Konu Başlığı: Hz Musa ve Hz Harun Döneminde Atacı Tavır Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Mayıs 2011, 12:32:29 Hz. Musa ve Hz. Harun Döneminde Atacı Tavır Hz. Musa ve Harun'un, tebliğ için gittiği Firavun ve ileri gelenlerinden aldığı itirazlardan birisi de yine o ikisinin “Atalarının izinden gitmeye karşı çıkışları” konusundadır. Firavun, alaylı bir şekilde alemlerin rabbinin ne olduğunu sorduğunda, her şeye yaratılışını veren ve yolunu gösteren ALLAH olduğu cevabını alınca, istihzalı bir edayla: “Öyleyse önceki nesillerin durumu ne oluyor?' dedi. Musa şöyle dedi: 'Onun bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır, Rabbim ne yanılır ne de unutur.” [227] Firavun'un sorusu çok kurnazca bir soruydu. O, şöyle demek istiyordu: “Eğer her şeye ayrı ayrı yaratılışını veren ve yolunu gösterenden başka rab yoksa, yüzyıllardan beri başka ilahlara tapan bizim atalarımızın hali ne olacak? Tüm bu insanlar hatalı mıydı? Hepsi azabı mı hak etti?” Böylece Firavun belki atalarına saygısızlık gösterdiğini düşündüğü Hz. Musa'ya karşı sinirini yatıştırmak istiyordu. Aynı zamanda Firavun, saray adamlarını ve diğer Mısırlıları Hz. Musa'nın davetine karşı kışkırtmak istiyordu. Bu oyun, hakka davet eden herkese karşı oynanmış ve aklı ermeyen kişileri kışkırtmakta her zaman etkili olmuştur. [228] Bu kurnazca oyun ileride değineceğimiz gibi Mekkeliler tarafından Peygamberimiz (s)'e karşı da oynanmıştı. Onlar meseleye, Hz. Musa onları din ve takva yoluna çağırmak için değil de, iktidarı ellerinden zorla almak için gelmiş gibi, siyasi iktidar mücadelesi açısından bakıyorlardı: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan bizi çeviresiniz ve yeryüzünün büyükleri olasınız diye mi geldiniz? Biz size inanmıyoruz.” [229] Âyet bir gerçeği daha aydınlatıyor: Bunlar atalarının putlara ibadet edişine [230] geleneklerine, alışkanlıklarına, örf ve adetlerine öylesine bağlıydılar ki, ecdattan kendilerine kalan inanç ve geleneklere aykırı olabilecek herhangi bir şeyi, ne kadar aklî ve doyurucu olursa olsun, asla kabul etmiyorlardı. [231] Kötü şeylerle dolu olsa da, geçmişe sıkı sıkıya sarılmak ve dünyevi çıkarlara bağlılık bir toplumun maddi ve manevi güçlerini korumasına karşı en büyük engeli oluşturmaktadır. Firavun ve toplumu, Musa'nın davetini kabul etmedi. Kaynağı ataları olan üzerinde bulundukları dini bırakmayacaklarını söylediler. Taklide sıkıca sarıldılar. Salt ısrarcı tavırlarıyla apaçık delillere meydan okudular ve itiraz ettiler. [232] Firavun kendini arındırma arzusundaysa, Hz. Musa ona dosdoğru yolu gösterme niyetindeydi [233] ve o, kardeşi Hz. Harun ile birlikte, Firavun'un İsrailoğullarına yaptığı kötülükleri engellemek ve risaleti inkâr edip yüz çevirenlerin azaba uğratılacağını bildirmekle görevlendirilmişti. [234] Ancak Hz. Musa onlara apaçık âyetleri getirince, “Bu, olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir. Biz önceki atalarımızdan boylesini işitmemiştik.” [235] dediler. Hz. Musa'nın kendisine ibadet etmeye çağırdığı şeyi, [236] atalarının yaşadığı dönemde peygamberlik iddiasında bulunmuş bir kimseyi ya da ayetlerle rasuller göndermiş bir ilaha dair herhangi bir şey işitmediklerini ifade ettiler. [237] Bu, nübüvveti inkârla yalanlamalarına ve inatlarına dair bir ifadedir. [238] Aslında önceki peygamber olan Hz. Yusuf, onlara yakın bir dönemde yaşasaydı, ona da inanmayacaklardı. Firavun gibi insanlar, meşru gösterdikleri yaşam biçiminin tüm insanlar için genel geçer hale sokulmasını isterler. Bu tür kimseler, her şeyi sınırlandırmak, statikleştirmek ve toplumun tümünü kendi görüş çerçevesine getirmek ve toplumu kendi varlığının çerçevesinden meseleye bakmasını sağlamak gayreti içindedirler. Böylece İslâm ümmetini, mevcut konumundan daha hayırlı ve yararlı bir konuma ilerletecek değer yargılarını araştırmasına imkân tanımamış olmaktadırlar. Bu, sosyal bir sebeptir, psikolojik değil. Burada söz konusu edilen sebep dahili değil haricidir. [239] Yani bireyin iç benliğine değil, sosyal şartlara, çevreye, konuma vs. bağlıdır. Atacı tavırda ısrar eden insanların bir çelişkisi de şudur: İnsanoğlunun tevhid ile tanışması ilk insandan bu yana mevcuttur ve şirk ile karşılaşmasından daha eskidir. Buna rağmen niçin ısrarla ALLAH'a ortak koşan atalarına uymayı tercih ederler? Onların bu tutarsızlığı atacılıklarının aslında risalete karşı bir tür savunma mekanizması olduğunu göstermektedir. [240] [227] Taha: 20/51-52. [228] Mevdudî, Tefhîmu'l-Kur’an, III, 229. [229] Yunus: 10/78. [230] Zemahşerî, II, 249; Kurtubî, IV/2, 274. [231] Sıddıkî, Mazharuddin, Kuran'da Tarih Kavramı, (çev.: Süleyman Kalkan), 2. baskı, Pınar Yay., İstanbul, 1990, s. 118. [232] Râzî, VI, 287. [233] Naziat: 79/18-19. [234] Taha: 20/47-48. [235] Kasas: 28/36. [236] Taberî, XI/2, 95. [237] Kâsımî, a.g.e., XIII, 4706. [238] Şihab'dan naklen bkz.: A.g.e., XIII, 4707. [239] Sadr, M. Bakır, Kur'an Okulu, (çev.: Mehmet Yolcu), İstanbul, 1987, s. 135. [240] Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yayınları: 48-51. |