๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 07 Şubat 2011, 15:24:30



Konu Başlığı: İlgi ve Alâka
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Şubat 2011, 15:24:30
8- İlgi - Alâka

 İlgi, heves, alâka, iştiyak, tecessüs ve merak mânâlarında kullanılmaktadır. Tanımı ise şöyledir, bi­zim dikkatimizin, zihnimizin ve irâdemizin kuvvetli bir duygu ile beraber, önünde duran yahut düşüncede hayalde vs. olan bir sey için merakı, düşkünlüğü, sevgısıdır. [492] Başka bir tfâde ile''ilgi, canlı-cansız, maddî-manevî değerine göre seçilen ve genellikle dikkatli, şuurlu ve iradeli olarak beli objelere, olaylara, fikirlere, kişilere v.b. karşı zihni ve ruhi bir katılış ve yöneliştir." İlgiyi, "kişinin [493] dişini tamamen kaptırması, bir an için kendisini ve meşgul olduğu şey dışında herşeyi unutması" şeklinde tanımlayan­lar da vardır. [494]

İlgi tanımını tahlil ettiğimiz zaman şu şartlarla karşı­laşırız:

1- Bir obje olacak ve bu obje bizim zihnimizi ve dikkati­mizi etkileyecek;

2- Biz o objeden hoşlanacağız; onu seveceğiz;

3- Ona ulaşmak, onu elde etmek isteyecek, ona koşaca­ğız. [495]

İlgi önemli bir motivasyon kaynağıdır. İlgi olmadan bil­gi olmaz. Öğrenme olayında yapılacak ilk şey. Öğrenecek olan kimsede öğreneceği şeye karşı bir ilginin oluşturulmasıdır. Atalarımız "Aşk olmadan megk olmaz" derken bu önemli noktaya dikkat çekmişlerdir. Öğrenecek kimsede "öğrenme ve kavrama merakı ve iştahı uyandırılmadıkça, hiçbir za­man geniş ve zengin bir tecrübe sahibi olunamaz. Bu tecrübe olmayınca, yanılmaktan, iğreti hüküm vermekten kurtulamayız." [496] Bir öğretmenin dersine başlamadan önce yapma­sı gereken şey öğrencilerinde, söyleyeceği şeylerle ilgili bir fikrin bulunup bulunmadığını kontrol etmektir. Şayet öğren­cilerde öğretmenin söyleyeceği şeylere karşı bir alâka yoksa bütün emekler boşa gidecek demektir. [497] Bu durumda ya­pılması gereken şey öğrencilere anlatılacak konu ile ilgili bil­gi vermek, konu ile çocuklar arasında canlı bir alâka kur­maktır. Öğretmen işini bilirse bu zor bir iş değildir. Okulla­rımızda üç ders vardır ki yakın zamanlara kadar angarya kabul edilir, hatta onlardan kırık not almak isyana sebep olurdu. Müzikten kırık not alan çocuk "ben müzisyen mi ola­cağım!" diyerek isyan ederdi. Durum veli için de aynıydı. Müzik dersinden kırık almış bir öğrencinin karnesini ders hocasının huzurunda yırtan okul müdürünü ben gördüm. Resim ve spor dersleri de bu tür talihsiz derslendendi. Özel Alman Lisesinde çalıştığım sürelerde bu üç dersin en önemli derslerden olduğunu müşahede ettim. Bu dersler neden bir okulda çok önemliydi de başka okullarda angaryaydı? Bunun sebebi açıktı:

Bir okulda çocuk için bu derslerin önemi vurgulanmış, diğer okullarda ise önemsizliği anlatılmıştı. Anlatılsaydı ki ruh kabalığından kurtulmanın yolu duygu eğiti­minden geçmektedir. Ve insana bu eğitimi verecek olan derslerin başında bu dersler gelmektedir; yani adam olmak için bilmenin yetmeyeceği, bilgi ile duygu dengesinin kurulması gerektiği anlatılsaydı, çocuklar kendilerine okutulmakta olan hiçbir derse tepki göstermeyecek, aksine onlarla yakın alâka kuracak, o dersleri öğrenmeye çalışacaklardı. Nitekim "palas" dersler olarak kabul edilen bu üç ders son zamanlar­da irtifa kazanmaya başladı. Tabiî bu sadece öğretmenin de­ğil, toplumun ve devletin de meselesidir. Kısa vadeli, mode tercihlere angaje olan toplumlar ufuklu insanlar yetiştire­mezler. Okullarımız mânâ ve muhtevası zengin olan her der­sin hayatî önem taşıdığını öğrencilere anlatmalı ve benim­setmelidirler. Spor, resim ve müzik dersleri irtifa kazandı ama ortaya başka talihsiz dersler çıktı. Din, felsefe, tarih ve edebiyat derslerinin okullarımızda yeterli alâkaya mazhar olduğunu söyleyebilir miyiz? İnsan sadece ekonomik bir ya­ratık mıdır?

"Bilim merak etmekle başlar..." diyen M. Haris Aiberg, şöyle devam ediyor:

"Merak öğrenmektir. Öğrenmediğiniz ve açıklayamadığınız, içinizde bir ukde gibi durur. Sonsuzluk kulesinin en dibinde bu merak bizi dürter durur:

Bitişikteki komşumuzda ne var? Karşı dağın ardında ne var. Karşı kıyı­da ne var? Ayda ne var? Öteki gezegenlerde, engin uzayda ne var?" [498] Meraklar soruları, sorular keşifleri doğurur. Dikkatli bir bakış merakın meyvesidir. Arkasından bilim ge­lir.

Mustafa Şekib Tunç, "Terbiyenin vazifesi zayıf alâ­kaları kuvvetlendirmek, aşağı alâkaları yüksek alâkalarla bastırmağa çalışmaktır" [499] diyor. Ya alâka hiç yoksa? O za­man şu cümleyi ilâve etmek gerekiyor:

Terbiyenin bir vazife­si de öğrenme konusuna karşı alâka uyandırmaktır. Evet terbiye, çocuklarda yeni alâkalar da uyandırmalıdır.

Hiçbir temayül ve alâkanın uyanmadığı hallerde dikkat hiçbir noktada yoğunlaşmayacağı için "faaliyet kesilir, uzvi­yet gevşer, uyku gelmeye başlar. [500] Bunun arkası yayla dö­nemidir.

Şayet çocukta ilginin varlığını ve yönünü kavramış, onun ilgî duyduğu şeylere eğilmeyi becerebilmişsek çocuğun zihninin dâima açık olduğunu göreceğiz. Bu durumdaki bir çocuk "okuduğu şeyleri sadece tekrar edecek yerde, anlamını kavramaya da hazır hale gelmiş" [501] olacaktır.

Kerschensteiner'e göre gerçek bir ilgi bireyin bedenî, ahlâkî ve zihnî ihtiyaçlarından doğar. Bu ihtiyaçlar duyulmadığı takdirde eşyanın değerini ortaya çıkaran etki ve tec­rübeler gerçekleşemez. [502]

İlgi doğuştan veya sonradan, dolaylı veya dolaysız, na­sıl olursa olsun ferdin ihtiyaç ve beklentilerine veya kaygıla­rına cevap veren objeye yönelikse aktif olabilir. [503]

Gerçek ilgi daima kendiliğinden uyanır; daima duygu­sal bir karakter taşır. Nefret edilen, can sıkan bir şeyle ilgilenmek için gösterilen iradî bir çaba gereksiz bir azaptan farksızdır. Kerschensteiner'e göre tecessüsü dıştan uyandır­mak da mümkündür. Dikkat bu şekilde de çekilebilir. "Ne varki ilgi bizim için bir temâşâ hali değildir; en yüksek dere­cede aktif bir haldir. Bunun temelinde, doğuştan gelen ya da sonradan kazanılmış bir temayül dâima mevcuttur." [504]

Öyle istenmeyen alâkalar vardır ki, bunları yok etmek veya susturmak mümkün değildir. Bu durumda yapılacak şey daha güçlü bir alâka uyandırmak ve onun yardımına sığınmaktır. Öğretmen, vereceği yeni bilgilerle geçmiş bilgiler arasında alâka kurabildiği takdirde başarılı olur. Alman filo­zofu Herbart, "Bir dersin iyi hazırlanmış sayılabilmesi eskisi ile yenisi arasında karşılıklı münâsebetler kurulmasına bağlıdır" [505] diyor.

Alâkalarda transfer (aktarma) de mümkündür. Bazı in­sanların dostlarının, bazı öğrencilerin, öğretmenlerinin alâkalarını paylaştıkları görülmüştür. [506] Öğretmen bura­dan hareketle öğrencileri için, şahsında ilgi odakları oluştur­malıdır. Çocukları, başarılı bir eğitim sürecinden geçen bir öğretmene, "Ne yapıyorsun ki çocukların bu kadar başarılı oluyor?" şeklinde bir soru sormuş, karşılığında, "Hiçbir şey yapmıyorum, onlar sadece karşılarında devamlı okuyan bir baba görüyorlar" şeklinde bir cevap almıştım. Öğretmen, öğ­rencilerine model oluşturabilecekleri ilgi odakları da bulabi­lir. Öğrencisini zengin bir kültür ortamı içine çekebilir. Unutmayalım ki, "Balık gölünde büyür."

Kerschensteiner, parçaya karşı duyulan bir ilgiden bü­tüne, bütüne karşı duyulan bir ilgiden parçaya geçilebileceğini söylüyor. [507] Hayatımızda, bir Japon'u sevdiği için bü­tün Japonlara ilgi duyan, bir çiçeği sevdiği için botaniğe merak salan insanlar görmüşüzdür. Tabiî bunun tersi de mümkündür.

İstikrarsız bilgiler sahibini mutlu edemeyeceği gibi ça­lışmayı, başarmayı da engeller. Lise son sınıfa gelmiş, o za­mana kadar herhangi bir mesleğe ilgi duymamış veya karar­sız kalmış öğrenciler genellikle başarısız, huzursuz öğrenci­lerdir. Aksine orta birinci sınıfta fizikçi olmaya karar vermiş çocuklar, öğrenim hayatlarında daha başarılı olmuşlardır. İl­gilerin kararsızlıktan kurtulması kökleşmelerine bağlıdır. Kökleşen alâkalar ise bir istidadı, bir kabiliyeti müjdelerler. Çünkü insanlarda çalışma azmi ve şevki bu sayede oluşacak­ta. [508]

Zihnî yorgunluklar yeni alâkalarla giderilebilir. Çünkü yeni alâkalarla birlikte enerji tazelenmektedir. Tunç, yorgunluktan yılınmadığı, konuya karşı alâkalar tazelendiği takdirde gayret ve cehdiri yeniden canlanabileceğini söylü­yor. [509]

Keza tembellik de bir alâka meselesidir. Şayet tembel­lik fizik bir rahatsızlıktan kaynaklanmıyorsa o konuda ya bir alâkanın uyanmamış olmasını veya uyandıysa bile çok-zayıf ve sathî olduğunu düşünebiliriz.

Çocukluk çağında tecessüsten kaynaklanan ilgi zengin­liği bizi aldatmamalıdır. Bu alâkaların çoğu, zamanla kurur gider. Çocuğun genel şartlarına uygun olanlar varlıklarını sürdürürler. Meselâ, çocuğa "büyüyünce ne olacaksın?" dedi­ğimizde doktor olur, pilot olur, mühendis olur, avukat olur. Aklına ne, geliyorsa sayar. Fakat zamanla kendi özel yeteneklerini farkeder, ihtiyaçlarını düşünür, aile, öğretmen ve sosyal çevrenin etkisi altında kalır ve bu bir yığın ilgi alanını daraltır. Burada öğretmenin ve geniş anlamda çevrenin ya­pacağı iş, çocuğun kişiliğini etkileyici müdâhelede bulunma­mak, ona sadece rehberlik etmektir. Öğretmenlik hayatımda çocuğunun ilgi alanını kendisi belirleyen, hatta ona meslek icâd eden anne babalar bilirim. Bilmediğim, anlamadığım, sevmediği bir meslekte insanın nasıl başarılı olacağıdır.

Çocuklarına meslek seçen anne babaların davranışları nasıl gerçekçi değilse, bazı gerçeklerin seçtikleri meslekler veya ilgi alanları da gerçekçi olmayabilir. Bu durumda yu­karda da söylediğimiz gibi anne, baba ve öğretmen ılımlı bir yaklaşımla ona rahberlik etmeli, neyi yapabileceğini, neyi yapamayacağını ona anlatmalıdırlar.

Bireysel ilgiler olduğu gibi kollektif ilgiler de vardır. Her ikisi de insan hayatının vazgeçilmez eğilimleridir. Birin­cisi bireyin, dolayısıyla toplumun yükselmesini sağlarken, ikincisi kollektif şuurun oluşmasını, birlik ve beraberlik için­de yaşamayı, paylaşmayı, sosyal insan tipini ortaya çıkarır. Müşterek ilgi alanları olmayan insanlar yalnız insanlardır. Çoğulculuğa yönelen çağın, böyle yalnızlığa mahkum olmuş insanlara ne vereceği tartışılabilir.

Bütün ilgiler aynı düzeyde değildir. Aşağı olanları var­dır; yüksek olanları vardır. Kuvvetli olanları vardır; zayıf olanları vardır. Hülâsa cılız bir ilgiden ihtiras ve iptilâya ka­dar uzanan alâkalar vardır. Bunlar içinde yüksek olanlar aşağı olanlara, kuvvetli olanlar zayıf olanlara hâkimdir. [510]

İnsan ilgisi ve merakına konu olmayan her iş angarya­dır. Çünkü istenmeden yapılır. Dolayısıyla yorucu ve bıktırı­cıdır. Hoşlanarak tenis oynayan bir sporcu halinden son de­rece memnun olduğu halde, aynı enerjiyi harcayarak yaptığı başka bir işte çabucak yorulup usanabilir. Aynı işi bir daha yapmak istemez. Sebebi, birinci işe ilgili ve iştahlı olduğu halde ikinci işe ilgisiz ve iştahsızdır. O halde eğitimciler eğit­tikleri kimselerde makûl ve makbul alâkalar uyandırmalı, onları kötü ve istenmeyen ilgi alanlarından uzak tutmalıdır. Görevini yapan her insan bir spor heyecaniyle yapmalı, mut­luluğu yaptığı işin içinde bulmalıdır. Eğitimci bütün bunları yaparken aşırılıklara düşmemelidir.

Yaşamak, mutlu ve onurlu yaşamak mücâdeleyi gerek­tirir. Kolaycı, beleşçi bir hayatı yasamak onurlu insanların işi olmasa gerektir. Bu ise bir azmi, bir cehdi zorunlu kılar. İnsanın bu zor işte muhtaç olduğu güç ve kuvvet, kaynağını ilgi, merak ve meramdan alır. "Bunlar yoksa uzvî kuvvetler ne olursa olsun sakîl maddiyetin tabiî kanunu olan atâlet hüküm sürer." [511]

Aiberg, Kur'ân'a tercüman olarak şunları söylüyor:

''Önce merak ederiz. Meraktan bilim doğar. Bilim bizi "Allah'ın yarattıkları üzerinde düşünmeye" götürür. [512] "Bu in­sanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildi­ğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?" [513]

"İnsan, yiyeceğine bir baksın." [514]

"Öy­leyse insan neden yaratıldığına bir baksın." [515]


492] Ziya Dalat, Çocuk ve Genç Ruhu, s. 241; Kerim Yavuz, a.g.e.,

[493] Yavuz, Çcukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişimi, s. 64.

[494] V. Rasmussen, "Dikkat ve Hafıza", Çağdaş Pedagojiden Seçme­ler, s. 78.

[495] Datât, a.g.e., s. 241.

[496] J. Leif - G. Rustin, Genel Pedagoji, s. 279

[497] M. Sekip Tunç, a.g.e., s. 89.

[498] M. Hans Aiberg, Arzdan Arşa Sonsuzluk Kulesi, İstanbul 1987, c.I, B. I, s. 23.

[499] Tunç, a.g.e., s. 89

[500] Tunç, a.g.e., s. 88

[501] J- Leif - G. Rustin, Genel Pedagoji, s. 235.

[502] J. Leif- G. Rustin, a.g.e., s. 231.

[503] J. Leif-G. Rustin, a.g.e., s. 230.

[504] J. Leif- G. Rustin, a.g.e., s. 230.

[505] Tunç, a.g.e., s. 89.

[506] Leif, J. Rustin G, Genel Pedagoji, s. 231, 232.

[507] Leif, J. Rustin G., a.g.e., s. 231.

[508] Tunç, a.g.e., s. 96.

[509] M. Sekip Tunç, a.g.e., s. 94, 95.

[510] Tunç, a.g.e., s. 89.

[511] Tunç, a.g.e., s. 95.

[512] M. Hans Aiberg, Arzdan Arşa Sonsuzluk Kulesi, c. I, B. I, s. 32.

[513] Gâşiye: 88/17-20.

[514] Abese: 80/24.

[515] Târik: 86/5.