๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 09 Mayıs 2011, 22:06:02



Konu Başlığı: İnkarcıların Alay Etmesi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 09 Mayıs 2011, 22:06:02
İnkarcıların Alay Etmesi

İnkarcılar Hz. Peygamber ile kendilerini Allah'ın azabıyla uyarıyor diye alay ediyordu:

“Ve eğer bunlardan (inkarcılar) bir kısmının göreceği azabı belli bir süreye kadar erteleyecek olursak o za­man da, 'Onu engelleyen nedir ki?' diyecekler. İyi bilin ki, o azap onlara geldiği gün kendilerinden geri çevrilecek değildir. Ve o alay ettikleri şey kendilerini kuşatmıştır (Hâka bihim).” [854] “Onu engelleyen ne?” der­lerken azabı yalanlama ve alay niyeti taşıyorlardı. Ve o azap, ilahî yasa gereği gelecekti. [855] Alay ettikleri şey peygamberlerin getirdiği haktır. [856] Alay ettikleri Allah'ın azabının hedefi, alay eden kimselerdir. [857] Yalanladıkları azap vuku bulmadan önce her yandan on­ları kuşatacak, onlardan uzaklaşmayacak ve ondan kurtulamaya­caklardı. [858] Hâka bihim ifadesinde gelecek zaman ifade edilmek is­tendiği halde geçmiş zaman çekiminin kullanılması, bahsedilmek istenen olay ya da olgunun kaçınılmazlığını ima ve tekittir. [859] Aza­bın gecikmesi Rasulullah (s)'ın aralarında bulunmasından kay­naklanıyordu. [860]

İnkarcılar, sonucu hayır ya da şer olsun hak ettiklerinin dün­yada iken çabuklaştırılmasını istemişlerdi. Onlar alay ve uzak görme babından bu sözleri söylemişlerdi. [861]

“Bir de, 'Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce azaptan payımızı bize acele ver.' dediler.” [862] Allah Rasulullah (s)'a onların eziyetlerine sabretmesini emretmiş, bu sab­rına karşılık ona güzel akıbet, yardım ve zafer müjdelemişti. [863] Kur'an'da zaman, zaman zikredilen bu alaycı meydan okuma, ger­çekte onların Kur'an'ın ilahî bir vahiy olmadığı yolundaki görüşle­rinin küstahça dile getirilmesine yöneliktir. [864]

Kur'an-ı Kerim vahiy ve peygamberlerle alay etmenin her sırda meydana gelebilecek sosyal bir gerçek olduğunu şöyle tasvir eder:

“Onlara bir peygamber gelmeye dursun, hemen onunla alay ederlerdi.” [865] Peygamberler ile alay etmek küfür ve sapıklıktır. Bu alaycıların mümin olmaları mümkün değildir. [866] Alaycılıkla bütünleşmiş kalpler, ilahî vahyi gereği gibi değerlendiremezler. [867] Hz. Peygamber'den önce de geçmiş ümmetler için peygamberler gönderilmiş ancak yalanlanmayan ve kendisiyle alay edilmeyen peygamberler olmamıştır. Alaycı kimselerin kalplerine Kur'an âyetleri ulaşır. Onlara göre o, kabul edilemez bir şeydir. Çünkü hakkı anlama konusunda yetenekleri azdır. Rabbani hidayetin ışıkları onları aydınlatamaz. Kendilerine kitap gönderilen önceki toplumların durumu da böyleydi. [868] Allah Kureyş kâfirlerinden Rasulullah'ı yalanlayanların yalanlamasına karşı onu teselli ede­rek, ondan önce geçmiş ümmetler içinde de peygamberler gön­derdiğini, hangi ümmete peygamber gelmişse, onların bu pey­gamberleri yalanlayıp alay ettiklerini, hidayete tâbi olma konu­sunda kibirli davranan, direnen günahkârların kalplerine yalan­lamayı [869] yine kendisinin koyduğunu ifade eder. [870]

Müşrikler Kur'an'ı oturumlarında tartışıyorlar ve onunla alay ediyorlardı. Onu tartışmayı sürdürdükleri sürece Müslümanların onlarla birlikte oturmaları yasaklandı:

“Allah size Kitap (Kur'an)'ta, 'Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz!' diye hüküm indirdi. Muhakkak ki Al­lah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” [871] Nasıl Müslümanların Mekke'de müşriklerin meclislerinde oturmaları yasaklandıysa, Medine'deki Yahudi din adamları da müşrikler gibi yaptığından, onların meclislerinde de oturmaları yasaklandı. Allah Kur'an'ı tartışmak için oturan ve onlara uyan kimseleri yani kâfir ve münafıkları toplayacaktır. [872] Âyetleri alaya alanlarla oturanları birlikte kâfir kılan şey, her iki kesimin de inkâr ve alay konusunda razı olmalarıydı. [873]

Allah önceki toplumlara da elçiler göndermiş ancak onlar zulmederek ve Rablerine isyan ederek elçiyle alay etmişlerdi. [874]

İnsanların önceki toplumlara dair haberleri dikkate almaları gerekirken bir sonraki nesil çoğunlukla öncekilerin yanlış yolu­nu sürdürmeyi yeğlemiştir. Allah, Kendisini hafife almaları ve alay etmeleri nedeniyle alaycılara ceza tehdidinde bulunarak [875] toplumunun söyledikleri konusunda Hz. Peygamber'i rahatlat­maktadır: [876]

“Peygamberi, biz bir melek yapsaydık, yine de onu bir adam şeklinde yapardık ve onları yine düştükleri kuşkuya düşürür­dük. Senden önce de peygamberlerle alay edilmişti. Fakat onlardan alay edenleri, alay ettikleri şey (azap) kuşatıverdi.” [877] Alay etmek amacıyla, “Elçinin melek olması gerektiğini” söyleyen kişilerin sözleri Rasulullah (s)'ın kalbini sıkıyordu. Âyette ona sanki şöy­le denmektedir: “Sana gösterdikleri terbiye dışı davranışlar, peygamberlerine karşı önceki nesillerde de vardı. Bu sorunla karşılaşan tek sen değilsin.” [878] Onlar sapıklıklarında ve inkârla­rında ısrar ederlerse, Allah onları ilahî öfkeyi üzerine çeken ön­ceki toplumların yoluna iletecekti. [879] Bu, toplumundan onu ya­lanlayanların yalanlamaları hususunda Allah'ın, Hz. Muhammed'e ve ona inananlara bir zafer, dünya ve ahirette de güzel bir akıbet vaadidir. [880] Bu âyet ile Hz. Peygarnber'e toplumlar ve rasulleri hakkındaki ilahî yasa öğretilmiş, güzel bir sonuç ve iktidar müjdelenmiş ve bu alaycılara da bela ve felaket ile karşı­laşacakları bildirilmiş oldu. [881]

O bilgisizlerin Hz. Peygamber'e yaptıkları gibi tüm peygam­berlerle alay ettikleri bilgisi Rasulullah (s) için bir teselliydi. Bil­gisizler bu iğrenç adetlerini itaat ve ibadete sıkıca sarılmayı ve güzel şeylere, dünyevi lezzetlere eğilim göstermemeyi aşağıla­dıkları için sürdürüyorlardı. Oysa Rasulullah (s), onları çirkin dinlerini ve bâtıl inançlarını terke çağırıyordu. Rasul itaat edilen kişidir. Bunu kabullenmek de onlar açısından büyük bir zorluktu. Rasul fakirdi ve yardımcıları, malı ve üstünlüğü yoktu. Bu özel­liklere sahip birisine zenginlerin ve yöneticilerin tâbi olması zor geliyordu. [882] İnanmayanlar ona tâbi olmayı reddettikleri için alaya yönelmektedirler.

Mucize isteyen kâfirlerin de asıl maksatları iman etmek için ciddî bir delil istemek değil, sadece alay etmekti. Bu nedenle on­lara nasıl bir âyet indirilse indirilsin yine de iman etmediler ve azabı beklediler. [883]  Bu alay etmeler yalnızca Hz. Peygamber'e karşı olmuş bir şey de değildi:

“Andolsun ki, senden önceki peygamberlerle de alay edildi. Ben de o kâfirlere bir süre için meydan verdim. Sonra da tuttum onları cezalandırdım. O vakit azabım nasıl imiş (gördüler).” [884]  Ayetteki ifade, inkarcılara bir tehdit ve alay edilen Hz. Peygamber'den mucize taleplerine bir cevap ve ona teselli niteliğindedir. [885] Önceki peygamberlerin yalanlanmasına dair haberlerde onun için güzel örnekler vardı. [886]  Yani, “Toplumunun seninle alay ettiği gibi diğer toplumlar da peygamberleri ile alay etmişti. Onların ceza­landırılma sürelerini uzattım sonra da onlara azap ettim. Önceki­lerden intikam aldığım gibi bu inkarcılardan da intikam alaca­ğım.” Bu, onların alay içerikli mucize taleplerine yönelik bir teh­dit niteliğindeydi. [887]

Olayların mantığı Mekke'de tabloyu tersine çevirmiş, alaycı­lar savaşta düşman tarafından kuşatılmış ve teslim olmaya zorla­nan bir adam gibi olayların kendilerini değil, hakikati doğruladı­ğını görmüşlerdi. Hz. Muhammed'i Mekke'den çıkaran bu kim­seler, o muzaffer olarak geri döndüğünde ne kötü durumdaydı­lar. Ve onlar ondan af dilemek durumunda kaldılar. [888] Hz. Pey­gamber ve müminlerin muzaffer olacaklarına, tevhid akidesinin putperestliğe galip geleceğine dair vuku bulan ilahî müjdelerle alay eden düşmanlar, İslâm zaferi karşısında alaylarının vebaline katlanmak zorunda kalmışlardı. [889] İnkarcı Kureyş'in yaptığı, pey­gamber karşıtlarının çağlar boyunca sürdürdüğü bir tavırdır. Yap­tıkları kötü şeyler karşılığında uyarıldıkları azap, alay edenlere hak olmuştur.

Eğer onlar ne olacağını bilselerdi, daha değişik bir tutum ser­gilerlerdi. Peygamberi alaya almaktan, kendilerine yönelik tehdit­lerin çabucak gerçekleşmesini istemekten vazgeçerlerdi. Vazgeç­medikleri için alayları da karşılıksız kalmadı:

“Yemin olsun ki, sen­den önce birçok peygamberle alay edildi de içlerinden alay edenleri, o alay ettikleri şey (azap) kuşatıverdi.” [890] Âyet, Rasulullah (s)’a teselli mahi­yeti taşıyordu. [891] Peygamberlere yaptıklarından dolayı alay edenle­rin başına gelen azap onları da kuşatacaktı. [892] O alaycı kimselere peygamberlerinin, inmesiyle korkuttukları bela ve azap hak oldu. Hz. Peygamber ile alay eden inkarcı kimseler, peygamberlerini yalanlayan önceki toplumlar gibi olmaktan vazgeçmeyecekler ve alayları nedeniyle ilahî azap ve öfke, daha önceki toplumlara ol­duğu gibi onlara da inecekti. [893]

İslâm'a düşman olan Ehl-i Kitap ve müşriklerle dostluk kur­mak da menfur bir durumdur. Çünkü onlar amel sahiplerinin yap­tıkları en güzel ameli yani, dünyevi ve uhrevî bütün hayırları kap­sayan, tertemiz, sapasağlam İslâm'ın hükümlerini alay konusu ederler. Kendi aptalca fikirleri, fasit görüşleri muvacehesinde bu hükümleri oyuncak gibi telakki edip onlarla oynarlar: [894]

“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin. Eğer (gerçek­ten) iman ediyorsanız, Allah'tan gereğince korkun.” [895] Âyette kendilerine elçiler gelen Yahudiler ve Hıristiyanlar kastedilmektedir. Onları dost, kardeş ve müttefik edinmemek gerekiyordu. Çünkü onlar dinlerini oyun ve alay konusu yapıyorlardı. Örneğin onlardan biri­si küfrü devam etmesine rağmen müminlere, iman ettiğini söylü­yor bir süre sonra da sözleriyle inkârını açıklıyordu. Amacı oyun oynamak ve alay etmekti. [896]

Rasulullah (s) zamanında alay konularından birisi de mü­minlerin ezan ile namaza davetleriydi:

“Namaza çağırdığınız za­man, onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu onların, akıllarını kul­lanmayan bir toplum olmalarından dolayıdır.” [897] Müezzin namaza ça­ğırdığında Yahudi, Hıristiyan ve müşrik kimseler namaza davetle alay ediyorlardı. Namaza çağrı ile alay etmelerinin nedeni, Rableri hakkındaki cahillikleri, namaza çağrıya olumlu yanıt vermele­rinin ne anlama geldiğini ve ezan ile eğlenmelerinin aleyhlerine doğuracağı sonucu düşünmemelerindendi. Bunu yapanın Allah katından nasıl bir akıbet ile karşılaşacağı üzerine kafa yorsalardı, yapmazlardı. [898] Onların ezan ile eğlenmeleri ve alayları, sanki aklı yokmuşçasına hareket eden aptal ve bilgisiz kimselerin fiilleriy­di. [899] Onlar, Allah'a ibadeti ve Allah'ın şeriatına uymanın anlamını kavrayamamışlardı. [900]

Allah, alay ve yalanlama bağlamında inkarcıların durumunu derecelendirmektedir:

“Hak, kendilerine gelince onu yalanladılar. Ala­ya aldıkları şeyin haberi yakında kendilerine gelecektir.” [901] “Alaya aldık­ları şeyin haberi yakında kendilerine gelecektir.” ifadesi tehdit ve bu alaydan alıkoymak amacını güdüyordu. [902] İnanmayanlar, deliller üzerine düşünmekten ve apaçık kanıtlar üzerine kafa yormaktan yüz çeviriyorlardı. Yalanlamaları ise yüz çevirmelerinden daha ileri bir şeydi. Çünkü bir şeyden yüz çeviren kimse sadece yalanlayan değil, talep etmediği şeyden gafil kalan kimse olur. Yalanladı­ğı zaman yüz çevirmesi iyice artar. Yalanladığı zaman da yalanla­ması alay seviyesine çıkmaz. Alay etme, inkârın son noktasıdır. Allah o inkarcıların bu üç seviyeye de ulaştıklarını açıkça ortaya koymaktadır. [903] Ayetteki hak, Kur'an; yani Hz. Peygamber'in getir­diği haberlerdir. Yalanladıkları şeyin bilgisi onlara ulaşacak, onun alay konusu olmayacağı onlara apaçık hale gelecek ve o da dünya­da veya ahirette azabın gönderilmesi ya da İslâm'ın yükselişi şek­linde gerçekleşecek, [904] onlara gelen ve onların alay ettikleri âyetlerin ve delillerin bilgisi onlara ulaşacaktı. Sapıklıklarını sürdürdükleri ve Rablerine karşı geldikleri için de onlar için Allah'ın ceza vaadi vardır. [905]

İnkarcılar Kur'an'ı alaya alıyorlardı:

“Üstelik (ona) yalandır de­diler; fakat onlara alay edip durdukları şeyin haberleri yakında gelecek­tir.” [906] Onlara gizli kalmış olan haberler ve Allah'ın yapacağı şeyler ulaşacaktı. [907] Alay ettikleri şeyin haberi, üzerlerine azabın dünyada ya da ahirette inişiydi. [908] Onlar azabın kendisini tadacaklardı. Bu haberleri artık, onların kendileri oluşturacaklar ve insanlar onların başına gelenleri birbirlerine aktaracaklardı. Onlar tehditleri alaya aldıkları için, bu korkunç tehdit ile birlikte kendileri ile alay edil­mektedir!

İnkarcıların alaya aldıkları diğer bir şey de ölümden sonra di­rilmeydi:

“Fakat sen onlara şaşıyorsun, ama onlar (seninle) eğleniyor­lar.” [909] Yani, yeniden diriltilmeyi inkâr edenlerin yalanlamalarına şaşmaktasın. Şüphesiz sen Allah'ın haber vermekte olduğu beden­lerin yok oluşundan sonra tekrar diriltilmesi durumunu kesin ola­rak bilmekte ve doğrulamaktasın. Onlar ise senin tersine bir hal­dedirler. Yalanlamalarının şiddetindendir ki bu hususta onlara söylediklerinle alay etmektedirler. [910]

Allah katından gelen zikri, Hz. Peygamber dönemindeki ortak koşanlar yalanladılar. Ve ondan yüz çevirdiler. [911] Zikirden yüz çe­virdikleri zaman yalanladılar. Yalanlayınca onların indinde değeri düştü ve alay için hedef haline geldi. Alay ettikleri şey Kur'an'dı. [912]

“Üstelik (ona) 'yalandır' dediler; fakat onlara alay edip durdukları şeyin haberleri yakında gelecektir.” [913] Bu, öz biçimde ifade edilen kapalı ve korkunç bir tehditti. Ayetin ifade tarzında onların kendilerine yö­neltilen tehditlerle alay etmelerine uygun düşen alaylı bir ifade yer almaktadır. Alay konusu ettikleri gerçeklerin somut olayları ile yakında yüz yüze geleceklerdi. [914]

Alaycılar güçlü ve yönetimi elinde bulunduran kimselerdi. [915] Onların benzerleri de güçleri yettiğinden ve makamları el ver­diğinden onların Rasulullah (s)'a yaptığı türden ahmaklıklar sergiliyorlardı. [916] Allah, Hz. Peygamber (s)'e emrettiğini açıkça orta­ya koymasını ve müşriklerden yüz çevirmesi gerektiğini ifade etti. [917] Zaten Allah, peygambere açık düşmanlık eden ve ona eziyet eden kimselerin hakkından gelecektir. [918] Kur'an ile ilgili olarak Hz. Peygamber'i alaya alan kimselerin şerrine karşı Allah, ona yardım edeceğini vaat ediyordu. Onlar güç sahibi müşriklerden bir gruptu. Rasulullah (s)'ı gördüklerinde ya da yanından geçerken çok taşkın ve eziyet edici tavırlar göstermişlerdi. Allah onları yok etmiş ve tuzaklarını boşa çıkarmıştı. [919] Rasul'e düşen Rabbinden ona indiri­leni tebliğ etmek, onu Allah'ın âyetlerinden uzaklaştırmak isteyen müşriklere iltifat etmemekti. [920]

Bu hayatta kötü kişiler diğerleri için durum tam tersiyken iyi ödül ve lütuf olarak görünen şeyleri elde edebilirler. Bu, geçici bir görünümdür. Uzun vadede kötü kimse, katlanarak artan kendi kötü eylemlerinin sonucunu görecektir:

“Sonra o kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini yalan saydılar ve onlarla alay ediyorlardı.” [921] Bu akıbet, kötü kimsenin sadece ilahî me­sajı reddetmesinden değil iyi olan ile gülerek alay etmesi ve diğer­lerini de saptırmasından kaynaklanmaktadır. [922]

Alaycı kimseleri ölümden sonraki hayat realitesi ve Allah'ın peygamberlerinin tebliğ ettiği manevî hakikatler onları kuşatacaktır: [923]

“Öyle ki, yaptıkları amellerin kötülükleri karşılarına çıkmış ve alay edip durdukları şeyler, kendilerini sarmıştır.” [924] Alaya aldıkları şeyin çevrelerindeki realiteler; peşine düşmekte çok ısrarlı olduklarının da sırf yalan ve beyhude şeyler oluşunun farkına varmaları ne ka­dar da onur kırıcı olacak. [925] Alaylarının karşılığı olarak azap inmiş ve onları kuşatmıştır. [926]

Önemsemedikleri, şüphelendikleri ya da gülüp geçtikleri rea­lite onları çevreleyecektir: [927]

“Derken yaptıkları amellerin kötülüğü göz­lerinin önüne serildi, alay edip durdukları şey (ahirette) onları kuşatıverdi.” [928] Bu şekilde cezalandırılmalarının nedeni Allah'ın karşılarına diktiği hüccetlerini alaya almalarıdır. [929] Peygamberlerle alay eden kimselerin bu tavırlarında maddi durumlarının iyi oluşu ve malının kendilerini ebedi yaşatacağını sanmalarıdır. Ancak onları kalplere işleyen cehennem beklemektedir. [930]

Manevi hakikatlerin alay ile reddedilmeleri, onlarla alay eden­leri kaçınılmaz şekilde etkileyecek ve ölüm sonrası hayatları üze­rinde yıkıcı bir etki yapmakla kalmayıp toplum içindeki bir ço­ğunluk tarafından inatla sürdürüldüğü takdirde toplumların manevi/ahlakî temellerini ve bu suretle dünyevi mutluluklarını ve hatta bazen fiziksel varlıklarını da tahrip edecektir. [931]

Önceki toplumlar elçilere muhalefet etmek ve onların getir­diklerini yalanlamak suretiyle kendilerine zulmetmişlerdir:

“Bu­nun için, sonunda yaptıklarının cezası başlarına felaket oldu ve alay edip durdukları o azap, kendilerini kuşattı.” [932] Bu sebepledir ki bu fiillerine karşılık Allah'ın azabına uğramışlar ve alay etmiş ol­dukları elem verici azap, en sonunda onları çevrelemişti. Çünkü Peygamberler onları Allah'ın cezalandırması ile tehdit ettiğinde onlar, peygamberlerle alay etmişlerdi. [933] Yaptıkları nedeniyle Al­lah tarafından cezalandırıldılar. Allah'ın azabıyla uyardığında rasullerle alay edenleri acı verici bir azap çepeçevre sardı. [934] Böy­lece Alay etmelerinin karşılığını aldılar. [935] Öncekiler de Mekkeliler gibi şirk ve yalanlama içindeydi. Allah onları yok ederek zulmetmedi. Sadece kötü eylemlerinin karşılığı olarak isteklerini yerine getirmiş oldu. [936] Kureyşli müşriklerin yaptıkları kötü ey­lemleri yapan önceki toplumlara yaptıklarının cezası ve âsi tavır­larına karşı ilahî öfke ulaştı. Alay ettikleri şey konusunda Al­lah'ın azabı onlara hak oldu. Azap, Allah'a gereği gibi iman edenler hariç gönderildi. [937] Ceza ya da azap, bile bile işlenen hata ve günahların doğal ve kaçınılmaz bir sonucundan başka bir şey değildir. Bu nedenle günah işleyen kişi, kendi ruhanî ya da manevî bütünlüğünü tehlikeye attığına göre, aslında kendi kendine zul­mediyor ya da kendi kendine haksızlık yapıyor demektir ve bunun sonucuna da katlanması, hak ettiği azabı ya da cezayı çekmesi ge­rekir. [938]

Kötülük ve inkarcılık bu dünyada mevcutsa, sabırsız olmama­lı ve inancımızı yitirmemeliyiz. Böyle şeylere izin verilmesinin en büyük hikmet ve iyiliğin sahibi olan ama hikmetini ve iyiliğini tam olarak kavrayamayacağımız Allah'ın evrensel planı ve amacının bir parçası olduğunu bilmeliyiz. [939] Allah'ın âyetlerini yalan sayanla­rın ve onlarla alay edenlerin sonu çok kötü olmuştur. [940]


[854] Hud: ll/8.

[855] Zemahşerî, II, 367.

[856] Mücahid bkz.: Taberî, VII/2,12.

[857] A.g.e., VII/2,11.

[858] Meraği, a.g.e., XII, 7.

[859] Esed, a.g.e., s. 423.

[860] Doğrul, Ömer Rıza, Tanrı Buyruğu, İstanbul, 1934, s. 319.

[861] Taberî, XVI/2, 161; Taberî'nin bu yorumuna İbnu Kesir de katılır bkz.: İbnu Kesîr, VII, 49.

[862] Sad: 38/16.

[863] İbnu Kesîr, VII, 49.

[864] Esed, a.g.e., s. 328.

[865] Hicr: 15/11.

[866] Râzî, VII, 125.

[867] Doğrul, a.g.e., s. 379.

[868] Meraği, a.g.e., XIV, 10.

[869] İbnu Kesîr, IV, 445.

[870] “Biz o küfrü suçluların kalbine işte böyle sokarız.” Hicr: 15/12.

[871] Nisa: 4/140.

[872] Zemahşerî, II, 565.

[873] A.g.e., II, 566.

[874] Taberî, VIII/2, 13.

[875] A.g.e., V/l, 204.

[876] Zemahşerî, II, 8.

[877] Enam: 6/10.

[878] Râzî, IV, 487.

[879] Taberî, V/l, 204.

[880] Îbnu Kesîr, III, 237.

[881] Meraği, a.g.e., VII, 82.

[882] Râzî, VII, 124.

[883] Yazır, a.g.e., IV, 2992.

[884] Rad: 13/32.

[885] Zemahşerî, II, 511.

[886] İbnu Kesîr, IV, 383.

[887] Râzî, VII, 44.

[888] Ali, a.g.e., s. 291.

[889] Doğrul, a.g.e., s. 186.

[890] Enbiya: 21/41.

[891] Râzî, VIII, 146.

[892] Zemahşerî, III, 116.

[893] Taberî, X/l, 39.

[894] İbnu Kesîr, III, 131

[895] Maide: 5/57.

[896] Taberî, IV/2, 391.

[897] Maide: 5/58.

[898] Taberî, IV/2, 393.

[899] Zemahşerî, II, 637.

[900] İbnu Kesir, III, 132.

[901] Enam: 6/5.

[902] Râzî, IV, 484.

[903] A.g.e., IV, 483.

[904] Zemahşerî, II, 6.

[905] Taberî, V/1,198.

[906] Şuara: 26/6.

[907] Zemahşerî, III, 291.

[908] Râzî, VIII, 491.

[909] Saffat: 37/12. Dirilmeyi inkâr ediyorlar. (şaşıyorsun) kelimesinin dammeli okuyanlar da olmuştur. Bu durumda âyet şu anlama gelir: “Nasıl oluyor da ayetle­rimle bilgisizlikleri ve inatlarıyla kullarım alay ediyorlar?” O zaman da şaşırmanın Allah'a atfının uygun olup olmadığı akla gelir. Bu okuyuş doğru kabul edildi­ğinde meselenin büyüklüğüne dikkat çekilmiş olur. Allah'ın apaçık ayetlerinden birini görecek olsalar birbirlerini onunla alay etmeye teşvik ederler bkz.: İbnu Kesîr, VII, 6.

[910] İbnu Kesir, VII, 6.

[911] Taberî, XI/1, 79.

[912] Zemahşerî, III, 291.

[913] Şuara: 26/6.

[914] Kutub, Fî Zilâli'l-Kur'an, VII, 583.

[915] Hicr: 15/88.

[916] Râzî, VII, 165.

[917] Hicr: 15/95-96.

[918] Taberî, VIII/2, 93. Said b. Cubeyr, bu kimselerin Velid b. Muğire, Âs b. Vail, Ebu Zem'a, el-Haris b. Aytele ve Esved b. Kays adlı Kureyşli beş çete lideri olduğunu söylemiştir, bkz.: Taberî, VIII/2, 95.

[919] Meraği, a.g.e., XIV, 47.

[920] İbnu Kesir, IV, 469.

[921] Rum: 30/10.

[922] Ali, a.g.e., s. 1053.

[923] Esed, a.g.e., s. 947.

[924] Zümer: 39/48.

[925] Ali, a.g.e., s. 1252.

[926] Zemahşerî, IV, 128.

[927] Ali, a.g.e., s. 1363.

[928] Casiye: 45/33.

[929] İbnu Kesîr, VII, 257.

[930] Hümeze: 104/1-9.

[931] Esed, a.g.e., s. 225.

[932] Nahl: 16/34.

[933] Îbnu Kesîr, IV, 488.

[934] Meragi, a.g.e., XIV, 78.

[935] Râzî, VII, 203.

[936] Zemahşerî, II, 580.

[937] Taberî, VIII/2, 137.

[938] Esed, a.g.e., s. 534.

[939] Ali, a.g.e., s. 638.

[940] Rum: 30/10. Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 136-147.