Konu Başlığı: İnsan Ve Şer Problemi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Şubat 2011, 17:51:14 ÎNSAN VE ŞER PROBLEMİ 1- İnsanın Yaratılış Gayesi: Cenab-ı Allah'ın melekleri ne insanları ne de diğer varlıkları yaratmaya ihtiyacı yoktur. Melekleri yaratmakla kudretinin kemâlini izhâr etmiştir. Çünkü meleklerin kudretlerinin kemâli, yaratılmalarının, kemâl-i kudreti gerektirdiğine delildir. Cenab-ı Allah bir de rahmetinin ve cûd'unun kemâlini göstermek istedi. Hiç kıymeti olmayan topraktan, ilâhî ışıkları, samedânî nurları taşıyan, şehvet ve gazabına rağmen, lisanında tevhid, kalbinde irfan nuru bulunan, bu hususiyetleriyle Allah'ın rahmet ve cömertliğine delil olan bir varlık yaratmak istedi[623], veya Mutezilenin “Allah sevab ve ikâb için mükellef insanları yaratmıştır. Onları yaratmadan evvel sevab ve ikâb kabîh olurdu. Allah kabîh yaratmaz,[624] her yaratışında bir maksadı vardır” görüşüne karşı “Allah dilediğini yaratır, insanı yaratmak istemiştir[625]” diye itiraz eden Râzî'nin de dediği gibi, insanı, yaratmak istediği için, henüz varlık âlemine gelmedikleri bir zamanda, Cenab-ı Hakk meleklerine bir halife yaratacağını haber vermişti: “Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, demişti” [626] Kendi irademden, kudret ve sıfatlarımdan ona bazı salahiyetler vereceğim, o, bana izafeten bana niyâbeten, mablukatım üzerinde bazı tasarruflara sahib olacak, benim namıma ahkâmımı icra edip gereğim yerine getirecek. O bu hususta asıl olmayacak, benim bir naibim, bir kalfam olacak. İradesiyle benim iradelerimi, benim emir ve kanunlarımı tatbikata memur bulunacaktır.[627] Allah Teala, bilhassa, bu ayette ilk insan Âdem (a.s.) için “halife” tabirini kullanmıştır. Bu tabir, O'ndan sonra gelen ve insanların idaresinde, yeryüzünün imâr edilmesinde ve Allah'ın hükmünün ikâmesinde çalışan her peygamberi ve itaatkâr insanı içine almaktadır.[628] Halife; bir işi, işin esas sahibinin yerine yürüten[629], Kâdir-i Mutlak namına niyabet salahiyetini kullanan nâib[630] demektir. Niyabet; ya nâib olunanın hazır bulunmamasından veya ölmesinden veyahut da aczinden dolayı olur. Ama bunlardan başka, halife olarak seçileni böylece şereflendirmek için de olur.[631] Tabiî ki Allah'ın böyle bir niyabete ihtiyacı yoktur. Fakat kusurlu olan insanların bir halifeye ihtiyaçları vardır.[632] Nitekim İbn Mesud ve İbn Abbas (ra)'lardan mervî haberde: “Melekler, Halife ne demektir. Ya Rabbi? dediklerinde, Cenab-ı Allah: Yeryüzünde fesat çıkaran, hasedleşen, biribirini öldüren bir soyun sahibidir, demişti.”[633] Veya Cenab-ı Allah sevgili kullarını, yeryüzünde halife yaparak şereflendirmek istedi.[634] “O dur sizleri yeryüzünde halifeler yapan.” [635] buyururken bu şerefi göstermiş oldu. Aslında herbir insan Allah'ın bir halifesi olmak üzere yaratıldı. Kendisine Allah'ın verdiği mahdûd salahiyeti Allah adına, Allah'ın ondan arzu ettiği şekilde yerine getirmekle mükellef tutuldu. Fakat insanların bir kısmı salahiyetlerini şahsî kaprisleri, uğrunda kullandı. Veya halifesi olduğu Allah Teala'dan başkalarının emirlerine teslim oldu ve bir hıyanet içine girdi.[636] Ama, insanların biribirierine niyabetlerinde olduğu gibi, bu hıyanetin cezasını müvekkil değil, bizzat vekil çekti: “O sizi yeryüzünde halifeler yapandır. Artık kim küfrederse, küfrü kendi zararınadır.” [637] Bütün bunlardan anlıyoruz ki insan dünyada bazı şeyler yapmakla mükellef tutulmak üzere yaratılmıştır. Eğer böyle olmasa onun yaratılması abes olurdu. Nitekim Allah Teala bazılarının bu zannını bertaraf etmektedir: “Yâ, sizi hakikaten boş yere yarattığımızı ve ancak bize döndürülmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz.” [638] derken hilafetin bir hesabı olduğunu bildirmekledir. Yoksa, Cenab-ı Allah, insanları, yeryüzünde, hayvanlar gibi, başıboş dolaşsınlar, yesinler, içsinler, eğlensinler, diye yaratmış değildir: “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” [639] Şeriatlerle mükellef tutulmayacağını, hilafetinin hesabını vermeyeceğini mi sanıyo?[640] Hayır, böyle olamaz. O zaman abes olur. Allah abesle iştigal etmez. Kullarını yaratmasında hikmeti vardır : O da “hilâfet” makamının tazammum ettiği, ibadet, meşakkatli teatlerle mükellefiyyet, masıyetleri terktir. Sonra, bu teklif meyanında hesab meydanına gidilecektir.[641] Cenab-ı Allah bunu şu ayetinde açıkça beyan buyurmaktadır : “Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye (li-ya'büdûni) yarattım” [642] Bütün insanları yaratışım bunun içindir.[643] Mademki Allah insanları ibadet etsinler diye yarattı, öyle ise, niçin Allah'ın iradesine rağmen, ibadet etmeyenler var? Halbuki O'nun iradesine rağmen vuku bulabilecek hiçbirşey yoktur? diye bir itiraz hemen karşımıza çıkabilir. Ayet yukarıdaki zahirî şekliyle anlaşılırsa bu itiraz haklıdır ve aynı zamanda: “Andolsun ki insanların ve cinlerin çoğunu cehennem için yaratmışızdır.” [644] ayeti, geçen ayetin aksine, ekseriyetin masiyetini murat ettiğine delildir. Bunlar sebebiyle o ayetin şu şekilde anlaşılması daha doğru olur: “Cinleri ve insanları ancak, ibadet etmeye müsait bir halde, ibadete elverişli bir şekilde yarattım. Bunun için onlara akıllar verdim, zahiri ve batını kuvvetlerle onları techîz ettim.” Örfte de yaygın olduğu gibi, bu ayette Allah onları yaratışım, ibadete çok uygun olduğu için, mübalağa ile, gayesi sırf ibadet imiş gibi göstermiştir. Nitekim, güçlü bir insan için: “o güreş için yaratılmış; güçlü bir inek için: O çift sürsün diye yaratılmış, denilir”[645] halbuki bunlar başka şeylere de müsaittirler. Alüsî, “el-Keşf”'ten şu izahı nakleder : “Allah'ın fiilleri kemâl gayelerine yönelir. Bu ayette gaye bildiren (li) harfi de bu manayı ifade eder. (Li) o hususta Allah'ın iradesi olduğunu göstermez. Ancak sebebin, bizatihi matlub olduğu bilinirse, o zaman (li), iradenin varlığını gösterir. Buna göre ayeti tevil etmeye gerek yoktur. İnsanlar ve cinler ibadet edebilecek kaabiliyette yaratılmışlardır ve ibadete yöneltilmişlerdir. İbadet, yaratılışları için kemâl gayesi kılınmıştır. Onlardan bir kısmının bu gayeye ulaşamaması, bu gayenin gaye oluşuna bir manî teşkil etmez.”[646] Cenab-ı Allah insanları bu kemâl gayesiyle yarattığı için aralarında, ihtilaflar ve farklılıklar eksik olmadı. Nitekim: “Eğer, Rabbin dileseydi bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Onlar ihtilaf edici bir halde devam edip gideceklerdir. Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna, Allah onları bunun için yaratmıştır.” [647] ayeti, Zariyât süresindeki ayette Cenab-ı Allah'ın kesin muradını ifade etmediğini göstermektedir. Şu var ki, bu ayet de Allah'ın, insanları ihtilaf etsinler muradıyla yarattığını göstermez. Çünkü, o zaman isyankâr olanlara azâb etmemesi gerekirdi. Binaenaleyh bu ayeti de evvelki ayet gibi anlamamıza bir mânı yoktur. Allah Teala insanları birer robot gibi yaratmadığı için, farklı davranışlar ve farklı fikirler gösterecek bir keyfiyette yaratmıştır. Alûsî, ayeti zahirine hamletmeye bir mâni görmeyip, saadet-şakavet meselesini buna delil getirirken[648] cebre kaçar gibi oluyor. EbuHureyre (ra)'ın Resûlullah (as)'dan rivayet ettiği hadiste : “Allah'ın insanlar üzerinde, insanların da Allah'da ne hakkı vardır? Sorusuna ashab: Allah ve Resulü daha iyi bilir demişlerdi. Bunun üzerine Resûlullah (as): “Allah'ın insanlar üzerindeki hakkı, kendisine ibadet etmeleri ve O'na hiçbirşeyi şirk koşmamalarıdır. Bunu yaparlarsa, Allah'ın onlara azab etmemesine hak kazanırlar.” Buyurmuştur [649] ki bu hadis ayetin manasını açıklayıcı mahiyettedir. Yukarıdan beri anlattıklarımızdan, insanın belli bir ilâhî gaye çerçevesinde yaratıldığını anlıyoruz. İnsanların gayelerine benzemeyeceği için, insanları gayeleriyle mukayese ederek anlamaya çalıştığımızda, hata edeceğimiz bu ilâhî maksad insana bir emanet yüklemektedir: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler. İnsan bunu yüklendi. Çünkü o çok zulümkâr, çok zalimdir ve çok cahildir.” [650] Emanet, teklif veya insana verilen uzuvlar diye anlaşılmıştır.[651] O, kelime-i tevhiddir, veya adalettir, veya akıldır.[652] Allah'ın, insan eline verdiği rububiyyetinin sıfatlarını ve durumlarını hakkıyla tanıtacak işaretlere ve numunelere sahib “ene”dir [653] diyenler olmuştur. Aslında hepsini birleştirerek, Emanet: insanın, verilen kaabiliyet, akıl ve uzuvları yerinde kullanması babında sırtına yüklenen mükellefiyettir, diyebiliriz. Mesela, gözün emaneti, harama bakmamak ve ibretle bakmak, kulağın emaneti, onu boş sözden ve kötü konuşmadan korumak ve zikir dinlemektir. Kalbin emaneti ise devamlı Hakk'ı gözetmektir.[654] Allah Teala, yukarıdaki ayette, dağların yerin ve göğün emaneti kabul etmeyişini, temsil tarikıyla, teklifin gerçekten güç olduğunu anlamak için söylemiştir.[655] İnsan bu emaneti yüklendikten sonra, gerek dahilî gerek haricî bazı durumlarla karşılaşacak ya emanete riayet edecek ya da hıyanet edecek. Bizzat, emaneti ona yükleyen Cenabı Allah onu bu hususta deneyecek, imtihan edecektir. Allah'ın beyan buyurduğu gibi: “Her can ölümü tadıcıdır. Ecirleriniz, yaptıklarınızın karşılıkları, muhakkak kıyamet gönü, tastamam verilecek. Kim o ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulursa, artık o muhakkak muradına ermiş olur. Dünya hayatı aldanma metâmdan başka birşey değildir.” [656] “Bu dünya hayatı ancak fâni bir eğlencedir, ahiret ise, o asıl durulacak yurdun kendisidir.” [657] Resûlullah (as)'ın “Dünya ahiretin tarlasıdır”, hadisince, ahirette biçilip menfaatlenmek için, çalışılması lâzım gelen bir kâr, bir temettü vasıtası veya bir mesâi saatidir. Kur'an'ın beyanıyla anlaşılıyor ki, Allah, yeryüzündeki herşeyi, insanların hangisinin daha iyi amel edeceklerini, imtihan ile göstermek için süs yapmıştır. [658] “O tatlı bir yeşilliktir. Allah teala sizin ne yapacağını görmek için, sizi halife olarak bu dünyaya göndermiştir” [659] buyuran Allah'ın Resulü şu veciz hadîsi ile de imtihan meydanını zindana benzetmiştir: “Dünya mümine zindan, kafire cennettir”.[660] Gazali, İhyâ'da, İbrahim Hakkı Hazretleri Marifetnâme'de bu bahse bir bölüm tahsis etmişlerdir.[661] Kur'an'daki şer vakıasını işte bu imtihan ve neticesi çerçevesinde inceleyeceğiz. Binaenaleyh şer, ya bizzat imtihan içinde, imtihanın bir unsuru olarak karşımıza çıkacak veya imtihandaki hata ve başarısızlıklar olarak veyahutta bu hata ve hıyanetin cezası olarak karşımıza çıkacaktır. 2- İnsanın Şer ile İmtihan ve Terbiyesi: Allah Teala, En'am suresinin sonunda, hilafetin bir neticesi olarak “imtihan”ı haber vermektedir: “O Allah, sizi yeryüzünün halifeleri yapan, sizi imtihan etmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır. [662] O, hanginizin ameli, hal ve hareketlerinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yaratandır [663] O, hanginizin daha güzel amel edeceğini imtihan etmek için ölümü de hayatı da takdir edip yaratandır..” [664] Demek ki bir hayatın arkasından bir hayatın, onun arkasından diğer bir hayatın mütekabilen yaratılması, insanları bu ikisi arasında, güzel bir sa'y ve amel mücadelesiyle, Allah'ın mülkünde güzel bir âmil, yüksek bir memur olmak üzere, müsabaka için, bir imtihan meydanına çıkarılmaları hikmetine ve gayesine müteveccihtir.[665] Hem insan, fakirle zengini müsavi yapan, hataları düzeltme imkânını sona erdiren ölümün geleceğinden korkarak ve kıyamete kadar tekrar dirilmeyi bekleyeceğini hesaba katarak günahlardan kendisini çeker[666] ve Allah'ın istediği en güzel ameli yapar. Böylece, bir hadîste de buyurulduğu gibi[667], akılca en güzel, yani iyiyle kötüyü temyiz edip iyiyi tercih ederek aklını en güzel kullanan, Allah'ın haramlarından en çok sakınan, Allah'a taatte en süratli olan, böyle olmayandan ayrılmış olur.[668] Cenab-ı Allah, bunun için insanı, imtihanı anlama vasıtalarıyla teçhiz etmiştir.[669] “Hakıykat biz, insanı biribiriyle karışık bir damla sudan yarattık. Onu, imtihan etmek için işitici ve görücü yaptık.” [670] Çünkü imtihan hilkatin eksiksiz olmasından sonra olabilir.[671] İmtihan için, insanın fıtratı sıhhatli, aklı selîm olması gerekir, bunlarsız imtihan olmaz.[672] İnsanın basîr (görücü) olması, bizzat gözüyle birlikte, basiretin kaynağı olan, kalbi ve aklı olduğunu da ifade eder. Çünkü bu kelime hem görme organı olan gözü ifade, hem de idrâk merkezi olan kalbi ifade eder.[673] Allah, bu zahirî ve batini teçhizattan başka, ona, hidayet ve dalalet, hayır ve şer yollarını, necat ve helak sebeblerini beyan için[674], işitmeye ait delillerden kitablar, akla ait delillerden enfüsi ve afakî burhanlar gösterdi[675]: “Gerçek, biz ona doğru yolu gösterdik. İsterse şükredici olsun, isterse nankör olsun” [676] İnsanın îman babındaki bu imtihanı başarsa bile, sebat ve amel noktasından imtihan devam eder: “İnsanlar, inandık demeleriyle, bırakılacaklarını ve imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar.”[677],[678] Bu hususta Resulullah? (as) şöyle buyurur: “Mümin olan erkek ve kadın, Allah'a kavuşana ve üzerinde hiç hata kalmayana kadar, malı, nefsi ve evladı hususunda belâlardan kurtulamaz”.[679] İman kendisine has ağırlıkları olan bir emanet, sabrı gerektiren bir cihad, tahammülü icâb ettiren bir çabadır. Bunun için sadece inandık demekle iş bitmez, fitnelerle başbaşa kaldığında inançlarında diretip her türlü imtihandan halis kalble çıkmadıkça işler bitmiş sayılmaz. Bu, yani imanların fitnelerle denenmesi, değişmez bir esas, ilâhi bir kanundur.[680] İmanın denenmesi, müminlerin batıl erbabı tarafından işkencelere maruz bırakılması, zulüm erbabına karşı çıkacak güçten yoksun olmaları şeklinde olabileceği gibi, bunlardan daha ağır olarak, şehvet ve nefsin fitneleriyle de olur.[681] Vatandan hicret, düşmanlarla savaşmak ve benzeri meşakkatli mükellefiyetler, fakr-u zaruret, kıtlık, nefislere ve mallara musallat olan musibetler hep sabırları, imandaki sebatı yoklamak, muhlis olanı, muhlis olmayandan ayırmak içindir.[682] Herkesin kıymeti uğradığı belalara göredir. Kıymeti çok olanın belası çokdur.[683] Bu anlatılanlar, tamamen, nefsin nefret ettiği ve “şer” gördüğü şeylerdir. Belalar, şer gördüğümüz şeylerle oluyor, nitekim Allah Teala: “Andolsun ki sizi, biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan, ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere, lutf ve keremimi, müjdele.” [684] buyurmaktadır. Bunlar kullar için bir cezalandırma değildir.[685] İmtihan ile cezayı biribirine karıştırmamak lazımdır. Cenab-ı Allah, İbn Abbas (ra)'ın da dikkat çektiği gibi, ayette, bu dünyanın bir imtihan dünyası olduğunu, burada kullarını imtihan edeceğini haber veriyor, onlara iki evelki ayette sabrı tavsiye ediyor.[686] Çünkü, nimet vererek imtihan ettiğinde, şükredip şükretmeyeceklerini, mihnetle imtihan ettiğinde sabredip sabretmeyeceklerini ortaya çıkarmaktadır. Kur'an'da imtihan vesilesine bazan “musibet” denilir ve şer için kullanıldığında, insanın malı, nefsi ve ailesine isabet eden, hoşnud olmadığı her [687] şey, manasınadır. Hoşnudsuzluğu az olsun, çok olsun değişmez. Hatta, ayağına diken batması, sivri sineğin onu ısırması, terliğin kayışının kopması, lambasının sönmesi hep birer musibettir. Resulullah (as): “Mümine eziyet veren herşey onun için bir musibettir ve eğer sabrederse ecri vardır.” [688] buyurmuştur. “Belâ” ve “İbtilâ” da aynı mahiyetteki Kur'an ıstılahlarındandır. Arabcada “belâ”, imtihan ve tecrübe etmek manasınadır. Hem hayır ile, hem şer ile yapılan imtihanlar için kullanılır.[689] Nitekim Kur'an'da da: “Sizi bir imtihan olarak, hayır ile de şer ile de ibtilâ ediyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” [690] ayetinde ayna şekilde kullanılmıştır. Fakat imtihan, olunan hakkında, hayır veya şer, bir mihneti gerektirdiği için, daha ziyade meşakkatli şeyler için kullanılmıştır.[691] Allah kullarını dilediği birşeyle[692] imtihana tabiî tuttuğunu beyan etmektedir. Mesela: “Ta lut'un ordusunu bir nehirle imtihan etmişti. Ondan kana kana içmeyenler kazanacaktı.” [693] “Bazan rızıkları daraltıp genişleterek [694] ya sabırları ya taat yönlerini dener.[695] Hamt ve Marut adlı iki melekle sihir ilmini gönderir, sihre yanaşıp yanaşmama babında insanları dener.” [696] “Bazen bir kavmi, bir dişi deveyle imtihan eder” [697], peygambere inanmaları için mucize olarak bir kayadan dişi deve çıkarır, sonra bu deveyi sularına ortak yaparak onları dener.[698] Mucizeler büyük imtihanların sebebi olur. [699] Dünya imtihan sahası olduğu için herşey bütün çıplaklığıyla açıklanmamıştır, çünkü o zaman imtihanda başarıyla başarısızlığın bir manası kalmazdı.[700] O'nun için Allah Teala kendisini gizlemiştir. Allah'ın gelmesiyle imanlarının mümkün olacağını ileri sürenler boşa beklerler.[701] Dilese bütün insanları bir tek ümmet yapardı, fakat onları imtihan etmek için böyle dilemedi. [702] Farklı zamanlarda, değişik şeriatlerle ve değişik ümmetler halinde onları imtihan etti.[703] Manasını ancak Allah'ın hakkıyla bilebileceği müteşabih ayetler gönderdi[704] ve bunlarla, acaba, akıllarının her şeye ermediğini, tefekkürlerine sığmayan şeylerin bulunduğunu, nefislerinin kibirlerinin haksız olduğunu anlayıp acz ve kusurlarını itiraf mı edecekler[705], yoksa teviline yeltenerek kalblerindeki bozukluğu mu gösterecekler [706]diye imtihan eder. Aslında çirkin şeyleri, insanlara süslü göstererek veya şeytana gösterttirerek[707] insanları şiddetli imtihanlara sokar. Allah'ın imtihanından, seçkin kulları olan peygamberler bile geçtiler. Hikmet-i sübhaniyesiyle, her peygambere şeytanları düşman kılmıştır [708] Şeytanların düşmanlığı, peygamberlerin bir lâzımı, bir hikmeti, bir carî sünneti olmuştur.[709] Bununla onların sabır ve sebatları görünmüş, sevab ve ecirleri artmıştır, onların imtihanı olmuştur[710]. Mesela, Yusuf (as) efendisinin hanımının ondan murat alma arzusuyla [711] imtihan olunmuştu. Daha önce de kuyuya atılarak, bir köle gibi satılarak ve vatanından götürülerek imtihan olmuştu ama bu hepsinden korkunç bir imtihandı[712]. Davud (as), iki hasım insan gibi gelen melekle, hükmünün adaleti mevzuunda imtihan olunmuştu[713], Allah'ın kendisini imtihan ettiğini anlar gibi olmuştu [714] Eyyûb (as) 'ın mihnet ve belaları zaten darb-ı mesel olmuştu. İbrahim (as), oğlu İsmail'i kurban etme ile imtihan edilmişti.[715] Ateşe atılması da bir başka imtihandı. [716] Allah gerçek muradını ibrahim (as) 'dan gizlemiş ve imtihanı başarınca, bunun bir imtihan olduğunu, İsmail'i kurban etmesine gerek olmadığını bildirmişti.[717] Belâ zamanlarında, Allah, sevgili kullarının ferasetlerini kapar ki imtihanın tam manasıyla bir imtihan olduğu belli olsun.[718] “O uydurma haberi, iftirayı, getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şer sanmayın, bilakis o sizin için bir hayırdır” [719] buyuran Cenab-ı Allah, hiç kimsenin, hatta Allah'ın Resulünün, mihnet ve belâlardan hali olmadığını beyan etmektedir.[720] Resulullah'ın şu hadîsi hakikati açıkça ortaya koymaktadır: “İnsan imanının kuvvetine göre imtihana tabî tutulur. İmanı kuvvetliyse belâsı da şiddetli olur. Dini zayıf ise imtihanı da ona göredir. İnsanların en şiddetli imtihan edilenleri peygamberlerdir, onlardan sonra daha aşağı olanlar, daha sonra daha geridekilerdir.” [721] Allah Teala da “Andolsun ki biz insanları meşakkat içinde yarattık” [722] buyurur. “Ciğerlere işleyecek şiddetli bir meşakkatle ihata edilmiş olarak ve inâyet-i ilahiyye ile tavırdan tavra, o meşakkatler içinden geçirilerek yaratılıp hayata çıkarılmıştır.[723] Kendisine ruh üflenmesinden itibaren başlayan zorluklar ve meşakkatler, ruhu çıkana kadar, hatta daha sonrasına kadar sürer gider.[724] Demek ki mihnet ve meşakkat içinden insanlık gayesine ermek insan hilkatinin bir gereği ve Yaratıcı'nın bir kanunudur.[725] [623] Râzî, er - Ruh ve'n - Nefs, 10. [624] Kadı Abdulcebbâr, Muğni, 11/69. [625] Râzî, 28/232 - 233. [626] Bakara: 2/30. [627] Elmalılı, 1/299. [628] Taberî, 1/157; RM., 1/220. [629] Taberi, 1/156 -, R. İsfahani, 223. [630] Mevdûdî, Tefhhnü'l-Kur"an, 79. [631] R, Isfahanî, 223. [632] RM., 1/220 [633] Taberî, 1/157. [634] R. Isfahanı, 223. [635] En'am: 6/165, Fatır: 35/39. [636] Mevdudİ, Tefhim, 79. [637] Fatır: 35/39. [638] Müminûn: 23/115. [639] Kıyamet: 75/36. [640] Celaleyn, 2/247. [641] Zamahşerî, 3/45. [642] Zâriyât: 51/56. [643] a. g. e., 4/21. [644] A'raf: 7/179. [645] RM., 27/20-21. [646] a. g. e., 27/21. [647] Hûd: 11/119-120. [648] a. g. e, 12/164. [649] Buharı, Tevhid, 1 (4/185); Müslim İman, 1 (1/58); Tirmizî, İman, 18 (5/26); İbn Mâce Zühd, 35 (2/1435); Müsned, 2/309 : 3/260 - 261. [650] Ahzab: 33/72. [651] Râzî, 25/234 - 235 [652] R. Isfahani, 30. [653] S. Nursî, Sözler, 567-570. [654] S. Ateş, Sülemi, 186. [655] Râzî, 25/234; RM., 22/96. [656] Âl-î İmran: 3/385. [657] Mü’min: 4039. [658] Kehf: 18/7,8. [659] Tirmizî, Zühd, 41 (4/578) : Müsned, 3/19 :6/68 [660] Gazali, 3/250 - 287; İbrahim Hakkı, Marifetname, 270-282 [661] Müslim, Zühd, 1 (4/2272); Tirmizî, Zühd, 16 (4/562); İbn Mâce, Zühd, 3 (2/1378). [662] En'am: 6/165. [663] Hûd: 11/7. [664] Mülk: 67/2. [665] Elmalılı, 7/5155. [666] Razî, 30/56 [667] RM., 29/5. [668] a. g. e., 29/5. [669] S. Kutub, 29/221. [670] İnsan: 76/2. [671] Şevkânî, 3/345. [672] Taberi, 29/127; Râzî, 30/237; RM., 29/152 [673] R. Isfahani, 63. [674] Râzî, 30/237. [675] RM., 29/153 [676] İnsan: 76/3. [677] Ankebut: 29/2. [678] Bu ayet imanları yüzünden işkence edilen müslümanlar hakkında nazil olmuştur. Vahidî, 229. [679] Tirmizî, Zühd, 58 (4/602). [680] S. Kutub, 20/105 [681] a. g. e, 20/105-106. [682] Zamahşerî; 3/195. [683] Kuşeyrî, Letaif, 4/86, 89. [684] Bakara: 2/155. [685] Râzî, 4/153. [686] Taberî, 2/25. [687] Zamahşeri, 4/251; Kuşeyrî, a. g. e., 1/151; RM., 1/254. [688] RM., 2/23. [689] Taberî, 1/217. [690] Enbiya: 21/35, benzeri, A'raf: 7/168. [691] Elmalılı, 1/490. [692] Taberî. 2/391 [693] Bakara: 2/249. [694] Bakara: 2/245. [695] a. g. e., 2/383. [696] Bakara: 2/102. [697] Kamer: 54/27. [698] Râzî, 29/53. [699] Duhan: 44/33. [700] Mevdudî, Tefhim, 224. [701] Bakara: 2/210. [702] Maide: 5/48. [703] Taberî, 6/175; Zamahşerî, 1/618. [704] Âl-î İmran: 3/7. [705] RM. 3/86. [706] Âl-î İmran: 3/7. [707] Bu hususta bkn. “Lümmetü'ş – Şeytan” kısmı. [708] En’am: 6/112. [709] Elmalılı, 3/2031. [710] Şamahşerî, 2/45 [711] Yusuf: 12/23. [712] S. Kutub, 12/210. [713] RM., 23/182. [714] Sâd: 38/24. [715] Saffat: 37/100,103. [716] Bakara: 2/124. [717] Kuşeyrî, Letâif, 4/239. [718] a. g. e., 4/269. [719] Nur: /11. [720] a. g. e., 4/268. [721] Tirmizî, Zühd, 56 (4/601). [722] Beled: 90/4. [723] Elmalılı 8/5830 [724] RM., 30/135 [725] Elmalılı 8/5830. |