๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 19 Şubat 2011, 22:48:55



Konu Başlığı: Kalbin Mühürlenmesi ve İnsanın Bundaki Rolü
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 19 Şubat 2011, 22:48:55
 
Kalbin Mühürlenmesi ve İnsanın Bundaki Rolü

 Allah Teala, tebliğin en tesirli çeşidi olan inzarın[1310] faydasız kaldığı kimselerden haber verir;

“Şu muhakkak ki küfredenleri inzâr etsen de etmesen de onlar için birdir, onlar iman etmezler.” [1311] Bu, kâfirlerin küfür ve sapıklıkta, inzar faydasız kalacak derecede, ısrarlı olduklarının be­yanıdır.[1312] Allah Teala, peygamberine, insanlar arasında iman etmeyenlerin bulunabileceğini, bu durumun, Kur'an'ın hidayetinin eksik ve kusurlu olduğu manasına gelmediğini, aksine insanların kusurundan olduğunu anlatmaktadır.[1313] Daha sonra, gelen ayet insanların, hidayetlerine manî olan kusurlarını   açıklamaktadır: 

“Allah onların kalblerine de kulaklarına da mühür basmıştır. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır.” [1314] Nasıl bir kabın ağzı mühürlendiğinde ona ne birşey girebilir, ne birşey çıkabilirse, Allah da düşmanlarının kalblerini, içindeki cehalet ve delâlet dışarı çıkmayacak, basiret ve hidayet ona girmeyecek şekilde ayarlamıştır.[1315]

Kalb nasıl mühürlenir? Malum ya, “üzeri mü­hürlenmek”, zarf, kap örtü ve kapı gibi şeylerde olur. İnsanların kalbleri de ilimlerin ve marifetin zarfları ve kapları gibidir. Her türlü idrâkimiz ora­da saklıdır. Kulak da bir kapı gibidir, sesler oradan girer. Bundan dolayı kalbin mühürlenmesi zarfın mühürlenmesine, kulağın mühürlenmesi kapının mühürlenmesine benzer.[1316] Buradaki mühürle­me muhakik alimlere göre hakkın müfûzuna yol vermemeden istiaredir.[1317]

Kâfirlerin hakikati reddetmeleri, Kalblerinin Allah Tarafından mühürlenmiş olmasının neticesi olmayıp, hakikati duymamaları da kulaklarının mühürlü olmasından değildir. Keza hakikati gözle­rinin mühründen dolayı görmemiş değiller. Aksine hakikati gömemelerî, duymamaları ve reddetmele­ri neticesinde Allah kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine perde inmiştir. Kur'an burada sadece bir fıtrat kanunundan bahsetmektedir. Eğer bir kimse herhangi bir hususta tarafgir görüşe sahib olur ve zihninde bilhassa zıt hükümleri beslerse, o vakit orada hiçbir fazilet göremez, o me­selenin lehinde hiçbirşeyi işitemez, onda vicdanını hür tutamaz. Bu bir fıtrat nizamıdır.[1318]

Resûlullah (a.s.) Kbu Hureyre (r. a.)'ın haber verdiği hadiste şöyle buyurur:

“Kul bir günah iş­lerse kalbine bir siyah nokta konur. Eğer sahibi piş­man olur, tevbe ve istiğfar ederse kalb yine parlar, etmez de günaha devam ederse o leke de artar, ni­hayet arta arta bir raddeye gelir ki leke bir kılıf gi­bi bütün kalbi kaplar.” Mutaffifîn Suresi'ndeki

“Hayır onların zannettikleri gibi değil. Doğrusu on­ların kazandıkları günahlar kalblerini kaplamış­tır” [1319] ayetindeki “rayn” (pas) bu­dur.[1320] Bu hadis gösteriyor ki günahlar devam ettikçe kalbleri bir kılıf gibi kaplar ve işte o zaman “Allah onların kalblerini mühürlemiştir” ayetinde­ki haber tahakkuk etmektedir. Başlangıçta silin­mesi mümkinken bundan sonra günah o kalbte, si­linmesi gayr-i kabil ikinci bir tabiat olur, ne silinir ne çıkar. Artık ne iman yolu kalır ne küfürden kurtulma çaresi. Bu neticeyi kul kazanmıştır, Allah yaratmıştır. Bundan dolayı burada mühürlemenin Allah'a isnadı, Ehl-i sünnet'in anladığı gibi, hakikî manasıyladır, mecaz değildir. Bu ayet ve hadis ah­laktaki “îtiyâd” meselesinin güzel bir izahıdır, itîyadda ilk hisse mühimdir. Bu meselelerde ilk yara­tışta olan cebr yoktur ama insanın yaratıcı olması da yoktur, sadece kesbi vardır, İnsan bir taraftan yaratılmışı alır, diğer taraftan yaratılacağı kaza­nır. Allah onlara başlangıçta kaîb vermeseydi ya­hut mühürlü olarak verseydi o zaman cebr olurdu, halbuki mühürlemeyi kulun iradesinden ve ona bahşettiği kudretten sonra yaratmıştır.[1321] Kal­bin mühürlenmesine kulun kendisinin sebep oldu­ğu gerçeği birçok ayette açıkça görülür.

“Allah onların kalbleri üzerine küfürleri yüzünden mühür basmıştır.” [1322] Bir hadiste Resulullah (a.s.) “Mühür arşın ayağına takılıdır. Haramın sınırına tecavüz edildiğinde, günahlar işlendiğinde, Allah'a karşı cür'etkârlık gösterildiğinde, Allah mührünü gönderir ve o kimsenin kalbini mühür­ler. Bundan   sonra o kişi hiçbirşeyi akledemez olur.” buyurmuştur.[1323] O kimselerin kalbleri yaratılıştan hakka kapalı, fıtraten perdeli değildi. Fakat küfre ihtirasla sarılmaları, inkârda ısrarla­rı sebebiyle dalâlet mührünü yediler. Her türlü ha­yatiyetin kaynağı olan kalb böylece donuk ve sert bir kayadan farksız oldu.[1324] Allah, kâfirlerin

“Bizim kalblerimiz perdelidir”  [1325] demelerine karşı bir red olarak yukardaki gibi buyurmuştu.[1326] Allah, onların  kalblerinin asIında böyle yaratılmadığını, fıtrat ve hakkı kabule müsaid olarak yaratıldığını, onlara lanetinin ve hidayetten mahrum edişinin sebebinin, fıtratlarını bozarak küfrü seçmeleri olduğunu beyan etmekte­di.[1327] Fâsid itikadları ve kalplerinde kökleşmiş batıl cahillikleri, yaratılışlarından bulunan istidadlarını bozdu ve onları hidayetten uzaklaştırdı.[1328]:

“Onların kazanmakta oldukları kalblerini kaplamış, paslandırmıştır.” [1329] İnsan bir takım günahlar işlemeye devam ederse, kalbin­de bu günahlara devam hususunda nefsânî bir me­leke hâsıl olmaktadır.[1330] Böylece kalb normal vazifesini yapamamaktadır. Allah'ın kanunlarına göre, bir kul kalbini hidayete kaparsa Allah o kal­bi mühürler. Bundan sonra o kalb donar, katılaşır ve artık çalışmaz. Bu, kalbin ilk yaratılışındaki ha­li değildir. Her zaman geçerli olan sünnetullah böyle cereyan etmektedir.[1331]

Bunu kul kesbetmiştir, Allah yaratmıştır. Nitekim bir ayette kalbin kasveti (katılaşması) bizzat kulun kalbine izafe edilmektedir [1332] Bir başka ayette “biz onların kalblerini bu mîsaklarını bozdukları için, kaskatı ettik ve onları lanetledik.” [1333] di­ye Allah'a isnad olunmaktadır. Diğer bazı ayetler­de de Allah, kâfirlerin[1334] ve haddi aşan­ların[1335] kablerini mühürlediğini beyan ederken insanların kesblerini ve mühürlemeye sebeb olan hallerini göstermektedir.[1336]

Artık bundan sonra onlar peygamberin tebli­ğini duysalar, dinleseler ve her türlü  mucizeleri görseler de iman edemezler, çünkü kalblerinde ona engel perdeler vardır.[1337] Sanki idrâk eden kalbleri, işiten kulakları yok gibi dinledikleri halde anlayıp öğrenmeyen insan top­luluklarına her devirde, her yerde ve her nesilde rastlamak mümkindir. Bunlar hidayete yönelme­mişlerdir ki Allah hidayet etsin. Bünyelerindeki alıcı-verici fıtrî cihazlarını çalıştırmaya gayret etmemiştir. Hatta bu cihazları daha başında boz­dular ve hidayetle aralarına perde çekildi. İlk ni­yet ve amellerinin cezası olarak, Allah'ın kaza ve kaderi bu şekilde cereyan etmiştir.[1338] Onlar emanetlerindeki kalblerini bozmuşlar, hastalandırmışlar, Allah da bu hıyanetin cezası olarak kalblerindeki hastalığı artırmıştır.[1339] Hasta­lık, bedene sonradan arız olan ve dengeyi bozan bir haldir. Maddî manada kullanıldığı gibi manevî sahada da kullanılır. Manevî bakımdan, başlangıç­ta bütün kalbler sıhhatlidir. Fakat dikkat edilmez ve sıhhati muhafaza edilmezse büyük bir hastalı­ğa uğrar. Bu hastalık, idrâk ve iradenin düşmanı ve bütün ahlaksızlıkların sebebi olan, akîdesizlik, şüphe, nifak hastalığıdır.[1340] Fıtrattan sapmak, doğru yolu bırakmak demek olan işler hep böyle hasta kalblerden sâdır olmaktadır.[1341]

Bedenin her uzvu muayyen bir iş için yaratıl­mıştır. Uzuv, yaratıldığı işi yapmıyorsa  hastadır.

İlim, hikmet, marifetullah, Allah sevgisi, Allah'a ibadet, Allah'ı zikr, Allah'ı bütün arzularına tercih ve şehevî arzularına karşı Allah'tan yardım dile­mek için yaratılmış olan kalb, bu vazifelerini yap­mazsa hastadır.[1342] Münafıkların kalbleri böyle kabul edildiği[1343] gibi bunu kabul etmeyenler de olmuştur. Tabatabâî, “Kalblerinde hastalık olanlar münafıklardan başkasıdır. Münafıklar ve kalble­rinde hastalık olanlar o zamanda şöyle diyorlardı: “Müslümanları dinleri aldattı.” [1344] ve ben­zeri ayetler [1345] de Kur'an hasta kalblilerle münafıkları ayrı anmaktadır. Çünkü müna­fıklar dilleriyle inanan kalbleriyle inanmayanlar­dır ki bu hâlis küfürdür. Küfürse kalbin hastalığı değil ölümüdür. Zahir olan odur ki Kur'an örfün­de “kalb hastalığı”, Allah'a ve O'nun ayetlerine ta­alluk eden meselelerde insan idrâkine arız olan şek, şüphe ve kalbin dinî inanca sarılmadaki gev­şekliğidir.[1346]” diye güzel bir noktaya temas et­miştir.

Cenab-ı Allah, peygamberine yeni yeni haddler ve farizalar vahyettikce, kalbi bozuk olanlar, onla­rı her defasında dinleyip, inkâr ede ede küfürleri­ni ve şüphelerini katmerleştirmişlerdir[1347], Al­lah'ın gönderdikleri hastalıklarını artırmıştır. Hernekadar kalbler bizim görünüyorsa da Allah'ın müsadesi olmadan ona sâhib olamayız. Nitekim

“Biliniz ki şüphesiz Allah kişiyle kalbi arasına gi­rer.[1348] buyurulur. O kullarının kalblerine onlardan daha hâkimdir. Dilerse kalblerle onla­rın arasına girer de, kalbleri olduğu halde ne iman­dan ne küfürden birşey idrâk edemezler.[1349] İnsan hidayete erdikten sonra bile, bu yolda devam garantisine sahib değildir. Onun için Allah, kulla­rına şu duayı tâlim buyuruyor:

“Ey Rabbimiz bize hidayet ettikten sonra, kalblerimizi saptırma.” [1350] İlimde rusûh sahibi olanlar insan olarak zaafların, nisyan, değişkenlik ve gafletin meydanı olduklarını biliyorlar[1351] da Allah'a böyle yalvarıyorlar. Fakat şu da var ki Allah onla­rın kalblerini cebren saptırmaz. Musa (a.s.)'ın kavmi gibi

“Ne zaman ki saptılar Allah da onların kalblerini çevirdi.” [1352] Allah onların kalblerini cebren çevirse de, mutezilenin iddia ettiği gibi zulmetmiş olmazdı. Nitekim Âl-î İmran suresinde, hidayetten sonra sebat talebinde bulunanları Cenab-ı Hak medhetmiştir. Mutezile'nin dediği gibi olsaydı onların duası “kalbimizi saptırma” [1353] yerine “bize zulmetme” şeklinde olurdu.[1354] Şu hadisler, Allah'ın insanların kalblerini çevirmede hiçbirşeyle mukayyed olmadığını göste­riyor:

“Ey kalbleri çeviren Allah'ım, kalbimi se­nin dininde sabit kıl.” diye dua eden Resulullah'a:

“Ey Allah'ın resulü, sana ve getirdiğine inandık, buna rağmen bizim hakkımızda emin değil mi­sin?” şeklinde sorulduğunda :

“Evet şüphesiz kalbler Allah'ın parmaklarından iki parmağı arasın­dadır, onları dilediği gibi evirir çevirir. Dilerse onu hidayette kılar, dilerse saptırır. Biz, rabbimizden, kalblerimizi hidayetten sonra saptırmamasını ni­yaz edelim.” cevabını vermişti.[1355] Kalblerin sü­ratli değişiklikleri hakkında Gazali güzel izahlar yapmıştır.[1356]

İnsanların kalbleri Rahman'ın parmakları ara­sında olduğu halde, hidayet ve dalâlette mükafaat ve mesuliyyet insanlarındır. Çünkü Allah, onların kalblerine, onların meyil ve ihtiyarlarına göre hi­dayet veya dalâlet doldurmaktadır. Hidayet ve da­lâletteki insanın payını gösteren birçok ayetler vardır. Ayetlerde, kâfirler için “dalâleti, iman ve hidayet karşılığında satın alanlar” [1357] tabirini kullanır ve bunun kö­tü bir alış - veriş olduğunu [1358] bildirir. Bu bilerek ve kasden yapılan, yani hakkıyla olan bir alış - verişti.[1359] Alış - veriş ihtiyardan mecaz­dır. Çünkü alan da satan da bu işi istekleriyle yap­maktadırlar [1360] Aynı bu şekilde kafir ve müna­fık, hidayet yerine körlüğü ihtiyar etmektedir, is­teyerek.[1361] İsteselerdi hidayete gelebilirlerdi, hidayet ellerindeydi, fakat onu sapıklıkla değiştirdiler. Bunu ancak en gafil ve aptal tüccar yapar­dı.[1362] Allah herkese diledeğini vermiştir[1363]:

“Kim ahiret ekini dilerse onun ekinini artırırız. Kim de dünya ekini dilerse ona da bundan veririz.” [1364] Semud kavmi, hidayet yerine körlüğü beğen­mişlerdi [1365] Onlara hayır ve şer yolu be­yan edildiği halde onlar körlüğü hidayete tercih et­mişlerdi[1366], Allah da kalblerini küfre çevirmiş­ti.

Allah kâfirlere “Karşınızda Allah'ın ayetleri okunup dururken ve O'nun peygamberi de içinizde olduğu halde nasıl olur da inkâra gidersiniz?” [1367] diye tevbîh yöneltmektedir. Den­mek istenen şudur:

“Yarın Rabbinizin huzurunda, peygamberinizin peygamberliğini inkârınızdan ıs­rarınız ve topuklarınız üzerinde cahiliyet âdetini­ze dönmeniz hususunda ne özür beyan edebilirsi­niz. Hatanızı gösteren bunca ayetler ve açık delil­ler ola ola küfre yöneliyorsunuz.”[1368] Bu ve ben­zeri ayetler, onların küfürlerinin inaddan ileri gel­diğini göstermektedir. Ayetlerdeki tevbîh kuvvetli bir zemmi taşır.[1369]

Hernekadar Râzi kabul etmiyorsa da[1370], şu ayet de, kulun fiillerinde ve hidayette hiçbir hissesi olmadığını iddia eden Cebriye aleyhinedir

“Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetlerden infâk et­miş olsalardı onlara zarar mı idi (sanki ne olur­du?)”[1371] İhtiyar sahibi olmayan bir varlı­ğa böyle söylenmez[1372]

“Peygamber sizi, rabbinize iman edesiniz diye davet edip dururken, size ne oluyor ki Allah'a iman etmiyorsunuz.” [1373] ayeti de Kadı Abdülcebbâr'ın da işaret ettiği gibi kâfirlerin imana güçleri yeteceğini gös­termektedir.[1374] Aynı zamanda kâfir ve müna­fıkların cahillik ve sapıklıklarının taaccüb edile­cek bir iş olduğunu açıkça beyan etmektedir.[1375]

“Bu topluluğa ne oluyor ki, Kur'an'ı anlamaya yanaşmıyorlar.”[1376],

“Ey insan, O, keremi bol rabbına karşı seni aldatan ne?”[1377],

“On­lar, doğru yolu bırakıp sapıklığı, mağfirete bedel azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne­de sabırlıdırlar (ne de cüretkârdırlar)” [1378] gibi ayetler hep, aynı mahiyyette tehdidi ve bu insanların yaptıklarının taaccübe medar işler­den olduğunu ifade ediyorlar.[1379]

Bütün bunları, insanın dalâletteki hissesini ifa­de için anlattık. Kâinatta gerçekten şer denilebile­cek iki şeyden birisi, işte insanın bu dalâletidir.


[1310] Râzi, 2/42; RM., 1/129.

[1311] Ba­kara: 2/6.

[1312] RM., 1/126.

[1313] R. Rıza, 1/139.

[1314] Bakara: 2/7.

[1315] Kuşeyrî, Letâif, 1/72.

[1316] Elmalılı, 1/214.

[1317] Zamahşerî, 1/155; RM., 1/132.

[1318] Mevdûdî, 63.

[1319] Mutaffifin: 83/14.

[1320] Tirmizî, Tefsir, Mutaffifîn  (5/434); İnb Mâce, Zühd, 29   (2/1418);  Müsned,  2/287.

[1321] Elmalılı, 1/214-216.

[1322] Nisa: 4/155.

[1323] RM,, 6/9, Bezzâr ve Beyhaki'nin Eş-Şu'ab'ından nak­len.

[1324] S. Kutub, 6/17.

[1325] Nisa: 4/155; Bakara: 2/88.

[1326] Zamahşerî, 1/578.

[1327] a. g. e., 1/295.

[1328] RM., 1/319.

[1329] Mutaffifîn: 83/14.

[1330] Razi, 31/94.

[1331] S.  Kutub, 11/176.

[1332] Bakara: 2/73.

[1333] Mâide: 5/13.

[1334] A'raf: 7/100.

[1335] Yunus: 10/74.

[1336] Zamahşerî, 2/246; R. Rıza, 9/33.

[1337] En'am: 6/25, v.b. İsra: 17/40.

[1338] S. Kutub, 7/156 - 157.

[1339] Bakara: 2/10.

[1340] Elmalılı, 1/2 2 7-230.

[1341] Tabatabâi, 5/377

[1342] Gazâlî, İhya, 3/80.

[1343] Taberî, 1/95; Razi, 2/84.

[1344] Enfal: 8/49.

[1345] Ahzab: 33/12,60.

[1346] Tabatabâi, 5/377 - 378.

[1347] Taberî, 1/95; Zamahşerî,1/177; Râzî, 2/64 - 65; RM.. 1/150.

[1348] Enfal: 8/24.

[1349] Taberî, 9/143.

[1350] Âl-i İmran: 3/8.

[1351] R. Rıza, 3/230.

[1352] Saf: 61/5.

[1353] Âl-î İmran: 3/8.

[1354] Taberî, 3/125.

[1355] Müslim, Kader, 3  (4/2045); Tirmizî, Kader 7 (4/448).

[1356] Gazali İhyâ, 3/59 - 62.

[1357] Bakara: 2/16; Âl-î İmran: 3/177; Nisa: 4/45.

[1358] Bakara: 2/90.

[1359] S. Kutub, 5/88.

[1360] RM., 1/161.

[1361] Taberî, 1/108.

[1362] S. Kutub, 1/49

[1363] a. g, e., 25/28.

[1364] Şûra 42/20.

[1365] Fussılet: 41/17.

[1366] Taberî, 24/67.

[1367] Âl-i İmran: 3/301.

[1368] a. g. e., 4/18.

[1369] RM, 1/213,

[1370] Rftzl, 10/100 - 101.

[1371] Nisa: 4/39.

[1372] RM., 5/31.

[1373] Hadîd: 57/8 v.b. Münafıkûn: 63/4; En'am: 6/95; Yunus: 10/34; Fâtır: 35/31; Mü’min: 40/62; Maide: 5/75; Tevbe: 9/30; Ankebut: 29/61; Zuhruf: 43/87.

[1374] Razi 29/217.

[1375] Zamahşerî, 4/110.

[1376] Nisa: 4/78.

[1377] İnfitar: 82/5.

[1378] Bakara: 2/175.

[1379] Taberî, 2/54; Râzî, 5/28-29; 10/189; R. Rıza, 2/105.



Konu Başlığı: Ynt: Kalbin Mühürlenmesi ve İnsanın Bundaki Rolü
Gönderen: Hadice üzerinde 20 Şubat 2011, 01:24:24
“Ey Rabbimiz bize hidayet ettikten sonra, kalblerimizi saptırma.”

“Ey kalbleri çeviren ALLAH'ım, kalbimi se­nin dininde sabit kıl.”

Amin Amin Amin ..Ümmeti Muhammede sen hidayet nasip et..taştan katı kalpleri sen yumuşat allah'ım
Allah razı olsunn kardeşim...