Konu Başlığı: Kıraet Tilâvet Tertîl Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 18 Şubat 2011, 18:02:25 Kıraet - Tilâvet -Tertîl Kıraet 'Ka-Ra-E' kökünden gelir. 'Ka-ra-et'il-mer'-etü, 'kadın kan gördü' demektir. Masdar şekli 'el-kur”, 'temizlikten hayz haline geçmeyi' ifade eder. 'Ka-ra-e' - toplamak anlamına da gelir. Bu bakımdan, temizlik haliyle hayz halinin birleşmesi ve bu hallerden her biri için de kullanılır. Nasıl, 'sofra' denilince, hem yemek, hem de yiyenler akla geldiği gibi, ayrı ayrı yemek ve yiyenler de akla gelir; aynı şekilde, 'el-kur’ denilince, hem hayızla birlikte temizlik müddeti, hem de ayrı ayrı hayz ve temizlik süreleri de kastedilir. Ama, soyut olarak salt hayz veya temizlik anlamı, vermez; çünkü, ancak hayz gören temizlenir. 'Kendi kendilerine üç (kur') beklerler' ayetinde, üç kez temizlikten hayza geçiş kastedilmiştir. Kıraet, 'harflerin ve kelimelerin 'tertil' üzere birbirlerine ulanması' demektir. Bu yüzden, ağızdan tek bir harfin çıkmasına 'kıraet' denmez. [66] Kıraet temelde dilin iradeye dayalı bir eylemidir. Akıllı ve konuşan bir insanın ağzından, seslerin kendilerine özgü yerlerine göre çıkmasıdır. Bu nedenle, Cebrail'in eylemine 'kıraet' denmez; İlâhî eylem de bir kıraet değildir. Aynı şekilde, insanın dışındaki, sözgelimi, bir mikrofondan, taştan veya teypten çıkan sesler de kıraet olmaz; bu sesler ister doğrudan kendilerinden çıksın, isterse bir insan sesinin yansımaları olarak çıksın farketmez. Bir kitabı sessiz okumak 'kıraet' olmadığı gibi, bir çalgıda çınlayan ses de kıraet değildir. Şu kadar ki, bu, teypte çalınan (okunan değil) Kur'an'ın dinlenmeyeceği anlamına gelmez. Ama, teypte Kur'an'ı çalmak bir 'kıraet' değildir. [67] Öte yandan, Kıraet, Kelâm'ı rastgele söylemek, ağızdan çıkarmak değil, düzenli ve güzel bir biçimde, harfleri ve sözleri birbirine ekleyerek çıkarmaktır; çıkarma işlemi gizli olarak da yapılabilir, açık olarak da yapılabilir. Gizli ve açığın 'hafî, celî, sir, cehr' gibi dereceleri vardır. Kur'an, namazda ne sesin çok fazla yükseltilmesini, ne de duyulamayacak derecede kısılmasını değil, bu ikisi arasında orta bir yol tutulmasını emreder (Isra: 110). Bunu, Hz. Peygamber, gündüz namazlarında (öğle ve ikindi) kendi duyacağı kadar, sabah, akşam ve yatsı namazlarında ise daha sesli okumak suretiyle tesbit etmiş ve uygulamıştır. [68] Tüâvet, 'Te-Lâ' fiil kökünden gelir. 'Gerek cismen, gerekse yaptıklarına uymak suretiyle birinin ardına düşmek, ardından gelmek, demektir. Türkçe'de kullanılan ve 'ikinci derecede' anlamına gelen 'tali' kelimesi de 'te lâ'dan türemedir. [69]'Ve'l-kameri izâ telâhâ' ayetinde, 'ay onu(güneşi) izlediği zaman' (Şems: 2) anlamı verilmiştir. Burada 'izlemek', güneşten sonra doğduğu, nurunu güneşten aldığı gibi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Ragıp el-İsfahanî, 'güneşin yolunda gittiği, ışığını ondan aldığı' şeklinde tefsir etmektedir. İ. Kuteybe de, 'güneşi izlediği zaman' şeklinde yorumlamıştır.[70] Bu ayetin dışında, Kur'an'da tilâvet, 'Allah'ın haram ettikleri, Zülkarneyn, Adem'in iki oğlu' gibi kıssalar, Kur'an, Allah'ın ayetleri ve Kitapla ilgili olarak geçer; yani 'kitabı tilâvet, Allah'ın ayetlerini tilâvet' gibi. (En'-am: 151, Nemi: 92, Kasas: 45, Bakara: 252, A'raf: 175, Şuara: 69, Yunus: 15 vs.) Tilâvet, 'Kur'an'ı, Kitab'ı veya Allah'ın ayetlerini okumakla birlikte, üzerlerinde düşünmek, bir hadiste buyurulduğu gibi, azapla korkutulan ayetler okunurken Allah'a sığınmak, müjdelerle ilgili ayetlerde hamdetmek, ayetlerin gereklerini yapmak, haramları anlayıp inanmak ve işlememek, emirleri ise yerine getirmek' anlamlarını da içerir. Bu yönüyle, Kıraet genel bir anlam ifade ederken, Tilâvet daha özel bir anlam ifade eder. 'Her tilâvet kıraettir, fakat, her kıraet tilâvet değildir.' 'Onu tilâvetin hakkı olan bir tilâvette tilâvet ederler' (Bakara: 121) ayetinde bu gerçek ifade edilmekte, Kitab'ın ilmine vâkıf olma ve Kitapla amel etme durumu açıklanmaktadır. 'Şeytanların tilâvet ettiklerine uydular (Bakara: 102)' ayetinde, şeytanlardan hem ins, hem cin şeytanları kastedilmektedir. Kur'an, vahy'i açıklarken belirttiğimiz gibi, şeytanların da kendi adamlarına vahyde bulunduklarını, yani, birbirleriyle anlaşabilecekleri bir dilde konuştuklarını, şeytanların fısıldama ve vesvese suretiyle vahyde bulunduğunu, insandan olan şeytanlarınsa gizli gizli toplantılarda Allah'ın vahyine karşı fısıldaştıklarını anlatır. İşte, bu ayette belirtilen 'şeytanların tilâveti' böyle bir tilâvettir; kendi vahylerindeki emir ve yasakları fısıldamaları, gizli gizli birbirlerine ve adamlarına aktarmaları ve kendilerine tilâvet olunan kişilerin de, gerek tilâvet sözcüğünün anlamında yer aldığı, gerekse, 'uydular' kelimesiyle de belirtildiği gibi, bu emir ve yasakları yerine getirdikleri bildirilmektedir, Bu ayetteki tilâvet kelimesini İ. Cerir et-Taberî 'rivayet etme' anlamında kullanmıştır. [71] Yaptığımız açıklamada bu anlam da vardır; insandan ve cinden olan şeytanlar birbirlerine kendi işleriyle ilgili olarak rivayette, yani aktarımda bulunmaktadırlar. Tertîl, Kıraet'in bir şeklidir. 'Ra-Te-Le' fiilinden 'tef'îl' babında masdardır. 'Bir şeyi doğru yapmak, dosdoğru düzenlemek, kusursuz bir düzen içinde, açık açık hakkını vererek açıklamak demektir. Aralarında pek az açık bulunan ve gayet düzgün görülen ön dişlere 'sağr retl denir [72] Yani, 'tertîl', 'şeyleri aralarında az bir açıklıkla oldukça düzgün bir şekilde düzene koymak' anlamını taşımaktadır. Kur'an'ın okunuşuyla ügili olarak, 'kelimeleri ağızdan kolaylıkla ve düzgünce çıkarmak' anlamını verir. [73] Allah, 'Kur'an'ı tam bir tertîl üzere oku' (Müzemmil: 4) buyurmaktadır. Bu, Kur’an'ı anlamını düşünerek, harflerin çıkış yerlerine ve tecvide dikkat ederek, anlama göre sesi yükseltip alçaltarak, bir hadiste belirtildiği gibi, hitap ifade eden yerlerde karşıdakine hitap eder bir ses tonu vererek, durulacak yerlerde durup geçilecek yerlerde geçerek, ağır ağır ve Kur'an'ın gerçek amacını hem duyup, hem de dinleyenlere duyurarak okumak demektir. Verdiğimiz açıklamalardan, Kıraet, Tilâvet ve Tertil arasındaki farklar ortaya çıkmıştır sanırız. Fakat, özellikle, ilk inen ayet olan ‘ikra" ve Kıraet üzerinde bir miktar daha durmak gerekmektedir. Rasûl-i Ekrem (S.A.V.)'e Kur'an'dan, önce 'ikra" ayeti inmiştir. Oysa, daha henüz Rasûl'ün elinde okuyacağı bir şey yoktu. Öyleyse, Rasûl'e daha ilk başta okuması emredilen neydi? Bu konuda, bir kaç seçeneği belirtmeden geçemeyeceğiz. 1. İnzal konusunda da açıklayacağımız gibi, bilginler 'Kur'an'ın bir gecede indirildiğini, 'inzalini' belirten ayetler konusunda ayrılıklara düşmüşlerdir. Bu noktada, genellikle kabul edilen görüş, Kur'an'dan ilk ayetin Kadir gecesi indiği, daha doğrusu, Kur'an'ın Kadir gecesi inmeğe başladığı şeklindedir. Bu, yanlış bir görüş değildir. Çünkü, Kur'an'a dikkatle bakanlar, gerek Kitap, gerekse Kuran kelimesinin, bütün olarak Kitap ve Kur'an için kullanıldığı gibi, Kur'an'ın bir bölümü için de kullanıldığını görürler. Şu halde, Kur'an'ın bir tek kelimesi bile Kur'an'ın bütünü yerine geçmektedir. Kur'an ayetleri, kelimeleri, hattâ harfleri .birbirleriyle iç içe bir örgü halindedir. Bu bakımdan, bir ayetin, hattâ bir kelimenin tam olarak anlaşılabilmesi için Kur'an'ın bütünüyle anlaşılması gerekir. Bunu, Yunus Emre bir deyişinde, “dört kitabın manâsı saklıdır bir 'elifte”, bir diğer deyişinde, “dört kitabın manâsı Lâilahe illallah” şeklinde ifade etmekte, aynı zamanda, üzerinde büyük tartışmalar olan “Lâ ilahe illallah diyen Cennet'e girer” [74] hadisini de gayet güzel açıklamış olmaktadır. Bu noktada, Hz. Ali'nin de şöyle bir sözü vardır: “Kur'an hamd suresinde toplanmıştır, hamd suresi besmelede toplanmıştır, besmele başında b harfinde toplanmıştır, b altındaki noktada toplanmıştır, ben o noktayım.” Sufîler, Kur'an'ın ilk kez toplu halde Peygamber'in kalbine indirildiğini, sonra da yerine ve zamanına göre parça parça indirildiğini belirtir ler ki, bu da yaptığımız açıklamalarla aynı anlama gelmektedir. Şu halde, 'ikra' = Kur'an' diyebiliriz. 2. Fethullah Dahhak'ın belirttiği gibi, Peygamber' den okuması istenen kâinat da olabilir. Gerçekten, kâinat da Allah'ın ayetlerinden oluşmakta, Kur'an da Allah'ın ayetlerinden oluşmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Kur'an Kâinatın durulmuş ve sözle, ya da yazıyla ifade edilmiş biçimidir; insan da 'küçük kâinattır', şu halde insanı da okumak gerekmektedir. Temelde, bu açıklamayla, yukarıdaki açıklama birbirini tamamlamaktadır. 3. Bu ikra” emrinden şu çok önemli gerçeği ortaya çıkarıyoruz: İlk çağlarda insanlar, kutsal metinlerini yazıya dökmenin, onlara karşı bir saygısızlık olacağına inanırlardı. Bu yüzden, eski kutsal metinler ağızdan ağıza aktarılırdı. İnsanlar yazmaya başladıktan sonra, ezberleme ve sözlü aktarım güçleri zayıfladı. Eskiden beri, geleneğin, eğitim ve öğretimin en etkili aktarım aracı esasen sözlü aktarımdır. Sözlü geleneğin çok büyük bir toplam oluşturan dizeleri, yüzlerce yıldan beri kuşaktan kuşağa aktarılmış ve korunmuştur. [75] Bu gerçeği İslâm da vurgulamış ve bir yandan Peygamber'in ümmîliği üzerinde dururken, bir yandan da ona “yaz” değil, “oku” emrini vermiştir. Okumak, illâ kitap okumak demek değildir; okumak öncelikle ezberden okumayı ifade eder. Bu yüzden, Hz, Peygamber'e bir kitaptan okuması emredilmiyordu; ruhundan, kalbinden okuması emrediliyordu; çünkü, ortada yazılı bir kitap yoktu okunacak. İslâm'da hadisler de ağızdan ağıza aktarılmış ve ancak 160-150 yıl sonra kâğıda geçirilmiştir. Gerçi İslâm yazmayı yasaklamaz, teşvik de eder. Fakat, aslolan yazmak değil, okumaktır. Bu bakımdan, İslâm' da Kur'an'ın belki yazılmasından çok, ezberlenmesi üzerinde durulmuştur. Ama, ne zaman ki yazı okumanın önüne geçmiş, modern medeniyet hep yazı üzerinde durmuş, o zaman sözlü aktarım ve kalpten okuma önemini yitirmiş, bilginlerin pek çoğu 'ilim' değil, Kur'an'ın diliyle, “kitap yüklü eşekler” haline gelmişlerdir. “Kıraet-i Seb'a = yedi okuyuş”la ilgili olarak bk. İnzal Tenzil. [76] [66] Müfredat, 402. [67] Hak Dini Kur'an Dili, IV; 2361. [68] Rasül-i Ekrem'in namaz kıldırırken sesini fazla yükselttiği, bunun üzerine müşriklerin Kur'an'a ve onu indirene, getirene küfrettiği ve İsra suresi 110. ayetin indiğine dair rivayetler vardır: Örnek olarak bk. Sünen-i Tİrmizî Tercemesi, c. V. HN: 3352, 3353. Rasûlüllah'ın akşam, yatsı ve sabah namazlarında cehrt, gündüz namazlarında yanındaki kişinin duyacağı kadar 'içten' okuduğu mezhepler yanında kabul edilmekle beraber değişik rivayetler de yok değildir. Bk. İ. Mace, HN: 829, 830. [69] Müfredat, 75. [70] Tefsîr-u Ğarib'il-Kur'an, s: 529. [71] Nakl. İ Kuteybe, a.g.e., s: 59. [72] Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 5426. [73] İ Kuteybe, a.gr.e. 262. [74] Sahih-i Müslim, HN: 43-44-45. [75] Martin Lİngs, Antik İnançlar Modern Hurafeler, ç. E. Harman, U. Uyan Yeryüzü yay. İst. 1980. [76] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 68-73. |