๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 21 Mart 2011, 22:37:41



Konu Başlığı: İlahi Kanunların Hikmetleri
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 21 Mart 2011, 22:37:41

 
İLAHİ KANUNLARIN HİKMETLERİ (SÜNNETULLAH)

 İçindeki bütün bitkisiyle, canlı-cansızıyla, insanıyla, gök cisimleriyle; bütün mevcudatın yataklık ettiği şeylerle; gece ve gündüzün birbirini takib etmesi, yanardağların patlaması, rüzgarın esmesi ve yağmurun yağması gibi bütün kevnî hadiseleriyle; fena, beka, za'f, kuvvet, çöküş, yükseliş, saadet ve şekavet gibi insan için söz konusu olan; yine ana karnındaki oluşumu ve yaratılış safhalarıyla insan için arız olan halleriyle âlem ve âlem içinde meydana gelen hâdiselerin hiç biri kör bir tesadüfün eseri değildir. Bilakis bütün bunlar hassas, değişmez, sürekli ve umumî bir kânun uygun bir tarzda oluşup meydana gelmektedir. Hiç bir şey o kânunun hüküm ve irâdesi dışında değildir. [1]

 Bu Umumî Kânunun Birinci Yönü:

 İşaret ettiğim bu umumî kânunun iki yönü vardır:

Birinci Yön:

Bu, öyle bir kânundur ki, bütün maddî oluşumlar ve canlılar âlemi; fizikî oluşumlarında o kanuna boyun eğerler. Yine insanın fiziksel yapısı ve bu yapının devamını sağlayacak şeyler, ihtiyarlık, hastalık, organların hareketi ve büyümesi gibi insanda ortaya çıkan değişimler de o kanuna boyun eğer. Derim ki, kâinatı ilgilendiren fiziksel olayların ve bahsettiğimiz şeylerin o kânuna boyun eğmesinde ilim erbainin ihtilafı yoktur.  [2]

 Umumî Kânunun Varlığının Göstergesi:

 Umumî kânunun bu yönünün bulunuşu, Yüce Yaratıcı olan Allah'ın (c.c.) varlığına işaret eden delillerin en büyüğüdür. Çünkü cansız, kör bir maddenin şu mevcudat için böyle hassas bir kânunu koyması düşünülemez. Mâkul ve makbul olan, böyle bir kânunu bu mevcudatı ancak yaratanın koyduğudur, ki O da Allah (c.c.)'dir. [3]

 Kânunun Kur'andaki İfadesi:

 Kur'ân, bu kânunun bu yönüne bir çok âyette işaret eder:

Şu âyet bu kabildendir:

"Güneş de kendi müstekarrı (yâni konulmuş olduğu yer) için akıp gider. Bu, üstün ve bilen (Allah)'ın takdiridir. Ay'a da konaklar takdir ettik. Nihayet o eski bir hurma dalı gibi döner. Ne güneşin aya erişmesi kendisine yaraşır, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir yörüngede yüzmektedirler." [4]

Şu âyet de, insanın yaratılışı ve bu kânunun bu yönüne boyun eğişini gösterir:

"Andolsun biz insanı çamurdan (meydana gelen bir süzmeden) yarattık. Sonra onu bir nutfe (sperma) olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra o nutfeyi alâka (embriyo) ya çevirdik, alâkayı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah ne yücedir." [5]

İnsanın yaratılışı ve ana karnında geçirdiği safhaların tamamında bu umumî değişmez kânuna tâbi olduğu apaçıktır. [6]

 Bu Kânunun Belirgin Özelliği Değişmezlik Ve Sürekliliktir:

 Bu kânunun en önemli özelliklerinden birisi, hükümlerinin genel geçerliliği ve bu kânun kapsamına giren olaylara sirayet edici olmasından dolayı değişmez ve sürekli oluşudur.

Yeryüzünün yağmurla dirilmesi ve onunla yeşermesi bu kânun gereğidir.

"Ölü toprak, onlar için bir âyettir (ölüleri nasıl dirilteceğimize işarettir): Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkardık da ondan yiyorlar." [7]

Güneş ve Ay'ın hareketi, denizdeki gemilerin yürümesi de bu kânun gereğidir:

"Onlar için bir âyet de, onların evlatlarını dolu gemide taşımamızdır." [8] 

Allah'ın, dikkatleri fiziki manzaralara çevirmesi ve bunları, düşünen ve akledenler için rubûbiyet ve yaratıcılığının belgeleri olarak takdim etmesi, üzerinde durduğumuz birinci yönü ile bu kânunun değişmezliğini gösterir.

Kozmolojik olayların ahengi, bu değişmez kânuna boyun eğmesinden dolayı olmamış olsaydı, bakışların oraya çevrilmesi ve Allah'ın âyetlerinden sayılması doğru olmazdı.

Bu âyetlerden birisi şöyledir:

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyıp giden gemilerde, Allah'ın gökten su indirip onunla ölmüş olan yeri dirilterek üzerine her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için (Allah'ın varlığına ve birliğine) deliller vardır." [9]

Şu âyetler de bu kabildendir;

"Allah'tır ki deniz( size boyun eğdirdi, tâ ki gemiler onun içinde buyruğuyla akıp gitsin ki, siz O'nun kereminden (nasibinizi) arayasınız da şükredesiniz." [10]

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size boyun eğdirdi. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır." [11]

Allah'ın denizi, yerde ve göklerde olanı musahhar kılışı (boyun eğdirişi) insanların faydası içindir. Bu da ancak onların musahhar kılınan şeylerden nasıl faydalanacaklarını bilmeleriyle olur ki, bu da insanların, varlık aleminin boyun eğdiği, varlığında ve gereğince faydalanma yollarında geçerli olan sabit umumî kânunu bilmeleriyle olur.

"Yeri kurumuş, ölmüş görürsün. Fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir." [12]

"Allah, gökten bir su indirdi, onunla yeri ölümden sonra diriltti, şüphesiz bunda işiten bir millet için âyetler (Allah'ın kudretine işaretler) vardır."[13]

 İnsanın Bu Kânunu Bilmesi:

 İnsanın, fiziksel oluşumu ve kozmolojik olaylar bakımından mevcudata ilişkin bilgisi, bütün bunları hükmü altına alan bu genel kânunla ilgilidir.

İnsan, bu umûmî kânunun ayrıntılarını ve cüz'iyyâtını bildiği nisbette ondan istifade eder. O bu kânundan bir şey değiştiremez. Ancak tafsilât ve çoğu cüz'iyyâtını Allah'ın verdiği bilgi cihazları aracılığı ile ciddi bir şekilde bilebilir ve bu bilgisini genişletebilir. O halde bu cihazlar nelerdir? [14]

 Bu Kânunu Bilmemize Yarayan Malzemeler Cihazlar:

 Bu umûmî kânunu bilmemize yarayan araçlara şu âyet işaret ediyor:

"Allah sizi annelerinizin karnından çıkardı (ğı zaman) hiç bir şey bilmiyordunuz, size işitme (duyusu), gözler ve gönüller verdi ki şükredesiniz." [15]

Zemahşerî (538/1143) bu âyetin tefsirinde şöyle der:

"(Size verdi): Yâni, Allah (c.c), doğarken mevcûd olan cehaletinizi gidermek ve ilim elde ederek onunla

amel etmeniz için bu cihazları sizde yerleştirdi." [16]

Kurtubî (671/1273) ise bu âyeti şöyle tefsîr etmektedir:

"Kendisiyle bilip anladığınız (kulaklar, gözler ve kalpleri sizin için yarattı)" [17]

 Umumî Kânunu Bilmenin Yolu:

 Allah'ın insanda yerleştirdiği cihazlarla (kulaklar, göz ve gönüller) kânunu bilmenin yolu, alemde var olanı ve onun fiziksel olaylarını hükmü altına alan kuralları araştırmak için, öncelikle bu kânun ışığında müşahede, nazar, düşünme ve neticeye varmaktır. Bu âyetin tefsiri ile ilgili Âlûsî (1270/1553) şöyle der:

"Bunları sizin için kendisiyle ilim ve marifet elde edeceğiniz cihazlar olarak yarattı. Şöyle ki, eşyanın cüz'iyyâtını şuurlarınızda hissediyor, kalblerinizle (akıllarınızla) anlıyor, tekrar tekrar dokunmakla eşya  arasındaki  ortaklık ve  zıddiyete vakıf oluyorsunuz. Böylece, eşyaya nazarla kesbî ilimler elde ederek bedîhî  ilimler  sizin  için  hâsıl oluyor. [18]

Allah'ın Hâlık-ı Azim Yüce Yaratıcı olduğuna insanların yakînleri artsın, O'nun her yarattığının bir dikkat ve intizâm içerisinde olduğunu, hepsininde Allah'ın emriyle, yâni O'nun koyduğu nizâma uygun olarak hareket ettiğini bilsinler diye Kur'ân-ı Kerîm Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeyler hususunda insanlara tefekkür/düşünme ve (ibretle) nazar etmeyi emrediyor.

İnsanı varlık âlemini incelemeye (nazar), hareket keyfiyetine, ve sırlarına vâkıf olmak için içindekiler hakkında düşünmeye davet eden âyetlerden biri de şöyledir:

"Göklerde ve yerde olanlara bakın! de; ama o âyetler ve uyarmalar, inanmayacak bir kavme yarar sağlamaz" [19] Birinci yön'deki umumî kânunu bilmede aslolan nazar müşahede (bizzat gözle görme), teemmül/düşünme, istikra (genel ve etraflı araştırma) ve tecârüb (deneme) dür. Bununla beraber, birinci yöndeki, umûmî kânun kapsamındaki ilmî hakikatlara Kur'ân'da işaretler vardır. Veya o işaretler Allah'ın, mahlukatının işlerini tanzîm etmek, irâde ve meşîetinin kapsamını ve kudretinin azametini beyân sadedinde belirttiği ilmî hakikâtların birer uygulamasıdır. Yağmurun oluşum keyfiyeti, inişi, nebatatın rüzgarla aşılanması bu kabildendir.

"Rüzgarları, aşılayıcı olarak gönderdik de gökten su indirdik, böylece sizi suladık. (Yoksa) siz, suyu depo edemezdiniz"   [20]

İnsanın hava boşluğuna her yükseldiğinde hava basıncının azalacağına işaret eden şu âyet de bu kabildendir:

"...Kimi de saptırmak isterse onun göğsünü, (o kimse) göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar." [21]

Bu, sapan insanın hâlini ve göğsünün daralmasını, göğe yükselen (yükseldikçe göğsü daralan) kimsenin haline benzetilmesinden anlaşılır.

Birinci yön'deki bu kânunu bilmek herkes için mubahtır. O bilgiyi kâfir ve müslümanların bir çoğu tarafından ciddiyetle, maharetle, araştırma, inceleme ve gayretle, bir çoğu tarafından da etraflı vukûfiyet ve kavrayışla elde etmek mümkün olmuştur. Bu ilim, herkes içindir. Müslüman olmaları itibariyle yalnız müslümanlara has değildir. Ancak onu öğrenmedeki kasdı ve ondan faydalanma tarzıyla farklılık söz konusudur. Çünkü müslümanın kasdı, bilgisi ve eşya ile faydalanma şekli, bütün bunlar İslâm şerîatının hükmü ile sınırlıdır. Böylece şeriatın serbest bıraktığı "Mubah", mecbur tuttuğu "Vâcib", nehyettiği "Mekruh" veya "Haram" olmuştur. [22]

 Umûmî Kânunun İkinci Yönü:
 
Bu da, insanlığın ferd, cemâat ve ümmetler olarak boyun eğdiği kânundur. Yâni, hayatlarında, bulundukları hallerde, bolluk, maişet/geçim darlığı gibi gidişat, fiil ve tasarruflarında, saadet, şekavet, azizlik, zelîllik, iniş, çıkış, kuvvet, za'f ve benzeri dünyâdaki toplumsal pozisyonlarda; bir de onlara âhirette azâb ve nimet gibi isabet edecek tüm hallerdeki boyun eğişle, bu kânunun hükümlerine uygunluğu kasdediyorum. Ki bu, bizim bu kitaptaki inceleme konumuzdur. [23]

 Bu Kânun İslâm Şeriatında Var Mıdır?
 
İkinci yönüyle bu kânun İslâm şeriatında var mıdır ki beşeriyet, gidişat ve hareketlerinde bu kânunun hüküm ve prensibleri ışığında ortaya çıkan neticelerinde ona boyun eğsin? diye sorabiliriz.

Cevab: İslâm Şeriatı, Kitâb-ı Aziz'iyle, Sünnet-i Nebevî'siyle, beşerin dünyâ ve âhirette muayyen neticeleri bulunan davranışlarının, gidişatlarının ve Allah'ın şerîatı karşısındaki durumlarının, hükmüne boyun eğdiği Allah'a ait bir "Umumî Sünnetin varlığını gayet açık olarak beyan etmektedir.

"Sünnetullâh'la bizim kasdettiğimiz, adı geçen Umumî Kânun'u mu kasdediyorsun?

Cevab: Bu, lügatta fakihlerin (fıkıhçıların/İslâm hukukçuları) ve tefsir âlimlerinin ıstılahında "Sünnetullâh"ı tarifimden sonra anlaşılır. [24]

 Sünnetullâh’ın Tarifi:

 "Sünnet" lügatta, iyi olsun, kötü olsun "yol, davranış" demektir. İbn Manzûr (711/1311)'un Lisânu'l Arab'ında olduğu gibi [25].

İbn Esir (606/1209)'in en-Nihâye'sinde ise: "Bu lafızda (Sünet) aslolan "yol, davranış, tarz ve adet" mânâlarında olmaktır. Mecûs Hadisi'nde de böyle kullanılmıştır:

Yâni, "Onlardan (mecûsiler) hristiyanların yolu üzere (aynı tarzda) cizye alarak onları da, kendilerinden cizye alınmasını kabul etmeleri halinde hristiyanların statüsünde değerlendirin. [26]

Fîrûzâbâdî "Sünnet" kelimesi hakkında şöyle der:

"Bu kelimede aslolan yol, gidiş, çığır mânâsına olmaktır. Şu hadis bu kabildendir: "Kim güzel bir yol (sünnet) açarsa!..." Yâni, Sünnet-i Hasene, güzel yol demektir. Nebi (a.s.)'in sünneti, kişinin seçip benimsediği ve üzerinde bulunduğu yol demektir. [27]

Şeyhu'l İslâm İbn Teymiye (662/1263) şöyle der:

"Sünnet, birinci benzerinde yapılanın aynısının ikincide de yapıldığını içeren bir âdettir. [28]

İmam Râzî (544/1149) ise tefsirinde şöyle diyor:

"Sünnet, dosdoğru yol, uyulan numunedir [29].

Tefsir-i Menâr sahibi Reşid Rızâ (1354/1935) da şöyle der:

"Sünen, sünnet kelimesinin çoğuludur. O da itaati altına alan yol, uyulan davranış, tâbi olunan nümûne demektir.[30]

 Tercih Edilen Tarif:

 "Sünnet" kelimesinin, "Tâbi olunan/tutulan yol" mânâsı etrafında dolaştığı düşünülünce, "Sünnetullâh" da manalarına gelir. Âdet ve fillerine, Allah'ın ve Peygamberlerin şerîatındaki durumlarına ve bunun dünyâ ve âhirette terettüb eden neticelerine ilişkin, Allah'ın beşere muamelesinde izlediği yol" anlamına gelir.[31]

 Sünnetullâh, Umûmî Kânundur:

 Beşerin fiillerine ve gidişatına ilişkin Sünnetullâh'ın (adet-i ilahi), söylediğimiz gibi, beşere muamelesinde, dünyâ ve âhirette üzerlerine terettüb eden muayyen neticelerde (sevâb ve ikâb) tuttuğu yol ve izleyegeldiği âdet mânâsına olduğu anlaşılınca, "Umûmî Kânun" diye isimlendirilmesi mümkün olan "Sünnet"in hüküm ve irâdesine beşerin fiillerinin ve gidişatının boyun eğmeleri itibariyle de "Sünnet" kelimesi Umûmî Kânun mânâsına geldiği anlaşılır.[32]

 Sünnetullâh, Değişmezlik, Ahenk Ve Evrensellikle Meşhurdur:

 Beşerin fiil ve gidişatını hükmü, altına alan Umûmî Kânun (Sünnetullâh) devam ettikçe değişmezlik/sebat, belli bir düzen içinde (ahenk) oluş ve evrensellikle şöhret bulur. Bu ise temel kânunla alâkalı bir özelliktir. Temel Kânun, sabittir, değişmez.

"(Bu), Allah'ın önceden geçen (millet) ler arasında- (uygulanan) kânunudur. (Peygamberlere karşı iki yüzlülük edenler öldürülürler). Allah'ın kânununu değiştirmeğe  (imkân)  bulamazsın."  [33]

"...Allah'ın kanununda bir değişme bulamazsın; Allah'ın kânununda bir sapma bulamazsın." [34]

Sünnetullâh birbiriyle uygunluk arzeder (ahenk içindedir). Geçmiş ümmetlerin başlarına gelen bizim de başımıza gelmesin, onların yaptıklarını yapmayalım, ibret ve öğüt alalım diye onların kıssalarını Allah'ın bize anlatması, Sünnetulah'ın belli bir ahenk içinde cereyan edegeldiğine delâlet eder. Kötü' amellerinden ötürü Beni Nâdir'in başlarına gelenleri anlattıktan sonra Allah'ın (c.c.) "İbret alın ey akıl sahipleri!" demesi buna bir misâldir.

Âlûsî (1270/1853) bu âyet hakkında şöyle der:

"Yâni, fikirlerin neredeyse şaşıracağı (karışık) sebeblerden ötürü Beni Nâdir yahudilerinin maceralarından dersler çıkarın. Öğütler alın. Onları o vartaya götüren küfür ve masiyetlerinden sakının. Onların, ahitlerini bozarak Allah'dan başkasına itimâd edişlerinden nefislerinize pay çıkararak ibret alın. Ki bu hâl, kendi elleri ve düşmanlarının elleriyle evlerinin dağılmasına ve zorla vatanlarından ayrılmalarına sebeb olmuştu. Öyleyse siz de sebeblere ve Allah'dan gayrisine itimâd etmeyip, sadece O'na tevekkül ediniz. [35] Şu âyet de bu kabildendir:

"Sizden önce de (Allah'ın kânunlaştırdığı) nice olaylar gelip geçti- Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcıların sonunun nasıl olduğunu görün." [36]

"Bu (Kur'ân) insanlara bir açıklama, (Allah'tan) korkanlara yeri gösterme ve öğüttür." [37]

Sünnetullâh, "Umûmîyet'le nitelenir. Yâni, herhangi bir müsamaha ve ayrıcalık söz konusu olmaksızın hükmün herkese geçerli olduğu "umumiyet/genellik". Nitekim şu âyet bu gerçeği ifade ediyor:

"Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan hayırlı mı? Yoksa kitablarda sizin için bir beraat (inkârınızdan dolayı size sorumsuzluk) mu var?" [38]

"Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Öğüt alan yok mudur?" [39]

Yâni, sizin kâfirleriniz, küfürleri sebebiyle helak ettiğimiz geçmiş ümmetlerin kâfirlerinden daha üstün, kuvvetli ve ayrıcalıklı değiller [40]

"(İş) ne sizin kuruntunuza, ne kitab ehlinin kuruntusuna göre olmaz. Kötülük yapan cezasını çeker ve kendilerine Allah'dan başka ne dost, ne de yardımcı bulamaz."  [41]

Yâni, "Kötülük işleyen cezasını görür. Çünkü ceza, "Sünnetullâh" olması hasebiyle amelin değişmeyen sonucudur. Sünnetullâh ise değişmez ve umûmî olup sadece belli fertlere veya kavme has değildir. Bu özellikleri olmasaydı (Kur'ân'daki) kıssaların anlatılmasının, geçmiş ümmetlerin haberlerinin ve onların başlarına gelenlerden ibret alınma isteminin bir anlamı olmazdı. Fakat, onların başlarına gelen iyi ve kötü hallerin, diğerleri yapınca onların da başlarına geleceği söz konusu olunca kıssaların anlatılması, ibret alma ve öğütlenme istemi hoş ve anlamlı olur.[42]

 Sünnetullâh'ı Bilmenin Yolu:

 Umumî Kânun'un ikinci yön'ü olan "Sünnetullâh"ı bilmenin yolu, Allah-u Azimuşşân'ın kitabına ve Nebiyy-i Kerîm'i, Hz.Muhammed'in (a.s.) sünnetine riâyet etmektir. Her ne ki, onlarda (Kitab ve Sünnet), var, Kavlu'l Fasl (Hakkı bâtıldan ayıran gerçek söz) odur. Bizim Sünnetullâh (yâni beşerî hadiselerin gereği ile cereyan ettiği genel kânun) diye açıkladığımız Kur'ân ve Sünnet-i Nebeviye, işte gerçek açıklayıcı/Hakk-ı Mübîn ve doğru /Kavl-i Sıdk budur.

"Allah'dan daha doğru sözlü kim olabilir?" [43]

Söz, bu Kânun-i Umumî'den haber veren hak sözdür.

"Allah'dan daha doğru sözlü kim olabilir?" [44]

 Çeşitli Kiplerle "Sünnetullâh"tan Haber Vermek:
 
Allah Teâlâ, bazan Sünnet'inden, yâni beşerin gidişatını, fiillerini ve onlara isabet eden (dünyevî ve uhrevî) durumları hükmü altına alan Umumî Kânun'undan haber veriyor. Verirken de "Sünnet" lafzının dışında bir ifadeyle haber veriyor. Sanki, muayyen bir neticeyi, muayyen bir özellik ve duruma göre, yahut muayyen bir sebeb veya şarta göre zihinlere yerleştiriliyor. Bu kip (sîğa) ile haber vermek ise, Allah'ın değişmeyen sünnetinden haber vermek oluyor. Şu âyetlerde olduğu gibi:

"İşte şu kentler; ne zaman zuîmettilerse biz onları helak   ettik"   [45]

"Bir millet, kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez".[46]

 Allah'ın Sünnetlerini Anlamanın Önemi:

 Allah'ın, Kur'ân-ı Kerîm'inde, Resûlullâh'ın da ha dişleriyle beyân ettiği "Kânunlar / Sünnetullâh"ı anlamak ve öğrenmek gerekir. Hatta, onları anlamak, incelemek cidder önemli ve dînen vâcib olan işlerdendir. Çünkü onları anlamak, dinin bir bölümünü anlamaktır.

"Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan ve müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik!" [47].

Âlûsî, bu âyetin tefsirinde şöyle der:

"(Her şey)'den murad, dinî işlere taalluk eden şeylerdir. Yâni, dinî meselelere ait olan şeyleri güzelce beyân için (gönderdik)... Ümmetlerin peygamberleriyle olan halleri de bu cümledir ("Şey" ifadesinin şümulüne dahildir)" [48].

Açıktır ki, ümmetlerin, Âlûsî'nin de haklı olarak önemsediği gibi, peygamberleriyle beraber olan halleri "din" kabilindendir. Bu haller, onların peygamberleriyle olan maceraları ve bu sebeble Sünnetullâh'a uygun olarak başlarına gelen ve Rabbimizin de bizden, onların durumlarına bakarak, öğüt ve ibret almamızı istediği hadiselerdir. Böylece, Allah'ın Sünnetlerini/değişmeyen kânunlarını bilmenin, dinin bir parçası olduğu ortaya çıkar. Veya bu Sünnetleri bilmek dinden bir parçayı bilmektir. Çünkü bu bilgi, zarurîdir. Dinî vecîbelerdendir. Zira bu, bize hayattaki gerçek ve doğru gidişatı gösteriyor. Hatta böylece hatâya, tökezlemeye, aldanışa ve aldatıcı arzulara mâruz kalmamış, bu sayede Allah'ın sakındırdığı şeylerden kurtulmuş, mü'min, muttaki kullarına va'd etiği şeylere de nail olmuş oluruz.[49]

 Bu Kitabı Te'liften Maksat:

 Bu kitabı yazmaktan maksat, Şerîat-ı İslâmiyenin kimi mânâlarını mü'minlere açıklamak, bu mânâları onlara göstermek için, aralarında (o mânâları) yaymak, şahsiyetlerini, özelliklerini; fert, ümmet, cemâat ve devlet olarak ne durumda olduklarını, Allah'ın beyan ettiği yollar ışığında, araştırmaya çağırmaktır. Ayrıca, yakînen bilsinler ki, dostları üzen, düşmanları sevindiren halleri, başlarına ve memleketlerine gelen musibetlerin hiç biri asla tesadüfi veya gelişigüzel değildir. Bilakis, yaptıklarının, ihmâllerinin, çâre arayıp bulmadaki kusurlarının kesin sonucudur. Ve yine yakînen bilsinler ki, içinde bulundukları kötü durumdan ebedî kurtuluş, ancak Allah'ın Sünnetlerinin gereğine tâbi olmakla mümkün olur. Başka şeylere veya o ilâhî kânunlara ters düşen şeylere ittibâ etmekle değil... Aynı şekilde bilsinler ki, değiştirmeyi gerektiren sebebleri hazırlamaksızın kötü durumunu değiştirmek isteyen kimsenin hâli, soğutmak için suyu ateş üzerine, yahut ısıtmak için kar üzerine koyan kimsenin hâline benzer.

Bu kitabın yazılmasında fazlaca akla dayanılmadığı gibi, sırf ilmî, teorik bir maksat da güdülmemiştir. Sadece dostlarıma ve müslüman kardeşlerime her yerde yüce İslâm'ın kimi hakikat ve değişmez kânunlarını tanıtmak ve bu bilginin zihinlerde gizli kalmaması için yazılmıştır. Tâ ki, Allah'ın, kötüden iyiye, zül bir hayattan şerefli bir yaşantıya, tâgûtlara, kâfir ve fâcirlere karşı küçük düşüren bağımlılıktan mü'minler için murâd ettiği izzete, üstünlüğe ve topyekün beşerin liderliğine değiştirmek ve dönüştürmek gibi sünnetlerinin gereğine uygun olarak, İslâm hakikatlarını, kendilerini ciddî, sağlam ve gayretli bir çalışmaya götüren muharrik bir güç yapsınlar..[50].

 Araştırmanın Metod Ve Bölümleri:

 Bu kitabtaki incelemenin konusu, âlemde, mahlûkatı hükmü altına alan Umumî Kânun'un ikinci yön'üdür. İkinci yön, beşeriyetin gidişatına, dünyâdaki fiillerine, dünyâ ve âhirette üzerlerine terettüb eden şeylerle alâkalı "Sünnetullâh" (âdet-i ilâhi)'tır.

Umumî Kânun'un Birinci Yön'üne gelince, Sünnetullâh ifâdesi, şer'î ıstılahımızda, onun mukabilidir. Fakat bu sünnet, eşyaya, görüntülere ve fiziksel olaylara taalluk eder. Ki, bundan temsîl (misâl vererek) ve istidrâd (atıfta bulunmak) yoluyla bahsedeceğiz. Bu ise, herhalde cidden azdır. Binâenaleyh kitabı, fasıllara (bölüm) ayırdım. Her faslın başlığını koydum. Bunu da faslın muhtevasına göre yaptım. Bu muhteva da, "Sünnetullâh"ın kapsamına giren bahislerdir. Bütün bunlar, kitabin konularını kavramak okuyucuya kolay olsun, karışıklığa düşmesin diyedir. Böylece kitabın bölümleri şu tarzda olmuş oldu:

1- Sebeb ve Müsebbeblerdeki Sünnetullâh (Sebeb'Kânunu)

2- Allah'ın Hidâyetine Tâbi Olmada ve Ondan Yüz Çevirmedeki Sünnetullâh {Hidâyet ve Dalâlet Kânunu)

3- Hak-Bâtıl Mücâdelisinde Sünnetullâh {Mücadele Kânunu)

4- Fitne ve İmtihanda Sünnetullâh (İmtihan Kânunu)

5- Zulüm ve Zâlimler hakkında Sünnetullâh (Zulüm Kânunu)

6- İhtilaf ve İhtilafa Düşenler Hakkında Sünnetullâh (İhtilâf Kânunu)

7- Benzeyenler ve Zıdlar Hakkında Sünnetullâh (Benzeşme ve Zıdlar Kânunu)

8- Nimetle Şımarıklık ve Nimetle Şımaranlar Hakkında Sünnetullâh (Nimetle Şımarıklık Kânunu)

9- Azgınlık ve Azgınlık Hakkında Sünnetullâh (Tuğyan ve Tuğyan Edenler Kânunu)

10- Küfrân-ı Nimet ve Nimetin Değişmesinde Sünnetullâh (Nimetler ve Değiştirilmesi Kânunu)

11- Günâh ve Kötülüklerde Sünnetullâh) (Günah ve Kötülük Kânunu)

12- Takva, İman ve Amel-i Sâlihte Sünnetullâh (Takva, İman ve Amel-i Salih Kânunu)

13- İstidracda Sünnetullâh (İstidrac Kânunu)

14- Tuzak ve Tuzak Kuranlar Hakkında Sünnetullâh (Tuzak Kânunu)

15- Dünyâ ve Ahireti İstemede Sünnetullâh (Dünyâ ve Ahireti Taleb Kânunu)

16- Rızıkta Sünnetullâh (Rızık Kânunu

17- Sertlik, Kabalık ve Yumuşaklıkta Sünnetullâh (Sertlik ve Yumuşaklık Kânunu) [51]


[1] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 9.

[2] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 9.

[3] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 10.

[4] Yâsîn: 36/38-40.

[5] Mü'minün: 23/12-14.

[6] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 10.

[7] Yâsîn: 36//33.

[8] Yasîn: 36//41.

[9] Bakara: 2/164.

[10] Câsiye: 45/12.

[11] Câsiye: 45/13.

[12] Hacc: 15/15.

[13] Nahl: 16/65. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 11-12.

[14] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 12.

[15] Nahl: 16/78.

[16] Tefsir-i Zemahşerî, c.2., s.624

[17] Tefsir-i Kurtubî, c.10, s.151. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 13.

[18] Rûhu'l Meânî, Tefsir-i Âlûsî, c.14, s.201

[19] Yûnus: 10/101.

[20] Hicr: 15/22.

[21] En'âm: 6/125.

[22] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 13-15.

[23] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 15.

[24] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 16.

[25] İbn Manzûr, Lisânu'l Arab, c.l, s.89

[26] İbn Esîr, en-Nihâye, Fî Garîbi'l Hadis, c.2, s.409

[27] Fîrûzâbâdî, Besâir Zevi't Temyiz Fî Letâifi'l Kitâbi'l Azîz, c.3,s.267-268.

[28] Şeyhu'l İslâm İbn Teymiye, Mecmûul Fetevâ, c.13, s.69

[29] Tefsir-i Razi, c.9, s.ll

[30] Reşid Rızâ, Tefsiru'l Menâr, c.4, s.140. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 16-17.

[31] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 17.

[32] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 18.

[33] Ahzâb:/62.

[34] Fâttr:/43,

[35] Âlûsî Tefsiri, c.28, s.41

[36] Âl-i İmrân: 3/137.

[37] Âl-i İmrân: 3/138.

[38] Kamer:54 /43.

[39] Kamer: 54/51.

[40] Kurtubî, c.15, s.145

[41] Nisâ: 4/123.

[42] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 18-20.

[43] Nisâ:4 /122

[44] Nisâ: 4/87. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 20.

[45] Kehf: 18/59.

[46] Ra'd: 13/11. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 21.

[47] Nahl: 16/89

[48] Âlûsî, c.14, s.214

[49] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 21-22.

[50] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 22-23.

[51] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 23-25.