๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kuranda İnsan Psikolojisi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 09 Mayıs 2011, 22:02:07



Konu Başlığı: Hz Nuh Hz Hud ve Salihe Beşer İtirazı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 09 Mayıs 2011, 22:02:07
Hz. Nuh, Hz. Hud ve Salih'e Beşer İtirazı

Tüm peygamber kıssalarının gösterdiği gibi, ilk müminlerin çoğu toplumun aşağı sınıflarına mensup köleler, yoksullar ve ezilenler arasından çıkmıştır. Çünkü ilahi mesaj, kendilerine bu dünyada daha adil ve eşitlikçi bir toplumsal düzen, ahirette de ebedi mutluluk vaat etmektedir. Peygamberlerin üstlendiği gö­rev, bütünüyle bu devrimci karakteri sebebiyledir ki, kurulu dü­zeni elinde tutan, toplumun varlıklı ve imtiyazlı kişilerin ve grupların katında daima hoşnutsuzluğa yol açmıştır: [955]

“(Nuh'un) Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabaka­mızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.” [956] Nuh toplumunun peygamberliği inkâr eden eşraf ve kodamanları dediler ki: “Sen de yaratılış, görünüm ve cins olarak bizim gibisin.” [957]

Kur'an aynı kesimin şu sözlerini de zikreder:

“Bu, tıpkı sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hakim olmak istiyor. Allah (peygam­ber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” [958] Onlara göre, Hz. Nuh üstün gelmek, lider olmak ve onları da tebaa yapmak istiyordu. Onlara göre, Allah kendisinden başkasına tapılmamasını isteseydi, risaletini tebliğ edecek melekler gönderirdi. [959] Her zaman tekrarlanan peygamberin insan oluşuna yönelik itirazın kaynağı, büyüklük taslayan şımarıkların kalpleri ile insanı yüce yaratıcıya bağlayan bağın birbirinden kopuk olmasıdır. Bu kopukluk Hz. Hud döneminde de kendisini göstermiştir:

“Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı yalanlayan ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz kodaman güruh dedi ki: Bu, sadece sizin gibi bir insandır, sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer. Gerçekten, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz.” [960] Bunlar da insanın peygamberliğini kabul etmemekle beraber, peygamberi normal bir insan seviyesinde göstermek için beşeriyeti yiyip içtiği şeylerle mukayese ediyor ve toplumu kökünden yıkacak olan şu propagandayı ileri sürüyorlardı: “Gerçekten, tıpkı kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz o takdirde siz, hiç şüphesiz ziyandasımzdır.” Hatırlatmaya gerek yoktur ki, bir başkanın, baş­kanlığı altında toplanmayan bir insan topluluğu yoktur. [961] Bunun gibi dünya hayatının refahı ile şımarmış ve ahirete ulaşmanın yalan olduğunu diline dolamış olan o kâfirler de Allah'ın emriy­le, peygambere itaat duygusunu kırmak için insanın insana meş­ru olan itaat esasını bir esirlik ve ziyan şeklinde göstererek kökünden baltalamaya çalışıyorlardı.

Allah onlara, içlerinden bir peygamber göndermiş ve o pey­gamber kendilerini tek ve ortağı olmayan bir Allah'a ibadete davet etmişti. Onlar ise, bu peygamberi yalanlamış, ona zıt gitmiş ve kendileri gibi bir insan olması nedeniyle ona tâbi olmaktan yüz çevirerek Kıyamet Günü Allah'a kavuşmayı yalanlamış ve beden­sel dirilmeyi inkâr etmişlerdi. [962]

Hz. Salih de aynı itirazı göğüslemek zorunda kaldı:

“Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir.” [963] Yani, “Senin, Allah'ın elçisi olduğuna inanama­yız, Çünkü sen de bizim gibisin ve sende hiç bir ayrıcalık ve farklı­lık yok. Bununla birlikte, eğer Allah'ın seni elçisi olarak seçtiği id­dianda doğru isen bize öyle açık bir mucize göster ki, senin gerçek­ten kainatın Rabbi ve yaratıcısı tarafından gönderildiğine inana­lım. [964] Sen de ancak yemek ve içmekle meşgul olan bizim gibi yara­tılmışlardan birisin. Rab ve melek değilsin ki, sana itaat edelim ve söylediklerini tasdik edelim.” dediler. [965]

İşte ne zaman bir peygamber gelirse insanlığın aklına takılan şüphelerden biri de budur. İnsanlığın peygambere ilişkin düşünce­si sürekli olarak böyle sakat olmuştur. Peygamberin neden bir insan olarak gönderildiğinin hikmetini bir türlü kavramamıştır. Bu­nun insanlık için büyük bir şeref olduğunu anlamamıştır. İçlerin­den peygamberlerin seçilmesiyle bu peygamberlerin insanlığı hi­dayet ve aydınlık kaynağına ulaştırmada öncülük ve önderlik ya­pacaklarını bilememişlerdir.

Peygamber gökten insanlara kapalı olan dünyadan gaybi ha­berler getirdiği için birtakım insanlar onu diğer insanlardan başka, farklı bir varlık olarak düşünmüş veya öyle olması gerektiği kanı­sına varmıştır. [966] Ve yine onlar anlamamıştır ki, rasuller yeryüzünde yaşadığı, yediği, içtiği, uyuduğu, evlendiği, çarşıda-pazarda dolaş­tığı, diğer insanların taşıdığı ve yaşadığı bütün diğer duyguları ve zaafları bünyesinde barındırdığı halde yüceler alemi ile sıkı ilişki içinde bulunabilir. Dünyada normal bir insan olarak yaşarken bu büyük sır ile irtibatını sürdürebilir.

Başka bir ifadeyle onlar, Salih (a)'e inanmamak için üç neden ileri sürüyorlardı.

a. Hz. Salih bir insandı ve insanlardan üstün bir varlık değil­di.

b. Kavminin içinden çıkmış bir şahıstı ve dolayısıyla kendile­rinden üstün değildi.

c.  O, sıradan bir şahıstı. Ne bir kabilenin reisi, ne bir grubun lideri ne de bir gücün sahibiydi. Buna rağmen Hz. Salih'in üstün­lüğünü neden kabul etsinlerdi?

Onlar, Hz. Salih'in ya insanüstü bir varlık olması gerektiği­ne veya insanüstü bir varlık olmasa da kendi içlerinden olmayıp mucizevî bir yolla gelmesi gerektiğine ya da gücü ve şöhreti olan bir kabile reisi olması gerektiğine inanıyorlardı. Çünkü Allah'ın ancak bu şekilde birini peygamberlik görevi için seçebi­leceğini düşünüyorlardı.

“Semud kavmi de uyarıcıları yalanladı. “Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz” dediler.” [967] Yani, “Böyle tuhaf bir iş yaparsak, bizim gibi bir insanın sözünü dinlersek sapıtmış, çılgınca bir tutum benimsemişiz demektir!” Ne kadar tuhaf değil mi? Adamlar eğer doğru yola girseler kendilerini sapıtmış kabul ediyorlar; eğer imanın ışığına kavuşsalar kendilerini bir tek çılgınlığın değil “Çılgınlıklar”ın pençesine düşmüş sayıyor­lar. [968]

Semud toplumunun “Aramızdan bir beşere mi” şeklinde itiraz­larıyla ilgili olarak, onların köle ruhlu bir toplum olduğu, içlerin­den birisine itaat etmektense kavimlerine yabancı bir kimseye itaa­ti daha makul gördükleri de ifade edilmiştir. [969] Bu yorum, insanların “Beşer peygamber” yerine “Melek peygamber” isteklerine hasret­me yaklaşımından farklıdır. Ancak âyette bu yaklaşıma işaret eden bir karine mevcut değildir. Semud kavminde halkın üzerinde baskı kuran ve gizli faaliyetlerde bulunan, toplumda etkili olan ve siyasi yönü de bulunan dokuz çetenin, zenginlikten şımarmış bir kesimin ve müstekbirlerin varlığı hesaba katıldığında, onların özgüvenini yitirmiş bir toplum olmalarından ziyade, tek bir yönetici altında toplanmaktan uzak durmak istediklerinin kastedilmiş olması aye­tin ruhuna daha uygundur. Zira bunların istedikleri, toplum üze­rindeki tasallutlarını sürdürmek ve bunu da siyasi koalisyonlar ve rant paylaşımlarıyla gerçekleştirmektir. Adil, hayatın hedefini kavramış, mazlum insanların koruyucusu olan bir yönetici hele hele kendilerinin de itiraf ettiği gibi gelecek vaat eden [970] birisinin, çıkar­larını engelleyici bir çaba içine girmesi onlar için sorun olmaktadır. Hz. Salih'in, çağrısına icabet edilen, insanların onunla doğru yolu bulduğu bir mürşit olması, başkalarını bir sancak altında toplaması onlara çok ağır geldi. Bu olacak şey değildi. Bu nedenle karşı çıktı­lar. Çünkü başkalarını örnek almak suretiyle peygamberin sancağı altında toplanmaları istenen ve çağrılanlar bizzat kendileriydi. Bundan ötürü büyüklük taslayarak ondan hoşlanmadıklarını gös­terdiler.

Onlar bir yandan bir beşere tâbi olmaya itiraz ederlerken in­san cinsine tâbi olmayı da tabiî görmediklerini ortaya koyuyorlar­dı. Ancak onlar bir yandan insan olan birisine tâbi olmayı eleştirir­ken, bunu şaşkınlık ve delilik olarak görürken [971] bir yandan müstekbir liderlerine tâbi oluyorlardı. Demek ki onlar apaçık bir çelişki içindeydiler. Bu talepleri, salt anarşizmi değil, oligarşik bir yapıyı sürdürme amacını güttüklerini göstermektedir. Bu tür bir yönetsel anlayışta, yönetimde etkin olmak kuvvetli iletişim araçla­rına, maddi refaha ve lobilere bağlı olmakla doğru orantılıdır. An­cak böyle bir toplumda ezilenlerin haklarının korunması nasıl sözkonusu olabilir?

Allah, yukarıda bahsettiğimiz üç peygambere yapılan “Siz be­şersiniz. Bu nedenle size uymayız.” itirazını İbrahim suresinde bir bütün olarak verir. Peygamberleri o toplumlara mucizeler getir­mişti de onlar, elleriyle ağızlarını kapattılar ve o elçilerle gönderi­leni inkâr ettiklerini ve onları kendisine çağırdıkları şeye karşı de­rin kuşkularını belirttiler. Peygamberleri, gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe olmadığını, aksine O'nun, onların günahla­rından bir kısmını bağışlamak ve onları muayyen bir vakte kadar yaşatmak için hak dine çağırdığını ifade ediyordu. Onlar dediler ki:

“Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!” [972] Peygamberleri onlara dediler ki:

“(Evet) biz sizin gibi bir insandan başkası değiliz. Fakat Allah nimetini kullarından dilediğine lütfeder. Allah'ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize imkân yoktur. Müminler ancak Allah'a dayansın­lar.” [973] Yani hakkın peşinde olan herkes, aydınlanma için kendile­rine teklif edilen ilahi masajın muhtevasına yönelmelidir. Kur'an değişik kısımlarında [974] peygamberi mesajın gökten yazılı olarak indirilmesi gibi gözle görülebilir, haricî vasıtalar ya da vakalarla kanıtlanması yolundaki isteklerin hem ahlaken, hem de mantıken boş ve yararsız olduğunu ifade etmiştir. Çünkü böyle bir mesajın ortaya koyduğu mutlak ya da fıtrî gerçeklikten yana duyulan, ahlaken sağlam ve zihinsel olarak da doğrulanabilir inanç ya da itminan ancak “Akla uygunluk, bilinç ve duyarlılığa dayanan bir kavrayış”la elde edilebilir. [975]


[955] Esed, a.g.e., s. 428.

[956] Hud: 11/27.

[957] Taberî, VII/2, 36.

[958] Müminun: 23/24.

[959] Taberî, X/2, 22.

[960] Müminun: 23/33-34. Aslında bu âyetlerin metninde Hz. Hud ve toplumunun adı geçmemektedir. Ancak, hemen Hz. Nuh'un ardından gelen bir nesi! oldukları bilgisi (Müminun: 23/31) nedeniyle bahsi geçen ifadelerin Hz. Hud dönemiyle ilişkili olduğu kanaati ağır basmaktadır.

[961] Yazır, a.g.e., V, 3452-3453.

[962] İbnu Kesîr, V, 467-468.

[963] Şuara: 26/154.

[964] Mevdudî, Tefhîmu'l-Kur'an, IV, 47.

[965] Taberî, XI/1, 126.

[966] Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'an, VII, 625.

[967] Kamer: 54/23-24. Mekkeli müşrikler de aynı cehalet içindeydiler. Zira onlar da Hz. Muhammed (s)'in peygamberliğini reddedebilmek için aynı gerekçeleri öne sürüyorlardı. Yani benzer şekilde, “Hz. Muhammed (s) de sıradan insanlar gibi alış veriş yaptığı halde ve içimizde doğmuş ve büyümüşken, şimdi kalkmış Allah'ın kendisine peygamberlik verdiğini iddia etmektedir.” diyorlardı. Bkz.: Mevdudî, Tefhîmu'l-Kur'an, VI, 49

[968] Kutub, Fi Zilali’l-Kur'an, IX, 456.

[969] Yazır, a.g.e., VII, 4645.

[970] Hud: 11/62

[971] Kamer: 54/24

[972] İbrahim: 14/10.

[973] İbrahim: 14/11.

[974] Rad: 13/31. Enam: 6/109-11.

[975] Esed, a.g.e., s. 503. Bu yoruma kaynak teşkil edebilecek bir Kur'anî bir ifade için bkz.: Yusuf: 12/108. Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 149-155.





Konu Başlığı: Ynt: Hz Nuh Hz Hud ve Salihe Beşer İtirazı
Gönderen: Kaan Han üzerinde 27 Nisan 2015, 21:14:37
Tüm peygamber kıssalarının gösterdiği gibi, ilk müminlerin çoğu toplumun aşağı sınıflarına mensup köleler, yoksullar ve ezilenler arasından çıkmıştır. Çünkü ilahi mesaj, kendilerine bu dünyada daha adil ve eşitlikçi bir toplumsal düzen, ahirette de ebedi mutluluk vaat etmektedir. Peygamberlerin üstlendiği gö­rev, bütünüyle bu devrimci karakteri sebebiyledir ki, kurulu dü­zeni elinde tutan, toplumun varlıklı ve imtiyazlı kişilerin ve grupların katında daima hoşnutsuzluğa yol açmıştır