Konu Başlığı: İnsanın Meşakkatlerle Terbiyesi ve Rubûbiyyet Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 19 Şubat 2011, 23:05:22 İnsanın Meşakkatlerle Terbiyesi ve Rubûbiyyet Şer ile Terbiye Kader meselesinde Cenab-ı Allah'ın herşeyi ezelden bildiğini ve takdir ettiğini öğrendik. Buna göre, kullarını imtihan etmekle öğreneceği birşey yoktur. Esasen “belâ” ve “ibtilâ” iki değişik manada kullanılır. Birisi, birşeyin gizli olan halini öğrenmeyi istemek, diğeri de o şeyin iyilik veya fenalığını meydana çıkarmaktır. Birinci mana, alim Allah Teala hakkında düşünülemeyeceğinden, Allah'ın imtihanı, ikinci manada anlaşılır. Şerî mükellefiyyetler kulların, nefsânî meyilleriyle Allah'ın rızası arasında deveran ettiğinden, bir taraftan bir külfet ve zahmeti, diğer taraftan sevab veya ıkâb sebebi, fiillerin zuhurunu temin eden terbiyevî bir yönü olduğundan, tercübe ve imtihana benzemektedir. Kulların mücerred nazariyelerle oyalanmayıp, işlerini tecrübe ve imtihan şeklinde güzelleştirmelerini onlara öğretmek için, Allah, kendi fiilini tecrübe ve imtihan suretinde anlatmıştır[1141]: “Senin hâlâ üstünde durageldiğin (Kâ'be) yi tekrar kıble yapmamız ancak, kim peygambere uyuyor, kim ayağının iki ökçesi üzerinde geri dönüyor, bilelim, diyedir” [1142] ve “Biz bu (kötü günleri) insanlar arasında (gâh lehlerine gâh aleyhlerine) döndürürüz. Bu da Allah'ın iman edenleri bilip, sizden şehidler edinmesi, müminleri temiz yapıp kâfirleri helak etmesi içindir.[1143] ve “Andolsun ki sizi imtihan edeceğiz. Tâ ki içinizden mücahidleri ve sabr-u sebat gösterenleri bilelim.” [1144] gibi ayetlerde zahire bakılırsa, Cenab-ı Allah'ın birşeyi öğrenmek ve bilmek için imtihan ettiği beyan edilmektedir. Bu mana, Allah Teala için muhaldir. Binaenaleyh bu ayetlerde geçen “bilmek için imtihan” müfessirlerce, insanların yaptıkları imtihana benzediği için, mecazen imtihan diye isimlendirilmiş[1145], temsil yolu ile yani “Biz bunu, bilmek isteyenin yaptığı gibi yaptık”[1146] şeklindedir, diye anlaşılmıştır. Ayetlerdeki bilmek, ibtilâ edilenlerin halini meleklere bildirmek[1147] veya, peygambere ve müminlere bildirmek[1148], amellerine göre cezalandırmak, gibi manalara gelir. Kur'an'da “bilmek” ile tehdîd çokça vakîdir. İlim, temyiz manasını tazammun ettiği veya onunla temyiz murad edildiği, temyize sebeb olan şeyi temyiz manasında kullanmak caiz olduğu için “ayırt etmek” yerine; bazan araplar görmek yerine “bilmek” kullandıkları için “görmek” yerine ve “yok iken bildiğimizi var edip görmek ve bilmek” yerine İlim (bilmek) kelimesi kullanılmıştır.[1149] Hz. Ali bu ayeti delil gösterip “Allah olacağı, olmadan bilemez.” diyenlere “bilmek”i “görmek” manasında alarak “Cihad edip sabredeceği takdir edilmiş olanı, cihad ederken ve sabrederken görelim diye” şeklinde açıklamıştır.[1150] Nitekim “Andolsun ki biz onlardan evvelkileri de imtihan etmişizdir. Allah elbette sâdıkları da bilir, yalancıları da.” [1151] Allah onların bu halini imtihandan öncede, imtihan esnasında da, imtihandan sonra da bilir.[1152] Allah ruhların hakikatini ve ana yapısını bilir, gizli kapaklı her noktasını görür. İnsanları taakatleriyle ele alır, istidâdlarıyla sorumlu tutar. İnsanlar Allah'ın bildiği bu hakikatleri bilmezler. Sıkıntı ve zorlamalarla imtihan, nimet ve meşakkatlerle, bolluk ve darlıkla, sevinç ve kederle imtihan ve tecrübeler, ruhların özünde gizli olan, sahibleri tarafından dahi bilinmeyen noktaları açığa çıkarır.[1153] İnsanların imtihanıyla Allah Teala'nın imtihanı arasındaki fark şudur: Biz, eşyanın batınındaki şeyleri, yani bize gizli şeyleri öğrenmek için imtihan yaparız. Gaybın anahtarları kendinde olan Allah için cehalet imkansız olduğundan, O'nun imtihanı, insanı, güzel akıbet ve saadete davet cihetinden, ilâhî, umûmî ve terbiyevî bir imtihandır. Çünkü o terbiyeyle insanın, sevab evi ahalisinden mi, ikâb evi ahalisinden mi olduğu açığa çıkar. Bundan dolayı Allah Teala kendisinden olan bu ilâhî tasarrufu yani teklif ve teşrii, “belâ”, “ibtilâ” ve “fitne” diye isimlendirmiştir.[1154] “Fitne” kelimesi, birşeyin cevherini posasından ayırmak için, ateşle muameleye tabî tutmak, içindeki yabancı maddeleri ayırabilmek için altını eritmek[1155] manasına gelir. Mutasavvıfa diliyle “Belâ da insanın cevherini, nefsinin pisliğinden ayırıp, saf olarak ortaya çıkardığı için fitne diye isimlendirilmiştir.”[1156] Bundan dolayı Allah, taatını eda ile ve masiyetlerden kaçınmakla muttaki olsunlar diye, saf altının ateşle elde edilmesi gibi, seçtiği kullarının kalblerini, imtihanlarla takva için [1157] halisleştirmektedir.[1158] Görülüyor ki belâ ile terbiye arasında çok yakın bir alâka vardır. Nitekim Allah Teala: “Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek, onun halkını (peygamberlerini tanımadıkları için) yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka fakirlikle, şiddetle ve hastalıkla yakaladık.” [1159] buyurur. Bu Cenab-ı Allah'ın sünnetidir ve insanın fıtratına uygun bir sünnetidir[1160]: “Karanın ve denizin karanlıkları içinden sizi kim kurtarıyor ki ona gizli yalvararak dua edersiniz: “Eğer bizi bundan kurtarırsan andolsun şükredenlerden olacağız,” [1161] Ayet, musibetler esnasında dört şeyin hasıl olduğuna delâlet etmektedir; dua, tazarrû, kalb ihlası ve yalnız Allah'a şükrün yapılabileceği ve tevhid.[1162] Allah, İsrâil Oğullarını bir nehirle imtihan ettiğinde[1163] düşmanla karşılaşmalarından önce, onların musibetlere karşı sabır kaabilyetini kazanmalarını istemişti.[1164] Keza Uhud'da kâfirleri galip getirerek, müminlere gam üstüne gam yüklediğinde[1165], onların dünya ikbâliyle sevinmeyip, şanssızlıklardan üzülmemeleri ve kalblerinde Allah'tan başka bir meşguliyyetin kalmamasını istemiş olabilir.[1166] Cenab-ı Allah, insanlara bazan iyilik bazan musibet vererek [1167] hem acı hem tatlı değişikliklerle onları bil-fiil imtihan etti. Başlangıçta serkeşlik edip söz dinlemediklerinden, yumuşasınlar diye, malca, bedence sıkıntılara düşürüldüler, yola gelmediler. Bu sıkmalar, henüz bir azab ve ceza değil, terbiye idi.[1168] İnsan fıtratı, terbiye için belâyı lüzumlu kılmaktadır. İman, uğrunda eziyetlere katlanıldığı derecede, gönüllere yerleşir. Zahmetsiz olarak, kolaylıklar içinde kabul edilen inançları ilk sadmede yok olurlar. İman, ancak musibetlere sabrederek, kalbte kuvvet bulur, kök salar. Bunun için belâ lâzımdır. Şiddetler, gizlenmiş kuvvetleri, saklı enerjileri coşturup meydana çıkarır. Daha mühimi, fertlerin, şiddet esnasında yalnız Allah'a yönelip, gönlünü mâsivâdan temizleyerek yalnız O'na bağlamasıdır. Şiddet, göz ve gönüllerdeki perdeyi açar, o zaman “basiret” tecelli eder.[1169] Resulullah (a.s)'ın haberine göre, eğer bir kul için Allah, bir makam, bir derece takdir etmişse, kul, o makama ancak, Cenab-ı Allah'ın, kendisini ya bedeninde ya malında ya çocuğunda imtihan etmesiyle ulaşabilir.[1170] Mülk Suresi'nde: “O hanginiz daha güzel amel edeceksiniz diye imtihan etmek gayesiyle ölümü de hayatı da takdir eden ve yaratandır.” [1171] ayetinde Alûsî bu noktayla ilgili, mühim bir nükteye temas etmektedir: “Ayette ism-i tafdil sîğasıyla, “daha güzel amel” denilmesi, ibtilâ, mükelleflerin amellerinin iyi veya kötü oluşuna göre olup, iyi ve daha iyi oluşuna göre olmadığı halde, Allah'ın imtihanından esas maksad ve bi-zatihî muradın, imanın özünün yanı sıra, iyilik yapanların iyiliklerinde kemâle ermelerinin hâsıl olması olduğunu anlatmak içindir.”[1172] [1141] Elmalılı, 1/490-491. [1142] Bakara: 2/143. [1143] Al-i İmran: 3/140,141. [1144] Muhammed: 47/31. [1145] Râzi, 30/55. [1146] RM., 2/6; 29/5. [1147] Kuşeyrî, Letâîf, 3/125. [1148] Taberî, 2/9. [1149] Râzî, 4/103 - 104; RM, 2/6. [1150] Muttaki Hindî, 2/310-320 [1151] Ankebut: 29/3. [1152] Taberî, 20/83 [1153] S. Kutub, 26/73. [1154] S. Kutub, 26/73. [1155] Tabatabâî, 4/34 - 35. [1156] Kuşeyrî, Letâif 4/89 [1157] Hucurât: 49/3. [1158] Taberî, 26/78. [1159] A'raf: 7/94. [1160] Tabatabâî, 8/195. [1161] En'am: 6/63. [1162] Râzî, 13/2 1. [1163] Bakara: 2/249. [1164] a. g. s., 6/180, [1165] Âl-î İmran: 3/153. [1166] a. g. e., 9/41. [1167] A'raf: 7/95. [1168] Elmalılı, 3/2218. [1169] S. Kutub, 2/35. [1170] Ebu Davud, Cenâiz, (3/183). [1171] Mülk: 67/2. [1172] RM., 29/5. |