๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 22 Mart 2011, 00:15:08



Konu Başlığı: Kavramlar
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 22 Mart 2011, 00:15:08
KAVRAMLAR

 1- Kavim

 Kavim, kişinin içinde yaşadığı, aralarında din, dil, soy, kültür  birliği olan insan topluluğudur. Kur'an'da üç yüz seksen iki kez kullanılmıştır [1] "Kâme fiilinin mastarıdır. Erkek ve kadınlar­dan oluşan topluluk demektir. Ancak daha ziyade erkekler için kulla­nılır. Şu ayette de erkekleri gösterdiği görülür:

"Ey inananlar, bir ka­vim başka bir kavimle alay etmesin. Belki (alay ettikleri kimseler) kendilerinden iyidirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler." [2]

Ayette önce erkeklerle ilgili yasak belirtilmiş, peşinden kadınlara da aynı yasak koyulmuştur. [3]

Bazı yazılarda kavim kelimesinin "Nisa: kadınlar" kelimesinin zıddı olarak kullanılması, bu mütalaayı haklı gösterir:

"Şimdi bilemiyo­rum, ileride bileceğim.

Kalenin sahipleri erkekler midir, kadınlar mı? " [4]

Ancak daha sonraları, insan topluluklarını ifade etmek için kul­lanılmıştır. [5] "Nuh kavmi, Firavun kavmi" ifadelerinde olduğu gibi, kadınları da içine alması, dolayısıyla ve tabi olma yoluyladır. [6]

"Bir adamın kavmi" demek, onun şiâsı ve aşireti demektir. Yani onun taraftarları ve kabilesi manasınadır. Kavim, tekil olmasına rağmen Reht gibi çoğulluğu içerir. Çoğulları: Akvam Akâvim, Akâyim dir.[7] Türediği "kâme" fiili "otur­mak"ın zıttıdır. Kalkmak, ikâme etmek, durmak, devamlı ve sabit olmak, katılaşmak, donmak anlamlarına gelir. [8] İşte kavim, bütün bu manaları alarak, kullanıldığı insan topluluklarına taşımıştır.

Kavmi oluşturan fertler arasında din, dil, soy ve kültür birliği vardır. Fertler bu unsurları sonra gelenlere aktararak, kavmin ayakta kalmasını sağlarlar. Kavim, öncekilerden tevarüs edilen unsurlara o kadar bağlıdır ki, bunlara ters gelen veya uyuşmayan şeyleri hemen reddeder. Kur'an'da peygamberler, gönderildikleri kavimleri yeni bir dine, farklı bir hayat tarzına çağırdıklarında, hemen reddedilip yalan­lanmışlar ve acaib bir şey getirmekle suçlanmışlardır. Bunun nedeni elçilerin getirdiklerinin, daha önceki atalarından (Âbâu'l evvelin) tevarüs ettiklerine ters düşmesidir. Bu özelliğiyle de kavim, değerleri­ne sıkıca bağlı (sabit), aynı zamanda bu değerlerini yaşatan ve aktaran bir yapıdadır.

Ancak kavim, değişime tamamen kapalı değildir. Bir takım özelliklerini değiştirebilir. Hatta tamamen değişebilir. Bu değişim ken­diliğinden değil, kavmi meydana getiren fertlerin, kendilerini değiştirmesiyle gerçekleşir: "Bir kavim kendi durumlarını değiştirmedikçe, Allah onların durumlarını değiştirmez." [9]

Kavmi oluşturan bireyleri birbirine bağlayan en önemli unsur, aynı soydan gelmeleridir. Bir kandan gelmeleri onları birbirine kenet­leyerek, öyle bir katı ve donuk toplum haline getirir ki, fertlerden birine karşı yapılan kötülüğe karşılık vermek, bütün fertler için kutsal bir görev sayılır.

Hiçbir şey bireylerin kavimlere bağlılığını Dureyd b. es-Sımme (ö. 8/630) nin şu mısraları kadar güzel anlatamaz:

"Ben Gaziyye'denim. Eğer o yanılırsa, ben de yanılırım;

Eğer o doğruyu bulursa, ben de doğruyu bulurum. [10]

Bu söz kavmiyetçi dayanışmanın putperest Arabın eylemlerini nasıl dikte ettiğini, onun nasıl doğru da olsa, yanlış ta olsa, kavmiyetçiliğin o şaşmaz zorunluluğuna boyun eğdiğini hayreti mucib bir tarzda anlatmaktadır.[11]

Kur'ân, insanları ilâhî mesajları kabule çağıran elçilerin muhatap oldukları toplumları, kavim kelimesiyle karşılar: Nuh'un kavmi, Ad'ın kavmi, Semud'un kavmi, v.dğr. gibi. Ancak daha çok toplumun, elçi­nin getirdiğini reddeden kısmını ifade eder. İlâhî mesajları kabul edenler için kavim değil, ümmet kavramı kullanılır. Çünkü ilâhî öğre­tileri benimseyen kavmin en büyük hedefi, öğrendiklerini diğer, toplumlara ulaştırmaktır. Oysa kavmin hedefi sadece kendi değer­lerinin, diğer kavimlerin değerlerinden üstün olduğu ile övünmektir. Bu yönüyle o, statik bir yapıya sahiptir.

Kavmin Türkçe karşılığı ulus veya halktır. Bu kavramın millet şeklinde dilimize çevrilmesi doğru değildir. Biraz sonra görüleceği gibi millet, din ve şeriatı belirtmek için kullanılır. [12]

 2- Millet

 Millet din ve şeriat demektir. Yol ve sünnet manasında da kullanılır. [13] "Bir sözü yazdırmak" anlamına gelen "imlâl" mastarından türe­tilmiştir. [14] Peygamberlerin getirdikleri ilâhî yasalar çoğunlukla yazıya geçirildiği (imlâ edildiği) için şeriate ve dine millet denilmiştir.[15] Zemahşeri'ye göre ise din ve şeriate, insanların üzerinde gittikleri yol olduğundan ötürü "tutulup gidilen yol" manasına gelen millet denil­miştir. [16] "Tarikun melil" de "çok işlek yol" demektir. [17]

Kur'an'da on beş kez kullanılmıştır. [18] Toplumsal din anlamını karşılar. [19]

“Allah'ı birleyici olarak, İbrahim dinine (millete İbrahim) uyun." [20]

"Biz bu(nun söylediğini (babalarımızın bağlı olduğu) öteki dinde (milleti'1-âhire) işitmedik." [21]

"Ey Şuayb! Ya mutlaka seni ve seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız, ya da dinimize (mil­letine) dönersin." [22]

Bu kelime sadece peygamberlere nispet edilir. "Allah'ın milleti" veya "milletim" denilmez. Fakat "Allah'ın dini" "Zeyd'in dini" veya "dinim" denilebilir. [23] İslam milleti, Hristiyan milleti ve Yahudi milleti şeklinde kullanılır [24] "Sen onların kendi dinlerine (milletehum) uyma­dıkça, ne Yahudiler, ne de Hristiyanlar senden razı olmazlar."[25] Bura­da kastedilen, Yahudi ve Hristiyanların üzerinde bulundukları din ve ondan meydana çıkan şeriat, yaşama tarzı, düşünce şeklidir.

Kelimenin anlamının net bir şekilde ortaya çıktığı ayet şudur:

"(Yusuf) şöyle dedi: Ben Allah'a inanmayan, ahireti de inkâr eden bir kavmin milletini terk ettim" [26]

Bu ayetteki kavim, Firavun ve seçkin çevresinin egemenliği al­tındaki Mısır toplumu, millet ise bu toplumun sosyal düzenine yön veren hukuk ve ahlâk anlayışının genel ifadesi olan din anlamlarında kullanılmıştır.

Bütün bunlardan da anlaşıldığı üzere, millet kelimesinin insan topluluğu (kavim), ulus ve nation karşılığında kullanılması seman­tik açıdan mümkün değildir. [27]

 3- Ümmet

 Ümmet, ortak bir inancı, ortak bir amacı paylaşan insanların, ortakamaçlarına doğru birlikte yürümek niyetiyle, ahenkli bir biçimde bir araya geldikleri toplumdur. Ana olmak, yönelmek, imam (önder) olmak anlamlarına gelen, "emme-yeummu-ûmûmeten"den türetilmiştir. Tekil olmasına rağmen, çokluk ifade eder. Çoğulu "ümem’dir. Sözlükte ana, çeşitli hayırları üzerinde toplayan adam, kalabalık bir topluluk, din, yol, vakit, kendisine peygamber gönderilen toplum, tâat gibi anlamları içerir. [28]

Kur'an'da altmış dört kez kullanılmıştır. [29] İki yerde "zaman", iki yerde de "din"anlamlarında kullanılmıştır: "Onlardan azabı sayılı bir süreye (ümmete) ertelesek..." [30]

"Kurtulan (adam) uzun bir süre (üm­met) sonra..." [31]

"Biz babalarımızı bir din (ümmet) üzerinde bulduk." [32]

Bir yerde de hayvanlar için kullanılmıştır:

"Yeryüzünde yürüyen hiç­bir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da) sizin gibi bir ümmet olmasınlar." [33]

Diğer yerlerin hepsinde de insan toplu­lukları için kullanılmıştır. Daha ziyade peygamber gönderilmiş top­lumları gösterir.

İbn Manzur (ö. 711/1311) ümmeti şöyle tarif eder:

"İnsanların yaşadığı bir asır, bir çağ, her peygamberin toplumu, elçiye nispet edi­len her kavim (ister mü'min, ister kâfir), bütün canlılardan bir cins ve bir nesil." [34]

İbn Faris (ö. 1005), yukarıdaki bütün manaları şu tarifte topla­mıştır:

"Bir şeye mensup olan, ona izafe edilen, bağlanan her topluluk ümmettir."[35]

İsfahani (ö. 1108)'nin tanımı ise şöyledir:

"Kendi seçimleri veya bir zorunlulukla, aynı yer, aynı zaman veya aynı din gibi bir nedenle bir arada olan topluluktur." [36]

Hamdi Yazır (ö. 1942) ise, kabul gören tanımı yapmıştır:

"Bir imamın çevresinde sağlam bir birlik oluşturup, düzenli bir şekilde faaliyet gösteren ve bu şekilde çeşitli insan grupları üzerinde hakim olan topluluktur."[37]  ve  bütün bunlardan anlaşılan şu ki; ümmet, belirli bir zaman ve mekanda, bir imamın önderliği altında belirli bir hedefe doğru hareket eden kavim veya kavimler topluluğudur. [38]

 4- Sûnnetullah

 Sünnetullah bir isim tamlamasıdır. Allah tamlanan, sünnet tamlayandır. Allah'ın sünneti demektir. Bu kavramla neyin kastedildi­ğini anlamamız, "sünnet" kelimesini bilmeye bağlıdır.

Sünnet, "Senne" kökünden gelir. Çoğulu Sünen'dir. Dosdoğru yol, uyulan örnek, adet manalarında kullanılır.[39] Fahruddin Razi (ö. 606/1209) bu kelimenin "suyu peşi peşine dökmek" anlamında söyle­nen "suyu döktü" fiilinden türetildiğini söyler. Araplar, dosdoğru olan yolu, dökülen ve devamlı olan suya benzetmiş­tir. Çünkü su devamlı aktığı zaman, tek parça gibi olur. [40] Aynı fikri M. Reşid Rıza (ö. 1935) da benimser. [41]

Öyleyse sünnetullah, Allah'ın dosdoğru yolu, Allah'ın uyulan örneği, Allah'ın adetidir. Ancak Türkçe'de bu şekilde değil de, daha çok Allah'ın yasası, Allah'ın kanunu olarak kullanılmaktadır ki, arala­rında anlam bakımından bir farklılık yoktur.

Kur'an'da beş ayette sekiz kez kullanılmıştır

1. “Allah'ın kendisine takdir ettiği her şeyi yerine getirmekte, peygambere herhangi bir güçlük yoktur. Sizden önce geçenler arasın­da da, Allah'ın yasası böyle idi.” [42]

2. “Allah'ın önceden geçen (toplum)lar arasında (uygulanan) ya­sası budur. (Peygamberlere karşı iki yüzlülük edenler öldürülürler.) Allah'ın yasasını değiştirme(ğe imkan) bulamazsın.” [43]

3. “Yeryüzünde büyüklük taslama(larını) ve kötü tuzak(lar) kur­malarını artırdı). Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır. Onlar öncekile­rin yasasından başkasını mı bekliyorlar? (Kötülerin Allah'ın gazabına uğrayıp mahvolacağı eskiden beri Allah'ın uygulanan yasasıdır). Al­lah'ın yasasında bir değişme bulamazsın; Allah'ın yasasında bir sap­ma bulamazsın." [44]

4. “Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur.” [45]

5. “Bu, Allah'ın öteden beri süre gelen yasasıdır: (Allah pey­gamberlerini ve inananları üstün getirmeyi takdir buyurmuştur). Al­lah'ın yasasında bir değişiklik bulamazsın." [46]

Yine altı ayette kullanılan "sünnet", "sünnetü'l evvelin" ve "sü­nen" kelimeleriyle kastedilen de sünnetullahtır. [47] 

Allah'ın sünnetinden kastedilen şeyin ne olduğu çoğu zaman ka­rıştırılmaktadır. Bu kavramın Kur'an'da kullanış biçimine dikkat edilmeksizin, Allah'ın sünnetinin Allah tarafından koyulan ve evrende geçerli olan "tabiat kanunları" olduğu söylenmektedir. [48] Oysa kavra­mın Kur'an'da kullanıldığı hiçbir yerden bu anlam çıkmamaktadır.

Müfessirlerin ekseriyeti, Allah'ın sünnetinden muradın, "Yalan­layanların akıbetinin nasıl olmuş olduğunu görün" [49] ifadesinin delaletiyle; helak etme ve kökünü kurutma kanunları olduğunu söyler. [50] Mücahid (ö. 722) ise kavramın sadece inanmayan­ları değil inananları da içerdiğini vurgulayarak; "Allah'ın kâfirler ve mü'minler hakkındaki sünneti" ifadesini kullanır; [51]

Razi, sünnetullahın bütün ümmetlerde geçerli olan yasalar oldu­ğunu söylemekle, bunun toplumlar için olan ilâhî kanunlar olduğunu göstermektedir. [52]

Muhammed Hamidullah, İslam ansiklopedisinin sünnet madde­sinde, sünnetin geniş manada Allah'ın yolunu veyahut da insanın adet haline getirdiği, iyi veya kötü davranış ve hareketini ifade ettiğini yazarak bu kavramın toplumsal boyutunu vurgular. [53] Aynı yerde, Kur'an'da geçen öncekilerin sünnetinin (Sunnete'l evvelin), evvelki toplumların peygamberlerine karşı, ilâhî cezayı mucib olan küfür ve kötülük manasmdaki davranışları olduğu söylenmektedir.

Muhammed Kutub ise, sünnetullahı Allah'ın yeryüzünde insan­lığın hayatını idare etmek üzere koyduğu buyruklar şeklinde tarif ede­rek, evrene hükmeden tabiat kanunlarının ayrı bir şey olduğuna dikkat çeker. [54]

Ancak kavramın Kur'an'da kullanıldığı şekildeki anlamını en güzel şekilde ifade eden Roger Graudy'dir: "Allah'ın sünneti: pey­gamberlerin mesajının devamlılığıyla insanların hayatına yaptığı mü­dahalelerin tarihi…" "...Ancak, Allah'ın sünneti, Allah'ın hareket tarzını belirtmek için kullanılır. " [55]

Graudy, Allah'ın sünnetinin, peygamberlerin mesajının devamlı­lığı olduğunu söylemekle, kelimenin Razi tarafından yapılan açıkla­masına da işaret etmiş olmaktadır. Allah'ın yasası da devamlı akan ve tek bir parça gibi görünen su gibidir. Değişmez ve bütün toplumlar için geçerlidir.

''Özetle, sünnetullah, Allah'ın elçileriyle gönderdiği mesajları kabul etme veya etmeme durumunda toplumlara (dünyada) karşılık verme metodudur. Bu metodun nasıl olduğu yine, Allah'ın son mesa­jında açık ve seçik bir şekilde açıklanmıştır. [56]

 a- Sünnet Kelimesinin Anlam Alanı

 Kur'an metninin oluşmasından önce de bölge insanları konuşuyorlardı. Doğal olarak onların konuştukları dilde kavramlar da yer almaktaydı. Kur'an'ın bu kavramları kul­landığı olmuştur. Bu durumda Kur'an'ın söz konusu kavra­mı iktibas etmiş olduğundan söz edilebilir. Zira böyle bir durumda dil içerisinde sabit ve muayyen bir anlam ifade eden bir kelimeyi kullanmakla Kur'an, o kelimenin muhata­bın zihnindeki arka-planını baz almış olmaktadır. Bunun dışında bir de Kur'an'ın, muhatabın tanımadığı bir fikre yer verirken dilin içinden bazı kelimeleri seçmesi ile karşı­laşmaktayız. Birinci durumda Kur'an, kelime ile o kelimenin delalet ettiği olgu arasındaki anlam bağını hazır bulmakta iken, ikinci durumda bu süreci kendisi inşa etmektedir. Ya­ni dilin doğal seyri içerisinde karşılaşılan isimlendirme sü­reci bu kez Kur'an tarafından gerçekleştirilmektedir. Hangi kelimenin niçin seçildiğini anlayabilmek, kelime ile onunla anlatılmak istenen olgu arasında Kur'an'ın nasıl bir anlam il­gisi gördüğünü incelemeyi gerektirmektedir.

Sunnetullah terkibini oluşturan her iki kelime de döne­min Arapları tarafından bilinen ve sık kullanılan kelimelerdi. Sünnet kelimesi, aşağıda da göreceğimiz gibi, cahiliyye dev­ri Arapçasında bütün türevleriyle kullanılmaktaydı.

“Allah' kelimesi de içerik farkına rağmen, İslâm ve cahliyye kültürünün ortak bir kelimesidir. Kur'an bu kelime­yi kullanmaya başladığında çağdaş Arapların kullanım­larına yeni ve yabancı bir isim getirmiyordu. [57]

Her iki kelime de, Kur'an-öncesi dönemde birbirinden müstakil kullanım alanlarına sahip oldukları halde, sunnetullah şeklinde bir isim tamlamasında biraraya gelmeleri, öyle görünüyor ki, Kur'an'a has bir durumdur. Sünnet keli­mesinin İslam-öncesi kullanımlarını araştıran lügat sahipleri­nin böyle bir tamlamadan söz etmemelerinin yanısıra; ileriki sayfalarda görüleceği gibi [58] cahiliyye kültüründe böyle bir terkibe kullanım imkanı verecek fikrî potansiyelin olmayışı da bunu göstermektedir.

'Sünnetullah' teriminin ifade ettiği olguyu isimlendirirken Kur'an, içinde sünnet kelimesinin yer aldığı başka ifadeler de kullanmıştır. Bu bölümde yalnızca bu ortak kelimenin, Kur'an'ın kullanımına girdiği dönemdeki anlamlarını incele­meye çalışacak, sünnetullah'ın Kur'an'daki anlamdaşlarının tespitini ise bir sonraki alt başlığa bırakacağız.

Yapmak istediğimiz, Kur'an-öncesi Arap edebiyatının mevcut bütün ürünlerini taramak ve sünnet kelimesinin ne anlamlarda kullanıldığını ortaya koymak değildir. Bizim için asıl önemli olan Kur'an'ın indiği dönemin bizzat kendisidir. Çünkü Kur'an'daki kelimelerin hangi anlamlarda kulla­nıldığı konusuna ışık tutacak olan bu dönemdir. Bununla birlikte herhangi bir kelimenin mevcut anlamı kazanıncaya kadar geçirdiği anlam değişiklikleri tamamen önemsiz sa­yılamaz. [59] Dolayısıyla söz konusu olguya niçin bu ismin ve­rildiği sorusuna cevap teşkil edecek anlam ilgilerinin tespi­tinde bize yardımcı olduğu ölçüde bu süreçle de ilgilenme­miz gerekecek.

Canlı bir organizma olarak kabul edilen dil, muhtelif se­beplerin yol açtığı birtakım dil olayları neticesinde anlam değişmelerine maruz kalabilmektedir. [60] Bu anlam değişme­leri neticesinde bazen bir kelime eski anlamını tamamen yi­tirirken, bazen temel anlamını korumakla birlikte yeni kav­ramları ifade etmek için de kullanılır hale gelebilmektedir. İncelememizin konusunu teşkil eden sünnet kelimesinin de bu türden bir anlam değişmesine maruz kalmış olması, bu konu üzerinde durmamızı gerekli kılmaktadır.

Kavramlar ile o kavramı isimlendirmek için seçilen keli­meler arasında çok sıkı bir bağ vardır ve bu bağın, somuttan soyut kavramlara doğru gittikçe daha ön plana çıktığı görü­lür. O kadar ki tamamen soyut kavramlar, ancak kendilerine isim olan kelimeyle var olabilirler. [61]

İnceleyecek olduğumuz kelimenin mensup olduğu (s-n-n) kelime grubu (.Wortfamilie), [62] bütün türevleriyle, arala­rında somuttan soyuta pek çok olgunun bulunduğu yüze yakın objeyi isimlendirmek için kullanılmıştır. Kelime gru­bumuzun çerçevesi hakkında fikir vermek amacıyla bu tü­revler ve ifade ettikleri anlamlardan sadece birkaçını ha­tırlatmak istiyoruz; (senn) şekil vermek, dökmek-akıtmak, yemek-otlamak, yüz-vech; (sinn) diş, yaş; (sinâni) mızrak ucu; (sünnet) huy, yol, âdet vb.

İlk bakışta aralarındaki anlam bağı farkedilmeyen, bu ve buraya almadığımız pek çok olguyu aynı kelime grubu içinde bir araya getiren birtakım faktörler vardır. Her kelime­nin, ilk medlulü demek olan bir temel anlamı (Hauptbedeutunğ) bulunduğu varsayılır. Sonradan bu temel anlamla ara­sındaki yakınlık ve ilgiden dolayı yeni kavramlar aynı keli­me veya aynı kelime grubundan başka bir kelimeyle ifade edilir duruma gelebilmektedir. Hatta daha sonra bu yan anlamla arasındaki bir ilgiden dolayı gruba katılan kavramlar da söz konusu olabilir. [63] İşte, kavrama isim vermede söz sa­hibi olan bu anlam ilgilerinin tespiti bize kavramın temel ka­rakterini verir. Çünkü kavrama o ilgiden dolayı bu isim se­çilmiştir.

Bizim yapmak istediğimiz de sunnetullah tamlamasındaki, belli bir davranış biçimi anlamında kullanıldığı açık olan sünnet kelimesinin ifade ettiği kavramın temel karak­terlerini tespit etmektir. Böyle bir kullanımın Kur'an'ın çağdaşı- olan Arapların zihninde ne gibi çağrışımlara yol açtığını ancak bu şekilde tespit edebiliriz.

İbn Dureyd (ö:h.321) Cemhere’sinde sünnet' in fiil for­mu (senne) için temel anlam olarak (savvara'ş-şey ) "bir şeyi âdet olarak ihdas etmek, örnek olarak ortaya koymak" anla­mını gösteriyor.[64] İbn Dureyd’in bu tespitinin yanısıra Kur’an-öncesi döneme ait aşağıdaki beyit de kelimenin temel anlam ilgilerinden orijinallik karakterini yansıtacak nitelik­tedir:

Sanki insanlar atasında ilk aşık olarak sevgiyi ihdas eden (senentu) benmişim, ya da içlerinde tek ben sevmi­şim.[65]

Kelimenin teknik bir anlam kazanmasından önceki dö­nemlere ait İslam’î devir kullanımları da orijinallik karakteri­ni belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır. Wensinck'in bir araya getirmiş olduğu, kelimenin hadîslerdeki kullanımları [66] arasından bir kaçına yer vermemiz bu durumu göstermek için yeterli olacaktır: "Kim iyi bir âdet (sunnet) ihdas eder­se (senne)...", "Muâz sizin için bu usûlü ihdas etti (senne)", "Sizden öncekilerin kendilerine özgü davranışlarını (sünen) mutlaka karış-karış takip edersiniz".

Kur'an-öncesi dönemde olduğu gibi, ilk İslami devirde de kelimenin iyi-kötü ayırımı yapılmaksızın her yeni davra­nış tarzı için kullanılmış olması, bu döneme de atıfta bulun­mayı gerekli ve anlamlı kılan bir husustur. Gerçekten de daha sonraları sünnet kelimesinin, Hz. Peygamber'in davra­nışlarını ifade eden teknik bir anlam kazanmasından sonra, ihdas edilen kötü / olumsuz davranışlar için benzer bir keli­me olan bid'at'ın kullanıldığını görüyoruz. Oysa ki önceleri bir davranışın iyiliğini, ya da kötülüğünü belirtmek için keli­meye hasene-seyyi'e gibi sıfatlar eklenmesi gereği duyul­muştur. Sanırız bu da, kelimenin orijinallik karakterinin yanısıra bünyesinde barındırdığı nötrlük karakterini yan­sıtması bakımından önemli bir noktadır. [67]

İbn Fâris (ö:h.395) Mu'cem'de (s-n-n) kelime grubunun temel kullanımı olarak (sennentu'l-mâ'e 'ala vechî) "suyu yüzüme döktüm" ifadesini gösterir. [68] Ona göre temel anlam "dökmek-akıtmak"tır. O, sünnet kelimesinin "sîret-gidişat" anlamında kullanılmasında; dökülen suyun damlalarının birbirini izlemesi ile, bir kişinin bir şeyi âdet edinerek birbi­rinin peşi sıra yinelemesi arasındaki ceryân [69] illetinin rol oy­namış olabileceğini söyle [70].

Ayrıca s-n-n'nin dökmek, yontmak, sivriltmek, sürmek gibi anlamlara gelen türevlerinde de bu süreklilik karakte­rini görmek mümkündür. Sünnet'in "işlek yol" anlamında kullanılmasında da bu karakter baskın rol oynamış olsa ge­rektir.

Kelimenin temel anlamıyla ilgili olarak Fahruddîn er-Râzî (ö:h.606) de tefsirinde üç ayrı teoriye yer vermektedir. Bun­lardan birisi bizim ilk ele almış olduğumuz İbn Dureyd'in yaklaşımıdır. Diğer ikisi ise (senentu's-sinân) "mızrağa uç geçirdim" ve (sennel-ibil) "deve/davar sürdü" [71] kullanım­larıdır. Râzî bunların ilkinde illet tayininde bulunmazken ikinci örneği açıklama sadedinde, süratli ve sürekli bir şekilde deve sürmekle bir davranışı (sünnet) düzenli ve sü­rekli yapmak arasındaki süreklilik ve düzenlilik ilgilerine dikkat çekmektedir. [72]

Râzî'nin bu son değerlendirmesi sünnetin tekrar edilen ve tekrar edilebilir olan davranışları ifade ettiği yolunda söy­lediklerimizi teyit etmesinin yanında, kelimenin bir diğer karakterini de gündeme getirmesi bakımından önemlidir. Sün­net' in bu son karakteri Râzî'nin süreklilik ve düzenlilik ilgi­lerinden söz ederken dile getirdiği standartlıktır.

Bu karakteri en bariz şekliyle (senenu't-tariq) kullanı­mında görüyoruz. Bu ifadenin anlamı genellikle "dümdüz uzanan yol" olarak karşılanmaktadır. Sünnet’in de "dümdüz uzanan yol" anlamında kullanılması buradan kaynaklan­maktadır. [73] Rüzgârın muntazaman estiğini anlatmaya yara­yan (senâ'in) formu da aynı kelime grubunun bu karakteri­ni yansıtan diğer bir örnektir [74].

Sünnet kelimesini bir başka münasebetle incelemeye tâbi tutan Fazlur Rahman bu konuda bize destek olacak şu yoruma yer veriyor: “... Örnek davranış kavramının ardın­dan, gerekli bir tamamlayıcı olarak standart veya düzeltilmiş hareket biçimi gelir. Eğer kendim için örnek olarak birinin davranışlarını benimsersem, bu örneği başarıyla izleyebildi­ğim sürece davranışlarım belli bir standarda ve mükem­melliğe erişecektir”. [75] Aynı durum fazlasıyla, kişinin kendisi için benimsediği öz âdetleri ve davranış biçimleri için de ge­çerlidir.

Bütün bunlardan sonra, bir olgunun sünnet kelimesiyle ifade edilmesinde, başka bir deyişle, dönem Araplarının herhangi bir olguya bu ismi vermesinde rol oynayan anlam ilgileri açığa çıkmış olmalıdır. Elimizdeki bu ilgilerin bize öğretmiş olduğu nokta, Arab'ın söz konusu karakterleri ta­şımayan davranışlara sünnet demediğidir. [76]

Ulaşılan sonucu kısaca formüle edecek olursak, demek ki; sünnet, orijinal, sürekli ve belli bir standarda otur­muş (İyi-kötü) davranış biçimidir. Arab'ın sünnet keli­mesinden anladığı bu mânâ, aynı zamanda bize kelimenin Kur'an'da hangi anlamda kullanıldığını gösterir. Kur'an ilk planda o dönem insanına hitap ettiği ve mesajını öncelikle onlara yönelttiğine göre, muhatap aldığı toplumun kelimeye yükledikleri anlamı esas almak durumundaydı. Bu durum, bütün diğer Kur'an kelimeleri için de geçerlidir. Söz konusu gereklilik, muhatabın önceden bildiği ve kullanageldiği bir kelimeyi kimden duyarsa duysun, kendi zihnindeki kalıpları çerçevesinde anlayacağı [77] gerçeğinden kaynaklanmaktadır.

O halde, elimizdeki verilerden hareketle, dönem Arab'ı­nın sunnetullah ifadesini duyduğunda yadırgamamış olduğunu söyleyebiliriz. Onlara düşen, yukarıda açıklamaya ça­lıştığımız çerçevede tanıdıkları, sünnet kelimesinin çağrış­tırdığı anlamı Allah'a izafe etmekten başka bir şey değildi; "Demek ki, Allah'ın öteden beri süregelen ve sürecek olan, kendine özgü, değişmeyen bir davranış tarzı varmış..." Bu ifade hangi bağlamda geçerse geçsin değiş­meyecek olan anlamı budur.

Anlaşılması için, içinde bulunduğu münasebet sistemi­nin tahliline gerek duyuran konu ise, sunnetullah ile ifade edilen kanuniyetin alanının tespitidir. [78]

 b- Kur’an’da Sünnetullah İfadesi Ve Eşanlamlıları

 Sünnet kelimesi Kur'an'da tekil formuyla, çeşitli terkiblerde yer almak suretiyle 14 kere kullanılmış; iki yerde de çoğul formuyla geçmiştir. Bunlardan sadece sekizi sunnetullah şeklinde iken, diğerleri sunnetunâ, sunnetu men... ve sunnetu'l-evvelîn gibi isim tamlamalarında yer almak­tadır. Bu ifadelerin de sunnetullah ile aynı anlama gelip gel­mediği, birazdan görüleceği gibi, tefsirlerde sık sık tartışılan bir konu olagelmiştir.

İsrâ: 17/77’de karşımıza çıkan sunnetu men qad erselnâ qablek kullanımının, aynı ayet içindeki sunnetunâ ifade­siyle açıklandığını düşünerek, sunnetu'l-evvelîn terkipleri­nin ve sünen kelimelerinin ne anlamda kullanılmış olabile­ceği üzerinde durmak istiyoruz.

Fâtır 35/43'de geçen "öncekilerin sünneti" ifadesinin, ay­nı ayet içinde yer alan sunnetullab ile açıklandığını görüyoruz.

...kurulan kötü tuzağa ancak sahibi düşer. Öncekilere uygulanandan (sunnetu'l-evvelîn) başkasını mı beklerler? Oysa Allah'ın sünnetinde (sunnetullah) bir değişme bulamazsın, Allah'ın sünnetinde bir sapma bulamazsın.

Burada aynı olguyu Kur'an'ın hem "öncekilerin sünneti" hem de "Allah'ın sünneti" olarak isimlendirmiş olduğu açık­tır. Aynı durum yukarıda geçen İsrâ: 17/77 ayetinde de söz konusudur. Orada da aynı olgu hem "bizim sünnetimiz" hem de "önceki peygamberlerle ilgili sünnet" şeklinde ifade ediliyordu. Bu durumu şöyle açıklamak mümkündür. Bilin­diği gibi fizik alanda carî kanunlara "tabiat kanunu" denir. Ancak bu cümleden olan her bir kanun, ayrıca konusuna izafetle de isimlendirilir. Gök cisimlerinin çekim güçlerini formüle eden kanuna "çekim kanunu" dendiği gibi... Şimdi bu kanun çekim kanunu olduğu gibi, aynı zamanda bir tabi­at kanunudur da... Dilde bunun benzer örnekleri çoktur. Genel bir isim olan sunnetullah'ın ifade ettiği İlâhî uygula­manın, zaman zaman konusuna izafetle anılması da bu tür bir kullanımdır. Durumun dediğimiz gibi olup olmadığını anlayabilmek için bir de söz konusu sunnetu'l-evvelîn terki­binin geçtiği diğer yerlerde bu anlama gelip gelmediğini in­celeyelim.

Sunnetu'l-evvelîn ifadesi, yukarıda ele aldığımız Fâtır 35/43 dışında üç yerde daha geçmektedir. Bunlardan ilkindeki (Enfâl 8/38)  'öncekiler'in kimliği ile ilgili olarak he­men bütün müfessirler "geçmiş toplumlar" derken, bir kısmı Bedir'de hezimete uğrayan kâfirleri de özellikle zikretmek­tedir. Bunun sonucu olarak, "öncekilerin sünneti’nin "Allah’ın öncekiler hakkındaki sünneti" olarak yorumlanmış ol­duğunu görüyoruz [79]. Bu durumda ayete verilecek anlam şöyle olacaktır.

İnkâr edenlere; eğer son verirlerse geçmişte kalanların bağışlanacağını söyle; yine yapmakta olduklarına döne­cek olurlarsa, öncekilerle ilgili uygulama biçimimiz geçmiştir (bilinmektedir).

Hicr 15/13'deki sünnetin âidiyyeti konusunda, bir ön­ceki ayetin yorumundaki ittifakı göremiyoruz. Müfessirlerin çoğunluğu burada da kasdedilenin "Allah'ın öncekiler hakkındaki sünneti" olduğunu söylerken [80] diğer bir kısmı da mefhumun "öncekilerin edindikleri sünnet" olması ge­rektiğini savunmaktadır [81]. Bu iki görüş arasında bir tercihte bulunma noktasında metnin gramatik tahlili bile yeterli bir fikir vermektedir. Ayetin ifadesi şu şekildedir; "sunnetu'l-evvelîn geçmiş olduğu halde yine de ona inanmazlar". Ayeti oluşturan iki cümleden birisinin hâl cümlesi olduğunu göz önünde bulundurarak, her iki görüşe göre anlam verecek olursak, şu ifadelerle karşılaşırız:

1) Allah'ın öncekilere nasıl davrandığı ortada olduğu halde, yine de ona inanmazlar.

2) Öncekilerin nasıl davrandıkları ortada iken, hâlâ ona inanmazlar.

Sanırız burada ikinci anlayış oldukça kısır kalmaktadır. Çünkü sunnetu'l-evvelîn' e "öncekilerin davranış tarzları" anlamını verdiğimiz zaman, hâl cümlesinin fonksiyonu kay­bolmaktadır, insanı hata yapmaktan alıkoyması gereken, öncekilerin yaptıkları hatanın bilinmesi değil hatadan dolayı onların başlarına gelen felâketin bilinmesi olsa gerek­tir. Dolayısıyla sunnetu'l-evvelîn ifadesinin burada da "Al­lah'ın öncekiler hakkındaki uygulaması" olarak anlaşılması daha uygun görünmektedir.

Kehf 18/55'deki sunnetu'l-evvelîn'in, sunnetullah anla­mında kullanılmış olduğu açıktır. Kur'an'ın pek çok ayeti de bu anlamın daha doğru olduğunu teyit eder mahiyette­dir. [82] Nitekim görebildiğimiz kadarıyla müfessirler de bura­da söz konusu olan şeyin "öncekilerle ilgili sunnetullah" ol­duğu görüşündedirler. [83]

Sünnet kelimesinin çoğul şekli olan sünen iki yerde kul­lanılmıştır. Bunlardan birisinde (Nisa: 4/26) sunnetu'l-evve­lîn'e. benzer bir ifadeyle, "sizden öncekilerin sünnetleri" olarak çevrilebilecek (sünen ellezîne min qablikum) tamla­masında yer almıştır. Söz konusu tamlamanın bulunduğu ayet, Aile Hukuku ile ilgili hükümlerin yoğunlaştığı bir at­mosferde geçmektedir. Bunun yanında "Allah sizleri, sizden öncekilerin sünnetlerine ulaştırmak ister..." ifadesi de bura­da mevzubahis olan olgunun diğerlerinden farklı olabilece­ğini düşündürmektedir. Tefsirlere baktığımızda, bu ifadenin birbirine yakın olmakla birlikte, Râzî'nin de özetlemiş oldu­ğu üç ayrı tarzda yorumlanmış olduğunu görüyoruz. [84]

1) “Bu ayetlerle helâl veya haram olduğu bildirilen hususlar sizden önceki bütün şeriatlarda da aynı idi, Allah size bu hükümleri beyan etmekle, sizleri onların yollarına ilet­mek istiyor.”[85]

2) “Allah sizden öncekilere olduğu gibi, size de ilâhî hüküm­lerin hedeflerini, güdülen maslahatları açıklamak istiyor. Zira şeriatlarda bazı hüküm değişiklikleri olsa da, hedef­ler haddizatında aynıdır.” [86]

3) “Allah size, sizden önceki hak ehlinin -ki bunlar peygamberler ve sâlihlerdir- yaşam tarzlarını gösterir ki, bâtıldan kaçınıp, hakka sarılasınız.”[87]

Bunların dışında yeni bir yorum getirmek güç görünü­yor. Bu durumda sünen ellezîne min qablikum'un en uy­gun anlamı "sizden öncekilere çizilen yollar" veya "sizden öncekilerin yaşam tarzları" olabilir. Daha önceki kullanımla­rında sünnet kelimeleri "Allah'ın uygulaması" olarak çevril­meye elverişliydi. Başka bir ifade ile daha önceki kulla­nımlar deskriptif bir yasallığı anlatırken, burada aynı keli­meyle normatif bir yasallık dile getirilmiştir. Tıpkı bir önceki bölümde zikredilen bir hadiste olduğu gibi:

"Sizden önce­kilerin sünnetlerine karışı karışına uyarsınız...". Kelimenin asıl anlamını hatırlayacak olursak, her iki kullanıma da elve­rişli olduğunu görürüz. Bu örnek, Kur'an'ın sünnet kelime­sini tek bir anlama hasretmediğini, yani kelimeyi kavramsal bir çerçevede değil, sözlük anlamıyla kullandığının en yalın göstergesidir.

Sunnetullah ile anlamdaş olup olmadığını incelememiz gereken son örnek, sünen kullanımıdır. Sünnet' in çoğul formu bu kez izafetten âri ve nekre -durumdadır. Ayrıca içinde bulunduğu bağlam itibarıyla da özel bir anlam zen­ginliği söz konusu edilebilir. Kelimenin geçtiği ayetin sibakında Bedr, siyakında ise Uhud'tan söz edilmektedir. İşle­nen tema, zaferin sürekli olarak bir tarafa -inanan taraf da olsa- verilmeyeceği, galibiyetin belli şartlara bağlandığı fik­ridir. Daha sonra bu özel alan aşılarak yalanlayanların ma­ruz kaldıkları acı sona dikkat çekilir. Dikkat edilirse ayet he­men bütün bu konuları kapsamına almıştır:

Sizden önce nice uygulamalar (sunen) geçti. O halde, yeryüzünde dolaşın da, yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın!... [88]

Burada kelimenin çoğul olmasının yanında, özellikle nekre oluşu ve herhangi bir isme izafe edilmemesi, âdeta yu­karıda ele aldığımız farklı terkiplerle ifade edilen olguların hepsini içine alan bir mânâyı çağrıştırmaktadır. Bu durumda bu kullanımın sunnetullah anlamına gelip gelmediğini tar­tışmak yerine, sunnetullah, sunnetu'l-evvelîn, sünnet men..., sunnetunâ kullanımlarının hepsini kapsayan genel bir ifade olduğunu söylemek sanırız daha doğru olacaktır. Sünnet ke­limesine mesela 'kanun' anlamı verdiğimiz takdirde sunne­tu'l-evvelîn ve sunnetu men qad erselnâ... ifadelerinde ka­nun, konusuna izafetle "öncekilerle ilgili kanun" anlamında; sunnetunâ ve sunnetullah ifadelerinde ise kanuniyeti koya­na izafetle "Allah'ın kanunu" anlamında kullanılmıştır. Ama sünen ifadesi bizzat 'kanunlar'dan söz etmektedir.

Sonuç olarak, içinde sünnet kelimesinin yer aldığı Kur'an ifadelerinin biri (Nisâ 4/26'daki kullanım) dışında hepsi­nin sunnetullah ile anlamdaş kabul edilebileceği görülmek­tedir. Bütün bu kullanımları kuşatıcı mahiyetteki sünen ifade­si yerine, sunnetullah ifadesinin yaygınlaşmasının nedeni tağlîb ilkesi olsa gerektir (bu noktada, eldeki çalışmada da bu ilkeye riayet edildiğini, dolayısıyla sunnetullah denildiğinde anlamdaşlarının da kastedildiğini belirtmekte yarar var).

Burada işaret edilmesi gereken bir diğer önemli konu da, sünnet kelimesinin daha önce [89] tespit ettiğimiz karakterleri ile, sunnetullah ve eşanlamlılarının Kur'an'da kullanılışı ara­sındaki paralelliktir. Sünnet kelimesinin söz konusu temel karakterlerini göz önünde bulundurarak bu ifadelerin Kur'­an'da geçtiği yerlere bakılacak olursa, bu karakterlerin pekiştirildiği görülür.

Süreklilik karakteri "olagelmiştir, daha önce de olmuş­tur" anlamındaki (qad halet) [90] ve (qad madaîf) [91] ifadeleriyle âdeta teyit edilmektedir. Bu, bir bakıma sunnetullah''ın ke­sintisizliği konusunda muhataba yönelik bir uyarı niteli­ğindedir.

Aynı teyit standartlık ve orijinallik karakterleri için de geçerlidir. Sunnetullah'da tebdil ve tahvil'in bulunmayışı[92], standartlığın teyit edilişi olarak karşımıza çıkarken, ifadenin Kur'an'da sözdizîmi içindeki konumu pek çok müfessire ori­jinallik fikrini telkin eden bir unsur görevi yapmıştır. Sunne­tullah ifadesinin âmilsiz mansûb olduğu, yani özne konu­munda bulunduğu halde, nesne formunda kullanıldığı yer­ler vardır. [93] Bu durumda, genelde olduğu gibi okuyucu metni anlayabilmek için bir âmil takdir etmek zorundadır. Bu, bir bakıma kelimenin mansûb oluşuna anlam yükleme olarak kabul edilebilir. Müfessirler genellikle benimsedikleri takdir biçimiyle; bu durumun, sunnetullah' ı Allah'ın vaz ve ihdas ettiği anlamını içerdiğini söylemek istemişlerdir [94]. Ni­tekim sunnetullah terkibi bünyesinde sünnet kelimesinin bizzat Allah'a izafe edilmiş olması da, bu olgunun Allah'a özgülüğü fikrini zaten içermektedir.[95]

 
c- Sünnetullah İfadesinin Kavramlaşma Süreci: Kuran-Sonrası Kullanımlar
 

Kur'an'daki sunnetullah ifadesi İslam kültür tarihinde hep deskriptif bir yasallığın ifadesi olarak algılanmıştır. Ne var ki, bu yasallığın alanı söz konusu edildiğinde, bu görüş birliğinin, yerini pek çok farklı görüş ve yorumlara terk et­miş olduğunu görüyoruz. Bu da, bir kavram olarak 'sünnetullah'ın alanını tespit edebilmek için, Kur'an'a dönüp, ön­celikle sorunun cevabını orada arama zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Ancak buraya geçmeden önce, ulaşabildi­ğimiz kaynaklara yansıdığı ölçüde, İslam düşünce tarihinde 'sunnetullah' ile neyin anlaşılıp neyin anlatılmak istendiğini özetlemeye çalışacağız.

Böyle bir çalışma için ilk akla gelen malzeme, hiç şüp­hesiz ilk dönemlerden itibaren yazılmış eldeki tefsir literatürü olacaktır. Fakat şu bir gerçek ki, sunnetullah ve eşan­lamlılarının Kur'an'daki kullanılışıyla ilgili yorumları içeren bu kaynaklarda, söz konusu çok sesliliği yakalamak müm­kün değildir. Zira içinde bulunduğu kur'anî bağlam, sunnetullah ifadesine çok farklı anlamlar yüklenmesine elvermemiş; bu ifade ancak bu doğal bağlamından uzaklaştırıldığı ölçüde farklı anlamlar kazanmaya başlamıştır.

'Sünnetullah' terim kavramının[96] İslam düşünce tarihin­deki seyrini, farklı disiplinler veya ekoller açısından sistema­tik veya kronolojik olarak ele almak mümkündür. Ancak, gerek herhangi bir disiplinin bütün literatürünü taramadan, 'sünnetullah'ın o disiplinde hangi anlamda kullanıldığını an­layabilmenin zorluğu, gerekse konumuza ilgisi nîsbetinî ol­dukça aşan bir özel incelemeye ihtiyaç duyurması, bizi daha genel anlamda ipuçları aramak ve bu ipuçlarından hareketle bir değerlendirmeye gitmek yoluna itmiştir.

Sünnetullah’ın Kur'an'daki kullanımı ve buna bağlı ola­rak ilk dönemlerdeki anlaşılışı ile, kavram olarak bugün ulaştığı anlam zenginliğine bir arada baktığımızda, oldukça bariz bir anlam kaymasının vaki olduğunu görmekte güçlük çekmeyiz. Daha sonraları yüklenen anlamlardan, özellikle de tabiat kanunları olarak belirlenen anlamdan soyutlana­rak kavramı kendi tabiî bağlamında ele almaya çalışacak olursak görürüz ki; her ne kadar kanuniyet fikri yoğun bir şekilde kendisini ele veriyorsa da, bu kanuniyetin konusu olarak fizik alanı akla getirecek en ufak bir ipucu bulmak âdeta ustalıktan da öte bir güce ihtiyaç duyurmaktadır. Biz­ce açık olan bu anlam kaymasıyla bağlantılı diğer bir gerçek de, zaman içinde sünnetullah ile eşanlamlı kullanılır hale gelen bir diğer terimin varlığıdır. Kasdettiğimiz eşanlamlı 'âdetullah terimidir. Sanırız bu eşanlamlılığın nasıl oluştuğunu tahlil etmek konumuz açısından önemli tespitlere yol açacaktır.

Hicrî III. yüzyılda felsefî tartışmaların Müslüman çevreye sirayetiyle birlikte, Müslümanlar ithal ettikleri problematiklere ait yeni birçok kavramı kendi dillerine uyarlama gere­ğini duymuşlardı. Özellikle doğuş devri felsefî problemleri­nin özelliği gereği, âlemin işleyiş tarzıyla ilgili soruları eksen alan tartışmalar öncelikli konular arasında yer alıyordu. [97] Daha sonraları da, hatta bugün bile aynı önemi koruyacak olan bu konular, âlemin işleyişinde Allah'ın bir müdahale payı olup olmadığı, mucizenin imkanı gibi problemleri de içermekteydi. Bütün bu tartışmalarda olaylar arasındaki ne­denselliği ifade etmek için, "olagelen, alışılmış, olağan, nor­mal [98] anlamlarına gelen 'âdet kelimesi tercih edilmiştir. Me­sela Mu'tezilî olarak bilinen er-Rummânî (h.296-386), Kur’an'ın i'câz'ını izah ederken, onun mu'ciz oluşunun bir yö­nü olarak, nazım itibarıyla olağanüstülüğünü (hâriç 'ani'l-'âde) gösterir. [99] Burada 'âdet kelimesinin, alışılagelen, şim­diye kadar görülen, olağan anlamlarında kullanıldığı açıktır. Aynı eserde Kur'an'ın i'caz yönlerinden birisinin de diğer mucizelere benzemesi olduğu açıklanırken 'âdet kelimesi açıkça fiziksel kanunlar anlamında kullanılmaktadır [100].

Rummânî ile çağdaş bir muhaddis olan el-Hattâbî (h.319-382)'nin de aynı kelimeyi aynı iki anlamda kullanmış olma­sı [101] o dönemde fizik kanunlarını ifade etmek için 'âdet kelimesinin tercih edildiğini göstermektedir.

Ancak, yaklaşık bir asır sonrasına ait bir başka eserde söz konusu kelimenin Allah'a izafetle kullanıldığını müşahede etmekteyiz. Meşhur kelamcı el-Cuveynî (ö:h.478), mucizele­rin vukuunu ispatlamaya çalışırken, kelimeyi tabiat kanun­ları anlamında kullandığı gibi [102] bir başka yerde de aynı ke­limeyi Allah'a izafe ederek kullanmakta [103] ve 'âdet'e aykırı oluşunu gösterdiğini kabul ettiği mucizelerin, Allah'ın kendi 'âdet'ini bozması suretiyle gerçekleştiğini söylemektedir. Buradan da anlaşılıyor ki, o 'âdet kelimesini tabiat kanunları anlamında kullanmaktaydı.

Bu terkibin ilk olarak ne zaman ortaya çıktığını kesin ola­rak bilmiyoruz. Ancak yukarıdaki örnek en azından yaklaşık olarak 'âdetullah'ın kullanım alanına çıktığı dönem ve han­gi anlamda kullanıldığı konusunda fikir vermektedir. [104] Bura­da asıl önemli olan 'âdet kelimesinin önceki örneklerde görülen anlamlarını olduğu gibi yeni terkibe de taşımış ve alışılagelen anlamları paralelinde çağrışımlara yol açmış ol­masıdır. Kelimenin bu yeni terkibe girmesinde, günlük konuşma dilindeki anlamlarının ötesinde, "tabiat kanunları" olarak belirlenen felsefî anlamın rol oynamış olduğu, açıktır.

Özellikle Gazzâlî (450-505/1059-1111) ve sonrası dö­nemde 'âdetullah’ın tam anlamıyla sunnetullah’ın eşanlamlısı durumuna geldiğini biliyoruz. [105] Ancak, açık olmamakla birlikte; meselâ Cuveynî'nin, 'âdetullah dediği olgunun de­ğişmezliğini eksen alan tartışmalara girmiş olması [106] bu ifa­denin daha başından sunnetullah ile eşanlamlı kullanılmak­ta olduğunu düşündürmektedir.

İslam düşünce tarihinde en yoğun tartışmalardan birine konu olan mu'cize probleminin Müslümanlar’ın gündemine girmesiyle, sözünü ettiğimiz eşanlamlılığın ortaya çıkması­nın aynı zamana tekabül etmesi, kanaatimizce üzerinde du­rulması gereken bir noktadır. Tabiat kanunlarının 'âdetullah olarak isimlendirilmesi, onları Kur'an'ın sunnetullah’ın de­ğişmeyeceğine dair beyanlarının teminatı altına almış olu­yordu. Bunun zorunlu bir sonucu olarak Müslüman düşü­nürler, bir yanda Allah'ın değişmez âdeti (sunnetullah), bir yanda bu âdete (tabiat kanunları) aykırı oluşum gösteren mucizeler arasında bîr tercihte bulunma; ya da -bizce asıl itibarıyla uzlaşmaz nitelikteki- bu iki olgu arasında bir uzlaşma zemini arama durumuyla karşı karşıya gelmiş oluyor­lardı.

'Sünnetullah' terimi, XIX. yüzyılın sonlarına doğru, bu kez de Müslümanlar'ın pozitivizmle tanışmasıyla yeniden güncellik kazanıyordu. Evrenin birtakım kanunlara göre iş­lediği fikrinin Kur'an'a aykırı olmadığı, aksine Kur'an'ın ev­reni düzenli bir yapı olarak takdim ettiği gibi söylemlerin ön plana çıkarıldığı bu dönemde, değişmezliği vurgulanan bir kanuniyetten sözeden bu terim, yine tabiat kanunları an­lamında kavramlaştırılıyordu[107].

Ancak XX. yüzyıl içerisinde ve belki kısmen de XIX. yüzyıl sonlarında, 'sünnetullah' terimine yüklenen anlam, düşünce hayatındaki değişikliklere bağlı olarak değişim gösteriyor ve bu kez, terimimizin fizik alandan çok, sosyal alanda geçerli bir kanuniyeti ifade ettiği kanaati kendini gösteriyordu [108]. Bu ani dönüşün temelinde de hiç şüphesiz, daha önceki anlam kaymalarında olduğu gibi pek çok etken yatmaktaydı. Bütün bu etkenleri burada etraflıca ele alma imkanımız yok. Ancak şu kadar var ki, bu âmiller İslam dünyasındaki -deyim yerindeyse- uyanışa bağlanabilecek niteliktedir. Bu dahilî farktörün yanısıra, gerek fizik kanun anlayışındaki köklü devrim[109] gerekse sosyolojinin sistem­leşmeye başlamasıyla birlikte, sosyal olayların da kanuniyeti bulunduğu fikrinin billurlaşması da haricî birer faktör olarak düşünülebilir.

Sonuç olarak, son yüzyılda 'sünnetullah' kavramının kur'anî bağlamına daha yakın bir anlam kazanmış olması, Müslüman düşünürlerin İslam dünyasının içinde bulunduğu olumsuz durumun çözümünü biraz da ahlâk alanında arama gereği duymuş olmalarının bir sonucu, değilse bir göstergesidir.

Bununla birlikte bu son dönemin, kavrama yüklenen an­lamlar bakımından en mozaik dönem olduğunu söylemek, sanırız gerçeği saptırmak olmaz. Zira bu dönemde, en son sözünü ettiğimiz bakış açısına sahip olanların yanında, 'sünnetullah'ın hâlâ tabiat kanunlarının Kur'an'daki ismi ol­duğunu söyleyenler  [110] hatta terimi gelişigüzel anlamlarda kullananlar  [111] da yok değildir. Burada üzerinde durulması gereken nokta, bu alt bölüm­de vermeye çalıştığımız bütün kullanımlarda Kur'an'a -açık­tan veya zımnen- atıfta bulunuluyor olmasıdır. Bu atıfların anlamı, kullanılan kavramların Kur'an'da geçen sunnetullah ile aynı olduğunu ihsas etmektir. Dolayısıyla Kur'an'dan bağımsız bir kavram değil, bir Kur'an ifadesinin kavramlaştırılması söz konusudur. Sunnetullah ifadesi kavramlaştıktan sonra ise, Kur'an metnindeki bağlamı ne olursa olsun, sabit bir anlam ifade edecektir. Bugün bu anlamın oldukça yaygın bir biçimde tabiat kanunları olarak belirlendiğini ra­hatlıkla söyleyebiliriz. [112]


[1] Muhammed Fuâd Abdülbâkî, el-Mu 'cemu 'l-Müfehres li Elfâzı'l-Kur'âni 'l-Kerîm, (İstanbul, 1986), "kvm" md., s.582-587

[2] el-Hucurât: 49/11

[3] İmâduddîn Ebu'1-Fidâ İsmail b. Umer b. Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, (İstanbul,1985), VII, 356.

[4] Ebu'l-Fazl Muhammed b. Mukerrem b Alî b Manzûr, Lisânu'l-Arabi'l-Muhît, (Beyrut, ts.), "kvm"md., III, 195.

[5] İbn Manzur, a.y

[6] M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, Sadeleştirilmiş bs., (İstanbul, ts.), VII, 205

[7] İbn Manzur, a.g.e., "kvm" md., III, 195

[8] İbn Manzur,a.e., "kvm" md., III, 191-192

[9] er-Râd: 13/11

[10] İbn Manzur, a.g.e., II, 986

[11] Toshihîko İzutsu, Kur'ân 'da Dînî ve Ahlâkî Kavramlar, çev. Sefahattin Ayaz, (İstanbul, ts.), s.84-85. Kavmiyetçi dayanışma ruhunun güzel bîr anlatımı ve ilginç örnekler için bkz. İzutsu, a.e., s.84-93.

[12] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 21-23.

[13] Râgıb el- İsfahani, el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'ân, (Mısır, 1970), "mil" md., s.716; İbn Manzûr, a.g.e., "mil" md., s.531

[14] el-İsfahânî, a.e., "mil" md., s.717

[15] Ateş, a.g.e., I, 230

[16] Yazır, a.g.e., I, 400.

[17] İbn Manzûr, a.g.e., "mil" md., III, 531

[18] Abdulbâkî, a.g.e.,"mil" md., s.676

[19] Ateş, a.g.e., I, 230

[20] Al-i İmrân: 3/95

[21] Sâd: 38/7

[22] el-A’râf: 7/88

[23] el-İsfahânî, a.g.e., "mil" md., s.717.

[24] İbn Manzûr, a-g.e., "mil" md., III, 531

[25] el-Bakara: 2/120

[26] Yûsuf: 12/37.

[27] Millet kelimesinin semantik incelenmesi için bkz. Ali Bulaç, Ulus Devletin Suistimal Ettiği Terim: Millet, Nehir, sayı 2, Temmuz-Ağustos, 1993, s.38-43; Ahmet Özalp, "Millet" md., ŞİA, IV, 192 Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 23-24.

[28] İbn Manzur, a. g. e., “umm” md., I 102-103.

[29] Abdulbaki, a.g.e., “umm” md., s.80.

[30] Hud: 11/8.

[31] Yusuf: 12/45.

[32] Ez-Zuhruf: 43/22-23.

[33] El-En’am: 6/38.

[34] İbn Manzur, a.g.e., “umm” md., İA, X III, 103

[35] Nihad M. Çetin, “Ümmet” md., s.27.

[36] El-İsfahani, a.g.e., “Ümmet” md., İA, XIII, 103.

[37] Yazır, a.g.e., I, 420.

[38] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 24-26.

[39] İbn Manzûr, a.g.e., "sün" md., II, 222-223; Pahruddîn er-Râzî, Tefsîru'l-Kebîr, (Tahran, ts), IX. 11; Ateş, a.g.e., 11,113; Rızâ,a.g,e., IV, 115.

[40] Razi, a.g.e., IX, 11.

[41] Rızâ, a,g.e, IV, 115

[42] el-Ahzâb: 33/38.

[43] el-Ahzâb: 33/62

[44] Fâtır: 35/43

[45] el-Mü’min: 40/85.

[46] el-Feth: 48/23

[47] "Sizden önce de yasalar uygulanmıştır. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcıların sonu­nun nasıl olduğunu görün." Al-i İmrân: 3/137; "Allah size (helal ve haram olanı) açıklamâk ve sîzi, sizden öncekilerin yasalarına iletmek ve günahlarınızı bağışlamak isti­yor." en-Nisâ: 4/26; "İnkâr edenlere söyle: Eğer vazgeçerlerse, geçmişteki (günahları) kendilerine bağışlanır, yok yine (eski hallerine) dönerlerse, öncekilerin (başlarına gelen Allah) kanunu geçmiştir (bunların da başına gelecektir. Onu beklesinler)." el-Enfal: 8/8; "Kendilerinden öncekilerin adeti (inkarcıların mahvedileceği kuralı) geçtiği halde yine de ona inanmazlar." el-Hicr: 15/13; "Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin de yasası (budur). (Peygamberlerini aralarından çıkaran toplumlar onların ardından mah­volmuşlardır). Bizim yasamızda bir değişiklik bulamazsın." el-İsrâ: 17/77; "Kendile­rine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak evvelkilerin yasasının kendilerine de gelmesi(ni), yahut azabın açıkça karşı­larına gelmesi(ni beklemeleridir)." el-Kehf: 18/18.

[48] Örneğin bkz. Bayram Altan, "Sünnetutlah" md., İBA, III, 141; Muhiddin Bağçeci, "Sünnetullah" md., ŞİA, V, 463-465.

[49] Al-i İmrân, 3/137

[50] Râzî, a.g.e., IX, 12

[51] Râzî, a.y

[52] Râzî, a.e., XXVII, 92

[53] Muhammed Hamidullah, "Sünnet" md., ÎA, XI, 242.

[54] Muhammed Kutub, Kur 'ân 'ı Nasıl Okuyalım?, s.50.

[55] Roger Graudy, İslâm ve İnsanlığın Geleceği, çev. Cemal Aydın, (İstanbul, 1991), s.5

[56] Nuri Tok, Kur'an'da Sünnetullah Ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yayınları: 27-30.

[57] bkz.: Izutsu, Toshihiko, Kur'an'da Allah ve İnsan (terc. Süleyman Ateş), Ankara, t,y., s. 89.

[58] bkz.: "Yerel Arka-plan: Kur'an'ın ilk Hitap Çevresi", s. 89-96

[59] Bu noktada, Kur'an kelimelerinin Kur'an'ın indiği dönemden önceki anlamlarının Kur'an'ı anlamada önemli olmadığı yönündeki kanaate katılmadığımızı ifade etmek isteriz. Söz konusu kanaate sahip olan­ların gerekçeleri için msl. bkz.: Izutsu, age., s. 36

[60] bkz: Aksan, Doğan, Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, An­kara 1982, III. 213 vd.

[61] bkz: Aksan, Doğan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi (Ana Çizgileriyle), Ankara 1978, s. 38

[62] Kullanılan teknik terimler için. bkz: TDK, Dilbilim ve Dilbilgisi Te­rimleri Sözlüğü (Yönetim: Berke Vardar), Ankara 1980.

[63] Temel anlam ve yan anlamlarla ilgili açıklama ve örnekler için bkz: Aksan, Anlambilimi..., s. 56 vd.

[64] Burada “Savvara’ş-şey”in ihdas etmek şeklinde tercümesi Fazlur Rahman’a aittir. Bkz. İslamic Metodology in History, Lahore, 1965, s. 2. “to fashion a think or produce it as a model”; krş.: ez-Zebidi, Muhammed Murtada (ö.h.1205), Tacu’l-Arus min Cevahiri’l-Qamus, Mısır, 1306, V. 243; el-Gevheri İsmail b. Hammad (ö.h.393-400?) es-Sıhah (tahk.:A. Abdulğafur ‘Attar), Mısır, t.y. III. 2139; ez-Zencani, Mahmud b. Ahmed, Tehzibu’s-Sibab (tahk. A. Harun, A.A. ‘Attar), Mısır, t.y.III.847.

[65] bkz: İbn Manzûr, Lisânu'l-'Arab, Beyrut 1956, XIII. 225; el-Ezherî, M. b. Ahmed, Tebzîbu'l-Luğa (tahk.: A.A. el-Berdûnî), t.y., y.y., ed-Dâru'1-Mısriyye, XII. 306:

[66] Wensinck, Miftâh Kunûzi's-Sunne (terc: M.F. 'Abdulbâqî), Mısır 1934, s. 246

[67] Curcânî (ö:h.8l6) de sünnet kelimesinin tanımını yaparken benzer bir mülahazaya yer vermektedir, bkz.: et-Ta'rîfât, Beyrut 1983, s. 122

[68] İbn Fâris, Ahmed (ö:h.395), Mu'cem Maqâyîsi'l-Luğa (tahk.: A. Hârûn), Kahire 1368, III. 60-6l

[69] Dikkat edilecek olursa anlam ilgisi, olup-biten değil, süren bir bo­yuta sahip olan koşmak, yürümek, akmak vb. fiilleri ifade eden bir kelimeyle açıklanmaktadır

[70] İbn Fâris, III. 61

[71] krş: İbn Manzûr, II. 222

[72] er-Râzî Fahruddîn, Mefâtihu'l-Ğayb (et-Tefsîru'l-Kebir), Tahran, t.y. IX. 11

[73] bkz: Ezberi, XII. 300

[74] bkz: İbn Fâris, III. 61; îbn Manzûr, XIII. 226

[75] Fazlur Rahman, İslamic Methodology, s. 3

[76] krş.; Guraya, Muhammed Yousuf, "The Concept of  Sunnah", Islamic Studies, XI (March, 1972), no: 1, s. 39

[77] Izutsu, kelimelerin bu anlamlarına esas mânâ diyor: -Her kelime­nin kendine özgü bir mânâsı vardır ki, biz o kelimeyi bulunduğu münâsebet sistemi dışında da mütâlâa etsek, kelime yine o mânâyı taşır-, bkz.: Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 21

[78] Dr. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Yayınları: 45-54.

“Muqâtil b. Süleyman (ö: h-150), Tefsir (yazma), Serez-245, v. 167-a; Ebû'l-Leys es-Semerqandî (ö: h. 373-393?), Tefsir (yazma), Hekimoğlu-17, v. 208-a; Mekkî b. Ebî Tâlib (ö: h. 437), Tefsir (yazma), Yozgat-88, v. 149-b; Taberî, IX. 247-248; Ebû'l-Ferec İbnu'l-Cevzî (ö; h. 597), Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, 1964, y.y., III. 356-357; Râzî, XV. 162; el-Merâğî, A. Mustafâ, Tefsir, Mısır 1974, IX. 207; et-Tabatabâ’i, M. Hüseyn, el-Mîzân fî Tefsîri'l-Qur'ân, Beyrut, 1974, IX, 75; Reşîd Rıdâ, Tefsîru't-Qur'âni'l-Hakîm (el-Menâr), Beyrut, t,y. (II. baskı), IX. 665; Seyyid Qutub, Fî Zılâli'l-Qur'ân, Beyrut, t.y., IX. 265

[80] bkz.: Ebû'l-Leys, 1946; Mekkî, 206-a; Taberî, XIV. 9-10; ez-Zemah-şerî, Mahmûd b. 'Umer (ö;h-538), el-Kesşâf Beyrut, t.y., II. 388; Râzî XIX. 164-166; Merâğî, XIV. 10.

[81] bkz.: Ebû'l-Ferec, IV. 385; Tabatabâ’i, XIV. 134

[82] msl. bkz.: Yûnus 10/51, 90-91, 96-97 vd.

[83] bkz.: Muqâtil, v. 285-a; el-Ferrâ', Yahya b. İyâd, Me'ânî'l-Qur'ân, Beyrut 1980, II. 147; Mekkî, v. 238-a; Taberî, XV. 266-267; Râzî XXI. 140-441; Zemahşerî, II. 489; Tabatabâ'î, XV. 332; Merâğî, XV. 167; S. Qutub, XV, 103-104

[84] bkz.: Râzî X. 66

[85] krş.: el-Hâzin, 'Alî b. Muhammed (ö: h. 725), "Lubâbu't-Te'vîi fi Me'â-nî't-Tenzîl", Kitâb Mecmû'a mine't-Tefâsîr, Beyrut, t.y., II. 56; el-Fîrû-zâbâdî, Muhammed b. Ya'qûb (ö: h. 817), "Tenvîru'l-Miqbâs min Tefsîri İbn 'Abbâs", Kitâb Mecmû'a mine't-Tefâsîr, a.y.; Merâğî, V, 13-14; Derveze.M. 'İzzet, et-Tefsîru't-Hadîs, y.y., 1962, VIII, 266

[86] krş.: Hazin, II. 56; S. Qutub, II. 631

[87] krş.: Taberî, V. 26; Zemahşerî, I. 521; Ebû'l-Ferec, II. 59; el-Beydâvî, 'Abdullah b. 'Umer (ö:h.685-692?), "Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'-vîl", Kitâb Mecmû'a mine't-Tefâsır, il. 56; en-Nesefî, 'Abdullah b. Ahmed (ö:h.701), "Medâriku't-Tenzîl ve Haqâ'iqu't-Te'vîl", Kitâb Mecmû'a mine't-Tefâsîr, a.y.; İbn Kesir, İsmâ'îl (ö:h.774), Tefstru'l-Qur'âni'l-'Azîm, İstanbul 1985, II. 233; eş-Şevkânî, Muhammed b. 'Alî (ö:h.l250), Fethu'l-Qadîr, Beyrut, t.y., I. 521

[88] Âl-i İmrân: 3/137.   

[89] bkz.: "Sünnet Kelimesinin Anlam Alanı", s. 45-53

[90] Âl-i İmran: 3/137; Hicr 15/13; Gâfir (Mü'min) 40/85; Feth: 48/23

[91] Enfal: 8/38

[92] İsrâ: 17/77; Ahzâb: 33/62; Fâtır: 35/43; Feth: 48/23

[93] İsra: 17/77; Ahzâb: 33/38, 62; Mü'min (Gâfir) 40/85; Feth 48/23

[94] bkz.: Taberî, XXII. 15; Zemahşerî, III. 264: Ayrıca bkz.: Tabatabâ'î, XXVI. 287

[95] Dr. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Yayınları: 55-63.

[96] Sünnetullah ifadesinin Kur'an-sonrası kullanımları hemen hemen is­tisnasız, kavramsal bir çerçevede gerçekleşmiştir. Bu bölümde bir terim /kavram olarak sünnetullah'ın geçirdiği anlam değişiklik­lerini inceleyeceğimiz için, ''sünnetullah''dan söz ederken terim ve­ya kavram kelimelerini kullanacağız. Yani, "sünnetullah ifadesi" dediğimizde Kur'an'a, "sünnetullah terimi/kavramı" dediğimizde Kur'an-sonrası kullanımlara atıfta bulunmaktayız

[97] bkz.: Bayrakdar, Mehmet,   İslâm Felsefesine Giriş, Ankara 1988, s.88 vd.

[98] Âdet kelimesinin kökeni için bkz.: İbn Fâris, IV. 181-183

[99] bkz.: er-Rummâm, 'Alî b. İsâ, "en-Nuket fi" I'câzi'l-Qur'ân", Selâs Resâ'îl fî İ'câzi'l-Qur'ân (tahk.: Halefullâh Muhammed Z. Selâm), Mısır, t.y., s. 102

[100] Age s 103

[101] bkz.: el-Hattâbî, "Beyân Î'câzi'l-Qur'ân", Selâs Resâ'il fî İ'câzi'l-Qur'ân, s. 20

[102] bkz.: el-Cuveynî, 'Abdulmelik b. 'Abdillâh Luma' fî Qavâ’id Ehli's- Sunne (tahk.: Michel Allard), Beyrut 1968, s. 169:1

[103] bkz.: age., s. 171

[104] Esasen âdet kelimesinin daha erken kullanımlarının tahlili, bizi âdet' in AlIah'a izafesi konusunda daha geri tarihlere götürebilir; msl. bkz.; el-Eş'ari, Ebû Mûsâ, Kitâbu'l-Luma', Beyrut 1953, s. 57: ayrıca bkz.: Mekkî, v.235-b.

[105] bkz.: İbn Ruşd, Muhammed b. Ahmed (ö:h.590, Tehâfutu't-Tehâfut (neşr. M. Bouyges), s. 523; en-Nâblûsî (ö:m.l731), Reddu'l-Câbil ilâ's-Savâb fî Cevaz İdâfeti't-Te'sîr ilâ'l-Esbâb (yazma), Esad Ef.-3606-2, v. 4-b; Râzî XXV. 213; Akşemseddin, Mehmed b. Hamza, Hall-i Müşkilât (yazma), MiIlet-260, v. 31-b

[106] Ayrıntılı bilgi için bkz.: Dağ, Mehmet, "İmam El-Harameyn El-Cüveynî'de Nedensellik Kuramı", 19 Mayıs ÜÎFD., Sayı: 2, s. 40 vd

[107] Örnek olarak bkz.; Mûsâ Cârullah Bigi (Ö;m.l949), Kitâbu's-Sunne, Phobal 1945, s. 5-6; Ahmed Naim, Ablâk-ı İslâmiye Esasları, İstan­bul 1340-1343, s. 35; İzmirli İsmail Hakkt (ö:m. 1946), Yeni İlm-i Ke­lam (haz.: Sabri Hizmetli), Ankara, 1981, s. 165; Abduh, Muhammed (ö:m.l905),  Tevhid Risalesi (tere:  Sabri Hizmetli), Ankara 1986, s. 207-208

[108] Örnek olarak bkz.: Abduh, age., s. 157, Faztur Rahman, İslamiyet ve İktisadî Adalet Meselesi (tere. Y. Ziya Kavakçı), Erzurum 1976, s. 15; 'Arcûn, Muhammed es-Sâdıq, Sunenullah fî'l-Muctema' min Hîlâli'l' Qur'ân, 1984, y.y., s. 11

[109] Mekanist âlem anlayışının gerilemesine yol açan gelişmeler ve do­ğurduğu sonuçlarla ilgili olarak bkz.; Poincare, Henry, Son Düşün­celer (.lete. H.R. Atademir, S. Ölçen), İstanbul 1986, s. 20; Bolay, S. Hayri, Felsefî Doktrinler Sözlüğü, İstanbul 1984, s. 63; Kuyaş, Ni­lüfer, "önsöz", Bilimsel Devrimlerin Yapısı, T.S. Kuhn, (tere: Nilüfer Kuyaş), İstanbul 1982, s. 11-12

[110] Örnek olarak bkz.: Sıddıkî, Muhammed, Bilimin İslamî Temelleri (tere: Recep Şentürk), İstanbul 1983, s, 74-75; Beheşti, M.H.- Bahonar, C, İnsan ve Tarih (tere. Ahmet Erdinç), İstanbul 1989, s. 32-33; el-Ğamrâvî, M. Ahmed, FîSunenillâhi'l-Kevniyye, 1936, y.y.; Halil, Muhammed Reşad, el-Menhecu'l-İslâmî li Dîrâseti't-Târîh, Riyad 1983, s. 101

[111] Örnek olarak bkz.: Karlığa, Bekir, "Önsöz", Kur'an'ı Anlamak, Mevdudî,(terc. Bekir Karlığa), s.11-12; Öztürk, Y. Nuri, İşte İslam, İstan­bul 1989, s.12,17-18,41-42; İktibas, "Kavramlar; Sünnetullah", İkti­bas, Nisan 1987, s, 6-7

[112] Dr. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur'an İfadesinin Kavramlaşması, Fecr Yayınları: 65-72.