Konu Başlığı: Hz Peygambere Büyücü ve Kurana Büyü Denilmesi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 09 Mayıs 2011, 22:14:23 Hz. Peygamber'e Büyücü ve Kur'an'a Büyü Denilmesi İnkarcılar, Muhammed (s)'e sihirbaz derken gerçekte onun Allah'tan herhangi bir vahiy almadığını fakat sadece büyüleyici etkileyici bir belagat ile yandaşlarını sürüklediğini söylemek istiyorlardı: “İnsanları (eğri yolun sonundan) korkut, inananlara Rableri nezdindeki yüksek makamları müjdele, diye içlerinden bir adama vahyimizi göndermemiz onlara tuhaf mı geldi? Kâfirler: 'Hiç şüphesiz bu besbelli bir sihirbaz.' dediler.” [726] Kur’an’ın sık sık işaret ettiği gibi bu itham yalnızca Hz. Peygamber'e değil inanmayanlar tarafından önceki peygamberlere de yöneltilmişti. Bu sözleri sarf eden inkarcılar, vahyi ve risaleti peşinen reddeden kimselerdi. [727] Onlar peygambere bazen büyücü, bazen kâhin ve bazen de mecnun diyorlardı ancak her akıl sahibi gibi onlar da sözlerinin ona atılan iftira türü şeyler olduğunu biliyorlardı. [728] Hz. Muhammed'in döneminde Hz. Musa'nınkinde olduğu gibi bilinen anlamda büyü etkili değildi. Onun mucizesi olan Kur'an, asâ ve beyaz el mucizesinden farklı ve daha sürekliydi. Ancak Hz. Musa'ya verilen mucizeler, bu defa inkarcılar tarafından inkârlarına delil olarak kullanılmaya çalışıldı: “Fakat onlara tarafımızdan o hak (Peygamber) gelince: 'Musa'ya verilen (mûcizeler) gibi ona da verilmeli değil miydi?' dediler. Peki, daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi? “Birbirini destekleyen iki sihirbaz!” demişler ve şunu söylemişlerdi: Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz.” [729] Kureyşliler Hz. Musa'ya inanmamışlardı ki, Hz. Muhammed'den bulundukları talebin bir mantığı olmuş olsun? Hz. Musa, Mısırlılar tarafından büyücü olarak adlandırıldığı gibi, Kur'an'ın kelimeleri de inkarcılar tarafından büyü olarak adlandırıldı. Kur'an, Hz. Musa'nın mesajını onaylarken, Kureyşliler kendilerinin zıt görüşte olduğunu söylüyorlar, ilahi vahyi tümden inkâr ediyorlardı. [730] Onlara göre, Musa ve Muhammed sihir konusunda birbirini destekliyordu. [731] Bazıları Hz. Muhammed'in sarf ettiği sözleri başkalarından öğrendiğini söylüyorlardı. O insanlar onu kandırıyorlardı: [732] “Biz onların, seni dinlerken nasıl dinlediklerini çok iyi biliriz. Birbiriyle fısıldaşırlarken de o zalimlerin: 'Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!' dediklerini çok iyi biliriz.” [733] Burada onların Hz. Peygamber'in davetine karşı kurdukları tuzaklar ve oyunlara değinilmektedir. Onlar gizlice Hz. Peygamber'i dinlerler ve daha sonra buna karşı bir oyun hazırlamak üzere toplanırlardı. Bazen bir kimsenin Kur'an'dan etkilendiği konusunda şüpheye düşerler ve birlikte oturup onu bu etkiden kurtarmaya çalışarak şöyle derlerdi: “Bir düşman tarafından büyülenen ve aynı onun gibi konuşan bir adamdan nasıl etkilenirsin?” [734] Hz. İsa'nın müjdelediği Hz. Muhammed de büyücü suçlamasına maruz kalmıştı. Hz. İsa, İsrailoğullarına Allah'ın olduğunu, ondan önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve ondan sonra gelecek Ahmed [735] adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldiğini söylediğinde ve onlara açık deliller getirdiğinde, “Bu apaçık bir büyüdür, dediler.” [736] Onlara geçmiş asırlarda müjdelenen ve eski çağlarda hürmetle anılan Ahmed geldiğinde, durumu ortaya çıkıp belgeler getirdiğinde ona muhalefet eden kâfirler, “Bu Kur'an, apaçık büyüdür.” [737] O peygamber de sihirbazdır.” dediler. [738] Sihir, bu bağlamda rasulün getirdiği şeyin sıfatıdır. [739] Halbuki fark edebilenler Hz. Muhammed'in tüm eylem ve söylemlerinde ilahi kudretin izlerini görebilirlerdi. Yine de cahil inkarcılar insanlık tarihinin en sağlam gerçeğini gerçek dışı büyü olarak isimlendirdi. [740] İşte Hz. İsâ böyle söylemiş olduğu halde İsrailoğullarının çoğu, yani Yahudîer onu dinlemedikleri gibi Hıristiyanların çoğu da bunu gizlemiş ya da o müjdeyi tevil ve tahrif ile inkâr etmiş olduklarından dolayı, “Bu Ahmed, o müjdelenen Resul değil! Bu açık sihirlerle bizi aldatmak istiyor.” diye küfre, haksızlığa sapmış ve birtakım değişiklikler yapmak suretiyle, “İsa, Allah'ın oğludur.” gibi aslı olmayan yalanlar yazarak onları Allah kelâmı diye Allah'a isnat etmişlerdi. [741] Kur'an-ı Kerim'e sihir diyerek aslında İslâm'ı geçersiz kılma isteklerini sergiliyorlardı. Onlar hak güneşinin nurunu üfleyerek söndürmek isteyen kimse gibidir. [742] Onlar, ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlardı. Halbuki kâfirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır. [743] Müşriklerin tavrı da onlardan farklı olmamıştı. Nitekim Allah, müşriklerin küfürlerinden, inatlarından hakka karşı direnip çekişmelerinden [744] haber verirken şu gerçeğe dikkati çeker: “Sana kağıt üzerine yazılmış bir Kitap indirseydik, onlar da onu elleriyle yoklasaydılar, muhakkak o küfürlerinde inat edenler yine, 'Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir.’ Derlerdi” [745] Kibirleri öyle bir seviyeye çıkmıştı ki, gökten kitap inse ve ona dokunsalar yine de inanmayacaklardı. [746] Nebevi daveti kabul etmek istemeyen kesimler çoktur. İlk grup, içinde boğulana kadar dünya sevgisi ve şehvet düşkünlüğüne aşırı bağlılık duyanlardır. Halbuki dünya hayatı geçici ama küfrün karşılığı olan azap bakidir. Devamı gelmeyen değersiz lezzetler için sürekli ceza görmeyi tercih etmek akıl kârı değildir. İkinci grup da peygamberin mucizesini mucize değil de sihir olarak kabul edenlerdir. Bu âyet, ikinci gruptan bahseder. Kur'an bir defada Hz. Muhammed'e inseydi yine inanmazlar ve aksine onu sihir ve yalan olarak nitelerlerdi. O, Kur'an'ı tüm olarak indirseydi ve onu görselerdi, dokunsalardı [747] ve o kağıda yazılı olarak indirilmiş olsaydı, yine de ortaya çıkışından sonra hakka inat ederek inanmaz [748] ve müşrikler, “Bu apaçık sihirden başka bir şey değil. Bununla sen bizim gözlerimizi büyüledin.” derlerdi. [749] Zaten materyalistler somut nesneler görmek isterler fakat sıra dışı bir kaynaktan bir şey gelirse ona büyü, hurafe ya da yaşadıkları dönemde hangi ifade kullanılıyorsa o türden isim takarlar. [750] Ahirete inanmayanlar, bu dünyadan sonrası ile ilgili tüm konuşmaları, büyücülerin gerçekten uzak sözleri gibi olduğunu düşünürler. [751] “Yemin ederim ki (Resulüm!), 'Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz' desen, kâfir olanlar derhal 'Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir.' derler.” [752] Onlar fesahat ve belagatıyla Kur'an lafzını isimlendirdikleri gibi, ölümden sonra dirilişi, hakikatlere dair peygamber ya da Kur'an'ın naklettiklerini de sihir olarak adlandırıyorlardı. Bu onların Allah'ın Kitabına attıkları iftirayı ve apaçık hakka karşı mallarındaki aşırılığını göstermektedir. Sihir derken bâtılı hak suretinde göstermek suretiyle yanıltıcı sözler sarf etmeyi de kastetmiş olabilirler. [753] Onlara göre, dirilişten bahseden ifadeler kandırmacaydı. Çünkü bu sözleri sarf edenler, dünya lezzetlerinden insanları alıkoymaya ve insanların kendilerine bağlılıklarını muhafaza ederek yönetimlerine tâbi olmalarını sağlamayı amaçlamaktaydı. [754] Kur'an'a sihir demeleri, sırf küfür ve inatlarındandı. Diriltmenin vuku bulacağına dair haberi doğrulamıyorlardı. Onlara göre o haberi ancak onun büyülediği kimseler kabullenir ve onun sözüne tâbi olurdu. [755] Onlar, Hz. Muhammed'in kendilerine okuduğu şeyin mutlaka büyü olduğunu ve dinleyenleri büyülediğini söylüyorlardı. [756] Nebiden kinaye olarak ayetteki ifade “Bu açık bir büyücü” şeklinde de okunmuştur. [757] Sahte ya da gerçek dışı olan bir şeyi gerçekmiş gibi göstermek anlamına gelen büyü ile dirilme arasında bağlantı kurmak zordur. Ancak inanmayanların dirilme inancını sırf dünya hayatının tadını çıkarabilecek durumda olanları bu inançtan alıkoymak amacıyla reddettiklerini ve bu inancın, yoksul ve talihsiz insanları bu dünyadaki kötü talihlerine uyuşuk bir biçimde boyun eğdirmeyi amaçlayan “Büyüleyici ya da uyuşturucu bir kuruntu” olarak görüp bu inanca karşı küçümseyici bir tavır içinde olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. [758] İnkarcılar, Rasulullah'ın ahlakî değerinin, kavrayışının, ciddiyetinin beliğ konuşma gücünün onların üzerinde olmasına rağmen onu hiçbir anlama gelmeyen ya da gizli hilekârlık yöntemleri anlamına gelebilecek büyücülükle suçladılar: [759] “Kalpleri hep eğlencede (gaflette), hem o zalimler şu gizli fısıltıyı yaptılar: 'Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşer olmaktan başka nedir ki! Siz şimdi göz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?” [760] Yani, “Ona tâbi olup da sihir olduğunu bile bile sihir yapan kimse gibi mi olacaksınız?” [761] Onun getirdiğinin gerçekten büyü olduğunu gördüğünüz halde, [762] ona bağlanıyor ve onu izliyor [763] kabul ve tasdik ediyor, [764] hakkı bilmenize rağmen bâtıla mı sapıyorsunuz? [765] demek istiyorlardı. İtirazlarında bir azarlama üslubu hakimdi. Oysa Hz. Peygamber'in Kur'an'da olsun ya da olmasın sunduğu şeylerin hakkı bâtıl göstermeyen ve hakikati örtme mahiyetinde olmayan şeyler olduğu açıktı. Onlar belagat konusunda uzman kimselerdi. Rasulullah (s) da onlara Kur'an ile meydan okuyor, onlar ise vahyi geçersiz kılmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu çabalarının en zoru da Kur'an'a karşı çıkışlarıydı. [766] Bu gayretlerinde başarılı olamayışları Kur’an’ın mucize oluşuna delildi. Bu durumda ona nasıl sihir denebilirdi? Bu vakıa, onların Kur’an’ın doğruluğunu bildiğini gösteriyordu. [767] Onlar aslında rasulun melek olması gerektiğine inanıyorlar ve insanlardan risalet iddiasında bulunan ve mucize getirenlere, “Büyücü ve mucizesi de sihirdir.” diyorlardı. [768] Hz. Muhammed'in “Büyüleyici söze sahip” bir ölümlüden başka birisi olmadığı yolundaki gayr-ı îslâmî bir iddiaya dayanarak Kur'an mesajını reddetmekle, Kur'anî öğretinin muhalifleri aslında gerçek düşüncelerini saklamaktaydı. Bunların karşı çıkışları bu öğretiye yönelttikleri ciddi ve makul bir eleştiriden çok, Hz. Peygamber (s)'in çağrısını olumsuzlamanın beraberinde getireceği ahlakî, manevi disipline uymak konusundaki duydukları derin ve köklü isteksizliğe dayanıyordu. [769] Kur'an Müşriklere, Allah katından gerçek bir Kitap geldiğine açıkça delalet eden Allah'ın Kitabının âyetleri okunduğu zaman dediler ki: “Bu, sizi babalarınızın taptığı (putlardan) çevirmek isteyen bir adamdan başkası değildir. Ve yine bu (Kur'an) da uydurulmuş bir yalandan başka bir şey değildir, dediler. Hak kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler de: 'Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir.' dediler.” [770] Yani, “Muhammet'e uymayın. O, sizi atalarınızın ibadet ettikleri putlardan geri çevirmek, hem sizin hem atalarınızın dinini değiştirmek isteyen bir kişidir. Bize okumakta olduğu bu Kuran, uydurulmuş bir yalan ve kendisini görüp de düşünen kimselere açıkça görünen bir büyüden başka bir şey değildir. [771] demek istiyorlardı. Kendilerine gelen hak için bazen sihir bazen de iftiradır dediler. [772] Kur’an’ın bir insanın altından kalkamayacağı bir kitap olduğuna kalpleri kanaat getirmesine rağmen inatlarından ve büyüklenmelerinden dolayı böyle sözler sarfediyorlardı. [773] inanmayanlar, bir mucize gördüklerinde onunla alay ederlerdi. Sebebi onu sihir kabul etmeleriydi. Onlara göre onun sihir olduğundan şüphe etmek mümkün değildi. [774] Kureyş'ten müşrik olanlar, Hz. Muhammed'in peygamberliğini ispatlayıcı bir hüccet ve delil gördüklerinde onu alaya aldılar ve “Bu ancak açık bir büyüdür.” [775] dediler. Yani, “Bize getirdiğin şey, görüp düşünen kimseler için apaçık büyüden başka bir şey değildir.” [776] şeklinde bir söylem kullandılar. Pagan Mekkeliler, Hz. Peygamber (s)'in kendisiyle vaaz ettiği harika gücü ve otoriteyi anlayamadıklarında, onu “Tanrı vergisi bir büyü” olarak adlandırdılar. [777] “Kendilerine hak gelince, 'Bu bir büyüdür, biz onu tanımıyoruz' dediler.” [778] Haktan kastedilen şey, Kur'an'dır. Rasulullah (s), getirdiği âyetleri apaçık bir şekilde ortaya koydu. Ama onlar onun büyücü, getirdiğinin de sihir olduğunu ileri sürdüler ve inkâr ettiler. [779] Kur'an için, “Muhammed'in bize getirdiği bu Kitap bizi büyüleyen bir kitaptır. Allah katından gelen bir vahiy değildir. Bunun Allah katından gelen bir kitap olduğunu inkâr ediyoruz.” [780] dediler. Kur'an'da Allah, müşriklerin küfür ve inatlarını haber vermekte, onların Kur'an için, “Apaçık büyüdür” diyerek yalan söylediklerini, iftira attıklarını, sapıttıklarını ve kâfir olduklarını söyler: [781] “Âyetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman hakikat kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler: 'Bu, apaçık bir büyüdür.' dediler.” [782] Kur'an-ı Kerim'i “Bâtıl oluşunda şüphe olmayan apaçık bir sihir” olarak isimlendirdiler. [783] Peygamberin toplumundan kendilerine gelen hakkı inkâr eden müşrikler, Allah'ın Kitabında beyan ettiği nurlu, net ve açık hüccetlerini Hz. Peygamber (s) okuduğu zaman, “Bu apaçık büyüdür”, aldatmacadır, kalpleri bir nevi büyülüyor, düşünen kimseler bunun bir büyü olduğunu rahatlıkla anlayabilirler, [784] dediler. Allah'ın âyetleri hakkında ciddi bir şekilde düşünselerdi, bu vahim manevi körlükten korunmuş olurlardı: “Bir büyü müdür bu (Kur'an), yoksa görmüyor musunuz?” [785] Onlar hatalarını ve Hakkın elçisinin uyarılarının saf hakikat olduğunu görecekler. [786] Ayetteki soru üslubu, inkâr babındandır. Yani, onlar aslında ne söylediklerinin farkındaydılar. Gördükleri şey hak olmasına rağmen onun hak olmadığını [787] ve vahyin sihir olduğunu söylüyorlardı. [788] Ahirette bu inkarcılıklarının sonucu, olarak uğrayacakları cehennem azabı bir büyü müdür yoksa değil midir göreceklerdir. Bu âyet inkarcıları kmayıcı bir ifadedir. [789] Kur'an, Velid bin Muğire adlı bir inkarcının aynı itirazda bulunduğunu ismini zikretmeksizin ifade eder: “Bu (Kur'an) dedi, olsa olsa (sihirbazlardan öğrenilip) nakledilen bir sihirdir.” [790] Bu kişi, aslında Kur'an’ın ilahi bir kelam olduğuna kalben kani idi. Fakat toplum içerisindeki itibarını kaybetmemek için iman etmemişti. [791] Ona göre Kur'an, Hz. Muhammed'in, başkalarından naklettiği, [792] sihir gibi kalpleri aldatan yaratılmışların sözünden başka bir şey değildi. [793] Hz. Peygamber'i Kur'an'ı getirdiği için büyücü olarak görüyordu. Çünkü büyücüler de karı ile kocanın arasını açıyordu. Ona göre benzer şekilde bazen koca Müslüman oluyor hanımından ayrılıyor, bazen de hanım mümin oluyor ve eşinden ayrı düşüyordu. [794] Hakikati inkâr edenler, bilerek saptırma yahut yanıltma anlamlarına gelen büyüyü bu olumsuz anlamıyla ilahi mesajı tanımlamak için her zaman kullanırlar. [795] Her çağda bu tip insanlar olacaktır. İlahi vahyi anlamayacaklar, onun insanlar üzerindeki mükemmel etkisini sihir gibi anlamsız ifadelerle açıklamaya çalışacaklardır. [796] Hz. Peygamber'i büyülenmiş olmakla ya da büyücülükle suçlayanların kendileri Allah'tan başkasına yönelerek bir aldanış içine girmişlerdir: [797] “Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir?' diye sor. '(Bunların hepsi) Allah'ındır.' diyecekler. Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz? de.” [798] Ayetteki biliyorsanız kelimesi, “Mesele apaçık ortada olmasına rağmen inkarcılıklarını küçümsemek ve cahilliklerini vurgulamak” için kullanılmaktadır. [799] Yani, “Allah'ın ortağı olmadığını bilip itiraf etmenizle birlikte Allah ile beraber bir başkasına ibadet etmenizde nasıl oluyor da aklınız gidiveriyor, [800] Allah'a teslimiyet ve akıl dini olan İslâm'ı kabul etmemek için çok tanrıcılık ve inkarcılıkla büyüleniyor, [801] fayda ve zarar vermekten uzak olan şeyleri Allah'a ortak koşmayı düşünebiliyor, [802] ölümden sonra diriltileceğinizi inkâr ederek büyüye kapılıyor, [803] Allah'ın âyetlerini doğrulamaktan yüz çeviriyor, döndürülüyor [804] şeytana ve hevanıza uyarak tevhid ve Allah'a itaatten uzaklaşma tuzağına düşüyorsunuz? [805] Burada inkarcıları ayartan şey, şeytan ve arzularının olduğu ima edilmektedir. [806] Ancak ayartmalara karşı direniş göstermeyip şeytana tâbi olup, vahyi sihir ve beşer sözü olarak gören kimseler ateşe yaslanmaktan kurtulamayacaktır. O öyle bir ateştir ki, ne alıkoyar ne bırakır. Sürekli derileri kavurur. [807] [726] Yunus: 10/2. [727] Esed, a.g.e., s. 391. [728] Ibnu Teymiyye, el-Harrannî Ebu'l-Abbas, el-Cevabu's-Sahihu li men Beddele Dine'l-Mesih, Daru'l-Asime, Riyad, 1414 (h), V, 427. [729] Kasas: 28/48. [730] Ali, a.g.e., s. 1016. [731] Kurtubî, VII/1, 269. İki büyücüden Musa ve Harun'un kastedildiği de söylenmiştir bkz.: Kâsımî, a.g.e., XIII, 4710. “İki büyü” olarak okuyanlar ise bununla Tevrat'ı ve Kur'an'ı kastetmektedirler. Zira ayetten hemen sonra iki kitaptan bahsedilmektedir: “De ki: “Eğer doğru sözlüler iseniz, Allah katından bu ikisinden (bana ve Musa'ya inen kitaplardan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım!” Kasas: 28/49. ayrıca bkz.: Enam: 6/91-154-155. Ahkaf: 46/30. [732] Razi, VII, 351. Bazı Basralı dilciler meshur ifadesini büyülenmiş değil de büyücü olarak anlamlandırmışlardır bkz.: Taberi, IX/1,121. [733] İsra: 17/47. [734] Mevdudî, Tefhîmu'l-Kur'an, III, 105. [735] Ahmed, övülmüş kimse anlamında hemen hemen Yunanca Periclytos kelimesinin tercümesidir bkz.: Ali, a.g.e., s. 1540. [736] Saf: 61/6. [737] İbnu Kesîr, VIII, 137. [738] Taberî, XIV/l, lll. [739] Kurtubî, IX/2, 75. [740] Ali, a.g.e., s. 1540. [741] Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, 10 c., Eser Neşr., İstanbul, 1979, VII, 4935. [742] Zemahşerî, IV, 513. [743] Saf: 61/8. [744] İbnu Kesîr, III, 236. [745] Enam: 6/7. İnanmamakta ısrar eden insanların olumsuz tavırlarıyla ilgili başka örnekler için bkz.: Hicr: 15/14. Tur: 52/44. [746] Tabatabaî, a.g.e., V, 16. [747] Râzî, IV, 485. [748] Zemahşerî, II, 6. [749] Taberî, V/1, 200. [750] Ali, a.g.e., s. 291. [751] A.e., s. 515. [752] Hud: ll/7. [753] Tabatabaî, a.g.e., X, 158. [754] Kaffal bkz.:Râzî, VI, 320. [755] Îbnu Kesîr, IV, 242. [756] Taberî, VII/2, 9. [757] Kesaî bkz.: Kurtubî, V/l, 10. [758] Esed, a.g.e., s. 423. [759] Ali, a.g.e., s. 822. [760] Enbiya: 21/3. [761] Îbnu Kesîr, V, 325. [762] Ali, a.g.e., s. 822. [763] Kâsımî, a.g.e., XI, 4249. [764] Taberî, X/l, 5. [765] Kurtubî, VI/l, 170. [766] Râzî, VIII, 120. [767] A.g.e., VIII, 121. [768] Zemahşerî, III, 100; Kasımi, a.g.e., XI, 4249. [769] Esed, a.g.e., s. 646. [770] Sebe: 34/43. [771] Taberî, hak kelimesi için kastedilenin Hz. Muhammed (s) olduğu görüşündedir bkz.: Taberî, XII, 123. Ancak bu kelimeden Kur'an kastedilmektedir. Çünkü müşrikler hakkı büyü olarak vasıflandırıyorlar. Bu apaçık sihirdir yerine büyücüdür deselerdi o zaman Rasulullah (s)'ın kast edildiği söylenebilirdi. [772] Kurtubî, VII/2, 278. [773] Hakemi, a.g.e., I, 266. [774] Râzî, IX, 325. [775] Saffat: 37/15. [776] Taberî, XII/2, 54. [777] Ali, a.g.e., s. 1330. [778] Zuhruf: 43/30. [779] Râzi, XI, 629. [780] Taberî, XIII/1, 83. [781] İbnu Kesîr, VII, 259. [782] Ahkaf: 46/7. [783] Zemahşerî, IV, 289. [784] Taberî, XIII/2, 7. [785] Tur: 52/15. [786] Ali, a.g.e., s. 1434. [787] Râzî, X, 205. [788] Zemahşerî, IV, 399. [789] Taberî, XIII/3, 31. [790] Müddessir: 74/24. [791] Mevdudî, Tefhîmu 'l-Kur'an, VI, 473. [792] Taberi, XIV/2, 197; Kasımi, a.g.e., XVI, 5977. [793] Kurtubî, X/l, 71. [794] Ebu Abdillah, a.g.e., IV, 1217. [795] Esed, a.g.e., s. 1207. [796] Ali, a.g.e., s. 1642. [797] A.g.e., s. 889. [798] Müminun: 23/88-89. [799] Kâsımî, a.g.e., XII, 4414. [800] İbnu Kesîr, V, 484. [801] Hamidullah, a.g.e., 494. [802] Kurtubî, VI/2,134. [803] Esed, a.g.e., s. 699. [804] Taberî, X/2, 64. [805] Zemahşerî, III, 195. [806] Razi, VIII, 290. [807] Müddessir: 74/24-29. Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 119-129. |