Konu Başlığı: Hz Musaya ve Hz Haruna Büyücü Denilmesi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 09 Mayıs 2011, 22:19:32 Hz. Musa'ya ve Hz, Harun'a Büyücü Denilmesi Eski Mısır'da firavunlar, tanrı-kral olarak görülürdü ve buna bağlı olarak da gizli-batınî uygulamalar ile büyünün önemli bir yer tuttuğu Mısır halkının dininin ekseni durumundaydı. Bunun için, büyüyü hayatın ayrılmaz bir parçası olarak benimsemek her Mısırlı için bir görevdi. [554] Büyü, Mısır şirk dininde tüm vatandaşların inanması, rahiplerinin de sergilemesi mecbur olan bir şeydi. [555] O dönemde yöneticiler, bazı insanları yanlarına alıp onları sihir öğrenmeye, sonra da öğretmeye mecbur ediyorlardı. [556] Büyücüler Hz. Musa'nın karşısına çıkmak için şehirlerden istekleri dışında getiriliyorlardı. [557] Hz. Musa böyle bir ortamda mucizelerle birlikte tebliğ için gönderildi. Ona verilen dokuz mucize, [558] apaçık gerçeği ortaya koymaktadır ki, gözü olan herkes onu görebilsin. Bu mucizeler insanlara gerçeği gösteriyor ve onları doğru yola iletiyordu. Buna rağmen Firavun ve toplumu, gördükleri olağanüstülükler için, “Bu, apaçık bir büyüdür, dediler.” [559] Böyle söylemeleri, bu kanaatte olduklarından veya birtakım şüpheleri bulunduğundan dolayı değil, haksızlığı ve böbürlenmeyi esas aldıkları içindi. [560] Bu tavırlarıyla yalanlama konusundaki adetlerini bozmamış oldular. Sihir olmadığına ve Allah'tan olduğuna kanaat getirmelerine rağmen mucizeleri inkâr ettiler. [561] Onlara göre, Musa'nın getirdiği bu şeylerin apaçık büyü olduğunu, görenler rahatlıkla anlayabilirlerdi. [562] Ne var ki, daha sonraları büyücülerin secde etmesi ve gördüklerinin mucize olduğunu yakînen anlamaları bile inkarcıların tavırlarını değiştirmedi. [563] Firavun ve ileri gelenleri, “Kendilerine (hak) mucize gelince: “Bu elbette apaçık bir sihirdir.” [564] şeklinde bir itirazda bulundular. Âyette geçen hak, asanın yılan oluşu ve beyaz el gibi mucizelerdir. Allah ikisini risalet için âyet kılmıştır. [565] O inkarcılar, Allah katından hüccetler gelince, “Doğrusu bu apaçık bir büyüdür. Görenler bunun aşikar bir büyü olduğunu anlarlar.” dediler. [566] Hakkın sihirden en uzak şey olduğunu bilmelerine rağmen, hevalarına düşkünlüklerinden dolayı ona sihir dediler. [567] “Bu, apaçık bir sihir” suçlaması, son peygamber Hz. Muhammed (s)'e karşı yapılan itirazlara benzer bir biçimde Hz. Musa'nın kendilerine tebliğ ettiği mesajın büyüleyici, derinden sarsıcı etkisini dile getiren bir suçlamadır. [568] Musa onlara cevaben şöyle dedi: “Size hak gelince, ona böyle mi diyorsunuz? Bu sihir midir? Halbuki sihirbazlar iflah olmazlar.” [569] Hz. Musa onlara hakla ilgili olarak, “Onu ayıplıyor ve ona meydan mı okuyorsunuz?” diye soruyordu. Halbuki onların Allah'a boyun eğmeleri ve O'nu yüceltmeleri gerekirdi. [570] Hz. Musa'nın sorusu, onların yaptığının sihir olup olmadığını öğrenmek için değil, inkâr amaçlı bir soruydu. [571] Gerçeğin zıddı, kötü güçlerin ortaya koyduğu aldatma ya da makul gösteriler olan büyünün başarılı olması mümkün değildir, zira sürekliliği yoktur. Hakikat eninde sonunda hakim olur. [572] Aslında bu âyette vurgulanan şey, sihrin herhangi bir gerçek ve manevi muhtevadan yoksun, geçici bir görüntüden başka bir şey ortaya koyamayacağı hakikatidir. [573] Sihirbazlar büyü yapmakla elde etmek istedikleri şeye kavuşamaz ve başarıya ulaşamazlar. [574] Firavun çevresindekilere bir uyarıda bulundu: “(Musa), Sizi sihriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?” [575] Vatandan ayrılık en zor durumlardan birisidir. Güya Hz. Musa büyü dedikleri şeyle onları vatanlarından uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bu bâtıl ehlinin haktan uzak durmak için yaptığı en aşırı şeydir. [576] Firavun'un Hz. Musa'yı öldürmek istediği ancak adamlarının onu öldürmesi halinde davasının halkın kafasında soru işaretleri bırakacağı endişesiyle onu uyardıkları söylenir. [577] Onlara göre Musa, İsrailoğullarını büyü yaparak Mısır'dan çıkarmak istiyordu. O, kendisine sihir öğretilmiş bir kimseydi. [578] Yaptığı bu işle insanların kalplerini kazanmak ve böylece taraftarlarını, yardımcılarını kendisine tâbi olanları çoğaltıp devletine üstün gelerek ülke topraklarını ellerinde almak amacındaydı. [579] Firavun ve bağlıları gördükleri onca mucizeye rağmen, “Sen bizi büyülemek için her ne mucize getirirsen getir, asla sana inanacak değiliz.” [580] dediler. Cehaletleri nedeniyle evrende olup bitenleri Allah'ın hükmüne ve koyduğu ölçüye bağlamıyor, mucize ile sihri ayırt edemiyor, asanın yılana dönüşmesi türünden tüm mucizeleri sihir addediyor [581] “Rabbinden bize ne zaman mucize getirirsen getir, bize göre o sihirdir.” diyorlardı. [582] Yani Allah'ın mesajına yönelik bir tür inatçılık ve direniş sergiliyorlardı. Sihre inandıkları için alışılmışın dışında bir şey gördüklerinde onu sihir olarak niteliyorlardı. [583] “Büyülemek için her ne mucize getirsen de” derken gördüklerini mucize diye isimlendirmeleri alay etmek içindi. [584] Yoksa mucizeye iman etmiş değillerdi. Onlara göre, onun getirdiğiyle amaçladığı şey izleyenleri büyülemekti. [585] Allah onların bu sözlerini aktarmakla isyanlarını, büyüklenmelerini, hakka karşı inatlaşmalarını ve bâtıl üzere ısrarlarını haber vermektedir. [586] Hz. Musa, Rabbi katından getirdiği şeylerin hakikat olduğuna delalet eden asâ ve beyaz el mûcizesiyle [587] Firavun ve ileri gelenlerinin yanına gelince dediler ki: “Bu, olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik.” [588] Onu sihrini ortaya koymak ve onunla Allah'a iftira etmekle suçladılar. Hz. Musa'nın getirdiğini, kendilerine kâhinlerin haber vermediğini söylemek istiyorlardı. Gördüklerini sihir ve bidat (sapma) olarak tanımladılar. [589] Onlara göre Hz. Musa'nın getirdiği şeyler, kendi yalan ve iftiralarıyla uydurduğu bir büyüden başka bir şey değildi. Atalarından, onun onları ibadete davet ettiği şey gibisini duymamışlardı. [590] Firavun ve ileri gelenleri mucizeleri görüp de Allah'tan olduğunu kesin olarak anladıklarında bile küfür, azgınlık, inat ve yalanla iftira yoluna saptılar. Bu, onların azgınlıklarından ve gerçeğe uymak konusunda büyüklenmelerinden ileri geliyordu. “Bu, uydurulmuş bir sihir” diyerek statülerinden istifade ederek ve hile yaparak Musa'ya karşı çıkmak istediler. Mucizeler onları etkilemedi ve onlara bir fayda sağlamadı. [591] Hz. Musa asasını atıp asâ bir ejderha olduğunda, elini koltuk altından çıkarıp hastalıksız ve bembeyaz olarak çıktığında ve o, bu büyük mucizeleri gösterdiğinde Firavun ona dedi ki: “Bizi, yaptığın büyü ile yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin, ey Musa?” [592] Yani, “İnsanları sana uymaları ve iman etmelerini gerekli kılan bir mucize getirdiğin zannına sevketmek ve sonuçta ülkemize ve bize hakim olmak, [593] sihirbazlığınla bizleri evlerimizden, yurtlarımızdan çıkarmak için mi geldin? [594] Bu yaptığın bir sihirdir. Bizi büyülemek için bunu yaptın. Peşinden geleceklerini ve onlarla sayını çoğaltacağını umdun. Ancak bu beklentin gerçekleşmeyecek. Zira bizde de seninki gibi bir büyü var. [595] demek istiyordu. Görüldüğü gibi Hz. Musa, onları yerlerinden yoksun bırakma çabasında olmak ve büyü yapmakla suçlanıyordu. Peygamberin hem büyücü olan hem de Mısırlıları sürgün etme amacı taşıyan bir kimse olarak tanımlanması bariz bir şekilde yanlıştı. Çünkü Hz. Musa'nın amacı, halkını kölelikten kurtarmaktı. Bütün iktidar Mısırlıların elindeydi. İsrailoğullarını köle olarak kullanmak istiyorlardı. Bu adaletsizliği gidermek istediği için, “Mısırlıları yasal haklarından mahrum etmek isteyen korkunç bir kimse” diye itham ettiler. Kendileri, insanları aldatmak için sihir yaptıkları gibi, kulluk bilincinde olan bir kimseyi de bakış açısı ve gücünün kaynağı farklı olmasına rağmen aynısını yapmakla suçladılar. [596] Kureyş'in ileri gelenlerinin de Kur'an'a karşı tavırları Firavun'unki gibiydi. Onlar da mevcut dinlerine ve inançlarına bağlanmaları sayesinde önemli bir konuma sahip oluyorlar ve bundan büyük kazançlar elde ediyorlardı. İslâm çağrısının, onların mevki ve gelirlerine borçlu oldukları saçma inançlara karşı, bir tehlike oluşturduğunu fark etmişlerdi. [597] İşte bu nedenle bu apaçık gerçeğin karşısına dikiliyorlardı. Burada doğal olarak bazı sorular akla geliyor. Hz. Musa, Firavun ve onun hakimiyeti için nasıl bir tehlike idi? Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Hz. Musa'nın Peygamberlik iddiası, başlı başına politik yapıyı da içeren mevcut sistemi değiştirecek tam bir inkılâbı gerçekleştirmeyi ifade ediyordu. Bundan dolayıdır ki, evrenin Rabbi'nin temsilcisi, başka birisine tâbi yada başka birisinin astı olarak değil, ancak idareci ve hami olarak yaşamaya gelmiştir. Çünkü, bir kâfirin hakimiyetini tanımak ve ona gönüllü olarak tâbi olmak, peygamberlik iddiasını nefyetmektir. Hz. Musa, peygamber olduğunu ileri sürdüğü zaman, Firavun ve çevresinin, politik, toplumsal ve kültür ihtilâli tehdidini hissetmiş olmaları bundandır. [598] Firavun, Hz. Musa'nın peygamberlik iddiasına niçin bu kadar önem veriyordu? Firavun Hz. Musa'nın üstün şahsiyeti hakkında yeterli bilgiye sahipti. Talmud ve Yusifus'un kıssalarına itimat edecek olursak, Hz. Musa çağının bütün ilimlerini tahsil etmiş, savaş ve idarecilik hususunda eğitilmişti. Zira Hz. Musa'nın içinde yetiştirildiği kraliyet ailesi fertleri için bu hususlar temel şeylerdi. Ayrıca, Hz. Musa, Habeşistan'a karşı düzenlenen seferde mükemmel bir general olduğunu da ispat etmişti. [599] Medyen'de sekiz yıla yakın bir süre devam eden çölün zor şartları da, kraliyet sarayındaki kolay hayatın tesirlerini gidermeye yardım etmişti. Binaenaleyh bu azametli, kararlı ve dindar adam, Firavun'un sarayında peygamberlik iddiası ile ortaya çıktığı zaman Firavun ve çevresi, onun iddiasını boş bir iddia sayıp önemsemezlik edemezlerdi. [600] Onlar, gerçekten Hz. Musa'yı bir sihirbaz olarak görmüş olsaydılar, kesinlikle ondan bir devrim sadır olacağını düşünmez ve onu bir tehlike saymazlardı. Çünkü sihirbaz bir kimse, dünyada hiç bir zaman bir devrim yapmış değildir. Firavun, Hz. Musa'ya itiraz ederken kullandığı bir diğer argüman da Hz. Musa'nın büyülenmiş bir kimse olduğu şeklindeydi: “Andolsun biz Musa'ya apaçık dokuz mucize verdik. (Ey Peygamber!) İsrailoğullarına sor, Musa kendilerine geldiğinde Firavun ona: 'Ey Musa! Ben senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum' demişti.” [601] Doğru sözü ön plana çıkarma, Allah'ın birliğini vurgulama, zulmü, azgınlığı ve işkenceyi bırakmaya çağrıda bulunma gibi fiiller, tağutların geleneğinde ancak büyülenmiş, ne dediğini bilmeyen insanların taktiğidir. Firavun gibi azgın tağutlar bu gerçekleri düşünemezler, aklî dengesi yerinde bulunan bir insanın mevcut şartlara baş kaldırıp onları eleştireceğine akıl erdiremezler. [602] Allah, danışma meclisindeymişçesine birbirleriyle görüşmelerde bulunan Firavun dönemindeki ileri gelenlerin [603] Hz. Musa hakkında Firavun'unkine benzer bir itirazda bulunduklarını ifade eder: “Muhakkak bu (Musa) çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi memleketinizden çıkarmak istiyor.” [604] Onlara göre Hz. Musa, sihri bilen, yetenekli, hileleriyle insanların gözlerini bağlayan, [605] ileri gelenlerin iktidarını ellerinden almaya çalışan, [606] ve Allah'ın risaletine dair aktardıklarında güvenilmeyecek birisiydi. İsrailoğullarını desteklemek, Mısır'ı ele geçirmek ve bağımsızlıklarına son vermek istiyordu. [607] Onlara göre onun tuzağını boşa çıkarmak için onu öldürmek, çarmıha germek, hapse atmak ya da onun gibi bir büyücüyle ona karşı çıkmak şeklinde seçenekler mevcuttu. Onlar sonuncu teklifi benimseyip Firavun'a tavsiye ettiler. [608] Ona ve kardeşine kötülük yapmakta acele etmek onlara pek makul gelmedi. [609] İleri gelenler Firavun'a şehirlere adamlarını gönderip usta sihirbazları getirtmesini tavsiye ettiler. [610] Dediler ki: “Bunu ve kardeşini eğle, şehirlere de toplayıcılar gönder.” [611] Büyücülerin sayısı çok olursa Hz. Musa'ya galip gelirler, durumunu ortaya korlar ve sözüne muhalefet ederler zannıyla büyücüleri toplamayı salık verdiler. [612] O dönemde sihir çok yaygındı. Bu nedenle Hz. Musa'nın yaptıklarının, sihirbazların yaptıkları kabilinden şeyler olduğunu sanmıştı. [613] İleri gelenlerin Firavun'a büyücüleri toplamayı tavsiye etmeleri, o dönemde büyücülerin çok olduğuna delalet eder. Bu da kelamcıların, “Allah'ın tüm nebilerinin mucizelerini kendi dönemlerinde gündemde olan türden kıldığı” şeklindeki görüşlerinin doğruluğunu gösterir. Hz. Musa döneminde de sihir gündemdeydi. Onun mucizesi, hakikatte zıddına da olsa görünüşte sihre benzemekteydi. Hz. İsa döneminde tıp, Hz. Muhammed (s) döneminde fasih hitap gündemde olduğu için her ikisinin mucizesi de ona göreydi. [614] Musa (a)'nın kraliyet sarayında gösterdiği mucizeyi gözleriyle görenler ve dışarıda işitenler, atalarının dinine olan inançlarını yitirmeye başladılar. Bu yüzden, “(Firavun'un adamları: ) Eğer üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara uyarız.” [615] dediler. Bu sözleri sarfeden kimseler, inançlarının gücünün, sihirbazların Hz. Musa'nınkine benzer bir performans göstermelerine bağlı bulunduğunu söylemek istiyorlardı. [616] Yani sihirbazların yenilmesi durumunda Mısır dini, bağlılarının gözünde büyük bir hayal kırıklığına yol açacaktı. Zaten kitleler, sürekli olarak bu tür işler için toplatılırlar. Bu halk kitleleri zalim yöneticilerinin kendilerini aldattıklarını, kendileriyle oynadıklarını, bu tür yarışlar, törenler ve toplantılar ile kendilerini meşgul ettiklerini, böylece kendilerine uygulanan zulüm, baskı ve kötü hayat şartlarını unutturmak istediklerini anlamazlar. İşte Mısırlılar da bu şekilde toplandılar. [617] Büyücüler, büyünün önemli bir rol oynadığı Amon kültünün resmi rahipleriydiler. Onların Hz. Musa'ya galebe çalmaları halkın gözünde devlet dininin itibarını pekiştirecekti. [618] İnsanlar Firavun'a daha fazla bağlı, rahiplere karşı daha itaatkar olsunlar diye gelecek ve muhtevası büyü ve Firavun'a tapınma olan devlet dininin zaferine şahitlik edeceklerdi. [619] Firavun ve ileri gelenlerin projesi buydu. Firavun'un çevresindekiler, Hz. Musa'nın sözünün yanlışlığı halkın huzurunda ortaya çıksın diye büyücüler toplanana kadar beklemeyi tavsiye etti. Hz. Musa'nın mucizelerine karşı sihir ile meydan okumaya çalışan büyücülerin karşılaşmaları insanların toplandığı bayram günü kuşluk vaktinde oldu. Bu günün tayini Hz. Musa tarafından yapıldı. [620] Onun niyeti, hüccetini büyük kitlelere sunmak [621] ve bu sayede büyü ile peygamberin harikulade mucizesinin denk tutulmasının bâtıl oluşunun herkes tarafından görülmesini sağlamaktı. [622] Musa'nın sözünün yanlış olduğunun herkesçe bilinmesini isteyen Firavun da bu karşılaşma vaktini makul buldu. Bu anlamda tuzak kurmaya çalışan inkarcıların çabası, Allah'ın peygamberi için ilahî bir lütufa dönüştü: “Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.” [623] Mısırlı büyücülerin organizasyonlarıyla, hilelerini kullanarak amatör İsraillilere karşı galip gelecekleri şeklinde bir beklenti vardı. [624] Peygambere karşı mücadele etmeleri için getirilen büyücülerin çıkarcı yaklaşımları hemen kendisini gösterdi. Bu sayede, peygamberlere büyücü denilmesi konusundaki tutarsızlık açık bir şekilde ortaya çıktı: “Sihirbazlar Firavun'a geldi ve 'Eğer üstün gelen biz olursak, bize kesin bir mükâfat var mı?' dediler.” [625] Görüldüğü gibi, büyücüler ortaya koyduklarını çıkar teinini için yapmaktadırlar. Mucize sahibi peygamberler ücretlerini Allah'tan beklerlerken, büyücüler tağutların hizmetindedirler. Büyücülerin sanatları hile ve sahtekârlık üzerine kuruludur. Kur'an, onların bu tavırlarını bu âyet ile ortaya koymaktadır. Büyücülerin ilk düşünecekleri şey kendileri için bencil bir pazarlık yapmaktı. Firavun ve danışma meclisi panik içinde herhangi bir miktara evet diyecek haldeydi ve dedi de. [626] Muhtemelen Mısırlıların dininin rahibi diyebileceğimiz büyücüler, yiyici tiplerdi ve zengin olup, makam elde edip kralı ve halkı yönetimleri altına almayı ümit ediyordu. [627] Ayet ayrıca büyücülerin eşyanın özünü değiştirmeye güçlerinin yetmediğine de delildir. Yetseydi toprağı altına çevirirlerdi. Niçin Firavun'un mülkünü ele geçirmediler, niçin dünyanın hükümdarları ve liderleri olmadılar? Âyet bu inceliğe insanların dikkatini çekmekte, bâtıl ve yalan ehlinin sözlerine aldanma konusunda onları uyarmaktadır. [628] Hz. Musa, onlar sihirlerini ortaya koyduklarında onları büyü yaparak Allah'a iftira atmamaya ve insanların zihinlerinde hakikati olmayan şeyleri canlandırarak onları aldatmamaya çağırdı. [629] Çünkü gerçekten Allah'a iftira eden hüsrana uğramıştır. [630] Ancak sihirbazlar uyarılara kulak vermedi ve Hz. Musa'nın mucizesine çeşitli sihirlerle meydan okudular. Firavun da zaten onları bu amaçla toplamıştı: “Sihirbazlar, 'Ey Musa! Ya sen at, yahut ilk atan biz olalım.' dediler.” [631] Kendilerine göre büyülü olan değneğini veya diğer bütün büyü araçlarını atmasını istediler. [632] Galip olacaklarına emin oldukları için önce veya sonra sihirlerini ortaya koymayı sorun etmediler. [633] Halbuki sihir mucizeye karşı ebediyen galip gelemez. [634] Tercihi Hz. Musa'ya bırakmaları, nezaketlerinden dolayı değildi. Onların bu tavrına karşı peygamberleri, önceliği onlara verdi ve onlara, “Atacağınızı atın, dedi.” [635] Niyeti, insanların onların yaptıklarını görmeleri ve düşünmelerini sağlamaktı. Bu sayede büyücülerin bâtıl ve kötü davranışları son bulunca bekleyip gözetledikten sonra apaçık olarak hak gelecek ve gönüllerde daha etkili olacaktı. [636] Hz. Musa'nın, “Atacağınızı atın.” deyişi insanlara büyücülerin ortaya koyduklarının geçersiz bir eylem ve bâtıl bir çaba olduğunu göstermek içindir. [637] Büyücüler, göz bağcılıkta öyle bir oyun düzenlediler ki, Hz. Musa bile bir an için etkisinde kaldı: [638] “Onlar (ellerindekini) atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler.” [639] İnsanlarda, yaptıklarının bir hakikati olduğu hissini uyandırdılar. Halbuki yaptıkları soyut bir hayalden ibaretti. [640] Bilgilerini onlardan gizlediler. [641] İplerini yere atınca, onları insanlara sanki hareket ediyormuş gibi gösterdiler. Öyle ki seyirciler değneklerden ve iplerden korktular ve paniğe kapıldılar. Aldatma ve zihinlerini etkileme yoluyla ortaya büyük bir büyü koydular. [642] “Musa (sihri görünce) içinde bir korku hissetti.” [643] Kötü kimselerin planlı saldırıları bazen o kadar becerilidir ki bâtıl hakikat olarak görünür ve alkışlanır. Hakikate inanan kimse ise farklıdır bir an için etki altında kalabilir. Fakat Allah'ın rahmetiyle iman otoritesini koyar, ona güven verir ve o iman, bâtılın üşüşen kuruntularını dağıtıp yok edecek spesifik hakikatlere işaret eder. [644] Büyülerini ördükten sonra Hz. Musa dedi ki: “Bu sizin yaptığınız sihirdir. Muhakkak Allah onu iptal edecektir. Şüphesiz ki, Allah fesatçıların işini düzeltmez.” [645] Çünkü onların yaptıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise, “Her nerede olursa olsun başarıya ulaşamaz.” [646] ve amacına varamaz. [647] Bu âyet ister hayrı ister şerri amaçlasın büyücünün hedefine ulaşamayacağına delil olup sihrin tümünü olumsuz kılmakta [648] ve sihir adı altında yapılan her türlü çabayı mahkum etmektedir. [649] Büyücülerin sopaları bir büyü aldatmasıyla görünüm itibarıyla yılanlara dönüştü. Fakat Hz. Musa'nın mucizeleri herhangi bir büyüden daha güçlüydü ve ardında bir hakikati barındırıyordu. [650] Suçluların hoşuna gitmese de Allah'ın, sözleriyle hakkı açığa çıkarması bir yasadır. [651] Allah'ın kelimeleri ya da emirleri gerçek güce sahipken, büyücülerin hileleri gözleri boyayarak sadece harika görünebilir. [652] Hz. Musa bu hakikati zikrettiğinde onlara gafil oldukları hakka dair ilahi yasayı hatırlatmak ve mucizenin sihre, hakkın bâtıla üstünlüğüne dair göstereceklerine onları hazırlamak istiyordu. Zaten büyücüler de mucizeyi görünce hemen iman ettiler. [653] Büyücülerin hilesi insanlar üzerinde büyük etki yapabilirdi ama Hz. Musa asasını atınca büyü bozuldu: [654] “Birdenbire asa, onların bütün uydurduklarını yakalayıp yutuverdi.” [655] Firavun Hz. Musa'nın getirmiş olduğu apaçık gerçeğe sihirbazların ve göz bağcıların saçmalıklarıyla karşı durmayı ve insanların zihinlerini karıştırmayı amaçlıyordu ama asanın bırakılışıyla hak ortaya çıktı. Büyücülerin yalan ve uydurmaları işe yaramadı. [656] Musa, Firavun ve topluluğunu yendi. Hepsi kahrolup zillete düştüler. Büyücüler Hz. Musa'nın gösterdiği mucizeleri görünce, yaptığının büyü değil semavi bir iş olduğunu anladılar ve secdeye kapandılar. [657] Firavun'un kurduğu düzen tersine döndü. O büyük toplanma gününde Firavun'un arzuladığının aksine ilahi burhanlar zuhur etti ve ona galip geldi. Firavun, Allah'ın elçisine üstün gelebileceğini sanmış, hüsrana uğrayıp cenneti kaybetmiş ve ateşi kendine vacip kılmıştı. [658] “Vicdanları bunlar(ın doğruluğun)a kesin bir kanaat getirdiği halde sırf zulüm ve kendilerini büyük görme yüzünden onları inkâr ettiler; fakat bak o bozguncuların akıbeti nasıl oldu!” [659] Şeytan onlara amellerini süslü gösterip onları doğru yoldan alıkoydu. [660] Hangi zulüm apaçık âyetlerin Allah'tan geldiğini fark ettikten sonra onları apaçık sihir olarak adlandırmaktan daha acımasız olabilir? Onlar, Hz. Musa'nın getirdiğine iman etmek konusunda kibirleniyor, kendilerini daha üst bir makamda görüyorlar. [661] Bu yüzden dediler ki; “Bizi sihirlemek için ne mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.” [662] Yani, Firavun'un dininden döndürmek için bize ne kadar mucize gösterirsen göster yine de sana inanmayız. [663] Bizi büyülemek, dinimizden uzaklaştırmak ve kavminin hizmetkârı kılmak için, senin davetinde doğruluğunu gösteren mucizenin her türlüsünü getirsen de seni doğrulamâyacağız, senin risaletine de tâbi olmayacağız. [664] Allah, Hz. Musa'nın toplumundan farklı olarak Hz. Muhammed'in toplumu için kevnî bir mucize göndermeyi dilememiştir. Fakat Hz. Musa'nın dönemindekilerin mucizelerle inanmayacaklarını bilmesine rağmen onlara çokça mucize göndermiştir. Bunun hikmeti, onlardan bazılarının mucizeleri görmelerinin ardından iman etmesidir. Ancak Hz. Peygamberin toplumuna kevnî bir mucize gelseydi, bu onların inkâr ve inadını artırmaktan başka bir işe yaramayacaktı. [665] Bu defa da sihirbazlar Musa ve Harun'u göstererek şöyle dediler: “Bu ikisi, muhakkak ki, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdırlar sadece.” [666] Onlara göre bu iki peygamber, şeref, akıl ve tecrübe yolunu ortadan kaldırmak istemektedir. [667] Bu sözleri onların Hz. Musa'nın mucizeleri konusunda meydan okumaları ve ona kötü isim takmadaki aşırılıklarını gösteren bir ifadedir. Her akl-ı selim sihri kötü görür ve büyücüye de iyi bakmaz. Çünkü insan sihrin sürekliliğinin olmadığını bilir. Mucizenin de sihir olduğuna inanmalarının ardından da onlar, “Nasıl ona, dinine ve yoluna tâbi oluruz bu mümkün mü” derler. [668] Hilelerinin ve Hz. Musa'nın daha önce Firavun ve ileri gelenlerine gösterdiği mucizelerinin, onların ve halkın gözü önünde sergilenmesinden önce bu sözleri sarf etmeleri, Firavun'a hizmet etme isteklerine ve kendilerini halkın gözünde inandırıcı kılma arzularına bağlanabilir. Sihirbazlar: “Ey Musa! Ya sen at, yahut ilk atan biz olalım.” [669] diyerek meydan okuduklarında Hz. Musa onlara şöyle cevap verdi: “Hayır, siz atın! Bir de ne görsün! Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihirden ötürü kendisine sanki yürüyormuş gibi geldi.” [670] Gördüğü şeyin hakikatinin olmadığını bilmeseydi, onu hareket ediyor sanacaktı. [671] Musa'nın, “Hayır, siz atın!” demesi, Allah'ın, “İnkarcılardan becerebiliyorlarsa Kur'an'daki gibi bir sure getirmelerini [672] istemesine benzer. Zaten Hz. Musa'nın sihri kötü gördüğünden ve insanları ondan alıkoyduğundan da şüphe yoktur. [673] Onun talebi zahiriyle alınmadığı zaman sorun da olmaz. Onun büyücülerin sihirlerini önce göstermelerini istemesi şüpheleri bertaraf etmek içindir. [674] Firavun ilahlık iddiasında olmasına rağmen en yakınları olan rahiplerinin ve büyücülerinin böyle bir şeye inandığı pek muhtemel değildir: “Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun'un kudreti hakkı için şüphesiz elbette bizler galip geleceğiz” dediler.” [675] Bu, işbirliğiyle sergilenen bir oyundur. Bu nedenle de onlar Firavun'un ilahi gücüne sığınmaktadır. Ancak hakikat hilelerden daha güçlüdür ve ortaya çıkacak, onların yaptıklarını yok edecektir. [676] Onların yaptıklarını görünce Musa içinde bir korku hissetti. Ancak Allah, onun kalbini pekiştirdi. Hz. Musa aldığı ilahî emirle sağ elindekini bırakınca büyücülerin tuzaklarını yutuverdi. [677] Bunun üzerine, “Bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, 'Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik.' dediler.” [678] Yani onun sihir türü bir şey olmadığını şüphesiz bir bilgiyle anladıklarında yere kapandılar. O, Rabbani bir ayetti. [679] Büyücüler önce inkâr için iplerini ve sopalarını kısa bir süre sonra da şükür ve secde için başlarını yere koydular. Her ikisi arasında ne büyük fark vardır. [680] Büyücüler sihir konusunda uzman bir kesimi oluşturuyordu. Hz. Musa'nın onların yaptıklarının dışında bir şey yaptığını görünce yaptığının sihir olmadığını anladılar. Cisimlerin durumlarını değiştirmesinden, atmasıyla asasının onların uydurduklarının tümünü yutmasından yola çıkarak Allah'ın yaratıcı, alim ve her şeye gücü yeten; Musa'nın da O'nun sadık rasulü olan bir kimse olduğu şeklinde bir çıkarsamada bulundular. Şüpheden uzak bir şekilde iman ettiler, tâbi oldular ve boyun eğmenin zirvesi olan secdeye atılırcasına süratle vardılar. [681] Sihirle benzerinin getirilemeyeceğini bildikleri için iman ile bağlılıklarını göstermek suretiyle secdeye kapandılar. Bunda sihrin en büyüğünün, hakikati olmayan şeyleri zihinlerde canlandırarak kandırma olduğuna delil vardır. Büyücüler derin bilgileri nedeniyle Hz. Musa'nın getirdiğinin büyü olmadığını daha rahat anladılar. O, mucizeydi. [682] Onlar sihir konusunda üst tabakadan insanlardı. Asa mucizesini gördüklerinde, onun, sihrin sınırlarını aşan bir şey olduğunu fark ettiler. Kendilerini secdeye kapanmaktan alıkoyamadılar. Adeta kendilerini yere attılar. “Musa ve Harun'un Rabbine” iman ettiklerini söylemeleri ile alemlerin Rabbi olan Allah kastedilmektedir. [683] Bu ifade, Firavun'un rablik iddiasında bulunmasıyla birlikte düşünülmelidir. Sihirbazların iman ettikleri zaman yaptıkları secdeye dair âyetlerin tam çevirisi belki de “Sihirbazlar yere kapandırıldılar.” şeklinde yapılabilir. Onların secdeleri anlatılırken kullanılan bu edilgen cümle kuruluşu, eylemin sanki daha baskın daha üstün bir kuvvet tarafından yaptırıldığını, onları buna icbar ettiğini ifade etmeye maruf gibidir. [684] Büyücüler büyüyü bilmeselerdi, Hz. Musa'nın mûcizeleriyle sihir arasındaki fark konusunda kolayca çıkarsamada bulunamayacaklardı. [685] Secdeye kapanmaları Hz. Musa'nın mucizesinin gücüne işaret etmektedir. Mucizenin azametini gördüklerinde kendilerine hakim olamadılar ve secdeye kapandılar. [686] Alemlerin Rabbine iman ile birlikte Musa ve Harun'a iman etmelerinden bahsedilmesi o iki peygambere de iman ettiklerini gösterir. [687] Firavun'a göre büyücülerin Musa'ya iman etmesi, delilin kuvvetinden değil, aksine Musa ile anlaşmalarının sonucuydu. Hz. Musa, şöyle şöyle yaparken ona iman edecekler, onun peygamberligini kabul edeceklerdi. İmanları bu şekilde oldu. Musa'nın ve iman edip büyüyü terk edenlerin ortak amacı, o toplumu o şehirden çıkarmak ve yönetimlerine son vermekti. Tüm akıl sahibi kimselerin bileceği gibi, vatandan ve sahip olunan sürekli nimetlerden ayrılmak en zor konulardandır. [688] Bunun bilincinde olan Firavun, insanların çıkarlarını koruma adına risalete karşı çıkarak taraftarlarını muhafaza etmeye çalıştı: “Firavun: 'Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz öyle mi? Muhakkak bu, yerli halkı şehirden çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir hiledir. Yakında avlarsınız.” [689] Firavun, “İzin vermeden mi?” derken kibrini inkarcılığını ve kınayıcı tavrını göstermektedir. [690] O ve bağlıları öfkeliydiler. Her şeyden önce Allah'ın gücüyle karşılaştırıldığında küçük düştüler. İkinci olarak hile ve kullandıkları araçlar onlara bir fayda sağlamadı. Büyücüler Allah'ın âyetlerini tanıdılar ve Musa ile Harun'un hedefi yerini buldu. Büyücüler sahtekarlığı, asılsız inanç ve ibadetleri ve zayıflara karşı zulümle dolu hayatlarını bıraktılar ve tek bir ilaha bağlılıklarını bildirdiler. [691] Firavun onların secde ettiğini görünce bunun Allah'a ve rasulüne uyma konusunda halkın büyücüleri taklit etmesine neden olacağı düşüncesiyle şüphelerini belirtmeye başladı. Birinci şüphe, büyücülerin imanlarının basiretlerinden kaynaklanmıyor oluşuydu. Ona göre, onlar sihir konusunda Musa'nın öğrencileriydiler. Onun emrine uyarak ve yaptığını takdir ederek acziyetlerini gösterme konusunda anlaşmışlardı. Firavun, şüphelendirme gayretinin ardından onları imandan, diğerlerini de onları taklitten alıkoymak için tehdide baş vurdu: [692] “Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Hakikat şu ki o, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Şimdi tereddüt etmeden elleriniz ile ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azabının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız.” [693] Allah burada apaçık mucize ve en büyük âyeti gördüğü zaman Firavun'un küfrünü, azgınlığını ve hak karşısında batıla dayanarak inatlaşmasını haber veriyor. Firavun o sırada bütün insanların huzurunda kendileriyle zafer umduğu kimselerin iman ettiğini görmüş ve mağlubiyete uğramıştı. O zaman iftira ve yalana baş vurup, makamını ve hükümranlığını kullanarak sihirbazları, tehdit etti. [694] Ona göre, kralları olsun diye Hz. Musa ile ittifak kurmuşlardı. [695] Firavun, büyücülere Hz. Musa için büyüğünüz derken, o peygamberin büyü konusunda onlara öğreten kimse ve onların üstadı, [696] öğrenimlerinde büyü liderleri oluğunu ve yetenekli olduğu için onlara galip geldiğini söylemek istiyordu. O, bu söylemiyle insanlar iman eden büyücülere uymasınlar, onlar gibi iman etmesinler diye onları şüpheye sokmayı amaçlamaktadır. Firavun, onların Musa'dan büyü öğrenimi görmediklerini, aksine onların Musa'nın gelişi ve doğumu öncesinde sihri bildiklerinin farkındaydı. [697] Hz. Musa'nın getirdiği şey ancak Allah tarafından desteklenen, Rabbinden getirdiğinin doğruluğuna Allah'ın bir hüccet ve delalet kıldığı kimseden sadır olabilirdi. [698] Mekke toplumu da benzer şekilde Hz. Muhammed (s) için, “İnananların Kur'an ve diğer konularda öğretmenleri ve üstatları” olduğunu söylüyordu. [699] Firavun'un sözü iftira iken, Mekkelilerin sözü bir hakikati ifade ediyordu. Büyücülüğü terk edip imana yönelen kimseler, hem günahlarına, hem Firavun'un onları zorladığı sihre karşı, onları bağışlasın diye, Rablerine iman ettiklerini, Allah'ın sevapça ondan daha hayırlı ve azap verme bakımından da daha devamlı olduğunu söylediler. [700] Bunun üzerine Firavun yukarıdaki âyetin lafzına yakın bir ifadeyle dedi ki: “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Demek ki sîze sihri öğreten büyüğünüzmüş o! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz: 'Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!” [701] Bileceksiniz sözü şiddetli bir tehdidi içermektedir. [702] Firavun'un öfkesini çeken büyücülerdeki tavır değişikliği, aslında onun çöküşünün de başlangıcıydı. [703] Firavun'un tehdit savurarak olumsuz tavır sergilemesinin altında bu neden yatıyordu. Firavun'un cezalandırma tehditleri karşısına iman edip büyüyü terk edenler metanetli davrandılar: “Herhalde biz müminlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını ümit ederiz.” [704] dediler. Hatalarımızı derken kastettikleri, küfür, sihir ve diğer yanlışlarıydı. [705] Şüphesiz Allah, mükâfatı en hayırlı ve cezası en sürekli olandır. [706] Görüldüğü gibi, Firavun ve toplumu, peygamberleri Hz. Musa ve (her ne kadar Kur'an'da kendisine büyücü denildiğine dair çok az bilgi verilse de) Hz. Harun'a büyücü diyerek iftira atmaktadırlar. O dönemde yaygın ve etkili olan büyü, risalete karşı tavır geliştirmeye çalışan inkarcılar tarafından sıklıkla dile getirilmiş bir itirazdır. Peygamberlere büyücü diyenler, halkın bilincini köreltmeyi amaçlayan kimselerin etkinliklerini bizzat teşvik ermektedirler. [707] [554] Esed, a.g.e., s. 633. [555] Ali, a.g.e., s. 804. [556] İbnu Abbas bkz.: Râzî, VIII, 78. [557] Hasanu'l-Basri bkz.: A.y. [558] Bunlar asâ, beyaz el, kıtlık, gelir noksanlığı, tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan afetidir, bkz.: Araf: 7/107-108-130-133. [559] Neml: 27/13. [560] Kutub, Fî Zilâli'l-Kur'an, VIII, 16. [561] Kurtubî, VII/1, 152. [562] Taberî, XI/l, 171. [563] Kâsımî, a.g.e., XIII, 4662. [564] Yunus: 10/76. [565] Tabatabaî, a.g.e., X, 111. [566] Taberî, VII/1, 188-189. [567] Zemahşerî, II, 348. [568] Esed, a.g.e., s. 410. [569] Yunus: 10/77. [570] Zemahşerî, II, 348. [571] Tabatabaî, a.g.e., X, lll. [572] Ali, a.g.e., s. 504. [573] Esed, a.g.e., s. 410. [574] Taberî, VII/1, 189. [575] Şuara: 26/35. [576] Râzî, VIII, 501. [577] A.g.e. Firavun'un ileri gelenlerinin onu ikazlarına dair âyetler şunlardır: “Dediler ki: 'Bunu ve kardeşini eğle, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler.” Şuara: 26/36-37. [578] Taberî, XI/1, 89. [579] İbnu Kesir, VI, 149. [580] Araf: 7/132. [581] Râzî, V, 345. [582] İbnu Abbas bkz.: Râzî, V, 345. [583] Ali, a.g.e., s. 378. [584] Zemahşerî, II, 141. [585] Tabatabaî, VIII, 238. [586] İbnu Kesir, III, 458. [587] Râzî, VIII, 598. [588] Kasas: 28/36. [589] Zemahşerî, III, 397. [590] Taberî, XI/2, 95. [591] İbnu Kesir, VI, 247. [592] Taha: 20/57. [593] Kurtubî, VI/l, 129. [594] Taberî, IX/2, 420. [595] İbnu Kesîr, V, 293. [596] Ali, a.g.e., s. 801. [597] Kutub, Fî Zilâli'l-Kur'an, VIII, 16. [598] Mevdudî, Tefhîmu'l-Kur'an, II, 72-73. [599] Kitab-ı Mukaddes yorumcularına göre Firavun Hz. Musa'ya öylesine iyi davranıyordu ki, büyüdüğünde, Habeşistan'a karşı sefere çıkan ordusuna komutan olarak atamıştı, bkz.: Hamidullah, a.g.e., 515, (Belki de Kitab-ı Mukaddes'in Sayılar, 12/1 pasajında belirtildiği gibi Hz. Musa'nın Habeşistanlı bir kadınla evlenmesi bu vesileyledir.) [600] Mevdudî, Tefhîmu'l-Kur'an, II, 72-73. [601] İsra: 17/101. [602] Kutub, Fi Zilali'l-Kur 'an, VII, 79. [603] Tabatabaî, a.g.e., VIII, 223. [604] Araf: 7/109-110. [605] Zemahşerî, II, 134. [606] Esed, a.g.e., s. 293. [607] Tabatabaî, a.g.e., VIII, 225. [608] A.g.e., VIII, 224. [609] A.g.e., VIII, 225 [610] Araf: 7/112. [611] Şuara: 26/36. [612] Razî, VIII, 501-502. [613] İbnu Kesîr, III, 452. [614] Râzî, V, 333. [615] Şuara: 26/40. [616] Mevdudî, Tefhîmu'l-Kur'an, IV, 23. [617] Kutub, Fî Zilâli'l-Kur'an, VII, 596. [618] Esed, a.g.e., s. 745. [619] Ali, a.g.e., s. 951. [620] Taha: 20/59. [621] Râzî, VIII, 502. [622] İbnu Kesîr, V, 293. [623] Şûra: 26/38. [624] Ali, a.g.e., s. 951. [625] Araf: 7/113. benzer bir lafızla ilgili olarak bkz.: Şuara: 26/41. [626] Ali, a.g.e., s. 374. [627] A.g.e., 952. [628] Râzî, V, 334. [629] Kâsımî, a.g.e., XI, 4187. [630] Taha: 20/61. [631] Taha: 20/65. [632] Hamidullah, a.g.e., 463 [633] Tabatabaî, VIII, 226. [634] Zemahşerî, II, 135. [635] Yunus: 10/80. [636] İbnu Kesîr, III, 452-453. [637] Râzî, VI, 287-288. [638] Esed, a.g.e., s. 632. [639] Araf: 7/116. [640] Taha: 20/66-67. [641] Abdu'l-Vahhab, a.g.e., s. 334. [642] Taberî, VI/l, 27. [643] Taha: 20/67. [644] Ali, a.g.e., s. 803. [645] Yunus: 10/81. [646] Taha: 20/69. [647] Taberî, lX/2, 233. [648] Râzî, VIII, 75. Râzî, “Bu âyet sihrin tümünü olumsuz kılar.” demesine rağmen Bakara: 2/102 ayetini yorumlarken küfür olan sihrin yıldızlara ibadet ile ilişkisi olanı olduğunu söyler ve böylece diğer sihir türleriyle uğraşmanın meşruluğuna zemin oluşturur. Halbuki sihir hakkındaki nefy (olumsuzlama) sihirden uzak durmayı gerektirir. [649] Esed, a.g.e., s. 632-633. [650] Ali, a.g.e., s. 505. [651] Yunus: 10/82. [652] Ali, a.g.e., s. 505. [653] Tabatabaî, a.g.e., X, 113-114. [654] Eski Ahit'te asayı atan Harun'dur bkz.: Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, VII/10-12. [655] Araf: 7/117. [656] Taberî, VI/l, 28. [657] A.g.e., VI/1, 30. [658] İbnu Kesir, IV, 221. Zalim olmakla özdeşleşmiş olan ve bağlılarını cehenneme sürüklemiş olan Firavun'un öldüğünde Müslüman olduğu şeklinde İbnu'l-Arabi tarafından ortaya atılmış garip bir düşünce de söz konusudur. Onun düşüncesine göre, Firavun ölürken iman etmiş ve bir günah daha işlemeden vefat etmiştir. İslam önceki günahları sildiği için bir sorun kalmamıştır bkz.: İbnu'l-Arabi, Muhyiddin, Fusûsu'l-Hikem, (çev.: Nuri Gencosman), MEB Yay., İstanbul, 1990, s. 301. [659] Neml: 27/14. [660] Ebu Abdillah, Muhammed b. Ebî Bekr, Şifau'l-Alil fî Mesiili'l-Kadâi ve'l-Hikmeti ve't-Talîl, Daru'1-Fikr, Beyrut, 1398 (h), s. 273. [661] Râzî, VIII, 546. [662] Araf: 7/132. [663] Taberî, VI/l, 41. [664] Meraği, a.g.e., IX, 42. [665] Râzî, V, 347. [666] Taha: 20/63. [667] Mücahid bkz.: İbnu Kesîr, V, 295. [668] Râzî, VIII, 70. [669] Taha: 20/65. [670] Taha: 20/66. Hz. Musa'nın önce onları büyülerini göstermeye davet etmesine dair başka bir âyet için bkz.: Şuara: 26/43. [671] Râzî, VIII, 73. [672] Bakara: 2/23. [673] Taha: 20/61. [674] Râzî, VIII, 72. [675] Şuara: 26/44. [676] Ali, a.g.e., s. 952. [677] Taha: 20/67-69. [678] Taha: 20/70. Benzer ifadele için bkz.: Araf: 7/120-122. Şuara: 26/46-48. [679] Kasımi, a.g.e., XI, 4192. [680] Zemahşerî, III, 73. [681] Râzî, VIII, 75. [682] Kâsımî, a.g.e., XII, 4616. Sihir üzerine yoğunlaşmış bir kimse mucize gösteren bir kimsenin yaptığının bir hile olup olmadığını daha kolay anlaması mümkündür. Ancak mucize apaçık gerçek olup akl-ı selim sahibi olup öğüt almaya niyeti olanlar onu görünce iman ederler. Bir eylemin mucize mi yoksa sihir mi olduğunu sadece uzmanları bilebilseydi, mucizeleri inkâr edenlerin büyük çoğunluğu, büyü bilmedikleri için mazur olurlardı. Hz. Musa'nın da “İnsanların toplandığı bayram gününde” mucizesini göstermesine gerek kalmazdı. [683] Râzî, VIII, 504. [684] Esed, a.g.e., s. 293. [685] Râzî, V, 337. [686] Tabatabaî, a.g.e., VIII, 226. [687] A.g.e., VIII, 227. [688] Râzî, V, 339. [689] Araf: 7/123. [690] Tabatabaî, a.g.e., VIII, 227. [691] Ali, a.g.e., s. 375. [692] Râzî, VIII, 76. [693] Taha: 20/71. [694] İbnu Kesîr, V, 297. [695] Kasımi, a.g.e., XI, 4193. [696] Taberî, IX/2, 235. [697] Kurtubî, VI/1, 140. [698] İbnu Kesîr, VI, 151. [699] Zemahşerî, III, 74. [700] Taha: 20/73. [701] Şuara: 26/49 [702] Râzî, VIII, 504. [703] Ali, a.g.e., s. 953. [704] Şuara: 26/51. [705] Râzî, VIII, 504. [706] Taha: 20/73. [707] Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 96-115. |