๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 18 Şubat 2011, 18:13:47



Konu Başlığı: Kelime ve Kelâm
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 18 Şubat 2011, 18:13:47
Kelime - Kelâm

 'Ke-Le-Me' kökündendir. 'El-kelmü' 'algılanan etki'dir; algılanma ya gözle olur, ya diğer duyularla Ke­lâm kulakla algılanandır, kelm diğer duyularla algıla­nan. 'Kellemtühû', 'onu yaraladım' demektir; şairin şu sözü gibi:

“Soylu bir kelime derin bir kelm gibidir.»

Birinci 'kelime', genel anlamıyla 'kelime' demektir; ikinci 'kelm1 ise, 'yara' anlamına gelir. Bir diğer şair de şöyle der:

“El yarası gibidir dil yarası.” [36]

Kelâm düzenli sözler ve altlarında yatan anlamlar üzerinde cereyan eder. Bazılarınca “meramın ifadesine yeten düzenli söz” şeklinde tanımlanmıştır. Kelâm bil­ginlerine göre, kelâm ancak faydalı ve düzenli cümle­dir; “kavinden daha özeldir, çünkü, 'kavi' ayrı ayrı söz­ler halinde de olur. Kelime ise tek bir lâfzdır; fiil, isim ve harf diye üç şekilde olur. [37]

Kelâm kelime'lerden oluşur. Kelime anlam ifade eden düzenli sözdür; ama sözün mutlaka ağızdan çık­ması şart değildir. Kelime fiil olur, harf olur, isim olur. Bu anlamda, 'yürümek' de bir kelimedir, 'taş' da bir kelimedir, bazı Kur'an surelerinin başındaki “Elif, lâm, Mîm, Sad..” .harfleri de birer kelimedir.

İslâm'a göre 'adem  mutlak' yoktur ve olamaz, çün­kü bu mutlak varlığa sınır koymak olur. Bu bakımdan, yaratma Allah'ın ilminde ezelî olan varlık köklerine[38] -ayan-ı sabite- Yaratıcı'nın iradesiyle “ol” demesidir. Evrendeki varlıklar “ol” emriyle ortaya çıkar. Allah hiç bir şeyi dü­şünerek, sonradan hatırlayarak, bir takım hesaplar yaparak yaratmaz. Bütün yaratılmışların aslı O'nun bil­gisinde ezelîdir. Ve, bu aslın “ol” emriyle ortaya çıkan şekilleri ise, onların cisimleridir, arazlardır. Nasıl, ağız­dan çıkan sözün, kitaba yazılı sözün aslı harfleri veya ifade şekilleri değil, gerideki anlamlarıdır; ses, harf ve kitaplardaki kelimeler ise, aslı bize gösteren şekiller­dir, aynen bunun gibi, evrendeki her varlık, her olay, her olgu Allah'ın bir kelimesidir; Allah'ın bilgisindeki ezelî mahiyetlerinin görünür şekil veya biçimleridir. Al­lah'ın kelimeleri saymakla tükenmez:

“Yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler de ar­dından yedi denizle (mürekkep olsa) Allah'ın kelimeleri tükenmez..”  (Lokman: 27).

Kelimeler Kelâm'ı oluşturur. Kur'an'daki her ke­lime, Kur'anı, yani Kelâm'ı meydana getirir; bunun gibi, Kur'an'ın açılmış biçimi olan evren de içindeki her varlıkla Allah'ın kelâmı, yani “ol” emrinin ürünle­ridir. Bu bağlamda, Kur'an'da geçen “kelimealer gerçek anlamını bulmaktadır. Sözgelimi “Muhakkak Allah sa­na Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı olarak Yahya'yı müjdeliyor.” (A. İmran: 39) ayetinde kelime İsa demek olabileceği gibi, Tevhid anlamına da gelebilir. Çünkü, Tevhid Kelimesi Kur'an'ın özüdür, teşriî ve tekvini özüdür; Besmele de Kur'an'ın özüdür, b harfi ve altında­ki (.) (nokta) da özün özüdür. Evrende Allah vardır, Allah'ın La ilahe illallah da ifadesini bulan düzeni vardır. İslâm bu düzenin adıdır. Bunlar da kelimedir.

“De: “Ey Ehl-i Kitap! Aramızda denk bir kelime' ye gelelim..” (A. İmran: 64) ayetindeki kelime Tevhid' dir, İslâm'dır. “Rabbının kelimesi doğruluk ve adalet yönünden tamam oldu.” (En'am: 15) ayetinde kelime, yine “bugün üzerinizdeki nimetimi tamamladım” aye­tinde belirtilen nimet, yani, İslâm ve devamlılığı ni­metidir. İslâm'ın, yani Allah'ın kelimesi'nin, haberleri, bildirdikleri, uyarıları, va'dleriyle doğru, hükümleriyle adaletli olduğunu ortaya kor. İsa'nın .Allah'ın kelimesi olmasının anlaşılamayacak bir yanı yoktur. Belirttiği­miz gibi, her varlık Allah'ın kelimesidir; ama, İsa'ya ayrıca kelime denilmesi, onun insanın maddî alana çık­ması silsilesinde yeniden başa dönmüş olması, yani, yi­ne Kur'an'ın belirttiği üzere, aynen Adem gibi babasız yaratılmış olmasındandır.

 “Kâfirlerin kelimesini aşağı, Allah'ın kelimesini yüce kıldı.” (Tevbe: 40) ayetindeki 'kâfirlerin kelimesi, kufr, Allah'ın kelimesi ise İslâm'dır. Küfr, kâfirlerin düzeni, İslâm'sa Allah'ın düzenidir,, Kâfirler teryüzünde Allah'ın kelimesine aykırı bir düzen kurdukları, yaratılışı değiştirdikleri için, onların inanç ve bu inancın yansıdığı düzene de 'kelime' denmiştir. “Rabbından bir kelime  geçmemiş olsaydı, aralarında hükmolunurdu.” (Yunus: 19) ayetinde kelime, Allah'ın ezelî bilgisindeki hükmü demektir. Bu anlamda, her kelimenin maddî olarak görünmesi şart değildir. Hü­küm de varlığını hissettiren bir kelimedir. Taş bir keli­me olduğu gibi, hareket de bir kelimedir, söz de bir ke­limedir, inanç da bir kelimedir, (bk. Kaza, Hükm). Yine, Kur'an'da geçen Kelime-i Tayyîbe hem İman veya İs­lâm, hem de, bu iman veya İslâmın cisimleşmiş hali olan insan anlamına gelir; Kelime-i Habise bunun zıddıdır. “Adem'in Rabb'inden aldığı kelimelerle, İbrahim'in de­nendiği kelimeler aynı şeydir” (A. İmran: 37, 124). Bun­lar, Alah'ın rızasını çekecek olan sözlü veya fiilî amel­lerdir. Vahy konusunda anlatmaya çalıştığımız gibi, in­san, Allah'ın evrenle ilgili kazasını yeryüzünde kendi isteğiyle yerine getirmeğe talip olmuş, (ayrıca bk. kaza, Kader, İrade) yeryüzünde halife kılınmıştır. O da Al­lah'ın kazasını yerine getirmekte, çizdiği yoldan git­mektedir. Şu kadar ki, bu kazanın ne yönde olduğunu ve yolu bilmediği için kendi isteğiyle bu kazayı yerine getirmektedir; bu bakımdan, onun kelimeleriyle, amelleriyle, Allah'ın kelimeleri bir yerde birleşmektedir. Ni­tekim, Kur'an, “Allah'ın kelimelerinde değişme olmaya­cağını” (En'am:  34)   belirtmektedir.

 Allah, “fasıklar iman etmez” diye yazmıştır ve fıska sapan insanların iman etmemesiyle, bu kelime doğrulanmaktadır “ (Yu­nus: 33).

(Allah'ın konuşmasıyla ilgili olarak ayrıca bk. Vahy.) Şu kadarını belirtelim ki, Allah'ın konuşması ve kelimesi sembolik değil, gerçektir. Konuşulan tarafından alınıp anlaşılır ve onda herhangi bir biçimde ortaya çıkar. [39]


[36] Müfredat, 439.

[37] Külliyat, 130, 301.

[38]“İsim, Kelime, Halk, Melekût, Emr” gibi kavramları açık­larken kullanmak zorunda kaldığımız, “Allah'ın ilminde ezelî olan varlık kökleri” ifadesiyle, İslâm tarihinde özel­likle 'hükema'da görüldüğü şekliyle Kâinat'ın ezelî oldu­ğunu söylemek istemiyoruz. Fakat, bu ifadelerde belirtil­mek İstenen, varlıkların alem-i şehadetteki görünür şe­killerinin İlm-i İlâhi'de Sufilerin 'A'yan-ı Sabite - sabit aynalar' dediği 'ilmi, vücutlarının olduğudur. İşte, bu il­mî vücutlardır ki. İrade ve Kudret'in tecellisiyle 'yaratık­lar' olarak 'kader defteri'nden 'kudret defteri'ne geçmiş­ler ve Kainat'ı meydana getirmişler veya getirmektedir­ler.. Bu ilmî vücutların, 'a'yan-ı sabite'lerin niteliği bizce meçhuldür.”

[39] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 43-47.