๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 28 Mart 2011, 21:39:54



Konu Başlığı: İstikbar ve Müstekbir
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 28 Mart 2011, 21:39:54
İSTİKBÂR/ MÜSTEKBİR

 İstikbâr, k-b-r (kebura) kökünden türemiştir. Kibir, te­kebbür ve istikbâr birbirine yakın anlamlarda kullanılır. Kibir, insanın kendisini beğenerek başkalarından farklı görmesidir; bu, insanın kendini başkalarından daha bü­yük ve üstün görmesiyle olur. Tekebbür, gerçeği kabul et­mekten ve ibadetle boyun eğmekten çekinerek Allah'a karşı büyüklenmedir. İstikbâr ise, iki türlüdür: 1) İnsanın büyüme peşinde ve isteğinde olması. Bu gerektiği biçim­de, gerektiği yerde ve gerektiği zamanda olursa, övgüye değerdir. 2) Böbürlenip kendinde olmayanı varmış gibi dı­şa vurmaya çabalama. İşte bu yerilir. Kur'an'da yer alan istikbâr, da bu ikinci türden olandır.[43]

İstikbâr, başkalarını küçük ve hor görme, ezme, hakla­rını çiğneme anlamındaki İstid'âf in zıddıdır. (istikbâr x is­tid'âf).

İstikbâr; büyüklenme, böbürlenme, kendini beğenme, kendini büyük, güçlü ve üstün görme, büyüklük kurun­tusu demektir. İstiz'âf ise, zayıf, güçsüz ve küçük göre­rek/bırakmak, horlamak, ezmek ve sömürmek, hakların­dan yoksun bırakmak anlamlarına gelir.

Kur'an'da kullanılan k-b-r kökünden türemiş konu­muzla ilgili kavramlar; kebîr, mütekebbir, kibriyâ, istikbâr ve ekâbir'dir. Bunlan sırayla inceleyelim.[44]

 
6.4.1 Kibriyâ, Mütekebbir Ve Kebîr Kavramları:

 
6.4.1.1 Kibriyâ:

 

Kibriyâ, boyun eğmekten uzak oluş, yaratıklara benze­mekten yüce oluş anlamındadır. Bu sıfat, Allah'tan baş­kası için kullanılmaz.[45] Bu anlamda büyüklük, evrenin hakimi ve yaratıcısı Allah'a özgüdür.[46]

 
6.4.1.2 Mütekebbir:

 

Tekebbür sözcüğünden türeme sıfat-fiildir. Tekebbür, iki türlüdür:

1) Güzel fiillerin gerçekte çok olması, başkalarınınkileri geçmesi. İşte bu özelliği dolayısıyla Allah'ın sıfatlarından birisi de "Mütekebbir"dir:

"Allah, kendisinden başka tanrı olmayan, hükümran, çok kutsal, esenlik veren, güvenlik veren, görüp gözeten, güçlü, buyruğunu her şeye geçiren mütekebbir (ulu) olan Allah'tır. Allah putperestlerin koş­tukları eşlerden münezzehtir."[47]

2) Güzel fiillerini zoraki ortaya koymaya çalşma. Bu, çoğu insanda olan bir niteliktir.

Allah'ın âyetleri üzerinde tartışan ve gönderdiklerini yalanlayanlara şöyle denir:

"Temelli kalacağınız cehenne­min kapılarından girin. Büyüklenenlerin (böbürlenenle­rin) durağı ne kötüdür."[48] "Bunlar, Allah'ın âyetleri üze­rinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu, Allah katında da inananlann yanında da öfkeyi arttı­rır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bun­dan dolayı mühürler."[49]

"Allah'a karşı yalan uyduranla­rın, kıyamet günü yüzlerinin kapkara olduğunu görür­sün. Böbürlenenler için cehennemde bir durak olmaz olur mu?"[50]

Hz. Musa da şu sığınma duasını yapmıştır:

"Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan böbürlenenlerin hepsinden benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah'a sığınırım."[51]

Birinci tür tekebbürün bulunması övgüye değerdir, ama ikinci tür yerilir. İnsanın birinci türden tekebbürle nitelenebileceği, bunun yerilmeyeceği, şu âyetten anlaşı­labilir:

"Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimden yüz çevirteceğim (..)"[52]

Buradaki "haksız yere büyüklenenler" ifadesi, zıtkavram çıkanmıyla, "haklı yere büyüklenenler" sonucuna da elverişlidir.[53]

 
6.4.1.3 Kebîr:

 

Kur'an'da kebîr sıfatı, hem Allah için, hem de başka varlıklar hakkında söz konusu edilir.[54]

 
A) Allah'ın Kebîr Sıfatı:

 

Allah için kullanıldığı yerlerde, kebîr sıfatı, iki türlü yer alır:

1) Allah'ın yücelik sıfatlarından Alî ile birlikteliği (Alî + Kebîr):

Karı-koca ilişkilerini ve aile yönetiminin erkeğe ait ol­duğunu belirten âyet, şu cümleyle biter:

"(..) Doğrusu Al­lah, yücedir (ali) ve büyüktür (kebîr)."[55]

Allah'ın ilmi, bağışlayacılığı ve evreni yöneticiliği gibi başka pekçok özellikleri belirtildikten sonra veya önce, şunlar anlatılır:

"Hak yalnız Allah'tır. Onu bırakıp taptık­ları ise kesinlikle bâtıldır. Doğrusu Allah, yücedir ve bü­yüktür."[56]

"Bu, Allah'ın hak, ondan başka taptıklan şeyle­rin bâtıl olmasından dolayıdır. Doğrusu Allah, yücedir ve büyüktür."[57]

"Allah'ın katında, kendisine izin verilenden başka kimse şefaat edemez. Sonunda, gönüllerindeki kor­ku giderilince, birbirlerine 'Rabbiniz ne söyledi?' diye so­rarlar; 'Hak söyledi' derler. O, yücedir ve büyüktür."[58]

"Onlara 'Yalnız Allah'a çağırıldığınız zaman inkâr ederdi­niz de ona eş koşulunca inanırdınız. Bugün hüküm, yüce ve büyük Allah'ındır' denir."[59]

2) Allah'ın yücelik sıfatlarından Müteâl ile birlikteliği (el-Kebîru'1-Müteâl):

Kullanıldığı Râ'd sûresinin başından itibaren ve sonra­sında Allah'ın özellikleri arasında, "yücelerin yücesi" olu­şu da belirtilir:

"Görüleni de görülmeyeni de bilendir, Yü­celerin yücesidir."[60]

 
B) Önder Ve Yönetici:

 

Kebir sözcüğü, Allah'ın bir sıfatı oluşu yanında, "ön­der, yönetici, reis, kocabaş, usta, pîr" anlamında, bir top­luluğun başını anlatmak için de kullanılmıştır.

Hz. Musa ve Hz. Harun'un rabbine inandık diyen sihir­bazlara, Firavun şöyle dedi:

"Ben size izin vermeden mi ona inandınız? Doğrusu size sihri öğreten, büyüğünüz (ustanız) o olmalı!(..)"[61]

Bu âyetteki "o olmalı" ifadesinde yer alan "o" zamirinin, Allah'a mı, yoksa Musa'ya mı ait olduğu açık değilse de, Musa'ya ait oluşu daha uygun gö­rünüyor.

Hz, İbrahim'in milleti ona,

"Ey İbrahim! Bunu tanrıla­rımıza sen mi yaptın? dediler. İbrahim şu cevabı verdi; Belki onu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa on­lara sorun."[62]

Kâfirler yüzleri ateşte çevrildiği gün, şöyle diyecekler:

"Rabbimiz! Biz yöneticilerimize (sâdetenâ) ve büyüklerimi­ze (kuberâenâ) itaat etmiştik. Fakat onlar bizi yoldan sap­tırdılar. Rabbimiz onlara iki kat azap ver. Onları büyük bir lanete uğrat."[63]

6.4.2 İstikbâr Tutum Ve Davranışlar:

 
6.4.2.1 Küfür/İnkarcılık:

 

Büyüklenme, önce kişinin inanç dünyasını etkileyerek, hak ve doğruya inanmasına engel olur. Allah'ın birliğine, peygamberlere, âhiret gününe ve âyetlere inanmayanlar, inançsızlığa kibir yüzünden sürüklenirler.

Nuh kavmi, onun davetine topluca, istikbâr'a kapıla­rak karşı çıkmaktadır. Hz. Nuh onlar için Allah'a şöyle yalvardı:

"Rabbim! Doğrusu ben, milletimi gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzak­laşmalarını sağladı. Doğrusu ben senin onlan bağışlaman için kendilerini her çağırışımda, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine sarındılar, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler.(..)"[64]

Müstekbirler, yalnızca kendileri Allah'ı inkâr etmekle kalmaz, özellikle zayıfların, Allah'a inanma çağrısına uy­malarına engel olurlar. Allah'ın birliğini ve insanların yal­nızca Allah'a kul olduğunu benimsetmek için gönderilen peygamberlerin karşısında her zaman onlarla uğraşan bir kibirli veya güçlü kâfir ya da kâfirler topluluğu olmuştur. Yüce Allah şöyle buyurur:

"Bunun gibi, her kasabanın ile­ri gelenlerini orada hile yapan suçlular kıldık. Oysa yalnız kendilerine hile yaparlar da farkına varmazlar."[65]

Peygamberlerin çağrılarına ilk karşı çıkanlar, mele'nin (ileri gelenlerin) oluşturduğu müstekbirler olmuştur.

Firavun ve erkânı Hz. Musa'nın çağrısına, istikbâr yü­zünden uymamıştır:

"Sonra Musa ve kardeşi Harun'u, Fi­ravun ve erkânına, mucizelerimiz ve apaçık delille gönder­dik. Büyüklük tasladılar. Zaten mağrur bir topluluktular. Bu yüzden, 'milletleri bize kul köle iken, bizim gibi iki in­sana mı inanacağız?' deyip, onları yalancı saydılar. İşte bu yüzden yok edildiler."[66]

Hz. Musa'nın seçkinliği ve ona levhalarda verilen öğüt­leri ve açıklamaları, kavmine iletmesi belirtildikten sonra. Yüce Allah şunu açıklar:

"Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimizden yüzçevirteceğim. Onlar bütün âyetlerimi görseler, yine de inanmazlar. Doğru yolu görseler, bu yola girmezler. Azgınlık yolunu görürlerse, hemen tutarlar. Bu, onların mucizelerimizi yalan sayma­ları ve onlardan habersiz görünmelerinden ileri gelir. Âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalan sayan kimselerin işleri boşa gitmiştir. Onlar işlediklerinin karşılığından başka bir şeyle mi cezalandırılırlar?"[67]

Semud milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, aralarından iman eden ve bu sebeple hor gördükleri kim­selere,

"Salih'in rabbi tarafından gönderildiğini, sahiden biliyor musunuz?" dediler. Onlar da "Doğrusu biz, onunla gönderilene inanıyoruz" cevabını verdiler. Büyüklük taslayanlar Sizin inandığınızı biz inkâr ediyoruz, dediler.(..)"[68]

Büyüklenme, inanç esaslarının bölünmesine yol açar:

"Andolsun ki, Musa'ya kitap verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya belgeler ver­dik, onu Ruhu'l Kudüs'le destekledik. Size bir peygamber nefsinizin hoşlanmadığı bir şey gösterdikçe, büyüklük taslayarak, bir kısmını yalancı sayıp, bir kısmını öldürür müsünüz? 'Kalplerimiz perdelidir' dediler. Hayır, Allah inkârlarından dolayı onları lânetlemiştir. Onların pekazi inanırlar."[69]

Âhirete inançsızlık da, istikbârdan kaynaklanır:

"Tan­rınız tek bir tanrıdır. Âhirete inanmayanların kalpleri bu­nu inkâr eder, onlar büyüklük taslar."[70]

Büyüklenen, peygamberin de bir insan oluşunu, kav­rayıp içine sindiremez:

"Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, 'Bize ya melekler indirilmeli, ya da rabbimizi görmeli­yiz' derler. Andolsun ki kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir."[71]

Müstekbirler Allah'ın âyetlerinden yüzçevirir, bilgisizce Allah yolundan alıkoyan

"İnsanlar arasında, bir bilgisi ol­madığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir. Âyetlerimiz ona okundu­ğu zaman, sanki kulaklarında ağırlık var da işitmiyormuş gibi büyüklenerek sırt çevirir. İşte ona can yakıcı azabı müjdele."[72] "Kendine okunan Allah'ın âyetlerini dinleyip, sonra, onları hiç duymamış gibi büyüklük taslamakta di­renen, yalancı ve günahkâr kişinin vay haline! Ona can yakıcı bir azabı müjdele!"[73]

Müstekbirler, uyarıcı gelmesini istemezler, düzen kur­maya devam ederler:

"Kendilerine bir uyarıcı gelince, üm­metler içinde en doğru yolda gidenlerden biri olacakları­na, andolsun ki, bütün güçleriyle yemin etmişlerdi. Fakat kendilerine uyarıcının gelmesi, yeryüzünde büyüklük tas­lamak ve kötü düzen kurmakla uğraştıklarından, sadece nefretlerini arttırdı. Oysa pis pis kurulan tuzağa ancak sahibi düşer. Öncekilere uygulana gelen yasaları görmez­ler mi? Sen Allah'ın yasalarında bir değişiklik ya da bir başkalaşma bulamazsın."[74]

İstikbâr, hidayete çağıran peygamberlere karşı olmadık suçlamalar yöneltmeye yol açar:

"Doğrusu suçlulara böyle yapanz. Onlara 'Allah'tan başka tanrı yoktur' denildiğin­de, şüphesiz büyüklenirler, 'Deli bir şair yüzünden tanrı­larımızı mı bırakalım?' derlerdi."[75]

 
6.4.2.2 Âyetleri Yalanlama:

 

Büyüklenme Allah'ın âyetlerini yalanlamanın en önem­li sebeplerindendir:

"De ki: Eğer bu kitap, Allah katından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz, İsrailoğullarından bir şahit de bunun böyle olduğuna şahadet edip de inanmışken, siz yine de büyüklük taslarsanız, söyleyin bana ken­dinize yazık etmiş olmaz mısınız? Doğrusu Allah zâlim milleti doğru yola eriştirmez."[76]

Âd kavmi, büyüklenerek, Allah'ın âyetlerini yalanlıyor­du.[77]

Allah'ın âyetlerini yalanlayanların, özellikle âhiretteki acıklı sonlan anlatılır:

"Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken 'bana vahyolundu: 'Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim' diyenden daha zâlim kim olabilir? Bu zâlimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, 'Canlarınızı verin. Bugün Allah'a karşı haksızca söyledik­lerinizden, onun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötü­rü alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız' derken bir görsen!"[78]

"Âyetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlar, cehennemliktir. Orada temelli kalacaklardır."[79]

"Doğrusu âyetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyük­lük taslayanlara, göğün kapılan açılmaz. Deve iğnenin de­liğinden geçmedikçe, cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız. Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zâlimleri böyle cezalandırı­rız."[80]

"Ama inkâr eden kimselere denir ki: Âyetlerim size okunmuş, siz de büyüklenip suçlu bir millet olmuştunuz, değil mi?"[81]

"Âyetlerim size okunduğunda büyüklük taslayıp, gece ağzınıza geleni söyleyerek ardınıza dönüyordunuz."[82]

 
6.4.2.3 Allah'a Kulluk Ve İbadetten Kaçınma:

 

Büyüklenme, Allah'a kulluk ve ibadet görevini yerine getirmekten alıkoyar:

"Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim ona kulluktan çeki­nir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki o, hepsini huzuruna toplayacaktır. İnananlara ve yararlı iş yapanlara, ecirleri­ni ödeyecek, onlara olan bol nimetini daha da artıracak­tır. Kulluk etmekten çekinenleri ve büyüklük taslayanları elem verici bir azaba uğratacaktır. Allah'tan başka bir dost ve yardımcı bulamazlar."[83]

"Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Bunda şüphe yok­tur. Fakat insanların pek çoğu inanmaz. Rabbiniz, 'Bana kulluk edin ki size karşılığını vereyim. Bana kulluk etme­yi büyüklüklerine yediremeyenler, alçalmış olarak cehen­neme gireceklerdir' buyurmuştur."[84]

Büyüklenenlerin bu tutumlarına karşılık, Allah'a iba­dette büyüklük göstermeyen ve usanmayan, onu tenzih eden ve ona secde eden melekler övülür.[85]

İnsan, Allah'a kulluk etsin, onun yüceliği karşısında hiçliğini ve muhtaçlığını bilsin diye yaratılmıştır (Zâriyat, 51/56). Kulluk ile büyüklük bağdaşmaz.[86]

 
6.4.2.4 Peygamberi Ve İnananları Yurttan Çıkarma Tehdidi:

 

Müstekbirler, kendilerini uyarıp doğruya çağıranlara karşı siyasi baskıya ve şiddete de başvurur.

Medyen milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri,

"Ey Şuayıb! Ya dinimize dönersiniz, ya da andolsun ki se­tti ve inananları seninle beraber kasabamızdan çıkarırız" dediler. Şuayıb onlara şu cevabı verdi: "İstemesek de mi? Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz, Rabbimizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbimizin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Biz yalnız Al­lah'a güvendik. Rabbimiz! Bizimle milletimiz arasında hakça sen hüküm ver. Sen hükmedenlerin en iyisisin." Milletinin inkâr eden ileri gelenleri, "Şuayıb'a uyarsanız, andolsun ki siz kaybedersiniz" dediler. Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu ve oldukları yerde dizüstü çöküverdiler."[87]

 
6.4.3 İstikbâr Tutum Ve Davranışların Sonu:

 

İstikbâr tutum ve davranışlar, dünyevî ve uhrevî bazı yaptırımlarla karşılaşır.[88]

 
6.4.3.1 Müstekbirlerden Sığınma Duası:

 

Hz. Musa, büyüklenenler konusunda şu sığınma dua­sını yapmıştır:

"Doğrusu ben, hesap görülecek güne inan­mayan böbürlenenlerin hepsinden, benim de rabbim, si­zin de rabbiniz olan Allah'a sığınırım."[89]

 
6.4.3.2 Allah Müstekbirleri Sevmez, Kalplerini Mü­hürler, Doğruya Eriştirmez:

 

Allah'ın sevmedikleri arasında, müstekbirler de vardır:

"Onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da Allah'ın bildiğinde şüphe yoktur. O, büyüklük taslayanları sev­mez."[90]

Büyüklük taslayanların kalbi, Allah tarafından mü­hürlenir:

"Bunlar, Allah'ın âyetleri üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu, Allah katında da, inananların yanında da öfkeyi arttırır. Allah, büyük­lük taslayan her zorbanın kalbini bundan dolayı mühür­ler."[91]

Büyüklük taslayanların bağışlanması için peygamber bile dua edemez:

"Münafıklara 'Gelin de Allah'ın peygam­beri sizin için mağfiret dilesin' dendiği zaman, başlarını dikip büyüklük taslayarak yüzçevirdiklerini görürsün. Onlar için, bağışlanma dilesen de, dilemesen de birdir. Al­lah onları bağışlamayacaktır. Doğrusu Allah, yoldan çık­mış milleti doğru yola eriştirmez."[92]

 
6.4.3.3 Dünyevi Azap:

 

Çöküşe uğrayan toplumların başta gelen özellikleri istikbâr ve ona bağlı olarak peygamberlere karşı çıkıştır. Büyüklenerek kendilerini yücelten, hem Allah'a, hem de küçük gördükleri insanlara karşı kibirlenerek kendilerini öne çıkaran toplumlar, büyüklenmeyle birlikte getirdikleri aşırı sosyal farklılaşma ve çözülme, haktan sapma, şımar­ma, zulüm, baskı ve işkence, hoşgörüsüzlük, toplumsal birliği bozma, ekonomik gücü tekelleştirme ve nihayet kendilerini bunlardan vazgeçirmek için gelen peygamberi ve Allah'tan getirdiği âyetleri alaya alıp tahkir etme gibi olumsuz davranışları yüzünden ortadan kaldırılmışlar­dır.[93]

Âd kavmi, büyüklenerek Allah'ın âyetlerini yalanladığı için, dondurucu kasırga (sarsar) azabına uğradı.[94]

Semud milletinin, rablerinin buyruğuna başkaldıran müstekbirleri,

"Ey Salih! Eğer sen peygambersen, bizi teh­dit ettiğin azaba uğrat bakalım" dediler: "Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu, oldukları yerde dizüstü çöküverdiler." Salih de onlardan yüzçevirdi ve "Ey milletim! Andolsun ki ben size rabbimin sözünü bildirmiş ve öğüt vermiştim. Ama siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz" dedi.[95]

Hz. Şuayıb'ı ve inananları tehdit eden Medyen halkını, bu yüzden bir sarsıntı tuttu, oldukları yerde dizüstü çö-küverdiler. Şuayıb'ı yalanlayanlar, sanki hiç yaşamamış­lar gibi oldular, izleri bile kalmadı. Mahvolanlar, Şuayıb'ı yalanlayanlar oldu. Şuayıb, onlardan yüz çevirdi de,

"Ey milletim! Andolsun ki rabbimin sözlerini size bildirdim, si­ze öğüt verdim. İnkarcı mllet için niçin üzüleyim?" de­di.[96]

Müstekbirlerin en önemli sembol tipi olan Firavun ve çevresi bunun karşılığını gördü: Firavun ailesi,

"Bizi sinir­lemek için ne mucize gösterirsen göster, sana inanmaya­cağız" dediler. Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağalan ve kanı birbirinden ayrı mucizeler ola­rak onlara musallat kıldık. Yine de büyüklük taslayıp, suçlu bir millet oldular. Azap başlarına çökünce, "Ey Mu­sa! Rabbine sana verdiği ahde göre, bizim için yalvar. Biz­den azabı kaldırırsan sana, andolsun ki inanacağız ve İsrailoğullannı seninle beraber göndereceğiz" dediler. Azabı -nasıl olsa sonuna gelecekleri- bir müddet için üzerlerin­den kaldırınca, hemen sözlerinden cayıyorlardı. Bu sebep­le, onlardan öç aldık, âyetlerimizi yalan sayıp umursama­dıkları için onları denizde boğduk. Hor görülen kavmi (yahudileri), bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batıla­rına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullanna verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi. Firavun ve milletinin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık."[97]

Allah'a karşı yalan uyduran veya kendisine birşey vahyedilmemişken 'bana vahyolundu', Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim' diyen zâlimlere can çekişirlerken me­lekler ellerini uzatmış,

"Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden onun âyetlerine bü­yüklük taslamanızdan ötürü, alçaltıcı bir azapla cezalan­dırılacaksınız"  derken durumları görülmeye değer.[98]

 
6.4.3.4 Uhrevi Azap Ve Cehennem:

 

Şeytani bir dürtü olan İstikbâr, insanı kötü eylemlere sürükleyerek, biraz önce belirtilen dünyevi azap ve sıkın­tılardan ayn olarak, âhiret hayatını da zindana çevirmek­tedir.

İnananlara ödülleri, Allah'a kulluktan çekinenlere ve büyüklük taslayanlara cezalan verilecektir:

"Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim ona kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, blsin ki o, hepsini huzuruna toplayacaktır. İnananlara ve yararlı iş yapanlara, ecirlerini ödeyecek, onlara olan bol nimetini daha da arttıracaktır. Kulluk etmekten çekinenleri ve bü­yüklük taslayanları elem verici bir azaba uğratacaktır. Onlar kendilerine Allah'tan başka bir dost ve yardımcı bu­lamazlar."[99]

Büyüklük taslamış şımarık zenginlerin feryadı, âhirette onlara hiçbir yarar sağlamaz:

"Sonunda şımarık varlıklılarını azapla yakaladığımız zaman feryad ederler. Onlara şöyle deriz: Bugün feryad etmeyin. Doğrusu katımızdan bir yardım göremezsiniz. Âyetlerim size okunduğunda büyüklük taslayıp; gece ağ­zınıza geleni söyleyerek ardınıza dönüyordunuz."[100]

Allah'ın tebliğine ve âyetlerine büyüklük taslayarak kulak vermeyenler acıklı azabı görecektir:

"Âyetlerimiz o sapık kimseye okunduğu zaman sanki kulaklarında ağır­lık var da işitmiyormuş gibi, büyüklenerek sırt çevirir. İşte ona can yakıcı azabı müjdele."[101]

Allah'tan başka tanrı yoktur dendiğinde büyüklenenler, can yakıcı azabı tadacaktır.[102]

İnkâr edenler, ateşe snuldukları gün, onlara şöyle de­nir:

"Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel olan herşeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Ama bugün, yeryü­zünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çık­manızın karşılığında alçaltıcı bir azap göreceksiniz."[103]

Allah'ın âyetlerini yalanlayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlar, cehennemliktir, orada temelli kalacaklar­dır.[104]

Dünyadaki sayı çokluğu, servet ve büyüklenme, hiçbir yararlı sonuç getirmez: Burçlarda (a'raf ta) olanlar, sima­larından tanıdıkları adamlara,

'Topluluğunuz, topladığı­nız mal ve büyüklük taslamalarınız size fayda vermedi. Allah'ın rahmetine erdirmeyeceğine dair yemin ettikleriniz bunlar mıydı?" diye seslenirler.(..)"[105]

Büyüklenip böbürlenenler için cehennem, kötü bir du­rak yeridir:

"Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür!"[106]

"Ayetlerim sana gelmişti de onları yalanlamış, büyük­lük taslamış ve inkarcılardan olmuştun. Allah'a karşı ya­lan oluşturanların, kıyamet günü, yüzlerinin simsiyah ol­duğunu görürsün. Böbürlenenler için cehennemde bir durak olmaz olur mu?"[107]

"Rabbiniz 'Bana kulluk edin ki size karşılığını vereyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir' buyurmuştur."[108]

Ayrı bir başlık altında göreceğimiz gibi, müstekbirlerin mustaz'aflarla dünyadaki ilişkileri, bir cehennem diyalogu biçiminde verilir.[109]

 
6.4.4 İstikbâr'ın Sembol Tipleri (Sembol Müstekbirler):

 

Kur'an'da, özellikle şeytan, Firavun, Karun, Hâman, mele' (ileri gelenler/seçkinler), İsrailoğulları, kâfirler, müşrikler ve münafıklar, istikbâr'ın sembol tipleri olarak öne çıkarılır.[110]

 
6.4.4.1 Şeytan:

 

Allah meleklere "Âdem'e secde edin" emrini verince, İb­lis müstesna, hepsi secde ettiler, ancak o kaçındı, büyük­lük tasladı ve inkâr edenlerden oldu.[111] Allah "sana em­rettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir?" dedi. İblis, "Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın. Ben ondan üs­tünüm." cevabını verdi. Ona "İn oradan aşağı! Orada büyüklenmek sana düşmez. Defol. Sen alçağın birisin." de­di.[112]

"İstikbâr mı gösteriyorsun, yoksa gerçekten yücelmiş olanlardan mısın?"[113] diye sorularak, İblis'in büyüklük kuruntusunun, Allah'n yücelik (uluv) sıfatı da hatırlatıla­rak, gerçek yücelikle kıyaslanamayacağı belirtilir.[114]

 
6.4.4.2 Firavun, Çevresi, Karun Ve Hâmân:

 

İstikbâr illetine tutularak kendilerini mahveden azgın­lar arasında kötülüğün sembol tiplerinden kabul edilen Firavun, çevresi (mele'si ve askerleri), Karun ve Hâmân örnek olarak verilir.

Yüce Allah, Hz. Musa ve kardeşi Harun'u, Firavun ve erkânına, mucizeler ve apaçık delille gönderdi. Ancak on­lar, mağrur bir büyüklük tasladılar. Bu yüzden,

"Milletleri bize kul köleyken bizim gibi iki insana mı inanacağız?"

"Bizi sihirlemek için ne mucize gösterirsen göster, sana inanmayacağız" deyip onları yalancı saydılar. Bu yüzden de, yok edildiler.[115] Azap başlarına çökünce, Hz. Mu­sa dan, rabbinin verdiği ahde göre kendileri için yalvarıp, azabı kaldırma duasında bulunmasını istediler. Böylece ona inanacaklarını ve İsrailoğullarını beraberinde gönde­receklerini söylediler. Ama azap bir süre kaldırılınca, sözlerinden cayıyorlardı. Bu yüzden, âyetleri yalan sayıp umursamadıkları için denizde boğuldular.[116] Firavun, bo­ğulacağı anda inanmak istediyse de bu imanı artık onu kurtaramazdı.[117] Zâlimlerin sonu işte böyledir. Onlar, ate­şe çağıran önderlerdir. Ayrıca hep lanetle anılacaklardır. Kıyamette de iğrençtirler.[118]

Karun ve Hâmân da, Firavun gibi tutum alıyorlardı:

"Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da yokettik. Andolsun ki Musa, kendilerine belgelerle gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa azabımızdan kurtulamaz­lardı."[119]

Karun'un büyüklenmesi, şöylece belirtilir:

"Karun 'Bu servet ancak bende mevcut bir ilimden (yetenek ve beceri­den) ötürü bana verilmiştir' demişti. Allah'ın önceleri, on­dan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice ne­silleri yokettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerin­den sorulmaz."[120]

Dünya hayatını isteyenler, Karun'la aynı imkâna sahip olmayı diliyordu. Kendilerine ilim veril­miş olanlar ise, Allah'ın mükâfatının, inanıp yararlı iş ya­panlar için daha iyi olduğunu söyledi. Sonunda, Karun da sarayı da yerle bir oldu. Allah'a karşı kendisine yardım edebilecek kimsesi yoktu, kendisi de kendini kurtarabile­cek kişilerden değildi. Daha dün onun yerinde olmayı di­leyenler ise, Allah'ın rızkı dilediğine bir ölçüye göre verdi­ğini, kendileri için de aynı akıbetin söz konusu olabilece­ğini ve inkarcıların başarıya eremeyeceğini söylemeye başladılar. Yüce Allah bu konudaki hükmünü şöyle belir­tiyor:

"Bu âhiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır. Kim bir iyilik getirirse (yaparsa), ona daha iyisi verilir. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza gö­rürler."[121]

 
6.4.4.3 Mele' (İleri Gelenler /Seçkinler):

 

İleri gelenler, servet ve makam sahipleri, önderliklerini ve nüfuzlarını korumak, mevcut düzeni sürdürmek için istikbâr'a ve meydan okumaya başvurur. Her türlü yalan, iftira ve suçlamayı yapmaktan çekinmez.[122]

Hz. Salih'in peygamber olarak gönderildiği Semud mil­letinin ileri gelenleri, ona inananları şüpheye düşürüyor­lar, kendilerininse inanmadıklarını söylüyorlardı. Ayrıca, kesimi yasak dişi deveyi keserek, rablerinin buyruğuna isyan ettikten sonra, Hz. Salih'ten, peygamberliğinin kanı­tı olarak, kendilerini tehdit ettiği azaba uğratmasını iste­diler. Bu yüzden de onları bir sarsıntı tutmuş, oldukları yerde dizüstü çökmüşlerdi. Salih de onlardan yüzçevirmiş ve şöyle demişti:

"Ey milletim! Andolsun ki ben size rabbimin sözünü bildirmiş ve öğüt vermiştim. Fakat siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz."[123]

Medyen halkının büyüklük taslayan inkarcı ileri gelen­leri, peygamberleri Şuayıb'ı, dinlerine dönmedikleri tak­dirde, yurtlarından çıkarmakla tehdit etmiş, ona inanan­ların kaybedeceğini söylemişti. Bu yüzden, onlar da sar-sıntıya tutulmuş, oldukları yerde dizüstü çökmüşlerdi. Şuayıb da, bildirim yaptığı ve öğütte bulunduğu inkarcı milleti için üzülmemişti.[124]

 
6.4.4.4 İsrailoğulları:

 

İsrailoğulları, bir peygamber nefislerinin hoşlanmadığı bir şey getirdikçe, istikbâr'a kapılarak, bir kısım peygam­berleri yalancı saymış, bir kısmını ise öldürmüştü.[125] Kalplerimiz perdeli demişlerdi. Ama Allah, inkârları dola­yısıyla onları lânetlemiştir, pekazı inanmıştır.[126]

 
6.4.4.5 Âd Kavmi:

 

Milletler içinde Hz. Hûd'un peygamber olarak gönderil­diği Yemen'de yaşayan Âd kavminin büyüklenmesi şöyle anlatılır:

"Âd kavmi, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamış, 'Bizden daha kuvvetli kim vardır?' demişti. On­lar kendilerini yaratan Allah'ın onlardan daha kuvvetli ol­duğunu görmüyorlardı, değil mi? Âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı."[127]

Âd kavminin muhteşem sarayları (Şuara, 26/128-129), oğulları, malları, sürüleri, eşsiz bağ ve bahçeleri vardı (Şuara, 26/134). Bu yüzden gurur ve kibire kapılmış, Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr etmiş ve her inatçı zorbanın emrine uymuştur (Hûd, 11/59).[128]

 
6.4.4.6 Kâfirler Ve Müşrikler

 

Kâfirler, Allah'ın âyetleri okununca, büyüklük taslayıp, gece ağızlanna geleni söyleyerek ardlarını dönüyordu.[129] Allah'ın âyetleri üzerinde, kendilerine gelen bir delil olma­dan tartışanların gönüllerinde, ulaşamayacakları bir büyüklenme vardır.[130]

Büyüklük taslayan müşrikler, sorumluluklarını üstle­nir:

"Müşrikler eğer büyüklük taslarsa, kendi aleyhlerinedir. Rabbinin katında bulunanlar, hiç usanmadan, onu gece-gündüz tesbih ederler."[131]

Zengin, Allah'ın âyetlerine karşı son derece inatçı, kaş­ları çatık, suratı asık, sırt çevirip büyüklenen,

"Bu sadece öğretilegelen bir sihirdir. Bu Kur'an, yalnızca bir insan sö­züdür" diyen, bu yüzden ateşe yaslanacak adamın[132] Velid bin Mugire olduğu nakledilir.[133]

 
6.4.4.7 Münafıklar:

 

Münafıklara,

"Gelin de Allah'ın peygamberi sizin için mağfiret dilesin" dendiği zaman, başlarını çevirirler. Bü­yüklük taslayarak yüzçevirirler. Peygamber onlar için ba­ğış dilese de, dilemese de Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış milleti, doğru yola eriştir­mez."[134]

 
6.4.5 Müstekbirlerin Müstaz'aflarla İlişkisi:

 

Hz. Salih'in'gönderildiği Semud milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri ile içlerinden iman eden ve bu se­beple hor gördükleri kimseler arasında şu konuşma geçti:

- Salih'in rabbi tarafından gönderildiğini sahiden bili­yor musunuz?

+ Doğrusu biz, onunla gönderilene inanıyoruz. [135]

- Sizin inandığınızı biz inkâr ediyoruz.304

Dünyevi çıkarları uğruna, büyüklük taslayanlara direnmeyip, onlarla işbirliği yapan mustaz'aflar arasındaki ilişki, bir âhiret diyaloğu biçiminde şöylece verilir:

(İnsanların hepsi Allah'ın huzuruna çıkarlar).

+ Doğrusu biz, size uymuştuk. Allah'ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?

- Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi eriştirirdik. Artık sızlansak da, sabretsek de birdir. Çünkü kaça­cak yerimiz yoktur.[136]

(inkâr edenler, "Bu Kur'an'a ve bundan öncekilere inanmayacağız" dediler. Sen bu zâlimleri, rablerinin hu­zurunda dikildikleri zaman, suçu birbirlerine atıp durur­ken bir görsen!)

+ Siz olmasaydınız, biz inanmış olacaktık.

- Size doğruluk rehberi geldikten sonra, ondan sizi biz mi alıkoyduk? Hayır; zaten suçlu kimselerdiniz.

+ Hayır, gece-gündüz hile kuruyor ve biz Allah'ı inkâr etmemiz, ona ortaklar koşmamızı emrediyordunuz.

(Azabı gördüklerinde içleri yanar. İnkâr edenlerin bo­yunlarına demir halkalar vururuz. Yaptıklarından başka bir şeyin cezasını çekmezler.)[137]

Ateşin içinde birbiriyle tartışırlarken, güçsüzler, bü­yüklük taslayanlarla şu konuşmayı yaparlar:

+ Doğrusu biz, size uymuştuk. Şimdi ateşin bir parça­sını olsun bizden savabilir misiniz?

- Hepimiz onun içindeyiz. Allah kullar arasında şüphe­siz hüküm vermiştir.[138]

 
6.4.6 İstikbâr'a Kapılmayanlar:

 

Kur'an, istikbâr tutum ve davranışlarda bulunmayan­lardan da söz eder. Bunlar, melekler, Allah'ı seven ruh­ban, ve gerçek mü'minlerdir.

Melekler büyüklenmez, Allah'ı tenzih ederler, ona sec­dede bulunurlar:

"Doğrusu rabbinin katında olanlar, ona kulluk etmekten büyüklenmezler, onu tenzih ederler ve yalnız ona secde ederler."[139]

Allah'a kulluk etmekten usanmazlar, gece gündüz bıkmadan tesbih ederler.[140]

Göklerde ve yerde bulunan her canlı ve melekler, bü­yüklük taslamaksızın Allah'a secde ederler. Fevklerinde olan rablerinden korkarlar ve emrolunduklan şeyleri ya­parlar.[141]
 
6.4.6.2 Allah'ı Seven Ruhban:

 

Büyüklük taslamayan ruhban, hıristiyanlığı müslümanlara daha yakın kılar:

"İnananlara en şiddetli düş­man olarak, insanlardan yahudüeri ve Allah'a eş koşanları (müşrikleri) bulursun. Onlardan, inananlara sevgice en vakm 'Biz hıristiyanız' diyenleri bulursun. Bu, onların içinde bilginler ve rahipler bulunmasından ve büyüklük taslamamalarından dolayıdır."[142]

Peygambere indirilen Kur'an'ı işitince gözleri yaşla dolar ve inanırlar.[143]

 
6.4.6.2 Gerçek Müminler:

 

Gerçek mü'minler, büyüklük duygusuna kapılmazlar:

"Âyetlerimize ancak, kendilerine hatırlatıldığı zaman sec­deye kapananlar, büyüklük taslamayarak rablerini överek yüceltenler, vücutlarım yataklardan uzak tutup korkarak ve umarak rablerine yalvaranlar ve verdiğimiz nzıklardan sarfedenler inanır. Yaptıklarına karşılık onlar için sakla­nan müjdeyi kimse bilmez. İnanan kimse, yoldan çıkmış kimseye benzer mi? Bunlar bir olamazlar. İnanıp yararlı iş yapanlara bu yaptıklarına karşılık, varacakları cennet konakları vardır."[144]


[63] Ahzâb, 33/67. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 278.

[64] Nuh, 71/5-7.

[65] Enam, 6/123.

[66] Mü'minun, 23/45-48.

[67] A'raf, 7/146-147.

[68] A'raf, 7/75-77.

[69] Bakara, 2/87-88.

[70] Nahl, 16/22.

[71] Furkan, 25/21.

[72] Lokman, 31/6-7.

[73] Câsiye, 45/7-8.

[74] Fâtır, 35/42-43.

[75] Sâffât, 37/34-36. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 278-281.

[76] Ahkâf, 46/10. Ayrıca bkz. Fecir, 89/6-13; Ahkâf, 46/21-26.

[77] Fussilet, 41/15.

[78] En'am, 6/93.

[79] A'raf, 7/36.

[80] A'raf, 7/40-41.

[81] Câsiye, 45/31.

[82] Mü'minun, 23/66-67. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 281-282.

[83] Nisa, 4/172.

[84] Mü'min, 40/60.

[85] Araf, 7/206; Enbiya, 21/19.

[86] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 283.

[87] A'raf, 7/88-91. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 283-284.

[88] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 284.

[89] Mü'min, 40/27. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 284.

[90] Nahl, 16/23.

[91] Mü'min, 40/35.

[92] Münafikûn, 63/5-6. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 284-285.

[93] Ejder Yılmaz, Kur’an'da Toplumsal Çöküş, 125.

[94] Fassilet, 42/15-16.

[95] A'raf, 7/77-79.

[96] A'raf, 7/91-93.

[97] A'raf, 7/132-137.

[98] En'am, 6/93. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 285-286.

[99] Nisa, 4/172-173.

[100] Mü'minun, 23/64-67.

[101] Lokman, 31/7.

[102] Sâffât, 37/35-38.

[103] Ahkâf, 46/20.

[104] A'raf, 7/36. Ayrca bkz. A'raf, 7/40-41.

[105] A'raf, 7/48-49.

[106] Nahl. 16/29; Zümer, 39/72; Mü'min, 40/75-76.

[107] Zümer, 39/59-60.

[108] Mü'min, 40/60.

[109] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 286-288.

[110] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 288.

[111] Bakara, 2/34; A'raf, 7/11; Sâd,38/71-74.

[112] A'raf, 7/12-13; Sâd, 38/75-78.

[113] Sâd, 38/75.

[114] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 289.

[115] Mü'minun, 23/45-48; A'raf, 7/132. Ayrıca bkz. Yunus, 10/75-93.

[116] A'raf, 7/133. Aynca bkz. Fecr, 89/9-13.

[117] Yunus, 10/90.

[118] Kasas, 28/39-42.

[119] Ankebut, 29/39.

[120] Kasas, 28/78.

[121] Kasas, 28/78-84. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 289-290.

[122] Sâffât, 37/35-36.

[123] A'raf, 7/74-79. Aynca bkz. Şems, 91/11-15.

[124] A'raf, 7/88-93. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 291.

[125] Bakara, 2/87. Bu konuda ayrıca bkz. Matta, 23/34-35, 37; I Selaniklilere Mektup. 2/15.

[126] Bakara, 2/87-88. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 291.

[127] Fussilet, 41/15.

[128] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 292.

[129] Mü'minun, 23/66-67.

[130] Mü'min, 40/56.

[131] Fussilet, 41/38.

[132] Müddessir, 74/11-26.

[133] Vahidî, age, 468, no: 842. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 292.

[134] Münafikun, 63/5-6. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 292-293.

[135] A'raf, 7/75-77.

[136] İbrahim, 14/21.

[137] Sebe, 34/31-33.

[138] Mü'min, 40/47-48. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 293-294.

[139] A'raf, 7/206.

[140] Enbiya, 21/19,20 ; Fussilet, 41/38.

[141] Nahl, 16/49-50. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 294.

[142] Maide, 5/82.

[143] Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 294-295.

[144] Secde, 32/15-19. Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları: 295.