiği kadar okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a güzel bir borç  verin.

Kendiniz için verdiğiniz hayırları, Allah katında verdiğinizden daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız. Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir" (Müzzemmil/20).

Gece namazına kalkmak (Teheccüd) önceleri vacip idi. Daha sonra Muhammed (a.s.) ümmeti hakkında nesholundu (hükmü, vücûbiyeti kalktı). Allah (c.c.), gece namazına kalkma konusundaki (emri) hafifletmesinin sebebini, müstehap olarak kalsa da, vacip oluşunun neshiyle açıkladı ve şöyle buyurdu:

"Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah'ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar bulunacağını bilmektedir".

İmâm Kurtubî (671/1273) şöyle demektedir: "Allah (c.c); gece (teheccüd) namazına kalkma konusunda tanıdığı kolaylığın sebebini açıklar. Çünkü insanlardan kimi vardır ki hastadır, gece kalkmanın zorluğu kadar kılamadığı (gece) namazlarının ızdırâbını yüreğinde hissedecektir. Kimileri de vardır ki, ticarî bir yolculuğa çıkmıştır. Gece namazına güç yetiremeyecektir. Allah yolunda cihâd edenler de öyle. Bütün bu sebeplerden ötürü Allah (c.c.) onlara kolaylık sağladı. Ve bu âyetinde mücâhidlerle, kendisinin ve çoluk çocuğunun nafakasını temin ve başkalarına iyilik yapmak, bağışta bulunmak için helâl kazanç sağlayanların derecesini bir tuttu. Bu, helâl mal kazanmanın cihâd derecesinde (sevâplı bir iş) olduğuna delildir. Çünkü Allah (c.c.) bununla Allah yolunda cihâdı (âyetinde) bir arada zikretti" [30]. er-Râzî (544/1149) der ki:

"Bu âyetin esprilerinden biri de şudur: Allah Teâlâ, mücâhidlerle helâl kazanç için yolculuk yapanları bir tutmuştur. [31]

Zemahşerî (538/1143) de şöyle der:

"Allah (c.c), gece namazına kalkma (emrini) neshetmesindeki hikmetini açıkladı. O da, bu emrin hastalara, ticâret maksadıyla yolculuğa çıkanlara ve Allah yolunda cihâd edenlere ağır geleceğidir. Denildi ki, Allah bu âyette mücâhidlerle, helâl kazanç için yolculuğa çıkanları bir tutmuştu. [32]

 Bereketli Rızık:
 
Açgözlülük yapmadan, kimseye zulmetmeden ve insanlara yüzsuyu dökmeden mal ile rızıklandırılan kimsenin malı hakkındaki Sünnetullâh, o mala bereket verilmesi tarzında cereyan eder. Buhârî'nin Hakîm b. Hizâm (r.n.)'dan rivayet ettiği hadîs, bu Sünnet'e (İlâhî Kânuna) delîl olmaktadır. Peygamber (a.s.) Ona:

"Yâ Hakîm, bu mal yeşil ve tatlıdır. El açıklığıyla onu ele geçirenin malına bereket verilir, insanlara zulmetmek için kazananın malı ise bereketlenmez. Onun durumu yiyip doymayan kimse gibidir.  Üstteki el alttaki elden hayırlıdır.” [33]

Hadîste malı, mala rağbeti ve insanların ona olan hırsını, lezzetli yeşil bir meyveye benzetiş söz konusudur. Çünkü kuruya nisbetle yeşil tek başına arzulanan niteliktedir. Her ikisinin bir arada olması hâlinde ise onlara olan ilgi ve itibâr daha da artar. Mal elde edipte onu şerre alet etmeyenin, yâni, istemeden, yüz suyu dökmeden kazananın malına bereket verilir. İnsanlara sataşmak, üstünlük taslamak ve bu yönde aşırı istekli olanın malı ise bereketlenmez. [34]

"Bereket verilir" demek, bir şeyde ilâhî hayrın var olması demektir. Hiç umulmadık yerden, bilinmedik şekilde ve görülmedik biçimde ilâhî hayrın arz-ı endam etmesi, ki her gözle görülenin hissedilmeyen artışı vardır, denilir. İşte o mübarektir, onda bereket vardır. Bu artışa hadîs-i şerîfte işaret edilmiştir. Buna göre sadakası verilen mal, gözle görülür biçimde azalmaz [35] (aksine bereketlenir).[36]

 Allah, Mü'mini de Kâfiri de Rızıklandırır:
 
Allah (c.c.), âlemlerin Rabb'îdir. Bütün canlıların rızkının kendisine ait olduğunu va'detmiş ve haber vermiştir. Kâfir olsun, mü'min olsun yeryüzünde debelenen her rûh sahibini rızıklandıran ve kavuşacağı rızkın sebeplerini hazırlayan Allah'tır. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk,

"Hepsine, onlara da, onlara da Rabb'inin vergisinden imdâd ederiz. Rabb'inin ihsanı kesilmiş değildir." [37] buyurur.

Yâni, kâfirleri de,mü'minleri de rızıklandırırız. Bunu müfessirler böyle açıklamışlardır. Bu âyet hakkındaki sözlerinden bazısı şöyle:

A- İmâm Kurtubî şöyle der: "(Hepsine, onlara da onlara da...) âyetinde, Allah (c.c), mü'minleri de kâfirleri de rızıklandırdığını haber veriyor." [38]

B- Zemahşerî şöyle der: "Her iki gruba da rızkımı, atâ ve ihsanımızı artırırız. İtaatkârı da, isyankârı da bir lütuf olarak rızıklandırırız. Rabb'inin ihsanı ve fadlı kimseyi mahrum bırakmaz. Âsî, isyanından dolayı, o ihsandan men edirmez. [39]

C- Râzî şöyle der: "Yâni, her iki gruba da mal verir, mal ve evlat gibi dünyevî süs ve şeref sebeplerini verdiği gibi rızıklarına da genişlik verir. Çünkü ihsanımız, mü'min olsun, kâfir olsun hiç kimseye dar değildir. Zîra herkes çalışma yurdu (dâru'l amel) olan dünyâda mahlûkturlar. Öyleyse dünyâ mal ve metâmı herkese ulaştırmak lâzımdır. [40]

 Rızkın Temizinden Faydalanmak:
 
Helâl kılmak ta, haram kılmak ta Allah'a ait bir haktır. Hiç kimsenin, zühdünden (dünyâya rağbet etmeme hali) dolayı, nefsini kırmak için ve Allah'ın mübâh kıldığı bir şeyi, lezzet verdiği için haram kılması caiz değildir. Gerçek şu ki, bir şeyin helâl veya haram olduğuna bakılır. Helâl ise, temiz ve lezzetli de olsa, ondan yararlanmak caiz olur. Çünkü şeriat, mübâh oldukça lezzet veren şeylerden faydalanmayı kişiye yasaklamamıştır. Eğer o şey haram ise, ondan uzak durmak, ona dokunmamak ve o nitelik onda oldukça onu almamak gerekir. Allah (c.c), haram kılmadığı bir süsü (zînet) veya temiz rızıkları haram sayanları reddederek şöyle buyurmuştur:

"De ki: 'Allah'ın, kulları için çıkardığı süsü ve güze! rızıkları kim haram etti? 'De ki: 'O, dünyâ hayâtında   inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır, 'işte biz, bilen  bir  topluluk için âyetleri böyle  açıklıyoruz" [41]

Allah {c.c), nefsin karşılaştığı yenilen, içilen veya giyilen şeyleri şeriat haram kılmadığı halde haram sayanları da şu âyetiyle reddetmiştir: "Allah'ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?" Yâni, temiz rızıklar, Allah'a inanan ve dünyâ hayâtında kulluk yapanlar için yaratılmıştır. Her ne kadar kâfirler dünyâda onlara ortak olsalar da, o nimetler kıyamet gününde sâdece mü'minler için olacak, kâfirlerden hiç kimse onlara ortak olamayacaktır. Çünkü cennet kâfirlere haramdır. [42]

 Temiz Rızıklardan Yararlanmanın Ölçüsü:
 
İmâm İbn-i Arabî (543/1148) şöyle der ki, bu, konuyu tamamlayan ve ölçüsünü muhafaza eden bir sözdür: "Kişiye düşen, katıklı katıksız (helâlinden) ne bulduysa yemesi, lezîz olana kendini zorlamaması ve bunu âdet haline getirmemesidir. Nebî (a.s.), bulduğu zaman (karnını) doyururdu. Bulamayınca da sabrederdi. Eline geçtikçe tatlı yer, rastladıkça bal, içer, hazırlandığı zaman da et yerdi. (Bunların hiç birini) özellikle yapmadığı gibi, âdet de edinmemişti" [43].

 

Zâtı İtibariyle Mallar, Sahibini Allah'a Yaklaştırmaz:
 
Mal kazanmadaki Sünnetullâh gereği, insan bâzan çok malla rızıklanır. Çünkü Sünnetullâh kâfirlere, mü'minlere, itaatkâr ve âsilere mal vermede değişmez ve sürekli bir özelliği vardır. Zengin konumundaki insanın, sırf malı, onu Allah'a yakın kılmaz. Onu Allah'a yaklaşıracak olan şey, îman ve sâlih ameldir. Allah (c.c.) şöyle buyurur:

"Ne mallarınız, ne de evlatlarınız size huzurumuzda bir yakınlık sağlamaz. Ancak inanıp faydalı iş yapanlar başka. Onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat var ve onlar odalarında güven içindedirler"   [44]

Yâni, mallar Allah'a yaklaştırmaz. Fakat, kulu Allah'a yakın kılan şey, îman ve amel-i sâlih (faydalı, şeriata uygun işler) dir. Aynı şekilde, Allah bir kulunu evlatla rızıklandırırsa, onun o evlâdı sırf evlât olmalarıyla, o kulu Allah'a yaklaştırmazlar. Ancak, ne zaman ki onlara hayır öğretmek, onlara dînde fakîh olmalarını sağlamak ve onları toplumun yararlı birer üyesi olarak yetiştirmek suretiyle onlar hakkında Allah'a olan itaat- görevini yerine getirirlerse (o zaman Allah'a yaklaşmış olurlar.[45]

 Rızkın Genişlemesi Ve Daralması:
 
Allah (c.c), bâzan kulunun rızkını geniş tutar, bâzan da kısar. Böylece rızık verdiği kul, zengin ve geniş topraklara sahip olur, diğeri ise fakr u zaruret içinde kalır. Bu durum, rızık verilen kişinin, sâlih bir kul olduğuna, rızkı kısılan kişinin ise sâlih olmadığına delîl olur mu?

Cevâp: Rızkın geniş veya kısık tutulması, insanın sâlih olmasına veya olmamasına delîl olmaz. Zîra, zenginliğin elde edilmesi, kazanılmış bir hak olmadığı gibi, sahibi de Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış değildir. Çünkü Allah (c.c), çoğu kez âsî ve kâfirlerin rızkını geniş ve bol tutar. Bunu, ya dilediğini yaptığı ve istediği tarzda hüküm verdiği için yapar, yahut da bir maslahat ve bir hikmetten dolayı yapar. Allah (c.c), bâzan sâdık kullarına kendisinin bildiği bir hikmetten dolayı veya umumî kânunlarından bir kânun gereği rızkı dar tutar. Kulun, bunu bir mükâfat olarak veya Rabb'ine yakınlık yahut uzaklık derecesi tarzında telakkî etmemesi gerekir. [46] Söylediklerimize şu âyet delîl olmaktadır:

"Fakat insan böyledir; Rabb'i ne zaman kendisini imtihan edip ona ikramda bulunur, ona nimet verirse; 'Rabb'im bana ikram etti' der. Ama Rabb'i onu imtihan edip rızkını daraltırsa: 'Rabb'im beni küçük düşürdü' der. Hayır, doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksula yemek vermeye teşvik etmiyorsunuz. Mirası helâl, haram demeden yiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz" [47]

Bu âyetlerin tefsirinde şöyle denilmiştir: "İmtihan maksadıyla rızkını geniş tuttuğunda, kulunun, bunun kendisi için Allah'tan bir ikram olduğu kanâatini taşımasını hoş karşılamıyor. Zâten durum, böyle değildir. Bu bir imtihandır, bir sınamadır. Aynı şekilde, rızkını daraltarak imtihana tâbi tuttuğunda ise zanneder ki bu, kendisi için bir ihanettir. Allah Teâlâ (Kellâ=hayır) diyor. Yâni, durum zannedildiği gibi değil. Ne bunda, ne onda. Çünkü Allah (c.c.) malı, sevdiğine de verir, sevmediğine de. Burada gaye, her iki durumda da Allah'a itâata teşviktir. Zengin olunca, bununla Allah'a şükretmesi, fakır olunca da sabretmesi. İşte bu sabr ve şükür ile kulun Rabb'ine yakınlık derecesi söz konusu olur. [48]

 Rızıktaki Farklılığın Hikmeti:
 
1- Birbirlerine Hizmet Etsinler Diye:
 
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Rabb'inin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünyâ hayâtında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik ve onlardan kimini ötekine derecelerle üstün kıldık ki biri, diğerine iş gördürebilsin. Rabb'inin rahmeti, onların toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır."   [49]

Yâni, "Aralarında maişetlerini ayırdık" demek. Hikmet ve maslahata dayalı olan maişetimiz (dilemek, irade)'in gerektirdiği şekilde dünyâ hayatındaki maişet sebeblerini taksim ettik. { Onların kimini ötekine derecelerle üstün kıldık.], yâni, rızık ve diğer maişet sebeb ve kuralları hususunda verdiğimiz rızık, mal, akıl, anlayış ve benzeri kuvve-i zahire (dış kuvvetler) ve kuvve-i bâtına (iç kuvvetler) hususunda da aralarını farklı kıldık. Onların kuvvetlileri, zayıfları, alimleri, câhilleri, iş bilenleri, budalaları, reisleri, idare edilenleri, zenginleri ve fakirleri vardır. Bunu da yaptık ki (biri diğerine iş gördürebilsin). Yâni birbirlerine olan ihtiyaçtan ötürü işlerinde (ücretle) çalışırlar. Yaşamaları ancak bununla mümkün olur. Bütün bunlar ihtiyaca göre ve diğerlerinin yardımıyla meydana gelir. Anlattığımız konuda farklılıklar olmasaydı, birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermeleri mümkün olmayacak ve birbirlerine hizmet etmeyeceklerdi [50].

 2- Taşkınlık Yapmalarını Önlemek İçin:
 
Rızık konusundaki çeşitlilerin bir diğer hikmeti de, insanların yeryüzündeki taşkınlıklarını önlemektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Allah kullarına rızkı bollaştırsaydı, yeryüzünde azarlardı. Fakat dilediği ölçüde indiriyor. Çünkü O, kullarından haber alandır, görendir" [51]

Yâni, Allah (c.c.) bütün kullarına rızkı geniş tutsaydı, yeryüzünde taşkınlık ve azgınlık yapar, isyan çıkarırlardı. Ve bunu büyüklük vesilesi olarak kullanır, kibirlerinin ardından yeryüzünü fesada verirlerdi. (Fakat dilediği   ölçüde indiriyor). Yâni, onların rızıklarını dilediği ölçüde ve yetecek miktarda indiriyor. (Çünkü O, kullarından   haberdârdır, görendir). Onların ilerde gelecek durumlarını bilir de hallerinin düzelmesine daha uygun olanı onlar için takdir eder. Faydaları için seçtiği rızıkla onları rızıklandınr. O bunu daha iyi bilir. Hikmeti gereği zenginliğe  lâyık olanı zengin,  fakirliğe lâyık olanı fakır yapar. Hepsini zengin yapsa azarlar.  Hepsini fakîr yapsa yok olup giderler, Şüphesiz fakır olarak taşkınlık yapmak nâdirdir. Zengin olarak taşkınlık yapmak ise çoğunlukta olan bir gerçektir. [52] 

 Mü'min, Bu Farklılıktan Dolayı Mahrum Olmaz:
 
Şiddetli fakirlik içinde de olsa, mü'min, Allah'ın hikmeti gereği olan bu farklılıktan dolayı mahzun olmaz. Çünkü insana verilen tüm dünyalık, az bir meta ve geçici bir'zevktir. Onun için mü'minin haksızlık etmesi, gaye ve gayretinin o olması ve onun yokluğu veya elden çıkması durumunda üzülmesi doğru olmaz. Çünkü onun maksadı âhiret, gayesi Allah'ın rızâsıdır. Ve o dünyânın Allah katındaki değersizliğinin derecesini bilir. Dünyânın Allah katındaki değersizliğine, onun ve içindeki, canlıların zulüm ve haksızlığa uğradıkları bütün şeylerin kıymetsizliğine ve geçici birer zevk olduğuna işaret eden şu âyetle Allah Teâlâ mahlûkatın rızık konusundaki farklılıklarını açıkladıktan sonra şöyle buyuruyor:

"İnsanlar bir tek ümmet olacak olmasaydı. Rahmân'ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine binip çıkacakları merdiven yapardık. Ve evlerine kapılar ve üzerine yaslanacakları, koltuklar, kanepeler ve süs (ler) verirdik. Bütün bunlar, sâdece dünyâ metâından ibarettir. Âhiret ise, Rabb'inin katında  sakınanlara  mahsûstur."  [53]

Yâni, câhillerin bir çoğu mal vermemizin, verdiğimiz kimselere olan sevgimizin bir delili olduğuna inanmayıp, mal için küfür üzerine toplanmasalardı, (Rahmân'ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine binip çıkacakları merdiven yapardık). Yâni, gümüşten merdiven (yapardık). (Ve evlerine kapılar), yâni kapılarında kilitler, (Ve üzerine yaslanacakları koltuklar), yâni bütün bunlar gümüşten olacak. (Ve kanepeler), yâni altın kanepeler. Daha sonra Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

(Bütün bunlar, sâdece dünyâ metâından ibarettir). Yâni, bütün bu dünyalıklar, Allah katında değersiz ve geçici olan şeylerdir. Bütün bu verilenler, Allah katında mükâfata değer bir iyilikleri olmadan âhirete gelecekleri için, onlara dünyâda yaptıkları iyiliklerin karşılığı olarak acilen verilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

(Âhiret ise, Rabb'inin katında sakınanlara mahsûstur). Yâni, âhiret yalnız onların olup, bunda onlara kimse ortak olamaz. [54]

Mü'min, rızık darlığında ve başkaları için bir genişlik söz konusu iken, kendisinin çektiği sıkıntı karşısında dünyalık hiç bir şeye üzülmez. Onun hırs ve gayreti âhirete ve Allah rızâsına yöneliktir, dünyâ metâına değil. Çünkü, İbn-i Kesîr'in tefsirinde zikrettiği Tirmizî hadîsinde olduğu gibi, dünyâ, Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değerli olsaydı, hiç bir kâfire asla ondan su içirmezdi.[55]

 Yanlış Anlaşılmayı Önlemek:
 
Söylediklerimden, müslümândan fakirliğe teslim olmasını ve çalışmayı bırakmasını istediğim anlaşılmaz. Hayır, ben bunu kasdetmedim. Benim kasdettiğim, müslümân, sebeplere tutunma konusunda Şeriatın kendisine vacip kıldığı şeyi yerine getiriyor ve rızık kazanmak için meşru yollarla çalışıyor da buna rağmen rızkı az ve kısık kalıyorsa onun benim söylediğimi hatırlaması, elinin darlığından ve rızkının azlığından dolayı üzülmemesi lâzımdır. Zîrâ mü'mine va'dedilen temiz ve rahat yaşantı her zaman kolayca elde edilecek bir hayât değildir. Ben bunun daha ilgincine "Takva/ İman ve Amel-i Salihte Sünnetullâh" bahsinde işaret etmiştim.[56]

 Rızık Konusunda Müslümanın Sünnetullâh'taki Yeri:
 
Müslümânın Kulların, rızıklarındaki ve derece bakımından birbirlerine olan farklılığın Sünnetullâh gereği olduğunu söylemiştik. Buna göre müslümânın en doğru tutumu ne olmalıdır?

Cevâp: Bu, zenginliği ve fakirliği yüzünden müslümânın hâlinin değişmesiyle değişir. Bunu kısaca îzah edelim:[57]

 1- Rızkın Genişliği Karşısında Müslümânın Tutumu:
 
Rızkın bollaşıp yayılması durumunda müslümâna düşen, bütün gaye ve incelikleri göz önünde bulundurması, Alah'ın kendisine vacip kıldığı şeyleri yerine getirmesi ve zenginken gösterdiği yola irşâd olması gerekir.

Şu sayacaklarımız bunlardandır:

A- Yakînen bilmeli ve zihninde tutmalı ki, elindeki mal, Allah'ın malıdır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Ve Allah'ın, size verdiği malından onlara da verin" [58]

Bu (mal) ise, Allah'ın rıztklarından (bir rızık) tır: "Size verdiğimiz rızıktan (Allah) için harcayın" [59]

B- Malı kötüye kullanmaktan (zulüm vâsıtası etmekten/Tuğyânu'l Mâl) sakınmalıdır. Çünkü mal, bâzan sahibini azdırır. Cenâb-ı Hakk İsrail Oğullarına hitaben şöyle buyurur:

"Size içerdiğimiz rızkın temizlerinden yeyin, ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize iner, kimin üstüne gazabım inerse artık o, (ateşe) düşmüştür" [60]

Onların, Allah'ın verdiği rızıkta ettikleri tuğyan (haddi aşmak), rızık nimetine nankörlük etmek, eğlenceyle meşgul olup âsûde (rahat) bir hayatla oyalanarak nimetlerin şükrünü edâ etmemek ve mallarını günâh işlemede harcayarak fakır fukaranın haklarını gözetmemek suretiyle hudûdullâhı (Allah'ın çizdiği şer'î sınırlar) çiğnemek şeklinde olmuş tur. [61]

C- Kaarun Kıssası'nı aklında bulundurması gerekir. Allah (c.c.) kendisine çokça mal vermişti de, O malda azmış ve o mal onun şaşırmasına sebep olmuştu. Hattâ (daha da ileri giderek) malı, kazanç yollarını bilmesi sayesinde   kendisinin elde ettiğini iddia etmişti. Taşkınlığının sonucu da Kur'ân'ın haber verdiği gibi olmuştu:

"Nihayet biz, onu da, evini de yere batırdık".  [62]                                                     

 2- Rızkın Darlığı Karşısında Müslümânın Tutumu:
 
Bu durumda, yâni, rızkın darlığı hâlinde müslümân için doğru olan tutum, şu tarzda gerçekleşir:

A- Müslümân yakînen bilmeli ve aklında tutmalı ki, (bahsini ettiğimiz gibi) rızkın genişlemesi ve daralması, Allah'ın kuluna ikramının veya onu horlamasının bir işareti değildir. O ancak kul için bir imtihan ve denemedir. Rızıkta bir darlık söz konusu olunca bu Allah'ın, kulunu imtihan etmeyi murâd ettiğine delâlet eder. Allah, kullarını dilediği zaman, dilediği şeyle imtihan eder. (Şimdi ise) Allah, kulunu fakirlik ve rızık azlığı ile denemeyi murâd etmiştir.

B- Bu durumda bilmeli ki, sanlıp yerine getirmesi gereken ibâdet, Sabr-ı Cemil'dir. Bu ibâdeti yerine getirdi mi, ecirleri kendilerine hesapsız verilecek olan yakînen inanmış sabırlılardan olur.

C- Üzülmemeli, eli daraldığı, rızkı azaldığı ve geçimi zorlaştığı için tasalanmamalıdır. Dâima Resûlüllâh (a.s.) ve onun şerefli ashabını hatırlamalıdır.

D- Bilmeli ki, dünyâ metâı az ve geçici, lezzetleri fânidir. Elden çıkınca da üzülmeye ve tasalanmaya değmez.

E- Mal azlığı yüzünden kendinden aşağıdaki (insan) lara bakmalı, mal çokluğu açısından kendinden üstün olanlara bakmamalıdır. İmâm Bûharî'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği bir hadîste Resûlüllâh (a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Sizden biri, mal ve yaratılış itibariyle kendinden üstün bir kimseyi gördüğünde, kendinden daha aşağı olanına baksın.” [63]

Bu hadîsin şerhinde şöyle denilmiştir:

"(Malda ve yaratılışta): Yâni, mal ve suret bakımından demektir. Bunun çocukların, (her türlü) menfâatları ve dünyâ zînetlerine ilişkin herşeyi kapsamına alması ihtimali vardır.

(Kendisinden daha aşağısına baksın): Bundan maksat, dünyâyla alâkalı olan şeylerdir. Yâni, mal ve meta yönünden aşağı olanlar demektir.

İmâm Müslim bu hadîse şu rivayeti eklemiştir:

"...İşte bu, Allah'ın size olan nimetlerini hakir görmemek için uygun olan bir davranıştır".

Bu hadîste, hasedin (çekememezlik) ilâcı vardır. Çünkü kişi kendinden üstün olana bakınca haset etmekten emîn olmaz. Kalbine düşen bu hasedin ilâcı, onu şükre ve Allah'ın, başkalarına üstünlüklerini gerektirecek bir durum söz konusu olmaksızın, rızıkta üstün kıldığı çoğu kimselere vermeyip, ona lütfettiği nimetlerini hakîr görmemeye vesile olması için, kendinden aşağı olanlara bakmasıdır. [64]

F- Buhârî'nin İbn-i Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsi aklında bulundurmalıdır: O diyor ki: "Resûlüllâh (a.s.) omuzumu tuttu ve buyurduki: “Dünyâda bir garib veya   (geçip giden)  yolcu  gibi  ol (yaşa)" [65]

Bu hadis, dünyâda "Zühd"e, dünyâyı benimsememeye ve yetecek kadar yiyecekle kanâat etmeye teşvik hususunda bir kuraldır. Nevevi (676/1277) şöyle der:

"Hadîsin anlamı, dünyâya meyletmeyiniz, orayı vatan edinmeyiniz, orada kalmayı içinizden (bile) geçirmeyiniz ve gariplerin, vatanları olmayan bir yerde bağlanıp kalmadıkları gibi siz de oraya bağlanmayınız". Başkası da şöyle demiştir: "(Yolcu), vatanına ulaşmak arzusuyla yolda yürüyen, geçip giden demektir. Kişi dünyâda, efendisinin ihtiyâcı sebebiyle başka bir beldeye gönderdiği köle gibidir. O, gönderildiği işi yapmada acele etmek, sonra vatanma dönmek ve başka şeylerle ilgilenmemek durumundadır' [66].


[1] Lisânu'l Arab, c.ll, s.405-406

[2] Câsiye: 45/5

[3] Mu'cemu't Vasît, el, s.342

[4] Kehf: 18/19

[5] İbnu'l Esîr, en-Nihâye, c.2, s.219

[6] er-Râğıb, el-Müfredât s.194

[7] Münâfikûn: 63/10.

[8] Vâkıa: 56/82

[9] Âl-i  İmrân: 3/169.

[10] Hicr: 15/20.

[11] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 343-345.

[12] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 345.

[13] İbnu'l Esîr, c.2, s.219

[14] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 345.

[15] Hûd: 11/6.

[16] Zemahşerî, c.2, s.379; Râzî, c.17, s.185; Âlûsî, c.12, s.2

[17] Ankebût: 29/60.

[18] Zemahşerî, c.3, s.462; Âlûsî, c.22, s. 11.

[19] Zâriyât: 51/58.

[20] Zemahşerî, c.4, s.406; Kurtubî, c.17, s.57; Âlûsî, c.2, s.23; Râzî, c.28, s.235. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 346-347.

[21] Ankebût: 29/17.

[22] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 347.

[23] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 348.

[24] Mülk: 67/15.

[25] İbn Kesîr, c.4, s397; Âlûsî, c.29, s.14. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 348-349.

[26] Askalânî, Sahîh-i Buhârî Şerhi, c.3, s.335

[27] a.g.e., c.3, s.336. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 349.

[28] Tefsîr-i Alûsî, c.29, s.19

[29] Askalânî, a.g.e., c.ll, s.305-306. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 349-350.

[30] Tefsîr-i Kurtubî, c.19, s.55

[31] Tefsîr-i Râzî, c.20, s.187

[32] Tefsîr-i Zemahşerî, c.4, s.6. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 350-352.

[33] Askalânî, a.R.e., c.3, s.335

[34] Askalânî, a.g.e., c.3, s.335

[35] Râğıb, el-Müfredât, s.44

[36] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 352-353.

[37] İsrâ: 17/20

[38] Kurtubî, c.l0, s.236

[39] Zemahşerî, c.2, s.606

[40] Razî, c.20, s.181.

[41] A'râf: 7/32.

[42] İbn Kesîr, c.2, s.211. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 353-354.

[43] Tefsîr-i Kurtubî, ç.7, s.198. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 354-355.

[44] Sebe: 34/3 7.

[45] Zemahşerî, c,3, s.586. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 355-356.

[46] Tefsîr-i Râzî, c.31, s.169.

[47] Fecr: 89/15-20.

[48] İbn Kesîr, c.4, s.509. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 356-357.

[49] Zuhruf: 43/32.

[50] Zemahşerî, c.4, s.248; İbn Kesîr, c.4, s.127; Râzî, c.27, s.209; Kurtubî, c.16, s.83; Âlûsî, c.25, s.78. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 358.

[51] Şûra: 26/27.

[52] Zemahşerî, c.4, s.223; Kurtubî, c.16, s.27; İbn Kesîr, c.4, s.115. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 359.

[53] Zuhruf: 43/33-35.

[54] İbn Kesîr,.c.4, s.127

[55] a.g.e., c.4, s.127. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 359-361.

[56] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 361.

[57] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 362.

[58] Nûr: 24/33.

[59] Münâfikûn: 63/10.

[60] Tâhâ: 20/81.

[61] Zemahşerî, c.3, s.79

[62]  Kasas: 28/81. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 362-363.

[63] Askalânî, a.g.e., c.ll, s.322

[64] Askalânî, a.g.e., c.ll, s.322-323

[65] Askalânî, a.g.e., c.ll, s.233

[66] Askalânî, c.ll, s.233-234. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 363-365.


Konu Başlığı: Ynt: Kulların Rızkında Sünnetullah
Gönderen: Ramazan. üzerinde 18 Ekim 2015, 21:49:38
Es Selamün Aleyküm . ALLAH-u Teâla dilediği kuluna dilediği kadar rızık verir . Herkesin rızkı bol olsaydı eğer yeryuzunde taskinlik azginlik bas gosterirdi .
ALLAH cc razı olsun .