๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 20 Mart 2011, 18:01:15



Konu Başlığı: İhtilaf ve İhtilafa Düşenler Hakkında Sünnetullah
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Mart 2011, 18:01:15
İHTİLAF VE İHTİLAFA DÜŞÜNLER HAKKINDA SÜNNETULLÂH {İHTİLAF KÂNUNU)

 İhtilafın Lügat Mânâsı:

 İhtilaf, lugatta, herkes birbirinden başka bir yol tutarak herhangi bir konuda anlaşamamak, söz birliği edememek, aynı olmamak demektir. Her aynı olmayan, aynı zamanda ihtilaf etmiş, karşı çıkmış, uyuşamamış ve ittifak edememiş demektir. Hilaf, ihtilaf kelimesinin ifade ettiği mânâya delalet eder. Karşı çıkmak demek olup daha geneldir. Her iki zıt aynı zamanda muhtelif olsa da, her iki muhtelifin zıt olması lazım gelmez. [1]

 İhtilafın İstilahi Mânâsı:

 Fakihlere göre, şer'i ıstılah (terim) olarak ihtilaf, insanların dünyâ ve âhirette kendisiyle mutlu veya mutsuz (şakavet) olduğu fikir ve görüşlerde, dinler, mezhebler ve inançlarda kullanılırdım.[2] Fakihlerin ıstılahında ihtilaf lafzı, hilaf lafzıyla aynı anlamdadır. [3]
 
İslam, İhtilafı Yasaklar:

 Şeyhul İslâm İbn Tcymiyye (r.h) (612/1263) şöyle der:

"Allah (c.c.) bize, birleşip anlaşmayı emrederken, ihtilafa düşmeyi ve ayrılıp bölünmeyi ya saklamıştır.  [4] İbn-i Teymiyye'nin dediği, Kur'anın da ifade ettiği bîr gerçektir. Bu konuda Resulullah (a.s)ın da sünneti mevcuttur. Allah Teala (c.c):

"Ve topluca Allah'ın ipine yapışın, ayrılmayın." [5] buyururken, Efendimiz Hz. Muhammed (a.s) de firmizi'nin tahric ettiği bir hadiste şu tavsiyede bulunmaktadır:

"Cemaatten ayrılmayınız. Bölünmekten sakınınız. Çünkü şeytan tek başına bulunanla beraber olup, iki kişiden çok uzaktır." [6]

Bir başka hadisinde de:

"İhtilafa düşmeyiniz. Çünkü sizden öncekiler ihtilafa düştükleri için helak olup gittiler. [7] buyurmaktadır.[8]

 İhtilafın Yasaklanmasından Anlaşılanlar:

 İslam'ın, birleşip anlaşmayı emretmesinde ve ihtilafa düşerek bölünmekten nehyetmesinde bilinmesi gereken bir takım hususlar vardır:

1- Müslümanlarla diğer insanlar arasında ihtilaf mümkündür. Mümkün olmasaydı İslam bunu yasaklamazdı. Mümkün olmayan bir şeyi yasaklamak abesle itiğal etmektir. Şari-i Hakim Allah (c.c.) ise bundan münezzehtir.

2- Müslümanlar arasında ihtilaf mümkün olduğu gibi ondan korunmak ta, zıddı olan ittifak ta mümkün demektir.   Nitekim Usül-ü Şerîat'ta "Ancak; güç yetirilen şeylerde teklif vardır" ve "mümkün olmayan (olağandışı)    şeylerde teklif yoktur" şeklindeki kaideler bilinmektedir.

3-İhtilaf şer'an, yasaklanınca, bu durumda onun yerilmiş (mezmum) bir fiil olduğu anlaşılır. Çünkü yermek  (zemm),  istisnası hariç, ya yasağı (nehyi) takip eder, yahut ona bitişiktir.

4- İhtilaf yasaklanmış ve yerilmiş bir fiil olduğuna göre, ayrılığa düşen ve ayrılığı yaşayan kimse dini bir mes'uliyet içeriside olup şeriatın koyduğu cezayı hakketmiş demektir.

5- İhtilaf yasaklanmış, yerilmiş ve üzerine ceza terettüp eden bir fiil olunca, ondan korunmanın, ona düşmeye engel olacak ve düştükten sonra onu bertaraf edecek sebeb ve vesileler edinmenin gereği ortaya çıkmaktadır.[9]

 Müslümanlar Arasında İhtilafın Meydana Gelmesi:

 İslam'ın yasaklamasına ve sakındırmasına rağmen, Peygamber (a.s)'ın meydana geleceğini bildirdiği haberleri doğrularcasına müslümanlar arasında ihtilaf olmuştur ve olacaktırda. Peygamber (a.s) buyuruyor ki:

"Sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izleyeceksiniz. Eğer onlar bir sürüngen deliğine girse, siz de gireceksiniz.”

'Ey Allah'ın Resulü, Yahudiler'in ve Hıristiyan'ların yolunu mu? diye sorduk. Başka kim olacak? [10]'         

Ayrılığa düşüp ihtilaf etmek, bizden öncekilerin adetleriydi. Nitekim hadiste şöyle buyruluyor:

"Yahudiler 71 fırkaya, Hıristiyanlar da 72 fırkaya bölünmüştü. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacak. [11]

 Düşüleceği Kesin Olmakla Beraber, İhtilaftan Sakındırmanın Hikmeti:

 Biz müslümanlar arasında ihtilafın olacağını ve bilfiil olduğunu; Sadık nebi (a.s)'ın verdiği haberin aynen vuku’ bulacağını söylemiştik. Öyle ise, bu kesinliğe rağmen, ihtilafa düşmekten men etmenin, sakındırmanın hikmeti nedir? Buna bir kaç yönden cevap verilir:

1- Söz konusu ihtilaf, bütün ümmeti kapsamaz. Peygamber (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor:

"Ümmetimden bir sınıf vardır ki, daima hakkı müdafaa eder. Kıyamete kadar muhalifleri onlara zarar veremez."

Kuşkusuz, ihtilaftan sakındırmak bu sınıfa fayda verir. Ayrılığa düşmeden, ittifakla hakka sarılarak varlıklarını sürdürürler.

2- Şeriatın (ihtilaf gibi) hoş karşılamadığı, (birlik beraberlik gibi) güzel gördüğü şeyleri bilmek ve Resulullah'ın  (a.s) olacağını söyledikleri haberleri tasdik etmek müslümanın, Şerîat'ın haberlerini doğruladığı için, imanını artıran hayırlı bir haslettir.

3- İhtilafa düşmekten sakındırmak, insanlara tebliği vacib olan İslam ahkamı cümlesindendir. Malumdur ki, Allah'ın ilm-i ezelisinde kimi insanların veya tamamının İslam ahkamına veya bir kısmına icabet etmeyeceği   sabit olsa da, onu (insanlara) ulaştırmak vacibtir.

4- Kuşkusuz, dini sorumluluk ve ona terettüb edecek ceza, iblağ (insanlara ulaştırmak) ve inzar (onları korkutmak) dan sonradır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Biz elçi göndermedikçe (hiçbir kavme) azab edecek değiliz." [12]

Öyle ise, ihtilaf etmeleri durumunda insanların aleyhinde bir delil olsun diye onları bölük bölük olmaktan, çekişip ayrı düşmekten menetmek ve sakındırmak gerekmektedir.[13]

 Ümmetin Helaki İhtilafı Sebebiyledir:

 Milletin helak olma sebeblerinden olan ihtilaf, Allah'ın milletler hakkındaki sürekli kânunlarından (Sünnetullâh) biridir. Bunu, îmam'ul Muhaddisin (hadisçilerin imamı) Buhari'nin çıkardığı şu hadisten öğreniyoruz. Resulullah (a.s) buyuruyor ki:

"Sizden önceki (milletler) ihtilaf ettiler de helak oldular" Bir diğer revâyetle "helak edildiler" şeklindedir [14]

Hakim ve İbn Hibban'ın İbn Mes'ud'tan rivayetlerinde ise, "Sizden öncekileri ihtilâf batırdı" [15] şeklindedir.

İbn-i Hacer (773/1371) şöyle diyor:

"Bu ve önceki hadîslerde, cemâat olmaya, ünsiyet ye ülfet etmeye teşvîk, ihtilâf edip ayrı düşmekten tahzîr (sakındırmak) söz konusudur. [16] Şu hadîsi de İmâm Müslim, Abdullah İbn Mes'ûd'tan rivayet ederek O'nun şöyle dediğini naklediyor:

"Bir adamı Resulullah'tan işittiğimin aksine, bir âyeti okurken işittim. Elinden tutup Nebi' (a.s)a götürdüm. Durumu anlatınca yüzünde bir hoşnutsuzluk farkettim. Sonra buyurdu:

Her ikinizin de okuduğu tamam ve doğrudur. İhtilaf etmeyiniz. Sizden öncekiler ihtilaf ettiler de helak oldular".

Şeyhul İslam İbn-i Teymiyye (662/1263) bu hadis hakkında şöyle diyor:

"Bu hadisi İmam Müslim çıkarmıştır. Resulullah (a.s), burada, tarafların birbirlerinin yanında bulunan hakkı inkar anlamına gelen ihtilaftan menetmektedir. Çünkü her iki sahabe de güzel okumaktadır. Peygamber (a.s) bunu şu sözüyle sebeblendiriyor:

"Çünkü sizden öncekiler ihtilaf ettiler de helak oldular [17] öyleyse ihtilaf, ümmetin (milletlerin) yok olmasının sebebidir. [18]
 
Milletleri Helake Götüren İhtilaf, Yerilen İhtilaftır:

 Milletleri helake sürükleyen ihtilaf, tarafları bölük pörçük olmaya, aralarında yardımlaşmamaya ve dağılıp perişan olmaya, çoğu defa da düşmanlığa götüren ihtilaftır. Çünkü tarafların kendi bilgilerini hak, karşı tarafın bilgisini bâtıl görmeleri bütün tehlikelere sebebiyet verirken, bazan bu tutum aralarında çatışmayı bile hoş gösterebilir.[19]

 Fakihlerin İhtilafı Yerilen İhtilaftan Değildir:

 Fakihlerin, içtihadlarında ihtilaf etmeleri, ümmeti helake götüren yerilmiş ihtilaf türüne girmez. Bu tür ihtilaf caiz olup, zemmedilmemiştir. Zemmedilen husus, mezheb mukallitlerinin, taklid edip tâbi oldukları mezheb konusunda taassup göstermeleri ve karşı mezhebe hasmane tavır almalarıdır.[20]

 Ümmetin, İhtilafları Sebebiyle Helak Olmalarının Nedeni:

 İhtilaf, ümmetin helakine sebeb olmuştur. Nitekim hadis-i şerifte de bu gerçek dile getirilmiştir. Çünkü bahsettiğimiz yerilen ihtilaf, ümmeti birçok fırkalara ayırarak zayıf düşürür. Halbuki onun topyekünken var olan gücü, paramparça olduğu zamanki gücünden daha fazladır. Çünkü paramparça iken mevcut gücü, bütün fırkalara taksim edecektir. Her fırkanın ayrı ayrı günü ise, toplu iken sahip oldukları güçlerden daha az ve zayıftır. Ümmetin tamamına isabet eden bu umûmî zaaf, düşmanı cesaretlendirmektedir. Ümmet üzerine saldırı emellerini, ülkelerinde karşılık çıkarma, istila etme, insanları köleleştirme ve kişiliksiz hale getirme gayretlerini artırmaktadır. Bütün bunlar, ümmetin helak ve yıkımı demektir. [21]

 Kimilerinin İyi Niyetli, Kimilerinin Doğru Olmalarıyla Birikte Ümmetin İhtilaf Zaafı:

 Ümmetin zaafına (zayıf düşmesi), kimi muhaliflerin kendilerini doğru, iyi niyetli ve isabetli zannetmelerine rağmen ihtilafları sebeb olmaktadır. Çünkü ihtilafı, çeşitli fırkalara ayrılması sebebiyle ümmete hasıl olan zaaf, bölünmenin mecburi sonucu olup, doğru ve yanlışla, iyi ve kötü niyyetle ilişkili 'değildir. Zira fırkalaşma maddi bir olgu olup sonucunu zorunlu kılar. O da, ihtilafa düşenlerin topluca zayıf düşmeleridir ki, buna onların iyi niyetleri dahi engel olmamaktadır.

Şu bilge babanın oğullarına olan nasihati ve ihtilafın, parçalanmanın zararlarını somut bir misalle onlara öğretmesi ne kadar hoştur! On oğlundan her birine bir çubuk getirmelerini emreder. Onlar da babalarının istediğini yerine getirerek çubukları ona verirler. O da onları bir demet halinde bağlayarak tek tek hepsinden bu demeti kırmalarını ister. Fakat kimsenin bunu yapmaya gücü yetmez. Sonra demet halindeki çubukları ayırarak kırmaları için her bir oğluna verir. Hepsi de kendilerine verilen çubuğu kolayca kırarlar. O esnada baba onlara dönerek şöyle der: Çubuk demetinin kırılmaması gibi, birlikte düşman tarafından kırılmayacak bir güç vardır. Çubuk demetinin dağıldıktan sonra kırılmasının kolay olması gibi parçalanıp ayrılmada da herkes için, düşmanın işini kolaylaştıracak, onlara tek tek üstünlük imkanı sağlayacak bir zayıflama söz konusudur. [22]

 İhtilaf, Müslüman Cemaati Zayıflatır Ve Yok Eder:

 İhtilafın ümmeti zayıflatıp yok etmesi gibi, Allah'a davet emrini yerine getiren müslüman cemaatte zayıflar ve yok olup gider. Bu sebebledir ki, müslüman cemaatin içine düştüğü her kötü bela, onları fırka fırka yapan aralarındaki yerilmiş ihtilaftır. Öyle ki, her fırka kendini hak ve doğru, diğerlerini ise hata ve sapıklık üzere görmektedir. Hepsi de kendisinin davayı üstün tuttuğuna inanmaktadır. Heyhat! bu fırkalaşma ile, bölük pörçük olmakla ve bu çirkin ihtilafla mı dava ilerleyecek? Bu bölünmüşlük üzerine davanın bina edilmesi kuruntudan başka bir şey değildir. Oysa şeytan, tarafların gözlerinde bölünmeyi ve parça parça olmayı süsleyip, bölünmüşlüğün ve ihtilafın, davalarının yararına olduğunu onlara inandırmaya çalışmaktadır.

Cemaat arasındaki ihtilaf, cemaati zayıflatmakla kalmaz, insanlar arasındaki etkinliğini de zayıflatarak yüz çevirenlerin cemaati hükümsüz kılma eylemlerini hızlandırır. Ve şöyle derler: Kötü cemaat insanlara İslam ahkamını emrediyor. Halbuki İslam birliğe, beraberliğe çağırıyor, ihtilaftan menediyor. Cemaat ise, aralarında bölük pörçük olduğundan, bu err re aykırı davranıyor. Her fırka diğerini ayıplıyor, yanlız kendisinin hak üzerine olduğunu iddia ediyor. Daha sonra, durum daha da kötüye giderek önce cemaatin toplumdaki (etkinliği) siliniyor, sonra da yıkılıyor. Yerini ondan ayrılmış fırkalar halinde yeni cemaatler alıyor. Bütün bu söylediklerimiz 'uzak ve yakın tarih o olaylar desteklemektedir.[23]

 Helakten Korunmak İhtilaftan Korunmakla Olur:

 Yerilen (mezmum) ihtilaf yasaklandığına, ümmetin ve müslüman cemaatin zayıflamasına, sonra da helakine sebebiyet verdiğine göre onu kökünden koparıp atmak şer'an vacibtir. Nitekim ondan korunmak ta, sebeblerinden korunmakla olur. Öyleyse nedir bu ihtilaftan korunmanın yolları? [24]

 ihtilaftan Korunmanın Yolları:

 İhtilafın çeşitlerine göre, korunma yolları da değişmektedir. İhtilaf, bazan idarecilerle halk arasında, bazan da müslüman cemaatin üyeleri ile diğer İslami cemaatler arasında meydana gelir. İlerde, bu durumdaki ihtilaftan kurtulmanın yollarını anlatacağız. Ta ki, ihtilaf meydana gelmesin, gelmişse ortadan kalksın. Böylece korunma sağlanınca, ihtilaf kalksın, yahut büyük ölçüde azalma göstererek tesirini kaybetsin. Hatta büsbütün ortadan kalksın. Korunma yolları, hastalık gelmesin diye alınan perhiz ve geldikten sonra tedavi için kullanılan ilaç gibidir. Hiç olmasa her iki durumda veya birinde fayda verir. Öyle ki, bazan tamamen fayda vermezken, bazan kısmi bir faydası olur. Bütün bunlar, bir takım sebep ve faktörlerle olan durumlardır. [25]

 1- İdarecilerle Halkın Arasındaki İhtilaftan Korunma:

 Halife ve diğer (hiyerarşik yapı içindeki) emir sahipleri, devleti ilgilendiren konularda ictihadi anlayışlarına ve ümmetin maslahatlarına uygun olarak emretme ve yasak koyma yetkisine bizzat sahiptirler. Bu, hakkında şer'i delil ve nass olmayan konularda böyledir. Çünkü hakkında nass (şer'i delil) bulunan hususlara halife ve diğer emir sahiplerinin bağlı kalmaları vaciptir. Zira, nass'ın olduğu yerde (mevrid-i nass) ictihad olmaz. ictihad, nass olmayan yerde geçerlidir. Böyle bir ictihad emir sahipleri için caizdir. Öyle ki, bazan başkaları onların emrettikleri ve yasak kıldıkları konularda onlara muhalefet edebilirler. Ve bu muhalifler, bir veya bir kaç fert olabilirler. Veya İslama davet eden bir cemaat ta olabilirler. Bazan, emir sahipleri doğru olup muhlifler hatalı olurken, bazan da aksi bir durum ortaya çıkabilir. Her halde fertlerin ve müslüman cemaatin, muhalif veya destekçi olarak emir sahiplerinin (veliyyul emr) icraatı hakkında, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker kaidelerine uygun bir şekilde görüş ortaya koyma hakları vardır. Bu kaidelerden bazıları şunlardır: Ümmet fertleri veya müslüman cemaat, veliyyul emrin icra ettiği ictihadi konularda dediğimiz gibi görüş beyan edebilmekle beraber, onu inkar ve red yoluna gitmemelidir. Ayrıca kendi görüşlerine hak ve doğru, uygulamaya konulması gerekli görüş olarak ehemmiyet vermeleri de doğru olmaz. Bir muhalif, veliyyul emre (halife ve diğer emir sahiplerine) tutarsız ve kesin hatalı bir görüş beyanında bulunsa, onun uygulamasıyla konulması caiz olmaz. Çünkü fıkhi kaidedir: ictihad, diğer bir cihâdla bozulmaz. Hakimin hükmü, içtihadı (hakkında nass bulunmayıp re'y ve yoruma açık) konularda ihtilafı ortadan kaldırır. Veliyyul emr kendi görüş ve ictihadiyle, içtihadını inkar ederek bir başka ictihad ortaya atan muhalifini tutup cezalandırırsa üzerine düşeni yapmış olur. Böylece bir kimse isabet etmiş olup, hatasızdır. Öyleyse veliyyul emri red ve inkar, insanları onun aksi bir görüşte toplamak ve ona hurucu  (baş kaldırmayı) mubah görmek caiz değildir. Muhaliflerin tavrı, ihtilaf dairesi içerisinde olmalıdır. Bu durumda İslam cemaatine düşen, yerilen ihtilafı iyi kavrayıp öyle sevimsiz bir ayrılığa düşmemeleridir. Dini sorumluluklarını bilip, (aksi halde) üzerlerine cezanın terettüb edeceğinin bilincinde bulunmalarıdır. [26]

 Zalim İdareciyle Olan İhtilaf:

 Halifenin ümmetle olan ilişkisinde kanuni vaziyeti, vekillik ve naibliktir. Ümmet onu Allah'ın kânununu infaz etmek, maslahatına uygun olarak işlerini idare etmek ve şer'i ölçüler dahilinde haklarını korumak için kendi adına vekil tayin etmiştir, bazan halife bu vazifesini yapmayabilir. Böylece onun ve yardımcılarının yapıp ettikleri, zulüm olabilir. Mesela, insanların haklarını inkar edebilirler veya ellerinden alabilirler yahut ta önce vermesi gereken haklarını sonra, vermesi gerekeni de önce verebilir. Bütün bu durumlarda, halifenin bu uygulamalarında rahatsızlık duyan ümmete, ümmet fertlerine ve müslüman cemaatlara düşen, yaptıklarından vazgeçinceye kadar halifeyi tekrar tekrar protesto ederek uyandırmalarıdır. Fakat ne ümmetin, ne veliyyul emrin uygulamalarında zarar görenlerin ne de müslüman cemaatin insanları sultana isyan ettirmeleri, silahla sultana karşı çıkmaya (huruç ala's sultan) teşvik ederek fitneyi alevlendirmeleri caiz değildir. Çünkü veliyu'l emre karşı böyle bir hareket', ümeti zayıflatır, onu düşmanın kucağına atar. Sultanın (veliyyul emr) veya yardımcılarının zulmünden zarar gören kişinin yapacağı iş, kadıya (hakim) müracaat ederek onların adaletle muamele etmelerini sağlamaktır. Kadı'nın da, her hangi bir sebepten dolayı adaleti temin etmemesi durumunda, ne onların ne de bir başkasının, umûmî bir maslahatı hususi maslahata tercih ederek, sultana karşı başkaldırmaları, devlete isyan etmeleri caiz değildir. Zalim veliyyul emri sürekli protestolarla kadıya başvuruda bulunurken devlete isyan etmeyip sabretme durumunda kalmalıdırlar. Ümmetin ve zalim sultandan zarar görenlerin bu asil davranışı bayağılık (mezellet) olmadığı gibi zulme destek vermek anlamını da taşımaz. Bu sadece ağır davranıp hususi maslahat karşısında umûmî faydayı tercih etmektir. Nebevi sünnet de buna delalet etmektedir. İmam Buhari (194/810) nin çıkardığı şu hadis bu kabildendir.

Peygamber (a.s) buyuruyor ki:

"Emirinden (idarecisi) hoşlanmadığı bir fenalık gören kimse ona sabretsin. Çünkü cemaatten bir karış ayrı kalarak ölen kimse cahilyye ölümüyle ölmüştür. [27]

Bu hadisin şerhinde:

"Hadisin, zalim de olsa sultana karşı çıkmayı terk etmeye bir delildir. [28] Denilmiştir.

Buhari'nin, Ubade b. Samit'den diğer bir rivayetinde şöyle denilmiştir:

"Nebi (a.s) (Akabe gecesi) bizi (Ensarı)biat için davet etmişti. Biz de biat ederek O'na söz verdik. Übade diyor ki, Resulullah'ın Ensar üzerine bir borç olarak bizden aldiğı ahd ü misakta şöyle biat ettik: Allah'ın ve Resulünün emirlerini dinleyip onlara hem neşeli hem kederli zamanımızda; hem zor hem kolay halimizde itaat etmek ve amirlerimiz kendi arzularını nefislerimiz üzerine tercih etseler dahi, hakkında yanınızdaki Allah'ın Kitab'ında  var olan kuvvetli delilinizle açık küfürlerini görmedikçe onlara itaat etmek münakaşa etmemek (savaşmamak).[29]

İmam Müslim (261/875) in Ebu Hureyreden rivayet ettiği hadiste ise Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Zor ve kolay zamanında, neşeli ve kederli anında itaat etmen, (beni de) kendi üzerine tercih etmen gerekir.. [30]

Nevevî (676/1277) bu hadisin şerhinde şöyle demekterdir:

"Alimler der ki, bu hadisin mânâsı: Kimsenin hoşlanmadığı, fakat masiyet (günah ve isyan) olmayan sıkıntılı durumlar karşısında emir sahiplerine itaat etmek vacibtir. Masiyette (emir sahiplerine) itaat olmaz. (el-Usretu): Bir şeyi kendi için seçip ayırmak, dünyâ işlerini tercih etmek demektir. Yâni, emirler dünyâ işlerini tercih etseler ve haklarınızı vermeseler de itaat edin, demektir. Bütün bu her halükârda itaata teşvik eden hadis-i şeriflerin (buyrulmasının) sebebi, müslümanlarda dava birliğini sağlamaktır. Çünkü ihtilaf, dünyâ ve âhiretteki durumlarının bozulmasının sebebidir. [31]

Bu hadis-i şerifler ve alimlerin bu konudaki sözleri bölünmeye ve küsüp çatışmaya götüren çekişmeye meydan vermemek için İmam'a (devlet reisi) itaatin, onun zulüm ve işkencelerine sabır göstermenin vacib oluşuna açıkça delil olmaktadır. Mazlumların ve sultanın zulmünden zarar görenlerin bu sabrı, zilleti (horlanmayı), aşağılığı kabullenme ve zalimlerin zulmüne rıza gösterme anlamını taşımaz. Bir "İsar"dır. Isar demek; hususi maslahat   karşısında umûmî menfaati tercih etmektir. Burada umûmî menfaat, cemaatin birlik üzerine kalması, sultana isyan etmek suretiyle bölünmemesi ve ümmetin zayıflamasına yol açacak ferdi çatışmalara yol açacak ferdi çalışmalara meydan vermemesidir. Yoksa, sultanın zulmüne sabretmek, onun zulmüne razı olmak ve sessiz kalmak demek değildir. Kasdedilen, sadece devlete silahla baş kaldırmamaktır. Çünkü bu "bağy" (adil idareciye isyan) demek olur. Zulümden dolayı sultanın günahıyla ona silahlı başkaldırının günahı bir değildir. [32]
 
Kâfir İdareciyle İhtilaf:

 Fakat, sultanın ve diğer idareci konumundakilerin sapması, aleni küfür dairesine düşecek şekilde ise, bu durumda, ferdiyle, müslüman cemaatiyle ümmete düşen, nasihat fayda vermeyip İslam'a, dönmesi sağlanmazsa, o idareciyi alaşağı etmeleridir Ubade b. Samit (r.a)'dan rivayet edilen hadiste o şöyle diyordu:

"Nebi (a.s) bizi neşe ve sıkıntılı, zor ve kolay halimizde itaat etmek, amirlerimizin heva ve heveslerini üzerimize tercih etmeleri durumunda bile onlarla, hakkında yanınızdaki Allah'ın Kitab'ında var olan kuvvetli delilinizle açık küfürlerini görmedikçe münakaşa etmemek üzerine biata davet etmişti."

Demek ki, mülkü elinde bulunduran amirlerle (devlet ricaliyle) münakaşa edilmez. Ancak ne zaman ki müslümanlar onların, yanlarındaki âyet ve hadisten buldukları te'vil kabul etmeyen nass'larla sabit olan aleni/açık küfürlerini görürlerse bu durumda onlara itaat caiz olmayıp aksine onlarla mücadele ve güçleri yetiyorsa onları alaşağı etmek vacibtir. [33]

 2- Ümmetin Fertleriyle İhtilaf Ve Bundan Korunmak:

 İhtilaf bazan ümmetin fertleri arasında olabilir, ki bu yerilen bir ihtilaftır. İhtilaf ettikleri konuda şer'i hükmü gördükten sonra bu ihtilafı söküp atmaları ve buna düşmekten korunmaları gerekir.

Mezheb mukallidleri arasındaki ihtilaf, taklid edenlerle taklidi inkar edenler arasındaki ihtilaf ve tasavvufçularla fıkıhçılar arasındaki ihtilaf ta yerilmiş, korunması vacib olan ihtilaf türündendir. Bu ihtilafların karakterinden ve koruma yollarından biraz bahsedelim.[34]

 A- Mezheb Taklitçileri Arasında İhtilaf:-

 ictihad etmekten aciz olanların muteber bir İslami mezhebi taklid etmeleri caizdir. Şu âyetin genel anlamı böyle bir taklidi de içerir:

"Bilmiyorsanız zikir ehline sorun." [35]

Sormaktan maksat, bilmediklerini zikir ehline sorup öğrenmektir. Müslüman, bir mes'ele hakkında şerîatin hükmünü ve o mes'elenin içerdiği şer'i hükümleri ilim ehlinden sorar ve öğrenir. Ve bu sorma yüz yüze (muvacehe), ağız ağıza (müşafehe) bir şekilde diri olan ilim sahiplerine olduğu gibi şer'i bir mes'ele hakkında onların yazıp hükümlerini açıkladıkları sözlerine başvurmakla da olur.

Taklid edenin, şeriatın hükmünü taklid ettiği kişiyi (mezheb imamını) tanıyıp bilmesi taklidin güzel olan yanıdır. Buna göre cahilin muteber İslam mezheblerini taklid etmesi caizdir. Ancak mukallidin, taklid ettiği kişinin (imamın) sözlerine kesin hak ve doğrudur diye inanması, diğer muhalif görüşlerin de kesin hatalı olduğunu savunması caiz değildir. Bu davranış, şer'an makbul olmayan, ümmeti parçalayan ve zayıf düşüren neticeleri doğurur. Bir mukallidin, muhalif görüşteki diğer bir mukallitle ilişkiyi kesmesi, onun peşine namaz kılmaması bu tür bir sonuçtur. Kimi zaman da işi husumete, münakaşaya, düşmanlığa hatta birbirlerine en kötü ithamlarda bulunmaya, kötü vasıflarla nitelendirmeye vardırırlar ki, bu tür karmaşalar geçmişte yaşanmıştı. Kuşkusuz bu tür ihtilaflar, mezheb imamlarının istemedikleri, kesinlikle çirkin olan ihtilaflardır. Mukallidleri bunu yaparken imamlarını bilmemekteler.[36]

 Bu İhtilaftan Korunmak:

 Mezheb mukallidleri arasındaki bu ihtilaftan şöylece kurtulmak mümkündür:

İhtilaf ettikleri konu hakkında şeriatın hükmünü bilmek, İslam mezhepleri gerçeğini ve bu mezheblerin anlam ve karakterini kavramak ve müslümanların bu mezhebler arasındaki yerinin bilincinde olması.

İslami mezhebler, Kur'an ve hadisteki şer'i nassların yorum şekillerinden ve şer'i hükümlerin, o nasslardan ve o nassların ışığında yine o nassların anlaşılmasında geçerli olan belli başlı kaidelerden çıkarılmasından (istinbat) başka bir şey değildir.

İslami mezheb imamları, ilim ve imanın kendilerine açıkça görüldüğü ilim ehlidirler. Onlar, İslami fıkıh konusunda imamdırlar. İnsanların, hayatlarında gelerek İslam şeriatının hükümlerinden sorup öğrendikleri ehil kimselerdir. İmamların hayatlarında insanlar tarafından bizzat müracaat edilen sözleri, vefatlarından sonra da başvurulan fetvaları yanlış olma ihtimali bulunan doğrular olup bizi Allah'ın koyduğu hükümleri bilmeye kadar götürürler. Fakat bu ihtimal, bir mezhebe, yâni bizzat bir müctehidin sözlerine özgü olmayıp diğer muteber mezhebler için de geçerlidir. Şu kadar var ki, kimisinde doğru olma ihtimali ya her yönden ya belli başlı mes'elelerde yahut ta fıkhın bütün mes'elelerinde diğerinden daha kuvvetlidir. Doğru olma ihtimallerine ve Allah'ın hükmüne ulaştırıcı olma prensibine göre, muteber İslami mezheblerin sözlerine uymak caizdir. Bu durum bütün mezhebler için geçerli olup sadece birine mahsus değildir. Öyle ise, hiç bir mukallidin bütün doğruları kendi mezhebi için depolaması, hataları da muhalif mezhebe endekslemesi caiz değildir. Bunu hiç bir mezheb ve mezheb imamı yapmamış, böyle bir iddiada bulunmamıştır. Mezhep mukallitleri bunu nasıl yapar ve böyle bir iddiada bulunabilir?

Açıkladığımız geçerli sebeblerden ötürü, fıkhı mezheplere uymak caiz olunca, mezheb mukallitleri arasında çekişme ve husumet, kendi mezhebinin bütün görüşlerinin doğru, muhalif mezhebininkinin ise kesinlikle bâtıl olduğuna, o mezhebe uyanlarla küs tutulup ilişkinin kesilmesi gerektiğine inanmak caiz değildir. Bütün bunlar, sevimsiz ihtilâflardır. Bundan korunmaksa, mukallitlerin söylediğimiz hususlara göz atmalarıyla olur. Allah (c.c.) doğru yola iletendir.[37]

 B- Mukallitlerle Taklidi  İnkâr Edenler Arasında İhtilâf:

 Bütün mezheb taklitçileri arasında bir yönden, taklîdi inkâr edenler arasında da diğer bir yönden ihtilâf söz konusu olabilir. Ve aralarındaki bu ihtilâf açık bir düşmanlık, birbirlerini dinde bid'atçılıkla veya dinden çıkmakla suçlamak, birlirlerine lakap takmak ve kötü vasıflarla itham etmek gibi sevimsiz ölçülere varabilir. [38]

 Bu İhtilâftan Korunmak:

 Bu ihtilâftan korunmak, her iki fırkanın da mezheb mukallitlerinin kendi aralarındaki ihtilâfa nisbetle söylediklerimize göz atmalarıyla olur. Biz, her yönüyle taklidi inkâr edenlere şunu söylemekle burada konuyu biraz daha genişletiyoruz: Mes'ele basit ve gayet açıktır. Mukailidlerle aramızda ihtilâfın olması doğru değildir. Şöyle ki, müslümanlardan istenen, şeriatın, yâni Allah'ın Kur'ân'da indirmiş olduğu ve Resûlüllâh'ın sünnetindeki şeriatın hükümlerini ve icmâ gibi nassların gösterdiği, kendisiyle şer'î hükmün bilindiği kaynakları bilmesidir. Müslüman, ictihâd ehli olarak bu bilgiyi kendinde bulundurmaya kadir olursa bunu yapsın (taklidi inkâr etsin). Kendi kendine şer'î hükmün bilgisine ulaşsın, ki bu durumda zâten taklid ona haram olur.

Bundan âciz olan ise, bilmediği ve öğrenmek istediği mes'elede Allah'ın emrinin gereğini yapmalıdır. Allah Teâlâ "Bilmiyorsanız zikir ehline sorunuz" buyuruyor. Ahkâm-ı Şer'iyye'ye nisbetle ehl-i zikir, şer'î hükümleri bilendir  ki,   onlar  şerıatin fakirdendirler. Onların başında da fıkıhta imamlığı herkesçe teslim edilen ve kendi isimleriyle anılan mezheb imamları gelmektedir. Onlara sormak, hayatlarında bizzat sözlerine veya vefatlarından sonra fetvalarına müracaat etme şeklinde olur. Sîbeveyh (793/1380)'in lügat ilimlerinde ve ilgi alanı olan konularda sözlerinin alınması gibi, onlar da sorulmaya, sözleri alınmaya lâyıktırlar. Yine mukallit ancak doğru olma ihtimâlini ve şeriatın hükmünü bilmeye ulaştırmasını göz önünde bulundurarak taklit ettiği müctehidin sözünü alır. Bunun bir zararı olmadığı gibi, şeriatın hükmünü bilmede bu yola sülük etmek de ayıp değildir. Kişinin bu yola girmesi, kara yoluyla Mekke'ye gitmeyi arzulaması gibidir. O kişi kendisi için bir delil edinir. O deliline kendisini Mekke'ye ulaştıracak emniyetli sahra yollarını bildiğini zannetmektedir. Böylece doğru olma ihtimâli olan o zannının işaret ettiği yol izlerinde yürür ve o izi tâkib eder. [39]

 Câhilin İctihâd İddiası:

 İçtihada ehil ve liyakatli olmayan ve kaynaklarından şer'î hükümleri çıkarmaya (istinbât) güç getiremeyen câhilin ictihâd ve kendi başına şer'î hükümlerin bilgisine ulaşacağını iddia etmesi, böylece Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerdeki şer'î nassların üzerine atılıp onları dilediği gibi yorumlaması, o nasslardan dilediği gibi hükümler istinbât etmesi, bir şeye kendince yapılmasında maslahat, terkinde mefsedet (fenalık) gördüğü için helâl ve haram hükmünü vermesi veya usûl ve kaidesini bilmeden kıyâs yapması caiz değildir. Bâzan câhil kendisinin ictihâd derecesinde ve istinbât gücünde olduğunu açıkça iddia etmez. Fakat kendisinin müctehitler kadar gayret  gösterdiğini iddia ederek ehl-i ilmin dediklerine ve istinbâtlarına bakmadan Allah'ın kitabını ve âyetlerini nevasına göre tefsir eder. Yahut bir kitabta nebevi bir hadis bulur, başlar, onu tertemiz sünneti iyi bilen ehline, onların bu hadis hakkında dediklerine, konuyla alâkalı diğer hadislerle ilgisine, taleb (emir) sîğasıyla ise ibâhe (mubahlık), nedb (mendûb) veya îcâb'a (vâciblik); nehiy sîğasıyla ise kerâhat (mekrûhluk) veya haramlığa delâlet eden hüküm gibi hadisi tefsir etmeden ve gereğini söylemeden önce hadisle ilgili bilinmesi vâcib olan şeylere müracaat etmeden, kafasına göre tefsir etmeye. [40]

 Mezheb İmamları Hakkında Kötümser Olmak:

 Bâzan ictihâd iddiası ve taklidin inkârıyla cehalet, işi hidâyet ve fıkıh imamları hakkında kötü konuşmaya kadar vardırır. Meselâ, kendi adlarıyla bilinen mezheb imamları gibi, İmam Ebû Hanife, İmam Şafii ve diğerleri... Bu câhillerin iddiası şöyle:

Mezheb imamları dini pazarladılar. Her halükârda onların sözlerini almak caiz değildir. Ve bunlar (İmamlar) hakkında kötümser olup onlara ilişmeyi kendilerine mubah sayarlar. Onların derecelerini ve müslümanlar katındaki şöhretlerini hafif görürler. Bu onların cahilliklerine, aşırılıklarına, nevalarına tâbi olduklarına, kitâb ve sünnete muhalif oluşlarına delâlet eden en büyük delildir. Oysa Allah Teâlâ ehl-i ilmin derecesini yüceltmiştir.

"Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin"  [41]

Ebû Hanife, Şafiî, Mâlik b. Enes, Ahmed b. Hanbel ve diğer muteber mezhep imamlarının ilim ehli olduğunda ihtilâf yoktur. Onlar da bu âyetin kapsamına girerler. Bu, onların Allah katındaki dereceleridir. Çünkü âyette kasdedilen "ilim", ilm-i şer'îdir.

Bu âyetin tefsiri hakkında Âlûsî (1270/1853) den nakledeceğim şu husus faydalıdır. O (r.h.) der ki:

"(Kendilerine ilim verilenler): Yâni, şer'î ilim. (Dereceler): Makam diye ifâde edilen yüksek mertebeler. "İlim verilenler" cümlesinin "İnananları" cümlesi üzerine atfedilmesi, başka bir cinsmiş gibi, îman edenlerden sonra, kendilerine ilim verilenlere, ta'zim olarak, ass'ı (özel ifadeyi) âmm (genel ifâde) üzerine atıf kabilindendir. Peygamber (a.s.) şöyle buyuruyor:

"Kıyamet gününde üç kişi şefaat edecektir: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehidler". Öyleyse ben sâdık ve masdûk (tasdik edilmiş) 'un (a.s.) şehâdetiyle, şehidlikle peygamberlik arasında kalan mertebeye hürmet ve ta'zim ederim. Kaldı ki, ilim ve âlimlerin faziletine işaret eden hadisler sayılamayacak kadar çoktur. Onların fazileti hakkında varid olan hadislerin bana göre en hoşu İmam Ebû Hanife'nin Müsned'inde İbn-i Mes'ûd'dan rivayet ettiğidir. Reûlullâh (a.s.) buyuruyor ki:

"Allah (c.c.) kıyamet gününde âlimleri toplayıp onlara şöyle diyecektir: 'Ben hikmeti kalbinize, hakkınızda hayır murâd ettiğim için koydum. Günâhlarınızı affettim, girin cennete!"

Ayetin, âlimlerin faziletine delâleti açıktır. Şöyle ki, İbn-i Münzir İbn-i Mes'ûd'dan rivayet ederek O'nun şöyle dediğini nakleder:

 "Allah, bu âyette âlimlere bahşettiğini başka bir Şeyde bahsetmemiştir. Allah, îman edip de kendisine ilim verilenleri, iman edip ilim verilmeyenler üzerine yüce mertebeleri vererek üstün kılmıştır. [42]  Allah Teâlâ, alimlerin derecelerini yücelttiğini haber verip dururken, bu câhiller de kötü sözlerle onların derecelerini düşürmeyi arzu ederler. Şüphesiz, Allah'ın yücelttiğini, cahillerin ve ehl-i hevânın düşürmeye güçleri yetmeyecektir.

Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadiste Resûlullâh (a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Allah Teâlâ kime hayır murâd ederse onu dinde fakih  kılar".

Bu hadis Allah Teâlâ'nın, Ebû Hanife ve emsali fıkıh İmamlarına hayır murad etiğine açıkça şehâdet etmektedir. Çünkü onlar kesinlikle fıkıh ehli olup hadis-i nebevinin delaletiyle Allah'ın kendilerine hayır murâde ettiği kimselerdir. Câhillerin onlar hakkındaki iftira ve kötü sözleri, Allah'ın dilediği hayrı asla onlardan gideremez.

Yine, mezheb imamlarına ilişmeyi kendilerine mubah sayan, onların sözlerini almaktan insanları men eden ve bu hususta ağız birliği eden ve bu birlikteliğe güvenen "taklid" redcilerine şöyle denilebilir: Kendi alanında mütehassıs olan imamların sözlerini almak, alışılan bir şey olduğu kadar makbuldür da. Bu konuda herhangi bir tartışmanın olması doğru değildir. Nitekim bizim de Sihbeyveyh, Kisâî ve benzerlerinin Lügat, Sarf ve Nahiv meselelerindeki sözlerini delil olarak getirdiğimiz (ihticâc) olmuyor mu? Bizim bu ihticâcımız, onların lügat ilimlerinde mahir olduklarını kabul edenlerce de, etmeyenlerce de makbul karşılanmıştır. Hal böyle olunca nasıl olur da alışılmışın dışına çıkıp, fıkıh imamlarının sözleriyle ihticâcı terkeder, onları kabule şâyân bulmayız? ' Onların sözlerinin alınması demek, mutlaka, her ne surette olursa olsun alınır, terki caiz olmaz demek değildir. Ancak delil olarak kabule elverişli ve onlarla amel edilmeye lâyık olur, onun delilinden daha kuvvetli bir delil olmadıkça terk olunmaz demektir. [43]

 İlim Erbabına Saygı Duyarız Fakat Onların Masum Olduklarına İnanmayız:             

 Müslümâna vâcib olan, ehl-i ilmin kadrini yüce bilip onlara saygı duyması, kıymetlerini idrâk ederek onlar için duacı olmasıdır. Kaldı ki, biz onların ilimleriyle faydalanıyoruz, sözlerini tutuyoruz. Ama hatâdan masumiyetlerine ilişkin bir kanâatimiz yoktur. Her insan hatalıdır ve hatâya düşebilir. Fakat Allah Resûlu (a.s.) bundan istisna edilmiştir. Buna göre, ilim ehlinden birinin sözünün hatâ olduğu ortaya çıksa ve hatalı olduğuna dair delîl de bulunsa başkasının sözüne dönmek vâcib olur. Aynı şekilde başka bir sözün daha tercihli olduğuna delîl bulunsa o alınır. Tercihsiz kalan (mercûh) bırakılır. [44]

 Mendûp Sebebiyle Vâcib Terkedilmez:

 Herhangi bir mes'elede taklidi hoş görmeyenler, bâzan ya sünnetin sahihliğini sözlerine mesned yaparlar, ya da tercihe şâyân budur derler. Muhalif taklitçilerse, hayır bu görüş hatalıdır veya tercihe şâyân değildir, derler. Rükû'a giderken ve rükû'dan kalkarken elleri kaldırmak, elleri göğsün altına veya ütüne koymak ve benzeri konular, bu tür tartışmalara birer misâldir. Taraflar birbirlerinin sözlerini almayınca aralarındaki ihtilâf, olmaması gerekirken, düşmanlık derecesine varacak kadar şiddetlenir. Oysaki bunlar namazın ne vacipleri ne de rükûnlarıdır. Belki ya sünnetleri ya da müstehaplarıdır. Bunlarsız namaz sahîh ve geçerlidir. Kaldı ki bunları yapmak daha faziletlidir. Öyleyse bunların varlığını dostluğun ve beraberliğin temeli, yokluğunu ise, nefret, düşmanlık ve ihtilâfın sebebi yapmak caiz değildir. Çünkü birlik ve beraberlik vaciptir. Düşmanlığa götüren ihtilâf gibi sevimsiz ve yerilmiş ihtilâflar ise haramdır. Şu hâlde, dinde müstehap veya mendûp olan şeyler sebebiyle, haram işleyerek vacibi (birlik) terk etmek caiz değildir. Aksine bu müstehaplar sebebiyle vârid olan nebevi sünneti anlatırken, öğüt ve açıklamalarında gayet yumuşak olmak gerekir. Nitekim hadis ehli ve şeriat fakihleri bunu böyle karara bağlamışlardır. Kimi imamlar var ki, sünnette vârid olmakla beraber, namazda bu müstehabb'ı almamışlardır. Çünkü bu nebevî sünnet ya onlara ulaşmamıştır, ya da ulaşmış, ama onların nezdinde "Sahih hadîs olduğu" sabit olmamıştır. Dolayısıyla bu hadisi almamakta onlar mazurdurlar. Kimilerine de bu hadis ulaşmış ve sıhhati onlarca sabit olmamışsa bu hadisi almamakla mazur sayılmazlar. İşte bu ve benzeri sözlerle cedel ve ihtilâf kapısı kapanır. Mukallid bununla da ikna olmazsa, artık onun küs kalması, ayrı durması, düşmanca tavır takınması ve seviyesiz ihtilâflara kapı açması caiz olmaz. Çünkü vacip olan birliktir, beraberliktir. Haram olan ise ihtilâftır, ayrılıktır. Öyleyse vacibi terkedip mendûbta ihtilâf ederek haram işlemek caiz değildir. [45]

 C- Fıkıhçılarla Tasavvufçular Arasındaki İhtilâf:

 Yerinde İhtilâflardan biri de fıkıhçılarla tasavvufçular arasında vuku bulan ihtilâftır. Bâzan birinci ikincinin, kalbin halleri ve kalbin tezkiyesine dair bütün iddia ve te'kidlerini (delille üsteleme) inkâr ederken, tasavvufçular da fıkıhçıların zahire tutunup onu sağlama aldıklarını, bâtın ve bâtının (iç) hâl ve hükümlerine önem vermediğine dair suçlamalarda bulunduğu gibi fıkıh yolunun ölçüyü kaçırdığını söylerler. İşte, her iki taraf arasındaki böyle bir ihtilâf çoğu defa tefrikaya, aralarının bozulmasına ve birbirlerine buğzetmeye kadar götürür. Bütün bunlar Allah'ın dininde haramdır. Harama düşmeye sebeb olmamak, düşünce de onu ortadan kaldırmak gerekir. [46]

 Bu İhtilâftan Korunmak:

 Muhalif tarafların, yanlarında olan bilgilerini inkâr etmeleri, Ehl-i Kitâb'ın (Yahudi ve Hristiyanlar) dost edinilmemesi gereken çirkin huy ve özelliklerindendir. Allah Taâlâ onların bu özelliğini yererek şöyle buyurmaktadır:

"Yahudiler: 'Hristiyanlar, bir temel üzerinde değiller', dediler. Hristiyanlar da: 'Yahudiler bir temel üzerinde değiller', dediler. Oysa hepsi de Kitabi okuyorlar. Bilmeyenler de tıpkı onların dedikleri gibi demişlerdi. Artık Allah, ayrılığa düştükleri şeyde, kıyamet günü aralarında hüküm vercektir"[47].

Taraflar için şu da söylenebilir: Onların "mütefakkih" (fıkıhçı) veya "mu tasavvuf" (tasavvufçu) oluşları, kendilerini savunmak için her hangi bir tenkid, hücum ve inkâr hakkını onlara bağışlamadığı gibi, onları hatasız da kılmaz. Aksine onların, şeriatın hükmüne boyun eğmeleri, her söz ve tasarruflarının da şeriatın hükmüne uygun olması gerekir. Böylece şeriatın caiz gördüğü caiz ve geçerli, caiz görmediği ise hatâ ve sakıncalı olsun. Yâni, onların söz ve fiilleri, hoşlansınlar veya hoşlanmasınlar, şeriatın hükmü gereği, ya vacip ya mendup ya mubah ya da haram özelliğini alır.

Taraflara şu da söylenebilir: Şeriatın zahire (görünüre) ait olan hükümleri herkes için geçerli olup ondan mutasavvuflar (sûfî) istisna edilmemiş, onların da (zahire) bağlı kalmaları istenmiştir. Bütün bu ve benzeri ifâdelerle tasavvufçularla fıkıhçılar arasındaki ihtilâfı gidermek, hiç olmasa-AIlâh'ın izni ve tevfikiyle- serlerini azaltmak mümkündür. [48]

 3- İslâmî Cemâatler Arasındaki İhtilâf Ve Bundan Korunmak:

 İslâm memleketlerinde, İslâm'a davet eden, "emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i ani'l münker" vacibini yerine getiren cemaatlar bulunmaktadır. Bunların çalışmaları takdire şâyân olup -genel anlamıyla-Allâh yolunda cihâd demektir. Fakat onların da aralarında ihtilâf bulunabilmektedir. Öyleyse bundan korunmaın yolları nelerdir? [49]

 Bu Cemaatları Birleştirmek:

 İlâmî cemaatlar arasındaki ihtilâfları kaldırmanın en doğru yolu, onları tekrar cemâat hâlinde birleştirmektir. Çünkü, hedef bir oldukça bu kadar çoğalmaya ihtiyaç yoktur. Hedef; İslâm'ın genel prensiplerini yaymak ve ona ters düşen ideolojileri ortadan kaldırmak suretiyle dine hizmet etmektir.

Fakat ihtilâfın kalkmasına vesile gördüğümüz bu konu, ki bu İslâm'ın da istediği, özendirdiği ve kendisine çağırdığı bir konudur, gerçekte ve pratikte mevcut değildir. Gelecekte de pek kolay gözükmemektedir. [50]

 İhlâsla Çalışmayı Arzulayan Kimse İçin Çalışma Alanı Geniştir:
 
İslâmî cemaatların birleştirilmesi gerçekleşmeyince, ihlâsla çalışmayı arzulayanlara İslâm için çalışma sahasının cidden geniş olduğunu ve bunun asla dar tutulamayacağını anlatmak gerekir, ki, hepsi de İslâm'a hizmet etmeyi arzulamaktadırlar. Onların (kendileri gibi) İslâm için çalışan bir başkasını gördüklerinde sevinip memnun olmaları, bu uğurdaki gayretlerinin içtenliğini gösterir. Bir başkasının çalışması ve İslâm için ortaya atılmasından rahatsızlık duymaları ise onların ihlâsının bozukluğuna, niyyetlerinin temiz olmadığına işarettir. İslâmî cemaatların geniş bir birlik dâiresi içerisinde kalmaları, ihtilâf anlamı taşıyan ve görüntüsü veren davranışlardan kaçınmaları, mescitte namaz kılan cemâatin çoğalması, ders ve zikir halkalarının artması gibi çoğalıp artmaya önem vermeleri gerekir. Ortaya koydukları değerli çalışmalarla birbirlerine rekabet etmelerinin bir sakıncası yoktur. [51]

 4- Müslüman Cemâatin Üyeleri Arasında İhtilâf:

 Cemâat olarak çalışma kolay bir şey olmayıp, ferdî çalışmadan oldukça zordur. Fakat cemâatçe çalışmanın bıraktığı tesir daha derin, daha bereketli ve faydalıdır. Bunun zorluk tarafı; cemâat olarak çalışmanın ölçülü, düzenli, hassas ve doğru bir aksiyona ihtiyâcı vardır. Bu, âdeta, bir ordunun hareket ve seyru intikâline benzer. Sonra cemâatçe çalışma, iştirakçi üyelerin neş'e ve sevinçlerini disiplin (zabt u rabt) altına almaya ve bu neş'eyi cemâatin hedeflediği yöne kanalize etmeye muhtaçtır. Çünkü cemâat böyle bir tutumun mes'ûliyetini taşıdığı kadar, onun neticelerine katlanmaya da mahkûmdur. [52]

 Müslüman Cemâat İçerisindeki İhtilâfın Zararları:

 Cemâat olarak çalışmanın zorluğundan, hassasiyetinden, (sevinçlerinin) disiplinize edilme ihtiyâcından ve bu sevincin güzel bir şekilde yönlendirilmesinden bahsettik. Cemâat içerisinde ihtilâf, çok kötü izler bırakır ve fazlaca zarar verir. Öyle ki, çalışmasını durdurur veya geciktirir, güç ve gayretinin bir çoğunu bu ihtilâf yönüne ve bu ihtilâfın şerrinden korunma cihetine kaydırmaya mecbur bırakır. Cemâati, aslî gayreti olan İslâmî çalışmadan alıkoyarak İslâm'ın ve kendisinin düşmanlarıyla karşı karşıya getirir. Kökten halledecek biçimde sür'at ve temkinle ihtilafın üzerine gidilmediği takdirde çok tehlikeli ve üzücü sonuçlara götürür. Bâzı üyelerin cemâatten ayrılması veya ayırılması bu kötü sonuçlardandır. Çıkma ve çıkarılma, bir başka cemâatin oluşumuna sebep olurken, birinci ana cemâate hîleyi hedefleyebilir. Bundan ötürü çok defa aralarında, İslâm düşmanlarıyla uğraşmaktan alıkoyacak husûmetler ve insanları dâvadan yüz çevirtecek suçlamalar meydana gelebilir. [53]

 Bu İhtilâftan Korunmanın Yolları:

 Müslüman cemâat içerisindeki bu çirkin ihtilâftan korunmak şu hususları gerekli kılar:

a- Allah'a isyan olmayan şeylerde itaat edeceği emirinin olması

b- (Emîrin) önemli ve davetle alâkalı konularda, içerisinde şûra meclisi kanalıyla cemâatle istişarede bulunması.

Kendisine itaat edilecek emirin bulunması ve daha ilk şûra (toplantısında) ona bağlılığın arzedilmesiyle ihtilâfa düşmemek veya ihtilâfın az vuku bulması yahut düşüldüğünde zararının asgari bırakacağı izin zayıf olması ümit edilir. Böyle bir emirin zaruretinden biraz bahsedelim. [54]

 Müslümân Cemâat İçin İhtilâfı Ortadan Kaldıracak Bir Emirin Olması Zarurîdir:

 İslâm, mubah maksatlarla bir araya gelen en küçük bir cemâat için bile emîr (reis) tâyin etmeyi öngörürken, müslümân cemâat için de bir emîrin olması gayet tabiîdir.

Ebû Davud'un Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet ettiği hadîste Hz.Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Üç kişi yolculuğa çıktığı zaman (aralarından) birini emir (reis) tâyin etsinler".

“İmam Hattâbî (388/998) şöyle diyor:

"İşleri hep bir, görüşleri aynı olsun ve aralarında ihtilâf vukua gelmesin diye Resûlüllâh (a.s.) bunu emretmiştir.[55]

Ebû Davud'un Nâfi'den, O da Ebû Seleme'den, O da Ebû Hureyre'den rivayet ettiği diğer bir hadiste Resûlüllâh (a.s.) şöyle buyurmaktadır.

"Üç kişi bir yolculuğa çıkacak olurlarsa (aralarından) birini emîr tâyin etsinler".

Nâfi diyor ki, biz de Ebû Seleme'ye "Öyleyse sen de bizim emîrimizsin dedik." Ebu hadisin şerhinde:

"Bir cemâat -ki en azı üçtür- bir araya gelince aralarından birini kendilerine reis tâyin etsinler" denilmiştir. [56]

 Emirini Cemâat Seçer:

 Hadis-i Şerif, cemâat için emîr seçiminin meşruiyetine, hatta bunun vâcib oluşuna işaret etmektedir. Çünkü hadîs-i şerif "içlerinden birini emîr yapsınlar" diyor. Emirde ("yapsınlar" tarzındaki hitâb kipi) aslolan vücûb ifâde etmesidir. Bu da en ufak bir maksat ve hedefte birleşen küçük bir toplulukta söz konusu iken, İslâm hizmeti davasıyla uğraşan cemâat için nasıl olmasın ki? Kaldı ki, cemâat çalışmalarının daha çok tertip ve disipline ihtiyâcı vardır.

Ayrıca hadîs, cemâatin bizzat kendisinin emîrini seçmesine işaret etmektedir. Yâni, herhangi bir çalışma içinde olmayı arzulayanlar kendi emirlerini seçerler. İslâm hizmeti için çalışmaya katılma konusunda istekli olanlar da bu maksatla topluluk oluştururken aynı şekilde kendilerine emîr (reis-lider) seçerler. İster topluluğun tüm üyelerinin, isterse üyeler arasından seçilmiş "Cemâatin Şûra Meclisi" adı verilen bir topluluğun katılımıyla olsun, emir seçiminde fark eden bir şey yoktur. Bu şûra, emîr seçiminde cemâatin yerine görüşleri alınan, davet konularında kendileriyle müşavere edilen (Danışma Meclisi) durumundadır.[57]

 Cemâat Seçtiğine İtaat Etmelidir:

 Müslümân Cemâatin emîr seçimi tamamlandıktan sonra, bütün fertlerinin (kadro) ona itaat etmeleri, seçimi meşru yollarla, hilesiz, âdil ve temiz bir şekilde oldukça ve emirlik şartlarının asgarisi kendisinde bulundukça herhangi bir gerekçeyle itaat etmeyip başkaldırmaları câiz değildir. Çünkü bu durumda, başkasının değil de onun seçilmiş olması makbul, içtihâdî bir konudur. Öyleyse bu seçilmiş emire karşı çıkmak ona ve onun temsil ettiği topluluğa "bağy" ve isyan sayılır. Bu da gösterir ki onlarda Ehl-i Kitâb'ın (Yahudi ve Hristiyan) özellikleri bulunmaktadır. O da, istemediklerinin risâletini (peygamberliğini) kabul etmeme keyfiyetidir. Bu çirkin vasıfta ehli kitaba benzeyiş, kuşkusuz pek çirkin bir niteliktir. Allah (c.c) onların bu çirkin keyfiyetlerini yererken buyuruyor ki:

"Ne zaman ki, bir peygamber, size canınızın istemediği bir şey getirdiyse büyüklük taslamadınız mı? Kimini yalanlıyor, kimini de öldürüyordunuz"[58].

“Malum olsun ki, Allah da davetle meşgul olan müslümân cemâatin mübtelâ olduğu en çetin imtihan, aralarına ihtilâfın düşmesi, düşmanın işini, eziyet ve sömürüsünü kolaylaştıracak bir biçimde fırkalara ayrılmasıdır. Bunun misâlleri çoktur. Akıllı kimse, başkalarına ibretle bakıp ders çıkarandır. (Akıllı) bir mü'minse, bir yılan deliğinden iki kere sokulmaz. [59]

 Emîr Tâyini, İtaat Edilmek Ve İhtilâfı Kaldırmak İçindir:

 Cemâatin emîr tâyin etme gayelerinden biri de, aralarındaki ihtilâfı önlemektir. Nitekim Ebû Davud'un rivayet ettiği (Üç kişi yolculuğa çıktığında aralarından birini emîr seçsinler) hadisinin şerhinde İmam Hattâbî (388/998) şöyle demektedir:

"İşleri bir olup, görüş ayrılığı vuku bulmasın diye Allah Resulü (a.s.) böyle buyurmuştur".[60]

 Emîre İtaat, Allah Ve Reûlüne İtaattir:

 Emîr, cemâat kendisine itaat etsinler diye seçilir. Ve cemâat emîrin, bunun için seçildiğini bilir. İtaat etmeyeceklerse seçilmesinin bir anlamı olmaz. Çünkü, cemâatin, emirlerine itaati demek, Allah ve Resulüne itaatleri demektir. İmâm Buhârî'nin (194/810) Sahih'inde Ebû Hureyre'den rivayet ettiği hadiste Resûlüllâh (a.s.) şöyle buyurmaktadır:

"Bana itaat eden Allah'a itaat etmiştir. Bana isyan eden. de Allah'a isyan etmiştir. Emirime itaat eden bana itaat etmiştir, emirime isyan edense bana isyan etmiştir" [61]

Bu hadisin İbn-i Hacer el-Askalânî (773/1371)'ye ait şerhinde şöyle denilmektedir:

"Müslim'in Hümâm rivayetinde (Emîre itaat eden bana itaat etmiştir) şeklindedir. Her iki rivayetin de aynı mânâya olması mümkündür. Çünkü hakkı emreden ve âdil olan her emir Şâri'in (Allah ve Resulü) emridir. Zira o Şâri'in emir ve şeriatını üstlenmiştir. Her iki durumda cevabın birliği bunu tâyin etmektedir:

"Bana itaat etmiştir". Yâni benim şeriatım gereği iş yapmıştım. Aynı şekilde Hümâm'ın bir rivayeti de muzâri kipiyle şöyledir: (ve men yutı'ilemîre) (ve men ya'sî) ifâdesi de aynen muzâri (geniş zaman) kipiyledir. Bu da, hitâb olunanla daha sonra gelen kişileri kapsamına alma gibi bir mânâ ifâde eder" [62].

Bu şerhin özeti şöyledir:

Şeriat gereği bir şeyin reisliğini ve hâkimliğini üstlenen kimse şeriat tarafından emir kabul edilir ve ona itaat vâcibdir. Ona itaat eden, böyle bir itaati emreden Resûlüllâh (a.s.)'a itaat etmiştir. Resûlüllâh'a itaat eden ise Allah'a itaat etmiş demektir. Kim de öyle bir reise isyan ederse Allah ve Resulüne isyan etmiş demektir.

Sahih-i Müslim'de, Ebû Hureyre'den gelen bir rivayette Allah Resulü (a.s.). şöyle buyurmuştur:

"Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş; kim de bana isyan ederse Allah'a isyan etmiş demektir, Emîre itaat eden bana itaat etmiştir, ona isyan eden bana isyan etmiştir". Nevevî (676/1277) bu hadisin şerhinde:

"Çünkü Allah Teâlâ Resulüne itaati emrederken, Resûlüllâh (a.s.) da emîre itaati emretmiştir. Şu halde her iki itaat birbirini gerekli kılar" demektedir. [63]

 Allah'a İsyan Olan Şeyde Emîre İtaat Olunmaz:

 Cemâati ihtilâftan koruyan ve vâcib olan itaat, ancak Allah'a isyan olmayan konularda söz konusudur. Emîr, Allah'a isyanı emrederse ona itaat caiz olmaz. Buhârî ve Müslim'in çıkardıkları şu hadis bunun delilidir:

"Kişiye düşen, hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeylerde itaat etmesidir. Ancak, isyanla emrolunursa itaat etmez"[64]

İmam-i Nevevî bu hadîsin şerhinde şöyle demektedir:

"Nefsin hoşlanmadığı, zor ve ma'siyet olmayan şeylerde emir sahiplerine itaat vaciptir. Ma'siyeti emrederse o zaman ona itaat olmaz" [65]

İmam Buhârî ve Müslim'in Hz.Ali'den rivayet ettiği, lafzı Buhârî'ye ait olan hadiste şöyle denilmektedir:

"Resûlüllâh bir seriyye (küçük askerî birlik) gönderirken bir adamı onlara emîr tâyin etti. Ve ona itaat etmelerini emir buyurdu. Emîr onlara (bir defasında) kızınca şöyle dedi:

Resûlüllâh bana itaat etmenizi emretmedi mi? (Arkadaşlar) evet dediler. Sonra (reis) dedi ki:

Odun toplayıp yakmanızı, sonra da içerisine girmenizi istiyorum. Onlar da odunu toplayıp tutuşturdular. Ateşin içine girmek istediyseler de durup birbirlerinin yüzüne bakakaldılar. Kimisi:

Nasıl girelim, zâten biz ateşten kaçmak için Nebî (a.s.)'a tâbi olduk, dediler. Onlar böyle düşünürken ateş söndü, (reisin) kızgınlığı gitti. (Daha sonra) olay Nebî (a.s.)'a anlatılınca buyurdu ki:

Ateşe girseydiler ebediyyen çıkamazlardı, itaat ancak ma'rûf (şeriatın tasvip ettiği şeyler)'tadır" [66]

 İtaat Edilmeyen Ma'siyetin Anlamı:

 Emîr, emrettiği zaman itaat edilmeyecek olan ma'siyet, hakkında tefsire ve içtihada ihtimâli olmayacak kadar açık şer'î bir delîl bulunmayan günâhtır. Seriyye kumandanının emri altındakilere ateşe girmelerini emretmesi gibi. Çünü ateşe girmek kendini öldürmektir. Bu ise asla caiz değildir. İctihâd ihtimâli olan durumlarda ise emîre itaat vâcibdir. Çünkü emîrin, içtihâdî bir mes'elede bir görüşü bırakıp diğer bir görüşü tercih etmesi günâh (ma'siyet) değildir.[67]
 
Emîrin Şûrâ'yla Hareket Etmesi, İhtilâfı Önler:

 Cemâat arasındaki ihtilâfı önleyen davranışlardan biri de, emîrin şûrâ'yla hareket edip kararlarına önem vermesidir. Kaldı ki bu ona vaciptir. Çünkü şûra İslâm'ın ana prensibi ve mü'minlerin özelliklerindendir. Allah Teâlâ Resulüne (a.s.) Şûrâ'yı emreden âyetlerinde şöyle buyuruyor:

"(Yapacağın) iş(ler) hakkında onlara danış" [68]

"İşleri, aralarında danışma iledir" [69]

Müslümanların şûrâ'ya bağımlı olma gereğini bilmeleri, müslümân hâkimlerin, emir sahiplerinin şûra ile hareket etmeleri için bu emrin muhatabı vahiyle desteklenen Efendimiz Muhammed (a.s.) olmuştur. Öyle ki, emir sahipleri ve müslümân hâkimler şûrâ'yı terk etmeleri durumunda "azl" edilmekle (görevden alınmak) karşı karşıya kalırlar. İmam Kurtubî (671/1273) şöyle demektedir:

"İbn-i Atiyye der ki: Şûra, şerîatin temel prensiplerinden olup ahkâmın (kânunların, emir ve hükümlerin) karara bağlandığı mekanizmadır. Din ve ilim erbâbıyla istişare etmeyenin azli vaciptir. [70] Şu halde, müslümân cemâatin reisine düşen cemâatle, aralarındaki Şûra Meclisi kanalıyla istişare etmesi, emredeceği bir görüş edinmeden önce davet ve cemâat konularında cemaata danışmasıdır.[71]

 Emîr İçin Şûra Bağlayıcı Mıdır, Yoksa Bildiri Mâhiyetinde Midir?

 Emîrin, aralarındaki şûra meclisi kanalıyla, cemâatiyle istişaresi vacip olduğuna göre, meclis üyelerinin ittifakla veya çoğunlukla ileri sürdükleri görüşe göre hareket etmesi vacip midir? Bu durumda şûra bağlayıcı (mülzime) olur mu? Yoksa vâcib olmayıp, meclis kararıyla hareket edebileceği gibi, o kararı terkedebilir mi? Emirin, meclisin ittifakına rağmen kendi görüşünü benimsemesi durumunda şûra "mülzime" değil de "mu'lime" (ilân, bildiri toplantısı) içerikli olmaz mı? Bunun cevâbı cemâatin tüzüğüne bağlıdır. Tüzük eğer şûraya sâdece bağlayıcılık veya sâdece bildiri özelliği tanıyorsa bu (emir) cemâat içinde yürürlüğe konması gereken bir vecîbedir. Hangisinin daha tercihli olduğunu, yâni Şûrâ'yı Mülzime'nin mi, yoksa Şûrâ'yı Mu'lime'nin mi daha tercihe şâyân olduğu bizim bahsimiz değil. Kaldı ki mes'ele, içtihâdîdir. İçtihâdî bir görüşün tercihi ise, zaman ve mekân itibariyle cemâatin hâl ve tabii anlayışına, onu kuşatan muayyen yapı ve konumuna, üyelerinin kapasitesine; azlığına, çokluğuna, dindarlıklarına, verâlarına (günâhlardan titizlikle sakınmalarına) ve ilimlerine; emîr seçilenlerin takva, ilim, dirayet derecelerine ve sözü uzatmamak için sıralamayı uygun bulmadığımız  niteliklere bağlıdır.[72]

 İhtilâftan Korunma Yollarına Tutunmanın Neticesi:

 Zikrettiğimiz ihtilâftan korunma yollarından bazıları şunlardı:

1- Cemâat tarafından emîr seçimi

2- Emîrin açıkladığımız şekliyle cemâatin işlerini idare etmede Şûrâ'yi benimsemesi

İşte bu korunma yollarına tutunmak -inşâallâh-cemâattan, onları fırkalara bölen, aralarına düşmanlık sokan çirkin ve yerilmiş ihtilâfı uzaklaştırır. İhtilâf olsa bile tedavisi ve dâvalarının maslahatı ile delil getirmede inat eden ve âdeten ihtilâfı tasvipkâr muhaliflerin gönüllerindeki kötü niyet menfezlerini kapatmak mümkündür. Halbuki, dâvanın maslahatı, cemâatin sistem ve tüzüğüne karşı çıkmakla olmaz. Bu, ancak bu sistem ve tüzüğe, istenen istişareden sonra ma'rûf olan konularda şeriatın vacip kıldığı emîre itaat hakkına sıkı sıkıya bağlanmakla olur. [73]


[1] Lisânu'l Arab, c.l, s.430 vs.; er-Râğıb, el-Müfredât, s.156. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 175.

[2] Şâtıbî, Muvafakat, c.4, s.110,144 vd.

[3] Halduh, Mukaddime, s.56. İbn-i Teymiye, Mecmuu Fetevâ, c.3, s.l 17 ve c.20, s.42; İbn. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 175.

[4] İbn-i Teymiye, a.g.e., c.19, s.116

[5] Al-i İmran: 3/103

[6] et-Tâcu'l Câmiu'l Usûl, c.5, s.308.

[7] İbn-i Teymiye, İktizâu's Sıratu'l Müstakim, s.35

[8] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 176.

[9] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 176-177.

[10] Münzirî, Muhtasar-ı Sahîh-i Müslim, c.5, s.291

[11] Münâvî, Feyzu'l Kadîr, c.2, s.20. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 177-178.

[12] İsra: 17/15

[13] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 178-179.

[14] Askalânî, a.,g.e, c.9, s.101-102

[15] a.g.e.,c.9,s.l02

[16] a.g.e., c.9, s.102

[17] Teymiye, İktizâu's Sırâtu'l Müstakim, s.35

[18] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 179-180.

[19] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 180.

[20] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 181.

[21] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 181.

[22] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 182.

[23] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 183.

[24] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 184.

[25] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 184.

[26] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 184-186.

[27] Askalânî, c.13, s.5

[28] Askalânî, a.g.e., c.13, s.7

[29] Askalânî, a.g.e., c.13, s.5

[30] Nevevî, Şerh-i Müslim, c.12, s.224

[31] Nevevî a.g.e., c.12, s.224-225

[32] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 186-189.

[33] Askalânî, a.g.e., c.13, s.7-8.  Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 189-190.

[34] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 190.

[35] Nahl: 16/43

[36] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 190-191.

[37] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 191-192.

[38] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 193.

[39] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 193-194.

[40] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 194-195.

[41] Mücâdele: 58/11.

[42] Tefsîr-i Âlûsî, c.28, s.29

[43] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 195-198.

[44] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 198.

[45] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 198-199.

[46] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 199-200.

[47] Bakara: 2/113

[48] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 200-201.

[49] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 201.

[50] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 201.

[51] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 202.

[52] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 202-203.

[53] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 203.

[54] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 203-204.

[55] Avnu'l Ma'bûd, Şerhu Sünen-i Ebî Dâvûd, c.7, s.267

[56] Avnu'l Ma'bûd, c.7, s.267. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 204-205.

[57] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 205.

[58] Bakara: 2/87

[59] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 205-206.

[60] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 206-.

[61] Askalânî, Sahîh-i Buhârî Şerhi, c.7, 3.111

[62] Askalânî, a.g.e., c.7, s.112

[63] Nevevî, Şerh-i Müslim, c.12, s.223-224. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 207-208.

[64] Sahîh-i Buhârî, c-7, s.121-122; Sahîh-i Müslim, c.12, s.222

[65] Nevevî, Sahîh-i Müslim Şerhi, c.12, s.224

[66] Sahîh-i Buhârî, c.7, s.122; Sahîh-i Müslim, c.2, s.224. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 208-209.

[67] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 209.

[68] Al-i İmrân: 3/159.

[69] Şûrâ: 42/38

[70] Tefsîr-i Kurtubî, c.4, s.249

[71] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 210.

[72] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 211.

[73] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 211-212.


Konu Başlığı: Ynt: İhtilaf ve İhtilafa Düşenler Hakkında Sünnetullah
Gönderen: Gözdenur 8 üzerinde 20 Ocak 2015, 15:58:54
Taassub; bir fikre veya inanışa körü körüne aşırı derecede bağlanıp ondan başkasını düşünmeme durumudur.Dinimiz bizlere bagnazliktan kacinmamizi emretmistir.


Konu Başlığı: Ynt: İhtilaf ve İhtilafa Düşenler Hakkında Sünnetullah
Gönderen: Yunus Emre üzerinde 20 Ocak 2015, 16:09:36
allahim yurdumuzun dimizin icinde ihtilaf olmasin yarabbim hep baris ve huzur icinde yasayalim kardesce.


Konu Başlığı: Ynt: İhtilaf ve İhtilafa Düşenler Hakkında Sünnetullah
Gönderen: Bahrişan 8 üzerinde 20 Ocak 2015, 16:10:34
IHTILAT YASAKLANMIS VE YERILMIS VE FIILE GORE CEZAYI HAKETMIS DEMEKTIR


Konu Başlığı: Ynt: İhtilaf ve İhtilafa Düşenler Hakkında Sünnetullah
Gönderen: Sevgi. üzerinde 20 Ocak 2019, 00:22:01
Bilgiler için Allah razı olsun. Rabbim bizleri doğru yoldan ayırmasın